2 Aralık 2019 Pazartesi

Lanetli Maraton

Sevgili Eslem yine yaratıcılığını konuşturup harika bir maraton hazırladı aylar önce. Onun yaratıcılığından esinlenen ayrıca yaratıcı arkadaşımız Sibel durur mu o da yapıştırmış maratonu ve film versiyonunu yapmış haftalar önce. Süre kısıtlaması olmadan 4 film izlemece demiş ve ben de durur muyum, katıldım tabi ama cadı, hayalet, kurt adam ve vampir temalı değil; Mubi'nin "Günbatımı Neredeyse Üzerimizde: Halloween Serisi" ile. Farklı türde kısa korku filmleri (B-movies olarak da duymuş olabilirsiniz) olarak tanıtılan bu serinin son filmi hariç tüm filmlerine yetiştim. O yüzden üç filmi yazıp bir sonraki maratona "Romantik Film Etkinliği"'ne  yetişmek için izninizle koşacağım :).

Korku filmleri sevmem, korkma eylemini de sevmem ama gerilime bayılırım. Bu filmlerin çoğu da o şekil diyebiliriz içinde mizah barındıran kısa filmler. Gerilim olarak da çok başarılı değildi gerçekçi olmak gerekirse ama işte :). Gelelim filmlere, hatta sonda sürpriz bir yorum da var.

The Wasp Woman - Roger Corman-Jack Hill (1959)



Güzellik ürünleri satan şirketin marka yüzü ve sahibi artık yaş almaya başlayınca gençliğin peşine düşer. Bu yolda alamayacağı risk olmayan karakterimizin "fantastik" dönüşümü gülsek mi ağlasak mı bilemediğimiz bir sona götürüyor. Roger Corman B-filmlerin önemli yönetmeni bu filmde korku ve bilim kurguyu sentezliyor.

The Little Shop of Horrors - Roger Corman (1960)



Komedi yanına odaklanırsak daha çok zevk alacağımız bir film olan The Little Shop of Horrors, genç Jack Nicholson'ın konuk oyunculuğu ile ilk seferde onu tanıyanlara 10 puan ve tatlı bir gülümseme veriyor. Yeni bir bitki türü üreten sakar çiçekçi çırağı ise bu ilginç bitki ile ödül bile alır lakin bitkinin büyümesini sağlayan şey ne su ne de güneştir.

The Last Screening - Laurent Achard (2011)



Filmin yapım yılına baktığımda küçük bir şok geçirdiğim filmdir zira 2000leri olduğunu asla düşünmedim. Kapanmak üzere olan bir sinemada işletmeci olarak görev yapan ve orada yaşayan Slvian'ın sinema gösterimlerden sonra farklı bir kişiliği ortaya çıkar. Geçmişinde yaşadığı dram onun hayatını ele geçirir ve asla elde edemediği huzuru farklı insanlarda "aramaya" devam eder. İşletmeci olarak sakin ve kibar mizaca sahip olan Slvian'ın bu dönüşümü en iyi haliyle ve derin bir şekilde yansıtılmasa da fena bulmadım ben filmi.

Son filmi izleyemedim ama bonus olarak Midsommar yazabilirim.

Midsommar - Ari Aster (2019)



Ari bey ile pek uyuşamıyoruz sanırım. Filmde en sevdiğim şey ancak Heide ve Milka ineklerinin koştuğu o çimenlik alanlarda günlük güneşlik havada korku filmi çekme fikri. Kızın yaşadığı dram da gerçekten iç parçalıyor ama onun dışında hikaye ile ilgili ciddi açıklar var bence. Bazı şeyler fazla üstün körü anlatılmış. O yüzden Ari beyi farklı ritüel filmleri ile baş başa bırakıyor ve bir sonraki ritüelli filmi için yine çok övülür yere göğe koyulmazsa belki bir şans verir izlerim diyerek uğurluyorum.

İlişkileri çıkmaza giren genç bir çift, arkadaşlarının daveti üzerine festivale davet edilmeleri ile beklemedikleri bir yola çıkarlar.

27 Kasım 2019 Çarşamba

Baseborn - Damnation (2018)

Baseborn

Merhabalar, bugün sizlere blogda bugüne kadar önerdiğim gruplar arasında tarz olarak görmeye alışık olmadığınız iddialı bir grup tanıtacağım. Zaten her gün aynı yolu yürüsek aynı yere gitsek aynı kişileri görsek de farklı bakabilmek; ayrım yapmadan sınırlamadan ve kategorize etmeden güzel olanı görebilmek bizim ayrıcalığımız değil mi? O yüzden içine sıkıştığımız günlük rutinde bile bakış açımızı geniş tutup alışkanlıklarımızı kırmayı unutmamak dileğiyle sizleri bu melankolik kış gününün tadını beş şarkıdan oluşan Damnation ile çıkartmaya davet ediyorum.

Bugün önereceğim EP'nin sahibi Baseborn, 2009 yılında Kocaeli'nde kurulan bir metal grubu. 2018 yılında çıkardığı ilk EP'si Damnation ile müzik dünyasına sağlam bir giriş yapıyor. Dört kişi yola çıkan grup üyeleri, şimdilik üç kişi yoluna devam etmekte. İkinci EP'leri In Perpetual Motion ise Aralık ayında bizlerle olacak.

Sadece yerli gruplar arasında değil dünya genelinde de sayılı ve özel vokal türlerinden brutal vokali ile dikkatleri üzerine çeken Baseborn, metal severleri memnun ederken kulağınızı daha da şenlendirecek ezgileri ile ise sadece metal dinleyenleri değil tüm müzik severleri cezbediyor.

Baseborn

Açılış şarkısı Memoria, ruhumuzun en karanlık köşelerinde bizi gezintiye çıkarırken sıradaki şarkılar için bizi heyecanlandırmayı da ihmal etmiyor. Ardından gümbür gümbür ben de buradayım diyen brutal vokalin sahneye çıkmasıyla işler iyice kızışıyor. Memoria'dan gelen o sakin ama etkili müzik  Casualty of Truth ile yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır diyor. Daha fazlasını beklediğimiz anlarda Volition'ın gelmesi de tesadüf olmasa gerek zira burada olan oluyor ve artık biz de Damnation'ın bir parçası oluyoruz. The Inhumed ile çıktığımız bu yola tam gaz devam ediyoruz. 

Klasik kemençenin konuk olduğu "Ripples" ile dalgalanan ve isyan eden ruhumuzu dinlendiriyor ve bu sefer yaşadığımız gerçeklikteki hayatın hüznüne yeniden kapılmamıza neden olan o kadar güzel bir kapanış yapıyoruz ki aç aç dinle ve kişisel favorim olan bu son şarkı ile Damnation'ın sonuna geliyoruz.

Şarkıların sözlerine ayrı bir parantez açalım çünkü liriklere baktığımızda Homeros eserinin tanrılara yakaran bir karakterinin sözlerini mi yoksa 18. yüzyıl İngiliz şairlerinden birinin içimizi dağlayan bir şiirini mi okuyoruz emin değilim. Kesin olan bir şey varsa o da sözlerin ahenge sahip şiirler gibi bizi sarstığıdır (bir de benim en son Norton Antolojisinden bir şiir okurken sözlüğe bu kadar bakma ihtiyacı hissetmem :)).

Baseborn

Alternatif ve yerel sahneyi desteklemek ama sadece bu nedenle değil güzel müzik dinlemek için Baseborn'u her yerden takip edin, dinleyin ve dinlettirin. Müzikle kalın!

Baseborn



Sosyal medyada Baseborn'u takip edin.

Instagram: https://www.instagram.com/baseborntr/?hl=tr
Youtube: https://www.youtube.com/channel/UCq0doRJxignDg0Xb-9XDqvw
Bandcamp: https://baseborntr.bandcamp.com/releases

10 Kasım 2019 Pazar

Kasım Ayı Meydan Okuması Son


6. Bir şehir olsan hangi şehir olurdun? Neden? 

Çok kültürlü, karma karışık, dört mevsimi yaşayan, doğa harikalarıyla dolu, sanatın yoğun olduğu, bol etkinlikli, denizinde yüzebileceğin bir şehir ama aklınıza ilk geldiğini tahmin ettiğim İstanbul değil. Ben bu kadar kalabalık ve pahalı olmazdım. Böyle bir şehre gitmedim daha ama bulursam evim belleyeceğim kesin :). Sizce bu özelliklere sahip hangi şehir var?

7. Hayatında seni yönlendiren en belirgin duygun nedir? 

O an ki ruh halim :).

8. Neden blog yazıyorsun? Bloğu sevme sebebin nedir? 

Sizlerle iletişimde olmayı, izlediğim okuduğum bir şeyi yazıya dökmeyi seviyorum. Özellikle çok sevmişsem bunu paylaşma ihtiyacı duyuyorum. Hemen yazmalı, benim gibi izleyen varsa onlarla konuşmalı, yoksa da hemen önermeliyim diyorum.Aradan yıllar geçip hatırlamak istediğimde de dönüp bakmak güzel oluyor.

9. Soğuk kış günlerine geçiş yapıyoruz artık. Bu kış günlerinde pişirip yemekten keyif aldığın bir tarifini paylaşır mısın? Mesela meşhur bir kekin, ya da kurabiyen var mı? 

Brokoli olan her yemek. Kereviz de güzel. Havuçlu cevizli tarçınlı kek de güzel. Normal bir sebze yemeğini nasıl yapıyorsak aynısını brokoli ile yapıyorum, güzel oluyor. Yanına da makarna tabi ya da pilav. Beşamelli ve peynirli fırında da güzel oluyor, kremalı da. Çorbası zaten güzel. Yoğurlu ve ekşili salatasından bahsetmiyorum bile :).

Brokoli sevmeyenlere brokolinin cevabı gecikmedi :)

10. En son gördüğün en güzel manzara neydi? İstersen anlat istersen fotoğrafını bırak.

Bayadır güzel manzara görmedim desem. O kadar aynı güzergahlar içine sıkıştım ki, farklı istasyonlarda insem bile mutlu oluyorum.

Meydan okumaya günü gününe katılamasam da keyif alarak soruları cevapladım. Devamı gelirse ona da zevkle katılırım. Sizin cevaplarınızı da pek okuyamadım ama mutlaka geriye dönük bakacağım. Herkes harika aşk dolu bir hafta geçirsin <3. Mutluluklar!

5 Kasım 2019 Salı

Kasım Ayı Meydan Okuması 5. Gün

Öneri Makinesi

Öneri Makinesi

Gözünü kapat ve hayal kur, şu an nerede olmak ne yapmak istiyorsun, anlat bize.

Anlatayım canımın içleri, şuan ardı arkasını düşünmeden İtalya'da uzun ama upuzun bir tatil yapmak istiyorum. Hatta mümkünse tatil serisi yapmak istiyorum, İtalya'da başlayan. Deniz kenarında yaşıyorum. Hava sıcak ama terletmeyen, tatlı bir rüzgar esiyor ama üşütmeyen. Çeşit çeşit makarna yiyorum, şarap tadıyorum. Kitap okuyorum ve sokak sinemasında orijinal dilinde filmler izliyorum. Akşamları tatlı eşliğinde şeker gibi insanlarla sohbet ediyorum. Bilmediğimiz gerçekliklerden, hayatta karşılaştığımız ya da karşılaşmadığımız olasılıklardan ve paralel evrenlerden konuşuyoruz. En sevdiğimiz filmleri sonuna kadar savunuyor ve ihtimallerden konuşuyoruz. Paralel evrenlerde yaşadığımız hayatların muhakemesini yapıyoruz en sevdiğimiz kitap, film alıntılarıyla. Yorgun düşüyoruz ama biliyoruz en huzurlu uykuyu çekeceğiz küçük ama huzurlu evimizde. Bir de müzik, bol bol müzik dinliyoruz, şarkılar söylüyoruz yollarda çekinmeden, içimizden geldiğince. Sonra sabahlıyoruz belki ama en güzel ve huzurlu uykuyu çekiyoruz. Sabah uyandığımızda hızlı bir yüzme keyfi dalgasız berrak bir denizde, sonrasında bol otlu taze peynirli sapsarı bir yumurta ile hazırlanmış ev ekmeği eşliğinde mükemmel bir kahvaltı yapıyoruz ki yorgun düşün kitap okuyarak uyuyakalıyoruz, günün en sıcak saatlerinde. Uyandığımızda yine deniz, yine yemek, yine sinema, ol muhabbet, sanat ve doğa. Bildiğin aylaklık işte :).

Ben yine mektup yazıyorum, belki hobilerimden birini minik bir işletmeye dönüştürmüşüm uğraşıyorum. Sürekli yeni hobiler keşfediyorum, öğreniyorum, gözlemliyorum.Aslıda hayatım tatil olmuş o da hayatım. Böyle bir hayal işte.

4 Kasım 2019 Pazartesi

Kasım Meydan Okuması 4. Gün

Öneri Makinesi

4. Bugün seni mutlu eden küçük sevinçleri yazar mısın?

Sonunda evime geldim, tatlı kurabiyeler atıştırdım ve klavyemin başına geçtim. Özellikle gün sonunu bekliyordum yazmak için ve tam da uygun zamanı bulmuşken hemen sıcağı sıcağına yazayım.

- Koroya gitmek
- Akşam yemeğini tatlı insanlarla ve hoş sohbet eşliğinde yemek
- Bel çantamı kullanmak (aşırı rahat bir şey, uzun zamandır denemek istiyordum)
- Limon yaprağı koklamak
- Blogdaki yorumlarınızı okumak (o kadar özlemişim ki güzel enerjinizi <3)

Gün yine çok yoğun ve stresliydi ama kapanışı en sevdiğim kurabiyelerden biri olan yağ deposu bol kalorili balayı kurabiyesi ile yaptım şu an mutluluk hormonlarım tavan :).

Hafta içi yazılarınızı okumakta sıkıntı çekebilirim ama hafta sonu sizi mutlu eden şeyleri okumayı sabırsızlıkla bekliyorum. Görüşürüz :).

3 Kasım 2019 Pazar

Kasım Ayı Meydan Okuması 1+2+3

Herkese merhabalar! Sevgili Zeynep'in yayını ile bu meydan okumaya katılmış bulunmaktayım ama iki gün boyunca yazmayı unuttuğum için biraz geriden başlıyorum :). Sorular çok tatlı, mevsime uygun ve iç ısıtan türden. Sanırım arada set halinde cevaplasam da bir sıkıntı olmaz çünkü genel olarak aşırı yoğun günler geçirdiğimden her gün yetiştiremeyebilirim.

Bu arada bolca film izliyorum ve yavaş yavaş yazıları düzenleyip yayına koymaya da başlarım umarım. Biliyorum ihmal ettim buraları ama asla unutmadım. Sizde durumlar nasıl?

1. Günaydın kartı hazırlar mısın?

Hazırlarım tabi. Tarkovski'nin en sevdiğim polaroidlerinden birinin üzerine Sufjan Stevens şarkı sözü yazardım ve en içten dileklerimle sabahınızı kutlardım :).

Öneri Makinesi
"Words are futile devices"

2. En sevdiğin koku ve sesleri yazar mısın?

Ayy o kadar çok ki nereden başlasam bilemiyorum. Kahve kokusu, temiz ferah serin sabah kokusu, yasemin kokusu, taze pişmiş anne yemeği kokusu, temiz çarşaf kokusu, fırından yeni çıkmış kurabiye kokusu, taze limon/mandalina kokusu, çilek kokusu, eski kitap kokusu, tatlı kokular ve bilimum şu an aklıma gelmeyen tatlı güzel kokular :).

Hafif rüzgar sesi ve sebep olduğu sesler, ormanda gezerken çıkan sesler, saksafon sesi, hang drum/handpan sesi, karizmatik insan sesleri, deniz dalgalarının sesi, kağıt sesi ve günlük hayatta sevdiğim şeyleri yaparken çıkan sesler genel olarak sevdiğim sesler :).

3. Şu an ilk aklına gelen seviyorum dediğin şeyler neler?

Cumartesi, yemek yapmak, mektup hazırlamak, huzurlu olmak ve film izlemek. İlk aklıma bunlar geldi :).

Diğer sorularda görüşmek üzere :).

15 Eylül 2019 Pazar

End of the Century - Lucio Castro (2019)


IF Bağımsız Film festivalinin ilk ve umuyorum ki son olmayan filmini izlemiş bulunmaktayım. IF benim Ankara'dayken de kaçırmadığım ve çok sevdiğim bir festival, bağımsız film aşığı biri olarak. İstiyorum ki sizle de sıcağı sıcağına yorumumu paylaşayım. 13-22 Eylül tarihleri arasında siz de İstanbul'daki çeşitli sinema salonlarında festival filmlerini izleyebilirsiniz.

Linear şekilde ilerlemeyen plotı ve akılda bıraktığı sorularla çok güzel bir film izledik. Özellikle benim gibi izleyici olarak sizi düşünmeye iten ve sorgulatan bir film izlemek isterseniz End of the Century'i mutlaka izleyin.


İki adamın farklı noktalarda kesişen hayatlarını anlatan ve sakin bir şekilde ilerleyen tatlı bir film. Amerika'da yaşayan ve İspanya'yı gezmeye gelen Ocho ile burada tanıştığı Kiss lakaplı Javi'nin beraber geçirdiği günleri izledik. Manzarası ve minimalist duruşu filmi daha da güzel kılmış. Hayata bakış açınıza göre şekillenecek sonuyla da izleyici için hoş bir Inception sonu sunmuş yönetmen bayıldım. Cesur sahnelerden kaçınmayan bir film olmuş ki aslında o sahnelerin de anlattığı bir şey vardı.

Filmdeki en sevdiğim yan ikinci hikayenin sonundaki alıntı oldu. David Wojnarowicz'in kitabından alıntılanan ve filmi özetleyen hatta belki de sonu için çıkarım yapmamızı sağlayan o alıntı beni çok ama çok etkiledi. Hikaye ile ve karakterler ile bu kadar özdeşleşen bir alıntı olması daha etkileyici kıldı bu sözleri. Aşağıya da bırakıyorum.

“Transition is always a relief. Destination means death to me. If I could figure out a way to remain forever in transition, in the disconnected and unfamiliar, I could remain in a state of perpetual freedom.”


Filmi üç bölüm olarak düşünürsek her bölümde kafamızı karıştıran ama bir o kadar da belirsizliği ve aynı gibi görünse de farklı geçmişteki hikayeleri ile güzel bir seyirlik!

Kendinize iyi bakın, sinemayla kalın!

IF Bağımsız Filmler Festivali programı öğrenmek için aşağıya tıktık.

http://ifistanbul.com.tr/

5 Eylül 2019 Perşembe

One Love Festival 2019


İstanbul'a geldim geleli yaptığım en kayda değer şey konserlere gitmek herhalde. 20 Temmuz tarihinde öğlen Park Orman'da başlayıp gece Volkswagen Arena'da devam eden tek güne sığdırılmış One Love Festival'i Day etkinliğine ben de katıldım.



Gerek programın kötülüğü gerek girişte yaşadığımız sıkıntılar gerekse bazı ihtiyaçların (tuvalet) yetersizliği gibi sıkıntılar olsa da Years and Years konseri için gitmeye değer bir festival oldu. Years and Years sonrası ana sahnede çıkması beklenen The Blaze bir sonraki güne sarktı ama benim özellikle beklediğim bir konser olmadığından gününde kalmadığım gibi ertesi gün de katılmadım.

İstediğim birçok konsere saat uyuşmazlığından gidemedim; misal Oh Land, Hedonutopia, Gaye Su Akyol. Bu yüzden geç gidip erken döndüğümden benim için 3 konser izlemiş biri olarak festival havasından çok konsere gitmişim hissi oldu. In Hoodies, Michael Kiwanuka ve Years & Years konserlerini izledim ve hepsi de birbirinden güzeldi.

Öneri Makinesi

Öneri Makinesi

In Hoodies daha önce adını duyduğum ama hiç dinlemediğim bir gruptu ve enerjilerini sevdim. Bundan sonra açıp dinlerim.

Michael Kiwanuka konsere gittiğim arkadaşlarımın favorisiydi ve onun için ayrıca heyecanlılardı ki gerçekten dedikleri kadar varmış baya sevdim. Son kapanış şarkısı tek bildiğim şarkıydı o yüzden güzel de bir kapanış yapmış olduk.

Öneri Makinesi

Ardından çıkan Years & Years ise beni benden aldı. Solist Olly'nin sahne şovu, dansları ve müthiş enerjisine ba-yıl-dım. Bildiğim bilmediğim tüm şarkılarında dans ettim. Grup üyelerinden klavyeden sorumlu kişi biliyorsunuz ki Emre Türkmen ve Olly kendisine özellikle söz verdi. Diyorum size Olly çok tatlı :).



İlk gittiğimde Jungle By Night vardı. Ben uzaktan bakma fırsatını yakaladım ve insanlar baya eğleniyor gibi görünüyordu.


4 ya da 5 farklı sahnede konserler verildi. Ormanın ortasında her yaşta insan eğlendi, yedi, içti, güldü ve dans etti. Hava da güzel olunca içimiz açıldı. Daha düzenli ve organize bu tarz etkinliklerde görüşmek üzere diyor ve festival gibi günleriniz olmasını diliyorum.


1 Eylül 2019 Pazar

Atıştırmalık #47 (6 Film Birden)

Booksmart - Olivia Wilde (2019)



Eğlenceli bir gençlik komedisi. Başrol oyuncularından Beanie Feldstein'ın Monica Lewinsky'yi oynayacağı bir film geliyor diyorlar ki bize de merakla beklemek düşüyor. Yönetmen koltuğunda House MD dizisi, Drinking Buddies filmi gibi sevdiğim işlerde yer alan güzeller güzeli Olivia Wilde var. Kendisinin yönetmenlikte de ilerlemesini canı gönülden diliyorum.

Filme dönersek, iki yakın arkadaş liseden mezun olmadan önce çok çalışmalarının acısını çıkaran bol aksiyonlu bir gece geçirirler. Özellikle Feldstein'ın enerjisi bence filmi yükselten bir etken olmuş.  Mini rolünde Lisa Kudrow ise çok tatlıydı.

Long Shot - Jonathan Levine (2019)



Yine eğlenceli bir seyirlik. Charlize Theron'u çok severim, bu filmde de ne yaptılarsa tüm film boyunca Seda Sayan filtresiyle geziyormuşçasına bebek gibi arzı endam etti. Tabi ki romantik komedi klişelerinden nasibini alsa da eğlenceli bir filmdi. En çok da başkan rolü güldürdü beni. O kadar iyi başkan rolü oynamış ki gerçekten ülkenin başkanı olmuş ama dizi oyuncusu olan başkanın daha zor bir görev için başkanlığı bırakmak istemesi ve bu görevin film oyunculuğuna geçme olması muazzamdı :).

İşten yeni ayrılan gazeteci bir adamın artık dış işleri bakanı olan lise aşkı ve komşu kızıyla yeniden karşılaşmasıyla başlayan bir romantik komedi.

Ne tesadüftür ki Lisa Kudrow bu filmde de ufak bir rolde karşımıza çıkıyor hem de Jenifer Aniston'a güzelce laf sokulan bir filmde :). (Friends hayranlığımı kimse sorgulamasın ama komikti :)).

Isn't It Romantic - Todd Strauss-Schulson (2019)



Bu aralar hafif atıştırmalık filmler izlemeyi seviyorum ve bu film de öyleydi. Bonheur yazdıktan sonra aslında izleyeyim dedim ondan önce o kadar bile ilgimi çekmiyordu. Nitekim kafa boşaltmalık bir film. Rebel Wilson'ı ve aksanını seviyorum bu arada :).

Geçirdiği kaza sonrası romantik komedi filminin baş kahramanı olarak uyanan Rebel Wilson'n isyan edip yine de yaşadığı bu hayatın modernize edilmiş romantik komedisi.

Dear White People - Justin Simien (2014)



Geçenlerde bir gerçeği fark ettim ben ergen komedilerine baya bayılıyormuşum. Dear White People his olarak bana geçmişi anımsatan bir film oldu ama yanılmıyorsam günümüzde geçiyordu. Belki de geçmişte hiç yaşanmamış olmasını dilediğimiz olayların hala yaşanıyor olması bu duyguyu uyandırıyor. Filmin sonunda da anlıyoruz ki pek de uzak olmayan bir geçmişte yaşanan olaylardan esinlenilmiş bir film.

Bir grup üniversite öğrencisinin hayatlarına odaklandığımız, adından da anlaşılacağı üzere ırkçılığı konu alan bir gençlik komedi dram filmi. Hala süregelen bir dizisi de var. Filmin başlarında hikayeyi takip etmek benim için zordu. Çok fazla konuşma ve olay vardı üst üste, oradan oraya farklı görüntüler izleyip dinliyorduk. Daha sonra biraz alışınca ve olaylar daha sakin ilerlediğinde filmi daha iyi yakalayabildim.

Appropriate Behaviour - Desiree Akhavan (2014)



Cameron Post'un yönetmeninden kendisinin baş rolde olduğu otobiyografik ögeler taşıdığına inandığım bu bağımsız filmi çok sevdiğimi söylemeliyim. Cameron Post güzel ama bu film bence çok daha güzel. Hele ki sonunda bir şarkı çalıyor ki yönetmenimizin topraklarından psychedelic bir yolculuğa çıkıyoruz.


Sevgilisinden ayrılan ve bunu atlatmaya çalışan Shirin'in eğlenceli ve hüzünlü ayrılık sonrası beş aşamalı halini izliyoruz. Bu arada biseksüel olduğunu bilmeyen bilse de kabullenmek istemeyen ailesiyle olan ilişkisi de filmde önemli bir yer kaplıyor.

Dial M For Murder - Alfred Hitchcock (1954)



Alfred Hitchcock benim ara ara izlediğim ve beni hep memnun eden filmleri olan bir yönetmen. Favorilerimi sanırım şimdiye kadar izledim ama diğer filmleri de beni mutsuz etmiyor tabi ki.

Grace Kelly'nin baş rolde olduğu bir gerilim/cinayet filmi. Aşk, para, intikam ve bir cinayet. Eski bir tenis oyuncusu kendisini aldatan eşini öldürtmeye karar verir ve olaylar gelişir.

Madeo - Bong Joon Ho (2009)



Artık iyice ağır top filmlere geçelim bence. Madeo izlediğim en iyi anne filmlerinden biri, net olarak söyleyebilirim. Genç bir kızın cinayetiyle suçlanan ve olayları sürekli unutma hastalığı olan Do Joon'ın annesinin oğlunun suçsuzluğunu kanıtlama çabası izlemeye değer.

Kurgu ve hikaye gerçekten başarılı. Baş rol oyuncusunun mükemmel performansı ise ayrıca izlenmeye değer. Özellikle JP ile yaptığı hapishane sahnesi öyle etkileyiciydi ki aklıma gelince bile gözlerim doluyor.

Nitekim izleyin ama ruh haliniz müsaitken :).

Spoiler: Bu arada filmde ölen genç kızın hikayesini alıp geliştirmişler, hatta yakma olayı dahil baya bir esinlenmişler onu fark ettim, Şahsiyetten bahsediyorum. Bunu tek ben düşünüyor olamam değil mi?

29 Ağustos 2019 Perşembe

Neler Yapıyorum #1 Here&Now

Ezgi'nin her ay onun harika objektifinden fotoğraflarla okuduğum Neler Yapıyorum? serisini çok seviyorum ama bir türlü yapamıyorum çünkü onunki kadar bu yazıları güzelleştirecek özgün görselim yok. Yine de madem uzun zamandır yokum o zaman neden bu istenmeyen arayı hem biraz sohbet ederek hem de sizleri benden biraz da olsa haber ederek kapatmayalım. Zaten her ay niyetlenip çeşitli bahanelerle erteliyorum bu ay durum tersine dönsün, bahanem bu yazı olsun ve bloga yeniden bir giriş yapayım.

Aslında Instagram'da aktifim ve bunun nedeni orada paylaştığım içeriğin tamamen farklı olması. Oradan birçok blog arkadaşımla görüştük, pek de uzak hissetmedim kendimi ama yine de blogumu çok özledim. Kaç kere hazır yazıları düzenleyecek zamanı bulup girişsem tembellikten bıraktım.

Tabi bu arada canım blogum sessiz sedasız bir yaşını daha doldurdu ve ben fırsat bulup bir çekiliş yapamadım ama olsun. Bu yıl da böyle geçsin, seneye umuyorum acısını çıkarırız.

Ben yokken bana yazan blogger arkadaşlarım sizler ne kadar güzelsiniz ki beni yeniden evime davet edip komşunuz olmamı istiyorsunuz. Bunun değeri paha biçilemez. Nasıl özel ve güzel hissettirdiniz bana siz de kendinizi aynı şekilde hissedin, çünkü öylesiniz! Sizleri çok seviyorum.

Seviyorum: Akşam eve dönerken minik alışverişler yapıp evime eli dolu dönmeyi seviyorum :).

Yiyorum: Noodle delisi oldum, her boşlukta sipariş ediyorum. Şimdi fotoğraf ararken bile tok olmama rağmen canım çekti :).

Kaynak için resme tıklayın.

İçiyorum: Maalesef kola. Kola benim bağımlılığım itiraf etmek gerekirse ve bu aralar ekstradan nüksetmiş durumda. Sıcak havalarda başka bir şey benim hararetimi kolay kolay almıyor maalesef. Neyse ki su yerine de kola için biri değilim. Her daim su da tüketiyorum.

Hissediyorum: "Blessed" Türkçe karşılığı mutlu ya da kutsanmış ama bence ikisini de karşılamıyor ama tam olarak "blessed" hissediyorum :).

Yapıyorum: Çoğu zaman yaptığım gibi "journaling" ve "mail art". Instagram hesabımda bol bol bu konu hakkında yaptıklarımı görebilirsiniz :).



Düşünüyorum: Ayın sonunu, hahaha :).

Hayalini kuruyorum: Bu aralar ev hayali kuruyorum en çok. İçini bitkilerle, hasırlar ve ahşaplarla donattığım belki de bir köpeğin dolaştığı bohemian bir ev hayali kuruyorum :). Geniş mutfağından güzel kokular yayılan, yüksek pencereli ve tavanlı, kıyısında köşesinde el işlerimle uğraştığım, aydınlık bir ev hayali. Her pazar bayıla bayıla hatta ağzımın suyu aka aka izlediğim Daire kanalının etkisi büyük :).

Kaynak için resme tıklayın.

Dinliyorum:
90'lar Türkçe Pop, her sabah işe gitmeden. Size de şiddetle öneririm, güne enerjik başlamanız için hazırlandı. Garantili, kesin bilgi, yayalım :).



Okuyorum: Metroda ve genelde kafamın boş olduğu sabahlar Yolda - Jack Kerouac. Uzun zamandır okumak istediğim bir kitaptı ve bakalım nasıl gidecek. Hala başlarındayım.

İzliyorum: Beni ağına düşüren ve tembelleştiren Youtube videolarını özellikle "stationery haul" (beni hipnotize eden videolardan) videolarını saymazsak eğlenceli filmler izlemeye çalışıyorum. Hepsini bir atıştırmalık yazısında paylaşmayı isterim.

Benden bu kadar, mektuplar ve tabi ki playlist dışında hepsi pinterestten :). Yeni yazılarda görüşmek dileğiyle. Blogda kalın :).

16 Temmuz 2019 Salı

Sevgili Güllük #6

Merhabalar!

Uzun zamandır aranızda yokum o yüzden bir güncelleme yapmak istedim. O kadar ilginç, yoğun ve karmaşık bir dönemden geçiyorum ki inanın ben bile yetişemezken durup blogda yazı yazmaya ya da düzenlemeye zaman kalmıyor. Zaten elimde Richard Brautigan kitaplarına dair makaleler sürünüyor diğer yandan birkaç izlediğim filmi saymazsak ne film ne de dizi pek izlediğim söylenemez. Üzerine bir de arada geçirdiğim grip eklenince ortalık iyice karıştı tabi. O ara bol bol Friends izledim yeniden, bir iki bölüm derken iki sezon kadar izlemiş oldum ki özlemişim iyi geldi. Arada Instagram'da aktif olsam da genelde hayatın telaşı içinde oradan oraya koşturuyorum.

Yakın zamanda daha aktif bir dönem olmasını umsam da kesin bir şey söylemek zor lakin geleneksel 6. yıl kutlamaları da geliyor. Ne kadar yoğun olsam da onun için de güzel bir çekiliş yapmayı planlıyorum.

Sizlerin yazılarınızı da takip edemedim haliyle, bana darılmayın lütfen. İnanın ben de çok istiyorum daha çok okuyup yazmak ama belki yine de siz beni bu yazının altında bilgilendirirseniz küçük notlarla çok mutlu olurum.

Müzikle kalın.

Kourosh Yaghmaei - Gole Yakh

21 Haziran 2019 Cuma

Nil İpek - Can Kazaz Konseri - World Akustik

Öneri Makinesi

Bomontiada yazlarımızı harika açık hava sinema ve konser etkinlikleriyle şenlendirmeye geliyor hatta geldi. Etkinliklerde ikinci hafta bitti bile. Yapıkredi Bomontiada her Çarşamba Başka Sinema ile filmleri izlemeye, hep Perşembe ise World Akustik sahnesinde alternatif isimleri dinlemeye bizleri davet ediyor. Bu iki etkinliğin de Eylül ayına kadar her hafta tekrarlanacağını ve ücretsiz olduğunu belirteyim.

Öneri Makinesi

Bu Perşembe World Akustik sahnesinin konuğu daha önce Nilipek Sevmek ve Can Kazaz - Sürsün Bahar gibi yazıları başta olmak üzere birçok şarkılarını kaç Abur Cubur yazısında önerdiğimi hatırlamadığım iki ismi arka arkaya dinlemek gerçekten güzel bir tesadüf oldu. Hele bir de mekan olarak güzel olunca tadından yenmedi tabi.

Öneri Makinesi

İlk önce sahneye Nilipek çıktı. Hatta şöyle bir güzellik oldu ki erken gittiğimizden provasının sonuna da denk gelip öncesinden bir doz aldık. Daha sonra saatler dokuzu geçe Nil Hanım sahnede arz-ı endam ederken biz de en önde yerimizi aldık. Nilipek sahnede pek bir işveli cilveli sanki evimize şarkı söylemeye gelmişçesine iki şarkı arasına güzel sohbetler eklemeyi ihmal etmedi. Gayet neşeli güzel ve dolu dolu bir konser geçirdik. Albümlerinden tatlı tatlı şarkılar söyledi. Dans etti ve hatta ettik. Güzel bir konser oldu.

Öneri Makinesi

Öneri Makinesi

Sonrasında sahneye Can Kazaz beyler geldi ki o ne gelmek. Albüm kaydı gibi şarkılar söylemeler, ıslık şovlar, seyirciyi de işin içine katıp bir coşmalar... Can Bey'in konser performansı da pek başarılıymış. Ben gerçekten çok sevdim. Birçok şarkıyı herkes ezbere bildiğinden daha da keyifli oldu. Daha ilk notalardan başlayan iç çekişler ve eşlikler çok güzeldi. Biraz daha konsere devam edip sonra elveda edeceğiz demesi biraz üzse de küçük bir ara olacağını ummayı seçiyorum.

Tabi beklenen Can Bey akustik gitarı eline aldığında gerçekleşti. Nil Hanım sahneye geldi ve "Kendi Halimde" düeti ile bizi çok mutlu ettiler.

Öneri Makinesi

Bomonti dinleyicisi de çok güzeldi gerçekten, birkaç gereksiz insan tipi dışında. Konser alanında bir kısım yerlere puflara yayılmışken bir kısım ayakta salına salına (mesela ben) şarkılara eşlik etti. Akustik konser değildi baya bildiğiniz ekipmanlı bir konserdi.

Sonuç olarak süper bir konser oldu. Siz de Bomontiada etkinliklerini Instagram hesaplarından takip edebilirsiniz. Görüşmek üzere, müzikle kalın <3.

Bomontiada Instagram

18 Haziran 2019 Salı

Susanne Bier - Yönetmen Sineması

Meydan okumanın sonuna geldik geçtik bile. Araya bayram tatili girdiğinden yayın yapamadım lakin şimdi acısını çıkartalım beraber. Söz verdiğim gibi en çok film izleyen arkadaşıma kart atacağım ama sonuç paylaşan arkadaşımı görmedim henüz. O yüzden bu yayının altına kaç film izlediğinizi yazarsanız buradan belirleyelim en çok film izleyen kişiyi.

Son haftanın yönetmeni Susanne Bier'di. Ben o hafta sadece bir filmini izlesem de sonradan ikinci filmi izleyip meydan okumayı bitirdim.

İkinci Bir Şans (2014)



İlk filmde, ahlaki bir seçimin tam ortasına bırakılan bir adamın dramı mevcut. Senaryo şaşırtmasa da ince ince güzel işlenmiş ve kurgulanmış Danimarka'dan enfes görüntülerle iç geçirten bir film. Senaryoda Bier'in birçok filmde beraber çalıştığı Anders Thomas Jensen var.

Polis memuru Andreas, karısı ve yeni doğmuş bebeği ile yaşamaktadır. Bir gün ihbar aldıkları evde,  uyuşturucu bağımlısı ebeveynleri ve bakmadıkları bir bebekle karşılaşırlar. Sonrasında bu bebeklerden birinin ölümüyle iki ailenin de hayatı sonsuza kadar değişecektir.

Oyunculukların çok iyi olduğu, ahlaki sorularla baş başa kaldığımız güzel bir filmdi. Nikolaj Lie Kaas ve Maria Bonnevie (bu ikiliyi Reconstruction gibi harika bir filmden hatırlayabilirsiniz) karşılıklı rolleri bu sefer olmasa da bu filmde de yan rollerde başarılı performanslarıyla karşımıza çıkıyorlar. Senaryosu sizi şoka uğratmasa da güzel bir dram, öneririm.

Sadece Aşk (2012)



Susanna Bier'in filmografisine bakarsanız komedi pek karşılaştığınız bir tür olmaz. Mizahi bir yaklaşımla ve Danimarka'nın soğukluğunu tamamen kaybetmeden İtalya'da geçen tatlı mı tatlı bir romantik komediydi. Filmin başarısında ana karakter Ida'yı oynayan Trine Dyrholm büyük rolü olduğunu düşünüyorum.

Kanser tedavisini yeni bitirmiş iki çocuk annesi kuaför Ida, kocasıyla beraber mutlu bir hayat yaşadığını sanır. Ta ki kocasının aynı saygıyla ona davranmadığını fark edene kadar. Bu sırada kızı ani bir kararla İtalya'da evlenmeye karar verir ve tüm aile İtalya'daki limon ağaçlarıyla bezeli harika bir eve davet edilirler.

Yan karakterlere biraz da derine inilseydi daha da güzel olabilecek bir film olacağını düşünüyorum. İzlemeye alışık olduğumuz klasik romantik komediler kadar yüzeysel değil tabi ki, bu da filmi daha akıcı ve güzel yapıyor.

Meydan okumayı bitirdik. Bana katılan arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum. Belki yine bir ara tekrarını yaparız ama bu olmasa da başka bir sinema etkinliğiyle yine aranızda olacağım. Kendinize iyi bakın, sinemayla kalın :).

30 Mayıs 2019 Perşembe

Cédric Klapisch - Yönetmen Sineması

Meydan okumada yavaş yavaş sona geliyoruz :). Benim 3. hafta için özellikle seçtiğim bir yönetmen yoktu. Biraz daha hafif bir şeyler izlemek istediğimden bir ay önce izlediğim The Spanish Apartment filminin devamı iki filmi izledim. O filmi izleyeli çok olmadığı için ondan da bahsedeyim istiyorum lakin tabi ki meydan okuma filmlerine dahil değil. Her hafta yoğunluktan dolayı ancak iki film izleyebiliyorum ama şimdiden listemden birçok film sildim ve yeni yönetmenler keşfedip onların filmlerini izlemeyi kafama koydum. Ben de durumlar böyle. Sizler nasılsınız?

The Spanish Apartment (2002)


Öneri Makinesi

Erasmus öğrencisi Fransız Xavier Barcelona'ya gider ve bir yılını dolu dolu orada geçirir. Kendine multi kültürel bir apartman dairesi bulur ve orada unutulmayacak anılar biriktirir. Bir tarafta Fransa'da bıraktığı sevgilisi diğer yanda yeni geldiği yerde tanıştığı yeni sevgilisi. Serinin en sıcak ve güzel filmi bence İspanyol Pansiyonu. Eğlenceli bir film izlemek isteyenlere öneririm.

Russian Dolls (2005)


Öneri Makinesi

Serinin ikinci filminde Xavier ve grubunu Wendy'nin kardeşinin Rusya'daki düğünü birleştirir. Xavier ile Wendy arasında bir yakınlaşma olur. İlk filmden beri sevmediğim Wendy ise sonraki filme de konu olur. İlk filmdeki tadı vermese de eğlenceli bir filmdi.

Chinese Puzzle (2013)


Öneri Makinesi

Gerçekten şehir şehir gezecekler ve yeni bir film yapacaklar diye hepsini New York'ta toplayan zorlama bir senaryo olduğunu düşünsem de yine de keyifle izledim :). Hikayedeki eksikleri ve geçiştirmeleri görmezden gelirsek fena değildi. Sonuna da ayrı mutlu oldum çünkü benim favori çiftim sonunda kavuştu :).

Sevimsiz Wendy sevimsizlikte sınır tanımadı ve aşık oldum deyip pılını pırtısını ve pek tabi çocuklarını alıp New York'a taşındı. Onun peşinden de Xavier durur mu o da uçtu yanlarına. Onun peşinden de kankaları derken serinin son filmi geldi. Güzelim tarihi Avrupa sokaklarından sonra New York binaları soğuk gelmedi değil ama yine de fena değildi. Bir dördüncüsü gelir mi bilmem ama artık "happily ever after" olmasını diliyorum.

Before Sunrise serisini sonraki filmlerle anımsatsa da aslında farklı hikayeler. İki filmde de baş karakterler yazar, aşkı arıyorlar, şehir şehir dolaşıyorlar ama bence Before Sunrise serisi daha doğal bir süreçte ilerliyor ve aslında sadece tek bir çiftin yarı doğaçlama diyaloglarını da içerdiğinden daha samimi geliyor. Bu seri daha komedi ağırlıklı ve bir yerde zorlama gibi bir senaryo oluyor. Yine de ben severim böyle filmleri o yüzden hoşuma gitmedi değil. Siz de seviyorsanız izleyin. İlkini herkese sonraki filmleri sadece seriye bağlı kalanlara öneririm.

Keyifli seyirler, meydan okumanın son haftasında görüşmek üzere :).

27 Mayıs 2019 Pazartesi

Claire Denis - Yönetmen Sineması

İkinci haftanın yönetmeni son filmi High Life ile izleyicileri sevenler ve zaman kaybı olduğunu düşünenler olarak ikiye ayıran Claire Denis'ti. Çok sevdiğim yönetmenler Jim Jarmusch, Wim Wenders ve Jacques Rivette gibi yönetmenlerin asistanlığını yapmış. Kendisinin filmografisi oldukça güçlü filmlerden oluşuyor. Ben yine iki film izleyebildim bu hafta ama fırsat buldukça diğer filmlerini izlemek isterim.

High Life (2018)


Öneri Makinesi

Uzaya görev için gönderilmiş mahkumların hayatta kalma çabalarını izliyoruz. Birçok şekilde yorumlanabilecek derin bir film. Normalde son zamanlarda çıkan uzay filmlerinden sıkılmış biri olarak ilaç gibi geldi ve çok sevdim. Zaten oyuncuları da çok seviyorum. Juliette Binoche, Robert Pattison ve Mia Goth hepsi güzel oyunculuklar sergiliyorlar. Filmin hikaye anlatımı "fragment" dediğimiz tarzda, geçmişten ve şimdiden kesik kesik anlatımlar içeriyor. Film güzel sorular sorduruyor bize. Bilinmeze gidilen bir yolculuğun anlatıldığı bu filmi sizlere öneririm.

Robert Pattison sonda çok güzel şarkı söylüyor :). Hatta linkini şuraya koyayım bir bakın :).

Robert Pattison - Willow


Let The Sunshine In (2017)


Öneri Makinesi

Juliette Binoche filme fazla kalmış gibi hissettim. Maalesef filmi ortalama buldum. Bir ressamın aşkı arayışı anlatılıyor. Filmde sıkılmıyorsunuz çünkü Binoche'yi izlemek bir keyif lakin senaryosu güçlü gelmedi bana. Yine Claire Denis'in diğer filminde olduğu hikaye anlatımı fragment şeklinde, bize gösterilmeyi seçilen bölümler kadar izliyoruz. Son sahnelere Gérard Depardieu eşlik ediyor ve keşke daha fazla karşılıklı sahneleri olsa diyorum.

Binoche'nin oynadığı karakter Isabelle aşkı arayan ve içinde o aşkı hissetmek isteyen tutkulu bir kadın. Ne yazık ki bir türlü aradığını bulamamaktadır. Biz de onun hayatının bir bölümüne tanık oluyoruz. Binoche'ye hayran olmamak elde değil, gerçekten müthiş bir oyunculuk sergilemekte lakin hikayenin yetersiz olduğunu düşünüyorum.

Filmdeki bir disco sahnesinde Acid Arab ft. Cem Yıldız işbirliği Stil şarkısı çalıyordu, izleyip de merak edenlere şimdiden duyurulur :).

Son haftada görüşmek üzere, sevgiler :).

23 Mayıs 2019 Perşembe

Nebula - Tarık Aktaş (2019)

Öneri Makinesi

Nebula, çok sevdiğim, her önerisini bir kenara yazdığım, film zevkimizin aşırı uyuştuğu ve film zevkine güvendiğim Melikşah Altuntaş'ın bu filmi sinemada izleyin önerisiyle gidip gördüğüm bir film. Locarno Uluslararası Film Festivali ve İstanbul Film Festivali'nden ödülle dönen Nebula filmini izlemek gerçekten farklı bir deneyim ve sırf bunun için bile izlenilebilir.

Hay'ın çocukluğunda ölü bir atı görmesinden sonra kurban edeceği hayvanı keserken kendi bacağını kesmesiyle devam eden alıştığımız bir olay örgüsüne sahip olmayan bir film. Filmde Hay'ın çocukluğundan kısa bir kesit izledikten sonra günlük hayatından kısa anılar izliyoruz aslında. Doğa ve insan; ölüm ve yaşam filmde iç içe geçiyor. Mekan olarak da kah ormanda kah deniz kenarında Hay ile beraber geziniyor ve ölüm ile yaşam arasındaki ince çizgiye bakıyoruz.

Öneri Makinesi

Oyuncuların o yöreden seçilmesi ve hemen hemen hepsinin daha önce hiçbir oyunculuk tecrübesi olmaması özellikle tercih edilmiş ki bu doğallık da filmde farkını hissettiriyor. Filmin sonunda çalan müziği ve afişini de çok beğendiğimi belirtmeden geçmeyeyim. Herkesin farklı anlamlar çıkarabileceği yoruma açık bir film olan Nebula'yı klasik film anlatısından sıkılanlara öneririm. Sinemayla kalın.