İzlenilesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İzlenilesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Eylül 2017 Pazar

Bu Sonbahar da Kasımda Aşk Başkadır İzlemeyin Diye Hazırlanmış Liste

Tatilden dönüldü, bayramlar bitti, bitmek üzere. Bloglar canlanmaya başladı. Depresyon hırkaları, kalın sar sar bitmeyen şallar, bol bol yüzükler, etnik küpeler, şapkalar, kapalı ayakkabılar dedik ne izlesek onu demedik. Sonbahar bana hüznü anımsatıyor, toprak tonlarını ama güzel bir hüzün o yüzden şöyle hafif romantik, hüzünlü ama mutluluğu kıyısından köşesinden yakalayan film listesi yapayım da bu sene de "Kasım'da Aşk Başkadır" (hala izlemedi) izlemeyin diye liste yaptım :). Hadi gelin sonbaharı bu filmlerle kutlayalım. Filmlerin hepsi belki sonbaharda geçmiyor ama sonbaharda iyi gidecek içinizde buruk bir mutluluk bırakacak birbirinden tatlı 10 film :).

1. The Royal Tenenbaums - Wes Anderson (2001)




Sarının renk paleti içinde öne çıktığı, çılgın bir ailenin çılgın aşıklarının olduğu çok tatlı bir Wes Anderson filmi. Müzikleriyle de kulaklarınızı şenlendirir.

2. Midnight in Paris - Woody Allen (2011)




Sonbahar dedik romantik dedik klişe liste hazırlamadık ama klişe bir mekan seçtik yani Paris :). Zamanda yolculuk, ünlü yazarlar, aşk ve Paris manzarası, güzel gider :).

3. Chungking Express - Wong Kar Wai (1994)




Hüzün dedik hüznün babası olmazsa olmaz. Wong Kar Wai hüznü çok güzel anlatır bir de kendine bağlar. O da yetmezmiş gibi müzik keşfi yaptırır. Siz en iyisi izleyin anlatmakla olmuyor :).

4. Broken Flowers  - Jim Jarmusch (2005)




Böyle bir liste yaparız da melankolik yönetmenimiz Jim Jarmusch'u koymazsak olmaz. Bill Murray ile yola çıkalım, elimizde çiçekler. Geçmişi yad edip şöyle hüznü en derinlerde hissedelim :).

5. Happy Go Lucky - Mike Leigh (2008)




Her mevsim hüzünlü olmayı başaran İngiltere havasını almadan bu liste eksik kalırdı :). Şimdi kaç kere gittin de biliyorsun diye soranlara; hayır hiç gitmedik diye filmde mi izlemedik, hayret bir şey.

6. The Future - Miranda July (2011)




Bir ilişki, bir kadın, bir adam, bir kedi ve garip olaylar, değişik karakterler evet o bir Miranda July. Yönetmenimizden hüzünlü eksantrik bir film. Öyle herkes beğenmez :).

7. Like Crazy - Drake Doremus (2011)




Öğrenci değişim programıyla Amerika'ya giden aşkı bulup dönmek istemeyen istemeyince olayların birbirine karıştığı deli gibi aşık bir çift. Hüzünlü hüzünlü hele sonu ayrı bir hüzünlü sanki de spoylır olmasın şimdi.

8. Beginners - Mike Mills (2010)




Babasının ölümünden sonra iyice içine kapanmış bir adam ve güzel yabancı bir oyuncu. Geçmiş şimdi iç içe. Hüzünlü olduğu kadar eğlenceli de.

9. Paris, Je T'aime (2006)




Yine yer Paris ama birbirinden farklı 18 hikayeden oluşan farklı yönetmenler tarafından çekilen bu kısa filmlere bayılacaksınız :).

10. Harold and Maude - Hal Ashby (1971)




Bu filmi daha önce şu listede daha önerdim ama ne yapayım en sevdiğim filmlerden biri. Çok seviyorum :). Sadece sonbaharda değil tüm mevsimlerde içinizi sıcaklık kaplayacak hippi bir kara mizah :).

Ek Liste;

Tamam bilindik liste hazırlamayacağız diye başta böbürlendik ama demedik ki sevmiyoruz diye. Bu tür her listede denk gelebileceğiniz

Before Sunrise Serisi - Richard Linklater (1995,2004,2013) (2022'de de bekliyoruz :))
Eternal Sunshine of the Spotless Mind - Michel Gondry (2004)
500 Days of Summer - Marc Webb (2009)
When Harry Met Sally - Rob Reiner (1989)
The Lake House - Alejandro Agresti (2006)

da gayet bu listeye uygun benim de severek izlediğim filmler. Bak bir liste daha çıktı :). Bu liste de üsttekiler bana yetmedi daha fazla öner diyenlere gelsin o zaman :).

Bonus: Kasım'da Aşk Başkadır, ya ben bu filmi izlemedim ama başlık yaptım, çok görüyorum diye gına geldi izlemedim, bir ara bunu da izlesek mi :). Oyuncuları da iyi, konusunu da biliyorum gibi, pek sevmeyeceğim gibi hissediyorum ama başlığın hatırına bir ara izleyeceğim :).
Devamını Oku »

31 Ağustos 2017 Perşembe

Atıştırmalık #27 (Bozulmuş Ananaslar, Doksanlar Hiphop ve Miss Simone)

Aaa dostlar sonbahar geliyor, nedense çok heyecanlıyım. Büyük hissediyorum :). Canım depresyon hırkalarım, sar sar bitmeyen kalın şallarım, güzel şapkalarım, daha çok yüzüklerim, küpelerim, kapalı ayakkabılarım, gözlüğüm, ne çok sıcak ne çok soğuk hava. Kahvem, kitabım, kulağımda en derin indieler, shoegazeler, dream poplar, biraz da synth poplar, arada gelip giden kapalı hava, dökülen yapraklar, toprak tonları şeyler ohh miss. Her şey bir bütün, sonbaharı ayrı mı seviyorum ne :). Bir de o haber gelse var ya, off tam olacak :).

İlk iki filmi yıllar önce son filmi de haftalar önce izledim. Yıllar önce derken abartmayı severim baya oldu yani ama yıl değil tabi ki :). Üç filmden de memnun kaldım. Güzel filmlerdi.

Fallen Angels - Wong Kar Wai (1995)




Yine bozulan ananaslar, kavuşamayan aşıklar, unutulan ve hatırlanan anlar, beni beğeneni ben ben beğenmem benim beğendiğim ise beni beğenmez durumlar, patlayan silahlar ve etkileyici çekimler. Karşınızda Wong Kar Wai, bu adamı çok seviyorum ama bu film üçlemenin, Chungking Express'in veya Happy Together'ın altında bence. Kötü mü asla, gayet güzel. Müzikler, çekimler, anlatım beni çekiyor ve seviyorum Wong Kar Wai'i (Wong Kar Wai İsmail Yk sözleriyle yaptığım film açıklamasını sorguladı, beni filmlerini izlemekten sonsuza kadar men etti :/).

Dope - Rick Famuyiwa (2015)




Bu filmde dram yazıyor diye erteledim de keşke ertelemeseymişim, ağır dram diye düşünürken açıklamasını okudum ve o kadar da değildir deyip izledim. İyi ki izlemişim güldürdü baya :). Başlarda daha güzeldi sonrası nasıl desem ilk bölüm kadar güzel değildi sanki. Yine de güzel film. Tarzı olan karakterleri filmleri severim. Bu filmde de tema olarak 90'lar Hiphop seçilmiş. Kostümler süperdi, bisikletler de. Lakin daha derin olabilirdi biraz üstünkörü olmuş, o dönemin ruhunu karakterde daha çok görmek isterdim inandırıcılık açısından. Daha iyi olabilirdi ama yine de iyi film kategorisinde anlayacağınız :).

What Happened, Miss Simone - Liz Garbus (2015)




Ben belgesel sevmem çok nadir izlerim ama Nina Simone sevgim bu aralar bir kabardı hakkında belgesel film var mı kesin vardır diye araştırıp bulup izlemem bir oldu. Bayıldım. Zaman nasıl geçti anlamadım. Zaten ödül de almış. Çok güzeldi. Simone'un ikinci eşi ile evliliği ve menajerliği üzerinde en çok durulmuş, ilk evliliğinden bahsedilmiyor, çocukluk yılları ve ailesi sadece müzik ile bağlantılı olarak özetle anlatılmış. Son yılları da yine sonuç olarak özetle karşımızdaydı. Gelişme bölümü kendi röportajları, Andre Stroud ile evliliği, çocuğu ve kariyeri odak noktamız. Konuşmacılar arasında eski eşi ve menajeri, kızı Simone ve sanat yaşamında kendisine eşlik etmiş hayatına dahil olmuş insanlar var. Çok uzun bir belgesel değil. Simone şarkıları eşliğinde hayatındaki tepe noktalarını izliyoruz. En güzeli de onu dinliyoruz. Hiç kolay bir yaşamı olmamış. Irkçılığa, psikolojik ve fiziksel şiddete, ayrımcılığa, baskıya maruz kalmış bir kadın Nina Simone. Ne kadar güçlü bir kişiliği olsa da en sonunda o da bir yerde patlamış. Yazarken bile tüylerim diken diken oluyor. Severler bu belgeseli kaçırmasın, çok detaylı değil ama çok güzel bir film.
Devamını Oku »

23 Ağustos 2017 Çarşamba

Sevgili Güllük #48 (New York'un Melankolik Delikanlısından Gizemli Bir Tren/Görselli Öneri)

Mystery Train - Jim Jarmusch (1989)

Far From Yokohama

@Mephis







Daha fazlası için Öneri Makinesi Tumblr Hesabı


Dipnot: Görsellerin hepsi tarafımdan hazırlanmıştır.
Devamını Oku »

20 Ağustos 2017 Pazar

Sevgili Güllük #46 (Siyah Beyaz Bir Şiir/Görselli Öneri)

Stranger Than Paradise - Jim Jarmusch (1984)


"You know, it's funny... you come to someplace new, and everything looks just the same."





Daha fazlası için;


Dipnot: Görsellerin hepsi tarafımdan hazırlanmıştır.
Devamını Oku »

17 Ağustos 2017 Perşembe

Atıştırmalık #26 (Citizen Kane, 8 Femmes, İtalyan Usulü Evlilik)

Halo :). Şu aralar hayata tutunma sebebim tuc ile çikolatayı bir araya getirme dahiliğini gösteren o yegane insan ve bu güzel şeyi yarı fiyatına düşürüp stoklamamı sağlayan market (stokta yok). Gerçekten tuc ile çikolata sayesinde tanıştım ama bildiğiniz tuzlu kraker bir de milka çikolatasıyla birleşince hayata tutunmak için adeta bir neden sunuyor :). Uzun zamandır sevdiğim bu çikolatayı indirime sokan o market senin de güzel yüreğini öpüyorum. Tuc-çikolata fikrini ortaya atan güzel insan buradan her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsan tebrik ederim. Evet, bu sevimsiz yaz günlerime bir ışık tuttuğu için bile sevilir :).

Bu aralar milka tuc işbiliği dışında da çok şey atıştırıyorum da hepsini yazasım gelmiyor ama yazsam kendime not olur iyi olur ama üşengeçlik geliyor vazgeçiyorum ya da ayrı yazısını yazarım diyorum sonra kalıyor ama not aldıklarım da var henüz yayınlanmamış. Bu üç film de seçilenler gibi bir şey ama aslında üst üste izlediğim üç güzel film. Not düşmemek olmazdı. Onun dışında Goodreads'ten takip edenler bilir sinema kitaplarına sardım bu aralar, elimdekileri eritiyorum gayet memnunum. Yeni kitaplar da sipariş ettim gelsinler bekliyorum. Telefonum gelirse o zamana bir hikaye serisi de yaparım Instagram'dan, güzel alışveriş oldu gibi :). Onları da hemen okur yorumlarını yazarım hatta belki bir sinema kitapları listesi yaparım bilinmez :). O zamana kadar gelelim üç güzel filme;

Citizen Kane - Orson Welles (1941)




Bu filmi aslında izledim sayılır hakkında çok fazla şey de okudum izledim ama baştan sona böyle hiç izlememiştim. Tabi ki zamansız çok güzel bir film. aklınıza gelebilecek tüm sinema kitaplarında bu filme rastlarsınız zaten. Hepsi de ne kadar önemli ve güzel bir film olduğunu anlatır. Hatırlarsanız "Ed Wood" filminde de Ed hayrandı Welles'e, hatta sahnesi var onunla :). Bir yayımcı devinin hayatı; enleri dipleri. Güzel detaylar var; teknik ve hikayede. Çok güzel film, sinemayla ilgilenen ilgilenmeyen herkes izlesin :).

8 Femmes - François Ozon (2002)




Ozon'dan bir film izledim hem de Isabelle Huppertlı bir taşla iki kuş :). Güzel film güzel. İzlerken bana birçok yönden tiyatroyu anımsattı; müzikal olması, tek mekan, kameraya (seyirciye) oynanan oyun, kıyafetler gibi ki gerçekten oyundan uyarlama. Güzel mi çok güzel. Bir değil iki değil üç değil tam 8 kadının önemli rollere sahip olduğu bu filmin katmanları da anlattığı da tabi ki çok. Filmdeki odak tek erkeğin yüzünün görünmemesi de ayrıca güzel çünkü bu kadınlar hakkında bir film. Bu tarz bir durum Meg Ryan'ın "Kadınlar" diye romantik komedisi vardı o filmde de vardı bu durum, yine güzeldi :). Filmi pek hatırlamıyorum ama ortalama bir romantik komediydi sanırım ki kendisinin çoğu filmini de severek izlemişimdir :). Güzel kafa dağıtmalık filmler :). Neyse "8 Femmes"'e gelirsek, müzik, komedi, suç, gizem hepsi bir arada, bir bakın derim :). "Mon amour Mon Ami" şarkısına özellikle dikkat, benim gibi bu tatlı şarkıyı nereden hatırlıyorum diyenleri yorumlara bekleriz :).

İtalyan Usulü Evlilik - Vittorio De Sica (1964)




Tatlı bir romantik komedi. Bizim eski Yeşilçam romantik komedileri tadında :). Bazı yerlerde kahkahayla güldüm, komedisi de dramı da yerindeydi. Bir çiftin 20 yıllık hikayesi. Adamı seven bir kadın, kadına değer vermeyen bir adam ve kadının intikamı :). İzledikçe zaten kadın karaktere sempati duyuyorsunuz ve içinizden her seferinde kocaman bir oh olsun demek geçiyor adama :). Kafa dağıtmak biraz eğlenmek için güzel bir film.
Devamını Oku »

14 Ağustos 2017 Pazartesi

Cube - Vincenzo Natali (1997)



Yaşadığımız dünyanın mikrokozması (microcosm) olarak tanımlayabileceğimiz gerilim dolu güzel bir bilim kurgu. Yine çok fazla bütçe gerektirmeden güzel seyirlik sunan filmlerden biri.

Nasıl ve neden tuzaklarla dolu küpün içinde oldukları bilinmeyen sayıları sürekli değişen küpten çıkış yolunu arayan bir grup insanın dramı. Farklı meslek ve sosyal sınıflardan bir grup insanın rastgele değil bir nedenle kendilerini küpte bulmalarını fark etmeleriyle çıkışı aramaya başlayacaklardır.

Küpün içinden çıkmak için bir savaş verirken bir de kendi içlerinde savaş veren grubumuzun işi hiç kolay değildir. Toplumun farklı kesimlerinden olan bu insanların bazı nedenlerden ötürü seçilip bu sorunun yanında çözümle birlikte küpün içinde beraber olduklarını anlamaları kurtulmaları için önemlidir. Lakin insanoğlu kendinden olmayanı dışlama konusunda uzman olduğundan bir olmadan önce çokça kayıp vermesi gerekecek. İnsanın asıl düşmanı yine insan.

Bunun dışında birkaç diyalog ile de dolaylı yoldan Tanrı var mı ve dünyada ne için bulunmaktayız sorusunu sorarken bu soruların bazılarına film içinde cevap verildiğini söyleyebiliriz. Sonundan da anlaşıldığı gibi sonuç değil alınan yol önemli; hayat bir çember, döngü; ne kadar yol katedersek edelim ulaşacağımız yer yine başlangıçtır ama biz aynı kişi değilizdir, bu yolda ne kadar insan kalabildiğimiz de önemlidir; değersiz gördüğün insanlara bir gün bir bakarsın muhtaç olursun gibi birçok açık mesajı da söyleyebiliriz.

Sonuç olarak oyunculuk konusunda iddialı olmayan gerilimi oldukça başarılı hatta korkuya kayan güzel farklı çok bilinmeyen bir bilim-kurgu izlemek isterseniz 1997 yapımı "Cube" filmine göz atmanızı öneririm :). En iyisi değil ama izlemeye değer bir film, meraklılarına önerilir :).


Devamını Oku »

13 Ağustos 2017 Pazar

Lights, Camera, Action (Pazar 6'lısı)

Bir pazar altılısı yazısından herkese selamlar. Bu hafta yine çok güzel bir tema bulmuş sevgili esseve rin, yönetmen oluyoruz :). Gerçekte olamadık bu hafta oluyoruz :). Hayal olması şu yönden güzel istediğin castı oluşturuyorsun kimse yok demiyor. Ohhh keyfine göre :). Biraz zorlandım seçerken çünkü okuduğun her kitap film olamıyor ben de son okuduklarıma bir göz gezdirip seçmeye çalıştım kolay olsun diye :). Yine de altıya tamamlayamadım ama olsun :). Bakalım nasıl bulacaksınız :).




1. Oğullar ve Rencide Ruhlar - Alper Canıgüz

Şimdi burada baş karakterimiz beş yaşında. Ben bir seçme düzenler 6-7 yaşlarında küçük gösteren bitirim çocuklardan birini seçerdim :). Aklıma direkt bir isim gelmiyor :). Baba rolünü Nadir Sarıbacak anne rolünü de Tülin Özen oynasın :). Ben zaten bir Onur Ünlü - Alper Canıgüz iş birliği bekliyorum ama kısmet banaymış hahaha :):).

2. Canistan - Yusuf Atılgan

Aslında bu kitabı filme çekse çekse Yılmaz Güney çeker, güzel de çekerdi hani. Ben Güney filmlerini beğenirim ama aşırı bir hayranlığım yok lakin bu kitabı senaryolaştırıp filme alan kendisi olsaydı ortaya güzel bir iş çıkardı gibi geldi :). Ben çeksem kimi seçerdim bir düşünelim; Tokuç Ali karakterini Özgürcan Çevik, Selim karakterini Nejat İşler, Selim'in karısını da Şebnem Hassaisoughi oynasın. Selimin arkadaşlarından biri Murat Cemcir diğeri de Serkan Keskin olsun. Ağa rollerini de; Haluk Bilginer, Uğur Yücel gibi az ve öz görünen büyük isimler oynasın :).  Ohhh onlar da diyordu zaten Makine film çekse de hemen koşup gelsek :).

3. Tek Kanatlı Bir Kuş - Yaşar Kemal

Bu filmi kara komedi olarak çeker, güzel orijinal mizahi bir müzikle besler ve minimalist bir tutumla izleyiciye sunardım :). Bu film için de sevgili Kesal çiftini başrole koyar, ortaya zamanında değeri bilinmemiş ama otuz yıl sonra bir şekilde öncü bir film olarak kayıtlara geçen ölümümden sonra ah vah edilen bir iş çıkarırdım ortaya hahaha :). Ben çekerim değerini bilememek onların kabahati :).

4. İmkansızın Şarkısı - Haruki Murakami

Hep yerli film yaptık biraz yabancı seçelim. Murakami'nin bu kitabının zaten filmini kesin görürüz. Baş karakter olarak ben eski Örümcek Adam Andrew Garfield'ı koyar yanına da ilk aşkı olarak The Handmaiden'da tanıdığımız Kim Tae-ri'yi koyar, yeni kız arkadaş olarak da Jennifer Lawrence'ı yerleştirirdim. Ukala, bilgiç arkadaş rolünü Nicholas Hoult'a onun umutsuz aşığı rolünü de Mia Wasikowska'ya oynatır ortaya gençlerin bağımlısı olacağı La La Land etkisi verecek bir film çıkarır, paramı kazanır daha çok sanat filmi yaparım :). Gişe filmi diye kötü sanılmasın yine güzel bir iş çıkardı :).

Ayyyhh çok zormuş benden bu kadar, gerisini sonra düşünürüm gayri. Daha kısa film çekememişim bir gişe üç festival filmi çektim şu yazıda.  Ne zormuş aman aman. Az ve öz film yapmak önemli :). Gerçekleri de olur umarım. Bu yazımda özellikle adını andığım sevgili Kesal, Ceylan ve Demirkubuz çiftleri beni filmlerinizde çaycı olarak bile işe alabilirsiniz, maksat tecrübe <3. Buradan sesleneyim, okumazlar ama olsun benim mesajım evrene :). Görüşmek üzere :). Sanatla kalın <3.
Devamını Oku »

12 Ağustos 2017 Cumartesi

Sevgili Güllük #44 (Birkaç Hadise)


- Blogumuzda 4 kitap hediyeli çekilişimiz var, hala katılmadıysanz bekleriz :).

Öneri Makinesi 4 Yaşında!

- Sağ üst köşede yeni anketimiz başlamıştır, yüksek katılımınızı bekleriz efenim :).

Öneri Makinesi En Çok Ne Önersin? --------->>>>>>>

- Güzel listeler gelecek ama önce dinlenme önce telefon  :). Yavaş yavaş, şimdilik idare edebileceğiniz listeler :))

Film Listeleri
Müzik Listeleri
Dizi Listeleri
Kitap Listeleri

Şimdilik bu kadar. Siz de ne var ne yok, nasıl geçiyor günler? Beni hiç sormayın, kendime gelmeye çalışıyorum, yorgunum. Yapacak çok yapacak hiç bir şey yok. Karışık ruh halleri :). Bu aralar en çok dinlediğim şarkı ile yarın Pazar Altılısı'nda görüşmek üzere :). Güzellikle kalın :)


Tom Waits - Hope I don't fall in love with you

Devamını Oku »

7 Ağustos 2017 Pazartesi

Atıştırmalık #25 (Lars & The Real Girl, Canistan, Stranger Than Paradise)

Merhabalar. Bu aralar hiçbir şey izleyip okuyamıyorum yoğunluktan bunlar da eski izlediklerim zaten. Bari daha da eskimeden yazayım :). Yazmadıklarım da var, laf aramızda onları çok beğenmedim zaten :). Bu iki film bir kitabı sevdim. Özellikle son filmi çok sevdim. Bir de çok sevdiğim Kara Kule serisinin filmi çıkmış sonunda ama gidebilir miyim bilmiyorum :). Siz gidin bakalım nasıl bulacaksınız. Kitap serisi çok güzeldir :). Okumadıysanız öneririm. Şimdi gelelim son atıştırmalıklarıma :).


Lars & The Real Girl - Craig Gillespie (2007)




Güzel, çok tatlı bir film. Lakin eksikleri çok. Derinlik katamamışlar. Çok iyi film olmasını engelleyen hikayedeki yüzeysellik. Onun dışında güzel fikir güzel film. Oturmuşlar demişler nasıl Ryan Gosling'i çirkinleştiririz; gıcık bir bıyık bıraktıralım, saçı uzasın ama taramasın. Huyu da garip olsun ama yok olmamış, başaramadınız :).

Lars abisinin ve eşinin yanındaki evde kalan içine kapanık, kendi halinde, insanlarla iletişimden uzak bir genç. Yengesinin (Hahaha Ryan Gosling'in yengesi evet :)), iş arkadaşının çabalarına rağmen bir türlü kimseye açılamayan bu naif çocuk bir gün abisi ve eşine yeni kız arkadaşını tanıştırmak istediğinde bu yeni kız arkadaş başta abisi ve eşi olmak üzere çevre halkı da biraz şaşırtacaktır :).

Canistan - Yusuf Atılgan




İncecik yarım kalmış bir roman. Atılgan seviyorum, bir kez daha anladım. Kütüphaneden iyi ki üç Türk yazar almışım çünkü bayadır okumuyordum yerli yazarlardan, onu da özlemişim. Aldığım tüm kitapları da sevdim. Puslu Kıtalar Atlası yorumum da burada, merak edenlere.

Duruşma, yargıç, sanık ve tanık adlı 4 bölümden oluşması planlanan ama son bölümü bitmeden vefat eden Atılgan'ın bu kitabının ilk üç bölümü çok etkileyici. Kalp kırgınlığı ve onun sonucunda Milli Mücadele zamanlarında meydana gelen olaylar dizisi. Atılgan'ın bu kadar az eser vermesi çok yazık lakin bu kadar güzel olmasını da buna borçluyuzdur belki de :/.


Stranger than Paradise - Jim Jarmusch (1984)




Yine bir Jim Jarmusch yine ben. Yine Jim Jarmusch yine siyah beyaz. Yine siyah beyaz yine John Lurie. Yine John Lurie yine güzel müzikler. Yine güzel müzikler ve yine güzel bir film. Yine güzel bir filmve yine Jim Jarmusch. Se-vi-yo-rum. Çokk güzel. Çok sade. Çok anlamlı. Çok hoş. Jim Jarmusch lütfen bir gün siyah beyaz kareli bir masada buluşup kahvelerimizi söyleyip çiçeklerimizi gösterelim. Derin sohbete dalmışken Iggy Pop ile Waits arada gelsin bizi bölsün. John Lurie arasın. İki sohbetin belini kırıp bu olmadı mutlaka tekrar görüşelim diye sözleşelim. Canımsın <3.

Sizler neler atıştırdınız sormayalı, bir iki yorumunuzu alırım :). Çekiliş var burada katılmak istersen, anket var sağ üstte seçmek istersen, hatırlatayım :). Sanatla kalın :).
Devamını Oku »

1 Ağustos 2017 Salı

Sinema Güzeldir #5 (Valerian ve Bin Gezegen İmparatorluğu)

Şimdi aklımda birkaç film daha var da gitmeyi düşündüğüm ben bunu taze taze yazayım hem belki gidemem, bekletmeyeyim zira bu film izlenirse bir tek sinemada izlenir, evinizde sinema sistemi varsa bilemem de tamamen görsellik üzerine kurulu bir film çünkü. Ben yorum yapmak istemedim kısa kısa notlar düşeceğim. Bu sefer de böyle olsun, canım böyle anlatmak istedi :).



- Cara'cım Delevigne'cım sen kimden torpillisin de baş rolleri kapıyorsun. Kankan Riri'n de var ohh değmeyin keyfine. Yine de çok gözüme batmadı zira o kadar yoğun bir film ki oyunculuk ikinci belki de üçüncü planda. Yine de beklediğim kadar kötü değil, idare ederdi.

- Yine sözde dikkat etmeme rağmen dublajlı filme girdim ve yok olmuyor sevemiyorum dublajı :(.

- Dehaan'ı severim, soğuk sempatik bir kardeşimiz.

- Luc Besson olduğunu gözümüze sokulan sevgi temalı konuşmadan anladık bir tek de sen iş bilen adamsın alttan da verebilirdin yani mesajını.

- Filmde bana en çok Star Wars'u hatırlatan sahne Cara'nın güzel bir kıyafet giydirilip bir yaratığa yem olmasıydı bknz. Prenses Leia, onun dışında da birkaç yerde aklıma geldi de şu an hatırlamıyorum.

- Gereksiz uzundu, biraz daha kırpılabilirdi bazı yerler.

- Rihanna var ya bebek gibi, çok güzel bir şovu var filmde, karakterini de sevdim. Bu kız nasıl böyle bebek suratlı, normalde şarkılarını dinlerim ama fanı değilim yine de çok bebeksiydi bu filmde.

- Müzikler çok güzeldi, sevdim.

- O kadar çok bilgisayar ürünü var ki filmde yani nasıl desem ne yorum yapsam bilemiyorum.

- Clive Owen nasıl yaşlanmış ama rolünü de çok güzel oynamış. Baktıkça aklıma "Children of Men" geliyor, sonra bu filme bakıyorum nasıl itici bir karakteri oynuyor. Güzel oyuncu :).

- Ethan Hawke da bilim kurguya bayılıyor, konuk olarak vardı kendisi bir göründü kayboldu. Seviyorum kendisini <3.

-  Görsellik güzel diyebiliriz aslında ama ben bunca karmaşayı yoğunluğu sevmem mesela o yüzden peki dedim.

- Hikaye zayıf yani, gözümüze sokulan mesajlar, sonu bilinen sahneler ne bileyim...

- Zaten yanlışlıkla dublaja girmişim iki espri yaptılar ona da gülemedim tam, yarım kaldı ağzım, yamuldu.

- Onun dışında anlatacak bir şey yok, uzay, uzay gemileri, zeki konuşan bir uzay gemisi; afacan ajanlar, askerler; paralı asker robotlar, küçük haberci çıkarcı kurnaz tatlı yaratıklar, insan yiyen büyük yaratıklar, asil bir halk olan başka tür yaratıklar, her zaman kendi türünden başka kimseyi düşünmeyen ben merkezci insan yaratıklar, sanatçı ruhlu bukalemun yaratıklar, biraz görsellik biraz daha görsellik öyle bir film işte.
Devamını Oku »

31 Temmuz 2017 Pazartesi

Sevgili Güllük #43 (Güncellenen listeler, çekiliş ve anket sonucu)

Öncelikle güncellenen listelerin linklerini aşağıda vereyim :). Eklenen filmleri başlıkların üzerine tıklayarak görebilirsiniz.

Renklilerin Beyaz Perdeden Silemediği Bir Klasik: Siyah Beyaz Filmler
Tim Burton Sevmek

İkinci olarak çekilişimiz 27. 08. 17'e kadar devam edecek ve yetirince açıkladığımı düşünüyorum fakat birçok yorumda denk geldiğim için belirtmek istedim, karışık gelmiş olabilir; katılmanın tek şartı yan tarafta GFC'den takip etmek ve ek hak istiyorsanız istediğiniz bir sosyal medyada herkese açık bir şekilde paylaşıp linkini yorumda benimle paylaşmanız, yoksa ek hak geçerli olmayacaktır göremediğim için. Bunun dışında şu ana kadar güzel bir katılım var, teşekkür ediyorum sizlere :).

4 yaş özel 4 güzel kitap; Kan ve Gül, Satranç, Benim Hüzünlü Orospularım ve Hani kitaplarını kazanmak için aşağıdaki linke tıklayıp katılabilirsiniz.

İyi ki doğdun Öneri Makinesi (ÇEKİLİŞ 2017)

Son olarak ikinci anketimiz de sonuçlandı ve kazanan 19 oy ile Puslu Kıtalar Atlası oldu :). Kitabı kütüphaneden şurada belirttiğim gibi buldum ve okumaya başladım :). Şu aralar daha çok başındayım ama bitince sizinle yorumlarımı paylaşacağım :). Lakin diğer arkadaşlarımın önerdiği kitaplar okuma listemde en yakın zamanda onları da okumayı çok istiyorum. Bana kitap öneren Ezgi, Sade ve Derin ve Okuyan Muggle arkadaşlarıma tekrar teşekkür ederim :). Onların güzel bloglarını ziyaret etmek için adlarına tıklamanız yeterli :).

Yeni anket duyurusu da yakında olacak :).

Son yayınım, upuzun yazım dizi karşılaştırması Leyla ile Mecnun vs Şevkat Yerimdar için buraya tıktık :).

Devamını Oku »

30 Temmuz 2017 Pazar

Leyla ile Mecnun vs Şevkat Yerimdar

Merhabalar :). Başlıktan da anlaşıldığı üzere bir yanda yayınladığı dönemde takım kursa taraftarı hazır, aday olsa muhtarlık seçiminde birinci olacağı kesin gençlerin kalbini kazanmış hala hatırlanan severek izlenen bir dizi, diğer yanda filmden diziye uyarlanan ve şu aralar ekranlarda komedi dizisi olarak hayatına başarıyla devam eden bir dizi. Şevkat Yerimdar henüz yeni ama bir hayran kitlesi oluşturduğu kesin. Önceden ön yargılı olduğum baş karakteri de itici bulmamdan kaynaklı sağ olsun kanalın sürekli diziyi gözümüze sokmasıyla yani Şevkat Yerimdar'ı izlememle diziyi ön yargılarımı kırıp sevdim. Leyla ile Mecnun dizisiyle benzerliklerini fark etmem beni bu yazıyı itti. Bu iki dizinin gözden kaçmayacak birçok ortak noktası var. Şimdiden belirteyim ki film değil Şevkat Yerimdar'ın dizisi ile L&M'in bir karşılaştırması olacak. Gelin bakalım bu televizyonda kendine yer edinmiş bu iki dizinin ortak özelliklerine.



Dizileri bilmeyenler için kısa bir özet geçersek;

Leyla ile Mecnun; Leyla ile Mecnun birbirine aşık iki gençtir. Onların bir araya gelmesini engelleyen dünyaya karşı onlar yine de bu engelleri aşıp beraber mutlu olmak ister biz de Mecnun'un mahalleden arkadaşları, ailesi, dedesi ile güzel bir komedi izleriz.

Şevkat Yerimdar; Şevkat, asabi öfkeli mahallenin yağız delikanlısıdır. Sert görünüşünün altında yumuşak bir kalbi vardır. İnsanlara yardım eden haksızlığa gelemeyen türünün son örneğidir. Esin ile olan arkadaşlıkları aşka dönüşürken Şevkat'in yaşadığı ve çalıştığı mahallede bize yine güzel bir komedi sunarlar.

1. Mahalle Dizisi


Bu iki dizinin muhtemelen en belirgin özelliği ve başarılı olmasının sebebi mahalle dizileri olması ve bunu iyi anlatması. İki dizinin mekanı da çeşitli yan karakterlerin bulunduğu ve bu karakterlerin başarıyla hayata geçmesi bu dizileri başarılı kılıyor. Komşuluk ilişkileri, küçük esnaflar, kavga etseler de en küçük bir sorunda hemen birlik olan bu karakterler o özlenilen birlik duygusunu güzel ekrana taşıyorlar.



2. Başarılı yan karakterler


Mahalle dizisi olmasından kaynaklı başarıyla hayata geçirilen yan karakterlerin kendi hikayelerinin olmasının dizinin komedi unsuruna büyük katkıları var. Şevkat Yerimdar'da daha yeni yeni alışılmaya başlanılan ve yavaş yavaş tanıyıp sevmeye başladığımız bu yan karakterler, L&M'de ise 3 sezon sonunda artık başlı başına dizinin asıl konusunun yanında aranılan ve kendi hayran kitlesini oluşturan bir konuma gelmiştir. Hani dizi yapsalar izlenir kıvamında dizinin hikayesini zenginleştirip diziyi daha da izlenilir kılan unsurlar. ŞY yeni olsa da daha şimdiden bazı karakterler çıksa da daha çok izlesek diyoruz. Bunun en büyük payı tabi ki iki dizide de bu yan karakterleri canlandıran usta tiyatroculardır.

3. Zengin Kız - Fakir Oğlan


İki hikayenin de asıl konusu zengin kız ile fakir oğlanın maceralarla dolu aşkıdır aslında. Şevkat asabi sinirli ama özünde yufka yürekli bir insandır. Kendi yetiştirdiği tavuklardan aldığı yumurtalarla geçimini sağladığı bir dükkanı vardır. sevdiği kız ise babadan zengin idealleri olan bir kızdır. Mecnun ise yaşına rağmen hala açık öğretimde okuyan babasının taksicilikle geçimini sağladığı bir gençtir. Leyla ise  özel üniversitede okuyan aklı bir karış havada genç bir kızdır. İkisinin de ortak özelliği ise aşklarının hiçbir sosyal sınıfı tanımaması ve birbirlerini çok sevmeleridir.


4. Kötü Çocuk (zengin kızın zengin eski sevgilisi)


İleri de kendine özel bir maddesi olan bu zengin parayla her şeyi satın alabileceğini düşünen yenilmeyi kabul etmeyen dizinin kötü çocukları esas kızın eski sevgileridir. Esas kızın çoktan unuttuğu bu karakterler esas oğlan ile yeni bir hayat kurmak isteyen esas kızımızın hayatından çıkmak istemeyen ve kızın gönlünü kapmak için bu iki dizide de bu eski sevgililer ellerinden geleni ardına koymazlar.




5. Zengin kız ve onun yakın iki arkadaşı


Esas kızlarımız; Leyla ve Esin'in yakın arkadaşları, kızımıza akıl veren zaman zaman haberci görevleriyle de karşımıza çıkan bu yan karakterler iki dizide de görevlerini yani esas kızımıza desteklerini  başarıyla gerçekleştirirler.

6. Mahalle Esnafı


İki dizide de mahallenin vazgeçilmezi küçük esnaftır. ŞY'de manavın, yumurtacının, çaycının, tesisatçının, tuhafiyecinin mahallenin küçük esnafını temsil ederken; L&M'de ise bakkal dükkanı, mahallenin taksicisi, lastikçisi derken mahallenin ruhunu bozan her şeyi bulabildiğimiz market anlayışından uzaktır.


7. Kireçburnu - Balat


Dizide adı sık sık geçen hayali değil gerçek mahallede geçen bu dizilerde de bu semtlerin adı da sık sık geçer. Kireçburnu'nun zamanında (misal ben) bu kadar ziyaretçi alması adı geçince aklımıza hemen L&M'in gelmesi tesadüf değil. Şevkat Yerimdar da bu izlekte ilerliyor ve zaten yükşelişte olan bu semtin yakında bu diziyle daha da ön plana çıkacağı aşikar :). (Yalnız adı geçiyor ama plato mu gerçekten orada mı çekiliyor emin değilim)


8. Beşik Kertmesi


Diziler de iki çift de yetişkinlikte aşık olsalar da aslında daha bebekken "kaderleri" ortak çizilmiş ve beşik kertmesi ile birbirlerine bağlanmışlardır. Bu olay da aşklarına ilahi bir boyut ekler ve kader algısını bu aşklarına destek yapıp bu aşkı pekiştirir.



9. Eskiye olan düşkünlük/özlem


Mahalle dizileri olması bu duyguyu aslında bize zaten yansıtır. Bu özlem aynı zamanda beraberinde birlik, beraberlik, dostluk, sevgi, hepsi için bir olma, paylaşma, çok kültürlülük gibi o unutulan duyguları bize hatırlatır.

10. Mecnun - Şevkat


Gelelim esas oğlanlarımıza :). Mecnun hala açık öğretimde okuyan işsiz daha çok hayal dünyasında yaşayan mahallenin haylaz çocuğu hayalperest bir gençtir. Şevkat ise daha olgun ayakları yere basan işinde gücünde sorumluluk sahibi yardım elini esirgemeyen güvenilir mahallenin abisi kabına sığmaz yağız delikanlısıdır. İkisinin de ortak özelliği sevgililerini çok sevmeleri ve onlar için her şeyi göğüslemeleridir. İkisi de mahallenin sevilen isimleridir.

11. Leyla - Esin


Bu iki zengin kızımız babadan zengin olsalar da gönülleri daha zengindir. Aşkları için her şeyi göze alır, tüm zorluklarla başa çıkarlar. Leyla özel bir üniversitede İngiliz Dili ve Edebiyatı öğrencisidir. Esin ise Avrupa'da yaşamış idealleri olan sanat aşığı ressam ve heykeltıraştır. İki kızımız da sanata düşkün bu konuda çalışkan insanlardır. Güzel olmalarının yanı sıra çevreleri tarafından da sevilirler.

12. Arda - Bora


Dizilerimizin kötü çocukları. İkisi de zengin, kendilerinde her hakkı gören babalarının şımarık çocuklarıdır. Arda dizide babasının yardımıyla kurnazlık yapan biraz daha saf salak tabiri caizse bir karakterken Bora ise daha kurnaz, iş bilen ve esas kızı kapmak için elinden geleni ardına koymayan bir karakterdir. İkisi de sadakatsiz ama yine de şımarık çocuk misali sırf istediklerini elde etmek için kötülük yaparlar. Onlar için aşk ve sevgi gibi duygulardan önce kazanma hırs duyguları ön plandadır. Hele ki esas oğlanlar kendilerin maddi anlamda daha az gelirliyse onlara karşı kaybetmeyi asla kabul etmezler.

13. Erdal Baggal - Cuma


Erdal Bakkal dizide başlarken daha farklı bir boyuttayken sonra aldı başını gitti. Cengiz Bozkurt'un başarılı bu kurnaz para düşkünü bakkal tiplemesi herkes tarafından gıcık olunsa da çok sevildi. ŞY'de ise benzer karakter özellikleri göstermeleri dışında Murat Akkoyunlu gibi başarılı bir oyuncu tarafından canlandırılan Cuma karakteri de Erdal Bakkal gibi kurnaz, iş bilen, çıkarcı bir karakterdir. Yine güzel bir oyun oynayan Akkoyunlu'nun da bu karakterinin yolu bence Erdal Bakkal kadar açık :).



14. Ak Sakallı Dede - Nico


Dizilerin bilge karakterleridir. Özlü bilgiç sözleriyle dizinin bu bilge karakterleri sözleri ilk başta pek anlaşılmasa da dizi boyunca bu sözlerin kıssadan hissesini izleriz. İki karakter de esas oğlana yardım amaçlı fikir veren bir nevi ermiş kişilerdir.

15. Kaan - Miço


Kaan ilkokul öğrencisi geleceği parlak, yeniliklere açık, zehir gibi bir çocuktur, Mecnun'un da yakın arkadaşıdır. Miço ise Şevkat'in kurnaz çırağı, günümüz sosyal medya gençliğinin katıksız bir örneğidir. Bu iki karakter de esas oğlanın yanında güzel bir komedi sunarlar. Kaan, Erdal bakkalın yanında Miço ise Şevkat'in dükkanında çıraklık yapar.

16. İsmail Abi - İsmail


Adları da aynı olan bu iki karakter de iş bulmakta oldukça zorluk çeker. İsmail Abi'nin dedesi, babası, halası alanlarında uzman kişilerken; İsmail ise bir bağlama çalan bir türkücüdür. Bir türlü istedikleri işi bulamayan bu karakterlerden İsmail abi sürekli iş değiştirirken İsmail Şevkat'in yardımıyla ilk bölümde tesisatçı Cuma'nın yanında kalıcı bir iş bulur. Aynı zamanda mahalleye yeni taşınan Tezene'nin de sevgilisidir.

17. Beşiktaş


İşte iki dizide de oldukça yer alan bir takım Beşiktaş. Ana karakterler babadan koyu Beşiktaşlıdır. Onlar ne sevdalarından ne de Beşiktaş aşklarından vazgeçerler. Bu takımla özdeşleşen bir sevdaları vardır onların siyah beyaz film gibi severler, kaybetse de kanser de etse ne Beşiktaş'tan ne de sevdalarından vazgeçerler. Şevkat'in öyle koyu Beşiktaşlıdır ki horozunun adı Amokachidir. L&M'de ise Beşiktaş muhabbeti asla bitmez :).

Birkaç replik paylaşayım da gönlümüz şenlensin :).

Mecnun: Kaybetmekten korksak Beşiktaş'ı tutmazdık!

İskender: Beşiktaş'ı tutuyorum ve hala kanser olmadım.

İskender'in peri kızından istediği dilek Beşiktaş'ın şampiyonluğudur ama perinin cevabı ile yıkılır;

Peri: Maalesef bu dileği ben bile gerçekleştiremem.

Tabi o zamanlar Beşiktaş şampiyon olmamış :). Şimdi ise Şevkat yolda bulduğu bebeğin adını Atiba koyar ve dizide bol bol kazanılan maçların tadını çıkarır :).

Dipnot: Merak edenleriniz varsa ben de anadan Beşiktaşlıyım. Bu sezona kadar yalnızca ismen takım tutsam da bu sene birçok şey değişti, ilk on biri sayıp transfer sürecini takip eden bir takipçi oldum, taraftar olmak için daha yolum var, bu ilgim geçmezse :).

18. Mecnun ve Şevkat'in Telefonları


Tabi ki bunu gülelim diye koydum :). İkisi de teknolojiden uzak, saf karakterlerdir ve son model telefonla işleri olmaz :). Mecnun'un Ferdi Tayfur Fadime'nin düğünü polifonik telefon zili ile Şevkat'in tuşlu telefonu gösterişe değil sadeliğe basit yaşama verdikleri önemin bir göstergesidir :).

Sonuç olarak;

Dizinin ortak özellikleri bunlar. Karakter, hikaye ve mekan açısından oldukça benzerlik gösteren bu iki dizide L&M'da daha fantastik ögelerle beslenen postmodern bir anlatım ile absürt bir komedi hakimken; ŞY'de daha yeşilçam tarzı gerçekçi klasik bir anlatım vardır. Buna rağmen absürt bir komedi anlayışı olduğunu söylemek de yanlış olmaz. L&M gündem konularını inceden eleştirirken (en basitinden bakınız Beşiktaş yorumları) ŞY'de daha suya sabuna dokunmayan bir eleştiri hakim. L&M'de aşk hikayesi daha ön planda ve onların aşkları için dünyayı karşılarına almaları işlenirken, ŞY'de Şevkat'in maceraları daha ön plandadır. Yoksula elini uzatan, haksızlığa gelemeyen hastalık derecesinde adalet duygusu olan oldukça öfkeli Şevkat'in tepkisi her zaman haksızlığa adaletsizliğedir. Mecnun'un derdi ise Leyla'sına kavuşmaktır. Leyla'nın babası kızının Mecnun ile birlikteliğine tamamen karşıyken Esin'in babası kızını Şevkat'e emanet eder. Ona öyle güvenir.

Şevkat Yerimdar filmi hakkında da biraz konuşmam gerekirse Şevkat Yerimdar'ı canlandıran Özgüncan Çevik bana itici gelen bir oyuncu idi. Hatta filminin fragmanını gördüğümde hiç beğenmemiştim. Filmi izledim ve dizi filmden bin kat daha iyi söyleyeyim. Filmde birkaç yerde bana Recep İvedik'i anımsatsa da temel farklılıkları var. Lakin dizide daha güzel daha şahsına münhasır bir karakter çıkartmışlar ortaya. Dizi de kendisine ısınınca biraz araştırdım ve meğersem ödüllü Ankaralı bir tiyatro oyuncusuymuş <3. Fahri Ankaralı olduğumu bilmeyen vardır belki söyleyeyim bir anda daha çok sevdim ve o sert görünüşün altında güzel bir oyun sergilediğini dizide söyleyebilirim. Benim gibi ön yargılı olmayın yani :). Buna rağmen dizide yine de karakter şiddete eğilimli olmasa daha iyi olurdu bir de Polat Alemdar yüzüğü takmasa.

Film tabi ki daha yüzeysel ve yan karakterler bu kadar ön planda değil lakin fikir aynı. İyi ki diziye uyarlamışlar ortalama bir filmden başarılı bir dizi çıkmış yoksa ben yine eskisi gibi düşünmeye devam edecektim. Diziyi severseniz filme bakın ama dizi daha detaylı ve komik söyleyeyim.

Tekrardan diziye geçersek Şevkat Yerimdar'da Neşet Ertaş'a saygı çok güzel ince bir detay var ayrıca bahsetmek isterim. Mazlum Çimen'in oynadığı Bozkır karakterinin kızının adı da Tezene'dir. Buradan selam olsun o güzel insana, bozkırın tezenesine <3.

İki dizi bu benzerlik ve farklılıklarına rağmen bize güzel bir mahalle komedisi sunuyor. Benim için Leyla ile Mecnun'un yeri ayrıdır ve onun gibi bir dizi zor gelir. Belki aynı kadro yine aynı işi yapsa böyle bir enerji tutturamazlar fakat bir dönem gençliğini ciddi etkiledi ve hala açıp gülerek izleyebileceğimiz başarılı kült bir dizi bıraktılar bize. Şevkat Yerimdar, Leyla ile Mecnun kadar kendisine güzel bir yer edinir, kalıcılık sağlar mı yoksa yaz dizisi olarak mı kalır bilinmez fakat bu tatta dizi izlemeyi severler için Leyla ile Mecnun kadar olmasa da güzel bir komedi sunuyor. Diziye birçok eleştiri geliyor okuyorum, bazılarına da katılıyorum (daha çok dikkat edilmesi gereken hikaye bütünlüğü ve karakter yazımı gibi) ama yine de kötü bir dizi olduğunu düşünmüyorum. Sonuç olarak Leyla ile Mecnun severler bu diziye bir göz atabilirler, bu yaz günlerinde bize güzel bir seyirlik sunan bu dizi bir şansı hak ediyor bence :).
Devamını Oku »

27 Temmuz 2017 Perşembe

Atıştırmalık #24 (Karayip Korsanları 4, Night on Earth, Arizona Dream, Wild Strawberries)

Karayip Korsanları 4 - Rob Marshall (2011)



Yine aynı Jack Sparrow yine karada başlayan komedi denizde devam eden macera. Penelope'yi de severim sizden iyi olmasın. Bir de Sam Claflin var gamzelerini sevdiğim lakin rolü biraz gıcık olsa da seviyorum kendisini :). (Bangır bangır spoylır ama yani pek de önemli değil bence filmin amacı macera, o süreç zaten o yüzden; neyse spoylır diyorduk) Bu arada keşke son filmde Barbossa ölmeseydi bir kız muhabbeti çıkardılar bu filmdeki Blackbeard'ın iyi versiyonu gibi üst üste yapmasalarmış iyiymiş. Hem Sparrow ile atışmalarını seviyordum ben, neyse gelir belki. Eminim Sparrow'a da gelecek film olmadı sonraki filmlerin birinde bu çocuk muhabbetini yapacaklar dedi dersiniz, hatta bahisleri arttırıyorum kızı oynayacak rol olarak da ya da oğlu :) :). Bir de bu film ara film gibi ben ilk üçten sonra beşi izlemişim yani Bloom'da kalıp Bloom ile devam etmişim :).

Night on Earth - Jim Jarmusch (1991)




Yaa Jarmuch'a bayılıyorum. İzleyince o olduğunu bilmeseniz bile evet onun filmi diyebileceğiniz bir isim. Bu film siyah beyaz değil söyleyeyim :). Beş farklı şehirde beş farklı taksi şoförüyle yolcu alıp evlerine bırakana kadar geçen ortalama 25'er dakikalık sürede biz de onlarla yolculuk ederiz. Cannes listesi hazırlarken bu tarz bir film de vardı seçtiklerim arasında ilginç geldi diye ekledim ama canım Jarmusch böyle bir film yapmış zaten. Yine de o filmi de izlerim çünkü bu fikri seviyorum. Bu filmde de çok sevdiğim "Coffee and Cigarettes" gibi kısa filmlerin birleşimi ve bir ortak noktaları var. O filmde daha çok hikaye var bunda daha az. Yine bazı oyuncular bu filmde de yer almış, Tom Waits müziklerin başında. İlk filmde benim canım tatlım Gene Rowlands var. Çok seviyorum onu, bu filmde de bir güzel arzı endam etmiş. Bayıldım bayıldım kendisine. Filmi de genel anlamda sevdim, hiç sıkılmadan izleyeceğiniz beş farklı hikaye :). Kaçırmayın!


Arizona Dream - Emir Kusturica (1993)



Ayy ne güzel ne güzel film. Bayıldım. Johnny Depp'i her türlü severim de bu filmdeki hali en güzel dönemlerinden biri herhalde, çok iyi :) (şu ömrü hayatında ne güzel işlere imza atmış beee <3).Söylemezsem olmaz :). Tüm oyuncuların da çok başarılı olduğunu söylemek gerek. Filmde dayısının düğünü için yanına dolaylı yollardan dönen genç bir delikanlıyı oynayan Axel (Depp) araba satıcısı olmasını isteyen dayısını kıramaz ve bu işe başlar. Bir haftalığına denemeye karar veren bu karakterimiz sorunları olan bir anne kız ile tanışıp onlarla yaşamaya başlayınca bu bir haftalık süreç tahmininden daha uzun olacaktır. Çok güzel film biraz çatlak, komik ve hüzünlü. Müzikler deseniz söylememe gerek yok, çok güzel. İzleyin!! <3

Wild Strawberries - Ingmar Bergman (1957)



Bergman'dan yaşlılığa bir yorum. O iklimin katılığını üzerinde taşıyan kibar ama mesafeli Borg'un hayatının son demlerindeki hayal kırıklığını, ölüm korkusunu, sevincini, iyiliklerini, insafsızlığını, gençlik aşkını, oğlunu, annesini, gelinini izliyoruz :). Borg birdavet için yola çıkar anılarıyla beraber. Yine güzel bir iş. Bergman'ın izlediğim hiç bir filmine kötü diyemeyeceğim herhalde, demek de istemem. En sevdiğim yönetmenlerden, tavsiye ederim :).

Gördüğünüz gibi ben bu aralar aşırı doz Johnny Depp aldım ki bu hiç iyi değil çünkü gün gelecek filmleri bitecek :(. Yine de o zamana kadar olanlarla sevinebilirim :). Bir de Arizona Dream'deki Depp derim de susarım :). Ya da susmam çünkü konu Depp olunca yaşıma başıma bakmadan fangirl oluyorum :), ama güzel oyuncu :).

Üşengeçlikte dünyanın önde gelen markalarından biri olduğum bu kısa kaçamak yazılardan da anlaşılıyor, iyi alıştım :). Yakında bir film listesi yapayım diyorum ne derseniz :). Bir de sevmek yazısı bu yılın keşfini yaptığım yazardan :). Ohh mis mis :).
Devamını Oku »

24 Temmuz 2017 Pazartesi

Atıştırmalık #23 (The Double, The Butterfly Effect, Source Code)

Ay noldu bize bilmiyorum, kankam Riri yakın dostum Johnny (Depp herhalde Depp oyuncu olan) bu aralar biraz kilo aldık ama söyleyen söyleyene (burada ben de söyledim :')). İnsanların ağzı torba değil ki büzesin, konuşsunlar. Neyse ki kankamızı boşuna Riri yapmadık verdi bir güzel cevap hepimizin yerine. Hayır umursadığımızdan değil, görüyoruz ama eğlencemizi bölmüyoruz manasında. O yüzden konuşmaya devam :).

Ben bu aralar filmlerle bozdum kafayı ama şikayetçi değilim :). Biliyorum ki gün gelecek bu kadar izleyemeyeceğim o yüzden hazır iştahım varken izliyorum art arda filmleri. Hani öğrendikçe cahilliğin artar ya benim ki de o hesap izledikçe izleyecekler çoğalıyor. İzlenecek güzel çok film var ve zaman az. Yine de bu karamsarlığı bırakıp önümüze bakarsak film izlemek güzel şey :). Hele ki güzelse :). Sinemalar da bir hareketlenmeye başladı şu an iki film var izlemek istediğim gidince yazarım :). Gelelim bu yazının filmlerine :).


The Double - Richard Ayoade (2013)




Yine izlenilesi bir film ve yine sevmediğim Jesse Eisenberg. Yine de hakkını yemeyeyim güzel iki karakter canlandırmış. En sempatik bulduğum filmi diyebilirim. Yönetmenin "Submarine" filmini çok sevince, "The IT Crowd"'da izleyip daha da çok sevince bir diğer filmini izlemek istedim ve sevdim. Şöyle ki film kara komedi ve gerilim ama beni sinirden öyle gerdi ki artık duvarları yumruklayasım geldi baş karakterden dolayı. Bu kadarı da fazlaydı ama neyse ki mizahla güzel dengelenmiş bir filmdi. Hatta güzel bir kara komedi.

Dostoyevski'nin Öteki romanından senaryosu yazılmış bu filmde Eisenberg iki karakter canlandırıyor. Biri içine kapanık, naif, sesi çıkmayan vur ensesine al ekmeğini tarzı evden işe işten eve giden Simon James. diğeri de bu kişiliğinin her şeyiyle tam tersi James Simon. Fight Club'ı anımsatıyor değil mi :)? Yavaş yavaş kendisinden yararlanan ve cana yakın kişiliğiyle hızla yükselen James, Simon'ın takıntı derecesinde sevdiği kızı da elinden alır. Simon o kadar içine kapanıktır ki kıza sevdiğini söyleyemez hatta uzaktan evini dikizler ki bu sahne bana Kieslowski'nin "Aşk Üzerine Kısa Bir Film"'ini hatırlattı. Bu benzerliklere rağmen filmin o filmlerden ayrı kendi başına güzel bir hikayesi var. Filmde şöyle de bir güzellik var, hem"Submarine" filmindeki  oyuncular, hatta hepsi konuk olarak yan rollerde oynarlar, hem de dizisi "The It Crowd"'dan canım Chris O'Dowd ve Christopher Morris yine küçük rollerde karşımıza çıkar :).


The Butterfly Effect - Eric Bress, J. Mackye Gruber (2004)




Şu laftan da sıkıldım ama  doğru, yine izlemekte baya geç kaldığım bir film. Bir ara ne çok söylüyordu herkes :). Filmin genel havası "Mr. Nobody", sonu "Looper"'a benziyor :). İki filmde bu filmden sonra yapılmış gerçi ama bence bu filmden daha iyiler :). Film zamanda yolculuk, zamanda atlamalar, paralel evrenler, alternatif hayatlar üzerine bir film. En çok sonunu sevdim :). Yalnız oyunculuklar fena, hiç beğenmedim. Genel olarak da filmin puanını ciddi düşürdüğünü düşünüyorum. Yine de kendini izlettiren bir film, başı sonu tutarlı çok güzel olmasa da iyi film. Benim gibi zamanda atlamalı zıplamalı sıçramalı film severler izlesin :).


Source Code - Duncan Jones (2011)




Güzel bir zamanlı aksiyon filmi. Evet biliyorum zamanında çok sükse yaptı  ve ben yine baya geç izledim :). Bu sefer bilimsel olarak bir bombacıyı tespit etmek amaçlı 8 dakikalık trene dönüşü sağlanan bir askerin bu çabasını izleriz. Yine paralel evrenler, başka hayatlar falan filan. Aksiyonu da var, içinde dramı da var ama abartılı değil o yüzden bence güzel film. Filmde bir şey merak ediliyor ve hiç bekletmeden hemen cevap geliyor :). Sıkılmadan izlersiniz :).

Bu tarz konulu filmleri her zaman çok sevmişimdir. Zaman konusu her zaman ilgimi çeker. Zamanda yolculuk, paralel evren, alternatif hayatlar, zamanda sıçramalar, atlamalar tek kelimeyle bayılıyorum :).
Devamını Oku »

22 Temmuz 2017 Cumartesi

Öneri Makinesi'ne Önerdiler #4 (The Green Butchers)


Yaz Abur Cuburu Mimi için tıktık :).

The Green Butchers - Anders Thomas Jensen (2003)



Sevgili Deeptone'un bana önerdiği filmlerden biri. Ben de açtım, izledim ve sevdim :). Çaylak Kasaplar diye Türkçe'ye çevrilen bu filmimizde kendi işini kurmak isteyen iki yamak kasabımızın yeni kurdukları iş yerlerinde müşterileri olmayınca ve kazara dondurucuda ışıkçıyı unutunca olaylar başlar. Eski patronlarının dükkana onları ezmek için gelip misafirleri için et almasıyla da olaylar tahmin ettiğiniz gibi olur :). Daha başından buraya kadar olayları tahmin edebiliyoruz aslında. Bundan sonrası kara komedi ve bu yamak kasaplarımızın geçmişi ve bugüne bu duruma nasıl geldikleri filmi değerli yapıyor.



Karakterlerimizin ikisi de geçmişte yara almış ve sorunlu. Svend'in çocuk yaşta ailesini kaybedip daha sonra sevilmemesi ve hep başarıya, sevgiye aç bir yetişkin olması onun ikili ilişkilerinde karşı tarafı ezme psikolojisiyle zaten görülüyor. Ona takılan terli lakabı sevgili Yurdagül'ün son işlediği konulardan biri olan kalıplar ve etiketler videosunu getirdi aklıma (bir kısmını dinleyebildim fakat Yurdagül'ün ablasının şu sözü aklımda yer etti. Bir insana sürekli ne dersen insan kendini o konuda yetersiz görür ve öyle olduğunu düşünür). Burada da Svend'in küçükken arkadaşları tarafından fiziksel ve psikolojik olarak baskısı, ailesinin yokluğu ve bu yaşına kadar kimse tarafından takdir görüp sevilmemesi onu sırf başarılı kılınıp sevilmesi için insan öldürmeye kadar iter. Yani ona yakıştırılan bu olumsuz etiketler onun tüm yaşamını etkiler. Dükkanın açılması ve başarılı olması Svend için dükkanın maddi açıdan kara geçmesinden çok yıllarca üstleri ve arkadaşları tarafından gördüğü baskı sonucu manevi anlamda da kendine bir şeyleri ispatlama ve çevreye ne kadar başarılı olduğunu gösterme amacıdır. Filmdeki yan karakterlerimizden birinin söylediği "işi kimlik haline getirmemek lazım" cümlesi sanırım onun için uygun çünkü Svend işinde başarılı olursa herkesin onu seveceğini ve saygı duyacağını düşünür ve bunun için çabalar. Bu çaba onun kendi emeğinin bile önüne geçer, kendini başkalarına beğendirmeye çalışmaktan kendini asla yeterli göremez doğal olarak kendi başarısını da göremez. Söylediğimiz sözlerin etkilerini de bu karakterde böylece görüyoruz.

Diğer karakterimiz Bjarne ise ailesinin ve yeni eşinin trajik ölümünden sonra komada kalan zihinsel engelli kardeşi ile beraber hayatta kalmıştır. İkiz kardeşi yedi yıldır komadadır ama Bjarne'nin de yaşayan ölüden bir farkı yoktur. Ne ailesinin canını alan geyikten ne de kardeşinden alamadığı intikamı bunca yıl boyunca kendini hayattan izole edip önüne gelen tüm hayvanları öldürerek almaya çalışmıştır. Ailesinin hayatına sebep olan geyiğin yaşayıp ailesinin ölmesi onu bunca yıl boyunca fiziksel olarak yaşadığı halde içeride komaya sokmuştur. Bu kazadan iki kardeş de sağ kurtulmamış koma da kalmışlardır ta ki kasap dükkanı açılana ve beyin ölümü gerçekleşen kardeşinin mirasını almak için "fişinin çekilmesine" izin verene kadar. İşte kasap dükkanın açılmasıyla başlayan bu komadan çıkış kardeşinin uyanmasıyla da devam eder. Onunla iletişimi reddeden Bjarne aşkı yeniden hissettiği Astrid ile de bu yedi yıllık komanın bir şekilde bitmeye başladığının sinyallerini verir.



İşte bu iki karakterlerimizin kasap dükkanının açılmasıyla kendileriyle ve geçmişleriyle yüzleşecek asıl başarılı olanın kasap dükkanı değil kendi başarıları ve emeklerinin olduğunu er geç anlayacak ve geçmişin yüklerinin tamamen kaldırmasalar da onları affedip yollarına devam edip ileri gitmeye hazır hale geleceklerdir :).

Çok sevdiğim Reconstruction filminde izlediğim Nikolaj Lie Kaas, ikiz kardeşleri başarıyla canlandırır. Hatta engelli kardeşi o kadar başarılı oynar ki ağzınız açık kalır benim gibi. Hollywood'un kötü adamı Mads Mikkelsen ise benim her türlü ödümü kopartmaya yeten bir oyuncu bu filmde de o saçıyla bunu başarmıştır. Yine de rolünden dolayı neyse ki kötü şeyler yapsa da kötü niyetli biri değildir :). Güzel oyuncudur, güzel oynar. Film İskandinavya'da geçmesi ve konusu bakımından da soğuk kasvetli havasını içinde taşır. Ara ara müzikle desteklenen bu gerilim ve mizah güzeldir. Özellikle kara komedi ve İskandinav filmleri izlemeyi severler bu dramı kaçırmasınlar :) :).
Devamını Oku »

21 Temmuz 2017 Cuma

Atıştırmalık #22 (Robot ve Frank, Fahrenheit 451, Sleepy Hollow)

Ayyyhh yeter, hep atıştımalık hem atıştırmalık yok mu başka yazın senin diyenler oluyordur herhalde :). Lakin yazın böyle akşam üzeri serin havada limonata içmek gibi kısa kısa yazılan bu atıştırmalıklar iyi oluyor sanki :). Önceki gün üç film izleyince de bir yazı daha çıktı :). Yanlış bilmiyorsam günlük film rekorum dört ama ne zaman niyetlensem geçemedim 5. filme. Dün 5 film izleyeyim demedim de öyle söyleyeyim dedim belki yazınca olur :). İzlediklerim genel olarak güzeldi ya da öyle düşünmek istiyorum :). Yine de kötü demeyeceğim hiçbir filme orada tamamız :). Yeter gevezelik hadi yaz filmleri artık diyenler de vardır herhalde o zaman onları kızdırmayalım :).

Yaz Abur Cuburu mimi başlattım, katılmak isterseniz buraya
Öneri Makinesi Yarıyıl Reading Challenge için şu kitabı okusun diyorsan sağ üst köşeye gidebilirsin :).

Robot ve Frank - Jake Schreier (2012)



Frank yaşını başını almış eski tamirci/hırsız. İki evladı olan Frank için anlıyoruz ki hırsızlık bir yaşam biçimi. Onunla yaşıyor veya yaşadığını hissediyor. Alzheimer hastası da olan Frank kısa süreli unutkanlık yaşıyor ve bir anda geçmişten konuşabiliyor. Oğlunun kendisine yardımcı "Robot" almasıyla Frank başta istemese de kendisine ikinci mesleği için bir yardımcı bulmuştur :). Film fena değil başlarda durgundu sonra hızlandı. İyi diyebilirim, değişik bir filmdi :). Sanki baş rolü başkası oynasa daha iyi olur gibi ama yine de fena film değil :).

Fahrenheit 451 - François Truffaut (1965)



Yakın zamanda Godard izledik kankası eksik kalmasın dedim ve bir de Truffaut sıkıştırdım araya :). Bu yeni dalgacıları çok seviyorum :) (Şu iki cümlemi okuyan Yeni Dalga Akımının güzide yönetmenleri ağlıyor şu an). Ray Bradbury'nin güzel konulu ama anlatımı zayıf kitabından uyarlama bu film kendini baştan sona güzel izlettiriyor. İçim acısa da kitap sahnelerinin yakımında gerçek olmadığını düşünmek istiyorum belki de değildir, bilmiyorum. Lakin o Penguin kitapları rengarenk hepsi alevlerde kaldı. Neler yanmadı ki; Anna Kareninalar, Dostoyevskiler, Nietzscheler neler neler. Güzel filmdi, mesajı çok güzel.

Montag! O kadar çok söylendi ki itfaiyecimizin adını yazayım dedim :). Kendisi ateş söndüren değil kitap yakan itfaiyecilerden. Sorgulamadan ne denirse onu yapan terfi almak üzere bir itfaiyecidir Montag ta ki kendisine bir gün komşusunun hiç yaktığın kitapları okudun mu diye sormasıyla. O andan itibaren bir kitap okudum hayatım değişti diyen Montag'in hayatı cidden eskisi gibi olmaz, yakmadan kitap çalmaya devam eder. Okumam gerek çok okumam, karısına beni rahat bırak diyen ve yaşadığı hayatı sorgulamaya başlayan Montag'in iş, evlilik, özel hayatı tümden değişir :).

Şu an aklıma çok saçma bir soru geldi. Bu distopyada yangınları kim söndürüyor peki? Hiç yangın çıkmıyor mu buralarda, biri beni aydınlatsın :).

Sleepy Hollow - Tim Burton




Ayyy çok güzel çok tatlı film. Gotik tatlısı ama 18. yüzyılın 19. yüzyıldan gün aldığı bir zamanda adli tıp alanında çalışmak isteyen bir adet yarı dedektif yarı doktorumuz olunca başsız atlının aldığı canların hesabı sorulacak, nedeni araştırılacaktır. Çok güldüm, çok sevdim. Hem efsane hem cadılık ile harmanlanmış güzel bir suç gerilim polisiye filmi. İşlediği zamandan ötürü de daha çekici. 

Özlemişim Burton Depp'in böyle filmlerini. Keşke diyeceğim de sonra vazgeçiyorum. Acaba Depp kimsenin oynamadığı kadar karakter oynadım, anti kahramanlığı da tattım, şöhretin en büyüğünü yaşadım, yaşım da ilerledi, ben yoruldum sadece çoluğum çocuğumun rızkı çıksın diye oynuyorum mu diyor? Günahı boynuna bilemem ama neden Transcendence? Neyse onu o kadar seviyorum ki bende kredisi yüksek hatta böyle güzel rollerini filmleri izleyince işte Depp diyorum :). Burton'a gelince sen hayırdır yani. Nerede o Ed Wood'la, Makas Eller, Sleepy Hollowlar. Bayan Peregrine'i beğenmemiştim en son. İki kanka beni arada sinirlendiriyorlar lakin seviyorum kendilerini :). (Bu kanka lafı nereden yapıştı bana inanın bilmiyorum, kusuruma bakmayın :/)
Devamını Oku »

18 Temmuz 2017 Salı

Atıştırmalık #21 (Bisiklet Hırsızları, Alphaville, Kieslowski)

Merhabalar, nasılsınız? Tatilde misiniz? Çalışıyor musunuz? Nasıl geçiyor zaman :).

Ben bu aralar siyah beyaz eski klasiklerden izlemişim. Bir tane de sinema ile ilgili kitap okumuşum. Size de kısaca bahsetmek istedim. Gönül ister ki uzun uzun incelemeler listeler yapayım ama yok elim gitmiyor bu aralar :).

Bisiklet Hırsızları - Vittorio De Sica (1948)




Neden bütün iyi klasik filmler dram olmak zorunda hem de böylesine. Valla içim çıktı. Ben yoruldum hayat :'):'). İkinci Dünya Savaşı sonrası işsizlik ve onun getirdikleri. İtalyan yeni gerçekçilik akımından bir film ve katıksız bir dram. Zar zor bulduğu bisiklet isteyen bir işten bisikleti çalınınca sevinci kursağında kalan iki çocuk babası karakterin dramı. Hele bir de çocuk oyuncu var ki hem ağlatıyor hem güldürüyor, çok fena rol kesiyor :). Siyah beyaz muazzam bir film. İzleyin. Beş yıldız on yıldız <3.

Alphaville - Jean Luc Godard (1965)




Godard tarzı siyah beyaz bir bilim kurgu. Alphaville dünyası Orwell'in 1984 dünyasına benziyor sanki. Duyguların olmadığı bir yer. Duygu taşıyanların öldürüldüğü bir yer. Kelimelerin kaldırıldığı bir yer. Oraya dış bölgelerden gelen bir ajan. Kelimeleri ve geçmişi unutmuş bir Anna Karina <3. Ağır bir film ama çok güzel. Godard severler kaçırmasın.

Kieslowski - Slavoj Zizek




Aslında bir yazı yazmayı planlıyordum hala yazabilirim ama şimdilik kısaca bahsedeyim. Kieslowski'nin Decalogue'nin bir okuması. Yönetmenin diğer filmleri ile de ilişkili, başka filmlerden de örnekler var. Ben o örnekler yerine sadece Kieslowki filmlerinden bahsedilmesini tercih ederdim, bence diğer örneklemeler biraz fazla olmuş yoksa örnek verilmesi güzel daha iyi anlatılması için. Çok ilginç yorumlar, tespitler var. Benim gibi Kieslowski seviyor ve biraz daha bilgi diyorsanız okuyun. Küçücük bir kitap. Encore Yayınlarından çıkmış ve yine yazarın başka yönetmen filmlerinin okumaları da var yayınevinden çıkmış, meraklısına duyurulur :).
Devamını Oku »