21 Aralık 2014 Pazar

The Hunger Games: Mocking Jay Part 1



Birçok kişinin izleyip yazdığı aşikar bi Açlık oyunları yazısı sizlerle. Yani benim yorumumla. Film 3 boyutlu ve alt yazılı değil bilmek isteyenlere. Aslında seri olarak yazmak güzel olurdu kitap karşılaştırılmalı falan ama nasıl unutmuşsam kitabı, filmi izlerken ne olacağını bilmeden her seferinde merak edip, şaşırdım. O yüzden şimdilik bu filmi inceleyelim belki daha sonra tüm serinin incelemesini yaparım. En baştan izleyip. son zamanlarda filmlerde liste yapmayıp tek tek inceleme yapıyorum farkındayım ama idare edin bu garibanı :). Hem böyle arada uzun inceleme yazmak bana da iyi geliyor umarım siz de okurken sıkılmazsınız. Hepsinin temasını sinemaya giden insanoğlu adı altında alırsak zaten yine bir liste oluyor :). Şimdi gelelim bu güzel filme.

Klasik kitap uyarlama olayından başlayacak olursam, olaylar kopuk değil ve bu da nereden çıktı diyecek olay yok. Aman neden iki film tek film olsa olmaz mıydı diyenlere ise hiç burası da fazla olmuş, gereksiz yere uzatılmış demedim. Gayet yerinde olmuş. Hayır uzatma olayını zaten Peter Jackson iyi bilir. Tek kitabı üç film yaparak, olmayan karakterler koyarak bize nasıl film gereksiz uzatılır güzelce, uygulamalı olarak göstermiştir. İlkini izledim, ikinciye gitmedim, üçüncüsüne gitmeyi yine düşünmüyorum. Teşekkürler Peter.

Filme tekrardan dönecek olursak Jennifer Lawrence döktürmüş. Hayır yeteneği, oscarı, güzelliği, sempatikliği yetmiyormuş gibi hatunun sesi de güzel. Artık bir yerde yuhh dedirtti (Şarkı için tıktık). Karakterine gelirsek kitapta hissettiğim alaycı kuş olma aşamalarındaki heyecanımı filmde de hissettim. Gayet güzel olmuş. Biz kızlar olarak Gale'e umut verip tipsiz Peeta'ya aşık olmasını kaldıramadık. Peeta hayranları kızmasın ama baştan beri diyorum olmamış, o role o adam olmamış. Karakterde değil de oyuncuda problem, hala iddia ediyorum seçememişler. Benim en çok sevdiğim karakterlerden,oyunculardan ve İngilizlerden olan Sam Claflin nam-ı diğer Finnick' i az görmekten şikayetçiyim. Arada bir görünüp iki üç cümle söyledi, olmadı. Bir diğer olmamış oyuncu Julianne Moore. Bu filmde karşımıza çıkan 13. Mıntıka başkanı Coin rolüyle kendisini beğenmedim. Ama bu filmde en beğendiğim karakter ve oyuncu bu sene aramızdan ayrılan Philip Seymour Hoffman'dı. Oyunculuğu tartışılmaz elbet ama bir insan bir role bu kadar mı yakışır. İzlerken hüzünlenmemek elde değil. Ara bulucu rolünü başarıyla gerçekleştirmiş.Filmi yine ağır havadan kurtaran yan rollerdeki Haymitch ve Effie karakterlerinin mizah anlayışı oldu. İkisi de az göründüler ama aklıma geldikçe hala gülmeme sebep esprilerin sahibidirler :).

Valla film popüler bir seri olunca soundtrack listesi de son dönemlerin favori isimlerine yer vermekten çekinmemiş.Tabi bunların yanında bazı klasik, rüşdünü ispat etmiş sanatçılar da yok değil. Lorde, Tove Lo, Chvrches, Grace Jones, Stromae, HAIM, Charlie XCX, Bat for Lashes, The Chemical Brothers bu isimlerden bazıları.

Bir de Suzanne Collins'i bir kez daha tebrik etmek gerek. Kadın yazmış. Sembolik isimler, göndermeler falan filan yapmış. İyi ki de yapmış. Saygı duyuyorum. Kültürel araştırmalar dersim için güzel bir kaynak ve örnektir kendisi :).

Fragman


Bu da müzik listesinden en sevdiğim şarkı



Devamını Oku »

14 Aralık 2014 Pazar

Gone Girl - David Fincher (2014)


Bir David Fincher filmi, modern klasik, müthiş bir film. İşte bence aslında Gone Girl'ün özeti. Filmden çıkıp yurduma dönene kadar sürekli sesli olarak veya içimden "Çok iyi ya" demelerim bitmedi. Düşündükçe filmin başka anlamları olduğunu görmek, yeniden keşfetmek etkisini üzerinizden atamamanızın diğer sebepleri. Kitap uyarlaması olan film, kitabı okumasam da film olarak başarılıydı. Fincher'ın sinemaya bakışını, duruşunu görmek ve muhteşem bir konuyla bağdaşması ayrı bir güzellikti. Zaten bilirsiniz ki iyi bir senaryo kötü bir yönetmenin elinde felakete dönüşmesi hiç de uzak bir ihtimal değildir. En güzel örneklerinden biri çok sevdiğim Harry Potter filmlerinin en vasatlarından olan 5. film "Zümrüdüanka Yoldaşlığı", iyi bir kitabın kötü yorumlanmasına güzel bir örnektir. Ha, bana sorarsanız ben yine Harry Potter der bağrıma basar izlerim.  Aynı zamanda yine aynı seriden 3.film "Azkaban Tutsağı"'da iyi bir uyarlamaya örnektir ki kendisi ödüllü yönetmen Alfonso Cuoron eseridir. Gillian Flynn'in hakkını da yememek lazım. Kitabın yazarı, aynı zamanda senaryolaştıran kişidir de. Böyle bir kitabı da, senaryoyu da ancak zeki bir kadın yazabilirdi. Filmi güzelleştiren o ince detaylar, yüksek dozda sembolizm, ara ara gelen güzel ince espriler, yan anlamlar hep onun eseri. Ben saygı duydum.

Gelelim filmin genel yorumuna. Spoiler vermeden ufaktan anlatmak isterim. Film, ilginç bir monolog ile başlar. Daha ilk sahneden anlatır derdini aslında. Adına da evlilik der. İlk baştan bunun psikolojik şiddet/baskı, modern gerilimin tanımını olduğunun sinyallerini verir. Film sizden hep bir adım öndedir. Bildiğini biliyorum deyip ikinci yarı filmi baştan yazar. Öyle şeyler anlatır ki ağzın açık kalır ama arada gülmeyi de ihmal ettirmez. Fincher'ın o güzel açıları da filmi güzelleştiren diğer bir özellik. Kendisi "The Girl With the Dragon Tattoo" dan sonra yine bir kitap uyarlamasıyla karşımızda. Bildiğiniz üzere kendisi sever zor işleri. Palahniuk uyarlaması "Fight Club"ı hepimiz seviyoruz zaten. Yine en sevdiğim filmlerinden olan "Panic Room" ile bize bir gerilim filminin nasıl olması gerektiğini öğretir. "Seven" ı ilk izlediğim de her ne kadar abartıldığını düşünsem de başarılı bir filmdir. Yine uyarlama "Benjamin Button'ın Tuhaf Hikâyesi" de ortalarında sıkılsam da orijinal konusuyla günlük hayatımızda hala dizi ve filmlere malzeme verir. "Gone Girl"  için bu kadar referans varken, filmin başarısız olması imkânsız. Zaten uyarlama yaparken senaryoyu David Fincher'ın güvenilir ellerine bırakmak yapılacak en doğru şeydir. David Fincher efsane yapsın, alsın çeksin diye kitap yazılır bu saatten sonra :). Genel olarak, Fincher, aslında yönetmenlerin baştan bir sıfır geride başladığı kitap uyarlamalarında, durumu lehine çevirip bir anda bir sıfır önde başlama sebebidir.

Oyunculara gelirsek, Ben Affleck olaylı bir adam zaten. Film çeker Oscar alır, film yazar Oscar alır, film de oynar yine Oscar alır. Kendisi Oscarla baya içli dışlıdır bazı oyuncuların aksine J. Ödüllerden yana şanslıdır. Oyunculuğunu pek beğendiğim söylenemezdi ama bu filmle sempatimi kazandı. Yüz ifadeleri sadece beni değil bütün seyirciyi güldürmeyi başardı. Hala Batman olma konusuna sıcak bakmasam da filmde başarılıydı. Gelelim Rosamund Pike'a. Bu İngiliz hanımı birçok filmden hatırlayabilirsiniz. İtici gibi görünse de oyunculuğu güzeldi (itici dememin sebebi karakterinden dolayı değildir J). Neil Patrick Harris görmek isteyenler biraz hayal kırıklığına uğrayabilirler çünkü kendisi ikinci yarıda ve az biraz görünür. Az göründüğünden midir, rol farklı geldiğinden midir bilmiyorum da kasıntı, tam role girememe bir durumu vardı sanki. Yine de kötü diyemem. Film boyunca bu adamı nerden tanıyorum ya dediğim, aslında Facebook'ta birçok kişinin kapak fotoğrafı olarak görebileceğiniz canımız bağımsız filmlerden "Wristcutters" filmindeki başrol imiş kendisi. Dedektif ve başkarakterimiz Nick Dunne (Ben Affleck)'ın ikizi de güzel yan karakterleri başarıyla yerine getirdi. Ama bu yan rollerde ekstra sempatimi kazanan "Tanner Bolt" karakteriyle Tyler Perry oldu.

Müziğe gelirsek, bence filmi film yapan en önemli özellik/güzelliklerinden biridir. Doğru yerde gerilimi arttıran, sahneyi destekleyen başarılı bir soundtrack olmuş. Bir araba sahnesinde çalan Don't Fear the Reaper- Blue Öyster Cult ü es geçmek olmaz(Dinlemek isteyenler tıktık). Yine film için manidar şarkılardan biri.

Genel fikre gelecek olursak film, sinemada herkeste aynı anda seyirciye aynı tepkiyi verdirtmeyi başardı(en küçük salona koyan Cepa, utan!). Gerilim filmlerini sevenler kaçırmasın. Gerilim dedim diye korku sanılmasın, şahsen ben ne kadar düşkünsem gerilim türüne o kadar uzağımdır korkuya. Bu kadar sebebiniz varken bu filmi es geçmeyin. Tabi ben bu yazıyı hala sinemalardayken yazmıştım ama  eminim izlemeyenlerinizde DVD sürümünü bekliyordur :P. O zaman "common baby, don't fear the reaper" deyip bu yazıyı da bitirelim :).



Fragman




Devamını Oku »

1 Aralık 2014 Pazartesi

Ane Brun #konser



Evett, her zaman  öneri yapacak değiliz biraz sohbet edelim. Yine bilmeyenler için öneri olacak ama bilenler için anı okumak gibi. Taa haftalar önce gittiğim canım cicim Ane Brun konser izlenimimi paylaşmak isterim. Ankara Nordik Müzik Festivali kapsamında gelen Ane bizi sesiyle büyüledi. Albüm kaydı gibi güçlü sesi ekstra hayran olmama yetti de arttı bile. Yalnız konserden önce de sonra da dilimden düşmeyen şarkı ve bence konserin tek eksiği "These Days" idi :'( :'(. Hala içimde yaradır. Onun dışında tek kişilik sahne performansı sergileyen Ane cesaretiyle de takdir edilesiydi. Gitarlar geldi gitti, piyano da çaldı. Arka fonu sürekli değiştiren (ışıkçı)  arkadaşın konser başlayınca ayakkabılarını çıkartıp konser bitince giymesi ayrı bir olaydı :).




Ama asıl bomba, provaları kaçak olarak izlememizdi herhalde :). Zaten bir işte ben varsam olaysız geçmez o gün, Anlatayım hemen. Biz erkenden ODTÜ'ye gittik, ben daha önce gitmediğim için bi görmek istiyordum ki çok güzel bir yer; çarşısı, kırtasiyesi, kitapçısı,yemekleri güzeldi :). Yere bakalım da biletleri alalım diye erkenden gittik salona. Bir bakalım mı içeri noluyor ne bitiyor derken arkadaşıma "Ya gel bi bakalım nolcak" deyip kapıyı açmamla Ane Brun'un provasını görmemiz bir oldu. Zaten sahne hariç her yer karanlık bari oturalım dedik :). Görevli bizi fark edene kadar oturduk izledik. Sonra adamın kaba bir şekilde "Sizi dışarı alabilir miyim" demesiyle gerçek dünyaya dönüp konser saatine kadar ODTÜ çarşının teras kısmında takıldık.Ama biz göreceğimizi gördük havalı arkadaşım :P. Kapı açılışı söylenilen saatten daha önce açıldığı için birazcık arkalarda olsak da Ane'in sesi ve sempatikliği bize ulaştı. Kendisi Türkçe konuşmayı da ihmal etmedi, Ordan da aldı gönlümüzü. Sonra başladı o güzel aşk şarkılarını söylemeye. Do You Remember, To Let Myself Go, Undertow, Words, This Voice, The Light from One ve daha hatırlamadığım bir çok şarkı. Şenlik gibi müthişti ya :) Seyirci de maşallah bir elit bir kaliteli, zaten birçok erasmus öğrencisi gelmişti. O eltlikten utanmasam bağıracaktım These Daysss diye zor tuttum kendimi :). Hala atlatamadım.





12 Aralık'ta  Küçükçiftlik Park konseri olacak kendisinin. Orada çalarsa bir video falan atarsınız artık. Sonuç itibariyle harika bir gündü. Buradan kendisine teşkkür ediyor bir daha These Days'i repertuvarına almasını o şarkı olmadan gelmemesini, vallahide billahi de darıldığımı söylüyorum. Daha canlı dinleyip ağlayacaktım ya :(. Neyse ilk etkinlik yazımın sonuna geldim. Başta kendime ve sizlere bol etkinlik dolu günler, öneri makinesi olmadan geçen gününüz olmasın der bu yazıyı da bitiririm. Birkaç fotoğraf atayım bari uzaktan uzaktan. (Fotoğraflar arkadaşım Anıl'a aittir, onun güzel blogunu ziyaret etmek isterseniz tıktık .)




Devamını Oku »

9 Kasım 2014 Pazar

Mild Tunes #vol2

Yeni listeler yapıyorum evet ama eskileri de unutmuyorum. Söz verdiğim gibi ara ara o listelere yeni şarkılar ekliyorum. Bugün de yeni yeni dinlediğim çok sevdiğim o şarkıları mild tunes listesine ekledim ama burada videolu olarak hep beraber dinleyelim :)


1. Ankara Nordik Festivali kapsamında gelen Ane Brun konserinde canlı dinleme şansına sahip olduğum To let myself go bu listede :).


2.Listemize yeni eklenen Alt-J şarkılarından ilki "Breezeblocks".


3.Bir diğer Alt-J şarkısı, ünlü savaş fotoğrafçısı Robert Capa'nın hikayesinin anlatıldığı ve aynı zamanda sevgilisinin şarkıya isminin verildiği "Taro" müzikalitesi yüksek güzel bir şarkı.



4. En popüler Daughter şarkısı olsa gerek.



5. Andy Warhol'un ricası üzerine Lou Reed'in yazdığı Edie Sedgwick'e ithaf edilen güzelim şarkı "Femme Fatale". (Soundcloudda orijinalini bulamadığım için bir o kadar güzel Beck coverını koydum :))




6. İlk kez dinlediğim bir grup ama müziğini de solistin söyleme şeklini de çok sevdim. Psychedelic rock olayı güzel bir şey zaten. Bence siz de bir şans verin :).




Devamını Oku »

1 Kasım 2014 Cumartesi

Son Keşifler #vol2

Uzun zamandır yeni keşifler konusunda duraklama dönemindeydim, ama yavaştan güzel şarkılar çoğalınca liste yapmanın zamanı geldi diye düşündüm. Hem çok uzun da olmasını istemedim. Bu seferkiler tadımlık. Uzun zamandır farklı türlerde geziniyordum. Ankara'nın gerçek ve sevdiğim havasına dönüşmesiyle indie sezonunu da açmaya başladım. Madem ben açtım, blogda da etkisinin görülmesi lazımdı. Hepsi indie olmasa da ufaktan etkisi olacak bu listede, hızlı başlayıp yavaşça tempomuzu düşüreceğiz.

1. İçinizi kıpır kıpır yapacak müziğiyle Azealia Banks, yine dans pistlerini coşturacak şarkısıyla "Chasing Times". (Beğenirseniz Liquorice ve ATM Jam)




2. Maroon 5'ın son albümdeki şu ana kadar en sevdiğim şarkısı Maps gayet başarılı, Klipteki üzgün Adam'ın aksine, gerçek Adam evlendi, hala inanamıyorum.



3. Bu şarkı yeni değil, kısacası geç sevip tam sevdiklerimden, sürekli dinliyorum. Sia zaten Sia işte. Lyric klibini daha çok sevdiğim için onu paylaşıyorum:).



4. Yine eski bir şarkı ama geç keşfettiğimden. Kanye West "Heartless" diyor.


5. Bir önceki son keşifler #vol1 listemde paylaştığım gruplardan biri London Grammer, güçlü sesiyle Strong diyor. Aslında geç keşif değil bu aralar çok dinliyorum :). 

Yeah, I might seem so strong
Yeah, I might speak so long
I've never been so wrong



6. İndie'ye dönüş dedik, boşuna demedik. Dünyanın en tatlı şarkılarından biri olmaya aday "Out of My League".



7. Yine eskiden beri çok sevdiğim, şu aralar daha çok dinlediğim tam bu mevsime uygun şarkılardan biri "Sweater Weather".



Devamını Oku »

30 Ekim 2014 Perşembe

Yıldız Tilbe Sevmek

Çok zaman önce Nejat İşler'in bir röportajını okuduğumda şöyle demişti "Yıldız Tilbe benim için Türkiye'nin en güzel rock şarkıcısı", kesinlikle katılıyorum. Asilik, baş kaldırma, boyun eğmeyiş Yıldız Tilbe sözlerinde görülür. Bazı insanlar ismi duyunca burun kıvırıyor ya da küçümsüyor olabilir. Onlara cevabım acaba beğenmedikleri Yıldız Tilbe'nin o çok sevdikleri/sevdiğimiz, şarkılarına eşlik ettiğimiz, söz fabrikatörü dediğimiz Sezen Aksu'nun keşfi olduğunu biliyorlar mı. Ya da "Kış Güneşi", "İşim Olmaz" Tarkan şarkılarının söz müziğinin ona ait olduğunu, "Vazgeçtim" şarkısının müziğinin Ozan Doğulu'nun olduğunu. Levent Yüksel, Fatih Erkoç gibi güçlü seslerinde Yıldız Tilbe şarkılarını söylediğini, Manga grubuyla düet yaptığını. Bunlar sadece birkaç örnek. Tabi ki bunlar Tilbe'yi dinlemek ve sevmek için neden olmayabilir benim lafım burun kıvıranlara. Bir de çok bilinen bir lafı vardır "Ben ne besteler yırtıp attım çöpe, sırf gençler intihar etmesin diye". Yani başkadır o, yüreğinden acı geçmeyenler anlamaz. Medyatik kişiliğine bir şey demem ama şarkılarına bir de bu gözle bakın derim. Bir çok usta şarkılarını söylüyorsa vardır bir sebebi. Bana gelince eski şarkılarına resmen bayılıyorum. Sözleri Tilbe'nin kendine has güçlü sesiyle birleşince oturur saatlerce dinlerim. Şimdi size kendi sevdiğim ilk beş şarkıyı paylaşmak isterim. Hepsi de eski ve duygusal şarkılarıdır (Delikanlım yok). Dinleyip dinlemek size kalmış, benden önermesi :).

5. İbrahim Talıses ve Deniz Seki'den hatırlıyor olabilirsiniz bu şarkıyı ama benim ikisinide dinlediğim söylenemez. Söz ve müziği Yıldız Tilbe'ye ait bu şarkı listemde 5 numara da :).
Yalnız o değil de bildiğin blogda İbo Show paylatım ya :). Neyse Yıldız'ın hatırına.




4. Sevemedim ayrılığı gel alışamadım bak gözlerime bağışla bitmesin.




3. Mabel Matiz'in coverını yaptığı iyi ki de yaptığı Aşk Yok Olmaktır. Sukunetim deliliğimden, aşk yok olmak diyor biri, yar ben yokum yok zaten.



2. Seni sevmeyi ağır ödüyorum diyen Yıldız Tilbe yine birçok ses yarışmasının temel şarkılarından birini söylüyor :).



1. Vee benim enimin eni Yıldız şarkısı. Belki izlemişsinizdir, Mabel Matiz, Ceylan Ertem ve Gaye Su Akyol klip çekimi kamera arkasında bu şarkıyı söyler "Yalnızlığın kadınıyım alma beni el adamı."


Devamını Oku »

11 Ekim 2014 Cumartesi

Türkçe Cover Vol #1

Vee uzun bir aradan sonra on şarkıdan oluşan güzel bir müzik listesiyle karşınızdayım :). İnsanlara coverı sevdiren blog öneri makinesi sizlere yine bir cover listesi hazırladı ama bu sefer Türkçe. Hadi başlayalım.


1. Listeye şöyle hareketli bir şarkıyla başlayalım. Göksel Ajdamın klasiklerinden Baksana Talihe'yi söylüyor.



2. Hareketli devam edersek Six Pack'ten Zuhal Olcay coverı gelsin. Sen bana fazla fazla iyisin. (Bu gruba dikkat coverlarının hepsi dinlemeye değer)



3. Biraz jazz, ülkemizde türün önemli temsilcilerinden Jülide Özçelik Mecnunum Leylamı Gördüm diyor. Bu coverda temsilidir. Daha bir çok güzel coverı vardır, bakmanız şiddetle önerilir.



4. Bu kadar hareketli yeter. Genel modumuz hüzne dönmeden önce biraz rap rock düeti dinleyeceğiz. Aylin Aslım klasiği, Manga solisti Ferman eşliğinde Çilekeş henüz Bubituzak'a dönüşmemişken Senin Gibi' yi söylüyor.



5. Direkt damardan giriyorum. Buyrun Haydar Haydar, günah benim kime ne!



6. Taa anatolianrock zamanlarından takip ettiğim Piiz, gerek kendi şarkıları gerek coverlarıyla benim gönlüme taht kurmuştur. Buyrun Vazgeç Gönül.



7. Canım cicim Melis Danişmend en güzel şarkı sözlerine sahip şarkılardan biri Haberin Yok Ölüyorum'u söylüyor, hatta söylemiyor adeta içimize işliyor.



8. Gaye Su Akyol'un gruplarından en sevdiğim Seni Görmem İmkansız arkadaşlarına Kimse bilmez diyor.Umarım solonun yanında bu grupta devam eder.



9. Mabel'in her coverını severim. Nazan Öncel, Sezen Aksu ama Ezginin Günlüğü Bekle Beni şimdilik bu listede.


10. Kapanışı da büyük ustalardan Bülent Ortaçgil şarkısıyla yapalım. Bu coverda yok yok. Ceylan, Birsen ve Jehan gibi 3 büyük ses beraber Bu Su Hiç Durmaz derse nasıl oluru gösteriyor.




Devamını Oku »

17 Eylül 2014 Çarşamba

Biri dedektif mi dedi?



Benim gibi küçükken izlediğiniz polisiye filmlerden çok etkilendiyseniz, hatta adalet sisteminin jüriden oluştuğunu hatta ve hatta ilerde yapacağınız mesleğin dedektiflik olacağını düşünüyorsanız ve hala şimdiye kadar  bu türü seviyorsanız benim başarılı bulduğum birkaç romanı paylaşmak isterim.

Agatha Christie – On Küçük Zenci



Canım, ciğerim, İngiliz’im. Onun her romanı harikadır, hepsi tadını damağınızda bıraktırır. Efsane karakteri pos bıyık Hercule Poirot ile gönlümüze taht kurmuştur. Ama benim bu romanı seçme nedenim diğerlerinden daha iyi (belki bi tık) olması değil, ilk okuduğum kitabı olması. Her kitabı ayrı güzeldir. Alın okuyun, pişman olmazsınız.

Stieg Larsson – Ejderha Dövmeli Kız



Zaten hem İsveç hem Amerikan yapımı filmleri var, hem kitap çıktığı yıl çoksatan listelerine girdi (tabii ki kalite garantisi değil). Her ne kadar Erika’ya sinir, Mikael’e gıcık olsam da Lisbeth Salander gibi bilgisayar dâhisi, fotografik hafızaya sahip, asosyal bol olaylı bir karakteri vardır ki hikâye akıp gider. O kalın kitaplara ne zaman başladınız ne zaman bitirdiniz bilemezsiniz. Bir yerde okumuştum, yazar seriyi  7 veya 10 kitap (tam hatırlamıyorum üçten çok işte J) olarak düşünmüş ama ömrü yetmemiş L. O yüzden 3 kitapla yetinmek zorundayız :’(

Harlan Coben – Orman



Yazarla ilk tanıştığım roman. Başka kitaplarını okumuş beğenmiş olsam da ilki kadar tat vermese de başarılı polisiye romanları var (Myron Bolitar adlı daimi karakteri vardır, ki abimiz alaylı dedektiftir, birkaç kitapta yer alır, okunulabilir.). Ama Orman güzel kurgusu ve bol şaşırtmacasıyla diğerlerinden (en azından okuduklarım kadarıyla) öne geçer.

Dan Brown - Da Vinci Şifresi



Tamam, Kayıp Sembol’ü hiçbirimiz sevmedik ama hakkını yemeyelim, zeki simgebilim profesörümüz Robert Langdon ile az koşup heyecanlanmadık ordan oraya. Melekler ve Şeytanlar olsun Da Vinci olsun birçok Türk gencinin kitap okumaya başlama sebebidir. Sırf bu yüzden sevilir J

Alper Canıgüz - Oğullar ve Rencide Ruhlar



Zaten Alper Canıgüz Sevmek yazımda daha ayrıntılı bir şekilde anlatsam da 5 yaşındaki, büyümüşte küçülmüş Alper Kamu bu listenin olmazsa olmazıdır. Kendisi her ne kadar yaşından beklenmeyen özellikler gösterse de yaşının gerektirdiklerinden paçayı sıyıramaz. Eğlenceli ama yeri geldi mi taşı gediğine koyan Canıgüz’ ün şimdilik (umarım) bu iki kitaplık Alper Kamu serisini okumanızı şiddetle öneriyorum.

Mark Haddon - Christopher Boone'un Sıradışı Hayatı



Türkçe çevirisi hala var mı bilmiyorum ama ben bir hocamız sayesinde orijinalini okuma fırsatını yakalamıştım. İyi ki okumuşum. Bu sefer dedektifimiz 15 yaşında, Sherlock Holmes hayranı(kesinlikle Conan Doyle değil), Asperger sendromu olan bir gençtir. Komşusunun köpeğinin öldürülmesi üzerine hayranı olduğu Sherlock Holmes’ten esinlenerek bu olayı araştırmaya başlar. Kesinlikle tavsiye edilir.


Arthur Conan Doyle - Sherlock Holmes


Hepimizin önünde saygıyla eğildiği, zeki ve sıra dışı dedektif Sherlock ve daimi yardımcısı Dr. Watson’ ı unutmak ne mümkün. En çok yorumlanan kitaplardan biridir sanırım. Sherlock ve Benedict Cumberbatch hayranı olduğumu söylememe gerek yok zaten :).Kitaba gelecek olursak öyküleri herkese tat vermiyor ama romanları ben beğendim. Öyküler kısa bana yetmez derseniz, Sherlock Holmes serisinin dört romanını okuyun. Fotoğraftaki ilk yazılan Sherlock romanı. Watson'la tanışmasına tanık olacaksınız.

Arnaldur Indridason - Sesler



Bir İzlanda polisiyesi. Evet, olaylar İzlanda’da geçiyor. Sonunu az çok tahmin ettim ama şaşırtan olaylar kitabı sürükleyici yapıyor. Konusu ilginç ve öldürülen adamın geçmişi gerçekten iyi kurgulanmış. Dedektifimiz Erlendur da bana okuduğum diğer detektiflere göre daha rahat geldi. Alıştığımız gibi oradan oraya koşmuyor, bir şeyleri öğrenmek için zorlamıyor, olayları daha çok akışına bırakıyor. Alıştığımızdan farklı bir polisiye yani. Görünenden fazlasını saklıyor. Bir şans verip okuyun derim :).

Eksikler vardır, doğrudur ama benden şimdilik bu kadar J Ee ben zaten bunları biliyorum diyorsanız da e siz önerin de ben okuyayım J


Devamını Oku »

15 Eylül 2014 Pazartesi

Hoşçakal

Yol şarkılarından esinlenerek hazırladığım bu hoşçakal temalı listeyi paylaşmaktan onur duyarım :) Hazır ben Ankara'ya gelmişken aileme ve güzel memleketime de buradan hoşçakal demiş olayım. Yani ortam müsaitken size beş şarkılık "Goodbye" temalı bir lise hazırladım :).

1. Goodbye deyince benim aklıma hemen Goodbye My Lover gelir :).




2. Muhteşem grup Maroon 5 ın solisti Adamımız Levinemız Sweetest Goodbye diyor.




3. Jeff :(.



4. Bu grubun slow şarkılarına bayılıyorum <3<3<3. Hep beraber, in my dreammssss.




5. Placebo en sevdiğim gruplardandır her ne kadar son albümlerini eskileri kadar tutmasam da, canımız <3 Kapanışı klibi güzel, kendi güzel Song to Say Goodbye ile yapalım :)





Devamını Oku »

11 Eylül 2014 Perşembe

Yol Şarkıları

Malum Eylül ayı geldi, kimi işine kimi okuluna artık yavaş yavaş hazırlanmaya başladı, tatil bitti. Sonbahar ayının da gelmesiyle şöyle yolda dinleyebileceğiniz yol şarkıları önermek güzel olur diye düşündüm. Sonbahar temasına uyup parçalı bulutlu, arada güneşi gösterip içimizi ısıtan, yer yer yağışlı şarkılar eşlik etsin bize. Aynı zaman da gittiğimiz, gitmek zorunda olduğumuz, başkalarının tek sözüne bakarak gideceğimiz ya da kendi çizdiğimiz yollardan bahsedelim.).


Keyifli dinlemeler :). Yorum yapmayı unutmayın :).



Devamını Oku »