1 Eylül 2016 Perşembe

Sinema Güzeldir #2

Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? Bugün yine sizlere sinemada izlediğim son üç filmi yazacağım, izleyeli baya oldu yani geç bir paylaşım, bana kızmayın :). İlkine buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Bu arada bir duyuru yapmak istiyorum;  zaman su gibi akıp geçiyor, çekilişi başlatalı neredeyse bir ay oldu ama 4 Eylül’e kadar hala katılabilirsiniz. Çok güzel kitaplar ve defter var hala katılmadıysanız, duymadıysanız şuraya tıklatın. Önemli bir hatırlatmada da bulunmak istiyorum çünkü yorumlarda ortak bir sıkıntı olmuş çekilişe katılmanın tek zorunlu şartı blogu sağ taraftan takip etmek. Onun dışındakiler ek hak. Zorunlu şart yerine gelmeden diğerleri geçerli sayılmıyor, görünür olarak izlediğinizden emin olun lütfen. Ben de sizleri çekilişe hemencecik dahil edeyim. Zaten izliyor iseniz yorum yapmanız yeterli. Arkadaşlarınıza hediye etmek isteyebileceğiniz güzel kitaplar var, bir bakın derim. Bir yorumda çekiliş blogları olmadığı sürece katılım mümkün dedim ama fark ettim ki yayınımda belirtmemişim o yüzden yanlış anlaşılma olmasın eğer öyle bir durum varsa ama özellikle belirtmediğim için tüm katılımları sayıyorum, unutmadan söyleyeyim :). Şansınız bol olsun, sabrınız için de teşekkürler.

Gelelim filmlerimize.

Ghostbusters





Ya bu filmin müziği efsane diye başlamak istiyorum. İzlediğimden beri “nınınını nınınını nını nınınını nınınını nını, GHOSTBUSTERS” diye olur olmadık yerde sesli söylüyorum :). Bunun dışında bir ilki yaşadım. Koskoca sinemada TEK BAŞIMA film izledim :). Evet, baya bildiğiniz benim için reklamlar döndü, film oynatıldı, ara verildi ve ışıklar benim için yanıp söndü :). Daha önce neredeyse boş sinemalara, filmlere gittim ama hiç gerçek anlamda tek olmadım ya arkadaşlarım ya yakınlarım vardı. Ama ilk kez tam anlamıyla böyle bir tecrübe yaşadım, süperdi :). Gelelim filme artık :). Filmin orijinalini izlemedim izlediysem de çok küçüktüm hatırlamıyorum sadece müziği ve hayal meyal görüntüleri aklımda. O yüzden karşılaştırma yapamayacağım sadece bu karşıt cinsiyet fikri hoşuma gitti. Erkek sekreter (Chris Hemsworth yahu :)) ve kadın başkarakterler güzeldi. Her zaman olduğu gibi bir kötü adamımız ve dünyayı kurtaracak kahramanlara ihtiyacımız vardı. Bunlar klasik aksiyon, komedi filmlerinin zaten vazgeçilmezi. Peki bu filmi eğlenceli kılan neydi diye sorarsanız, mizahı derim. Mizah böyle filmleri her zaman kurtarır ve daha izlenilir kılar benim gözümde. Öyle ki fazla klişeye kaçmadan yapılan espriler beni güldürdü ve ilk yarıda baya eğlendim. Bunun dışında kadınların baş rolde olması her ne kadar az çok Hollywood tarzında olsa da iyiydi. Akademisyen ablamız bana sürekli Zooey Deschanel’i hatırlattı. Sizce de aşırı benzemiyorlar mı? Acaba ablası mı diye film arasında baktım ama değilmiş çünkü “yeni kızımızın” ablası da oyuncudur. Melissa McCartney’i en son yine bir komedi aksiyon filminde baş rolde izledim ve kendini 0 beden olmadan da kabul ettirip baş rolde oynamasının çok iyi olduğunu düşünüyorum. Aslında Kristen Wiig dışındaki hiçbiri bu beden ölçülerine uymuyordu sanırım ama hepsi çekici ve güzel hatunlardı. Bence oyunculukları da fena değildi. Baya eğlenmelik bir filmdi anlayacağınız. İkinci film olursa daha çok dereceleri artmış hayalet ve onların hikayelerini izlemek isterdim :).

Yüce Adalet





Sevgili Keune Reeves’in son filmi. Bir mahkeme filmi :). Beklentimin üstünde bir filmdi. Vauvv pes doğrusu dedirtmese de şaşırtmayı başardı. Filmin konusu ise özetle ünlü bir avukat olan babasını öldürmekle suçlanan bir oğlanın duruşması idi. Ana mekan mahkeme salonuydu ve zaman zaman geri dönüşler ve ileri görüşleri (flash forward) izledik. İzleyici duruşmada resmen jüri görevindeydi ta ki son sahneler kadar o zaman işler biraz değişti. Ama biz de her zamanki gibi kim haklı kim suçlu kendi içimizde o soruları sorduk tanıkları dinlerken. Renee Zelwegeer niye bilmiyorum bana biraz vasat geldi bu filmde. Ve yaşlanmak değil de çökmüş sanki. Keune Reeves zaten hala yakıyor, filmdeki performansı da iyiydi. Onun yardımcısı rolündeki avukat hanım kızımız da başarılıydı yalnız sonlara doğru daha çok aktif olabilirdi nasıl olurdu merak etmedim değil. Güzeldi bence bir bakın derim :).

Suicide Squad





Ben yönetmeni sevsem de Nolan’ın Batman serisini kendime göre bazı sebeplerden ötürü hala izlemedim :). Batman vs Superman’i zaten izlemedim ama anladığım kadarıyla daha doğrusu birbirlerine karşı olmalarından anlıyoruz ki iyi adamımız kötü olmuş en azından biri. Savaştıracak kötü adam kalmayınca iyi adamlar güç savaşına mı girdi, böyle bir şey yapalım mı dedi yapımcılar anlamadım ama önemli de değil. Başka sebepler olabilir olmayabilir saygı duyuyorum :). Bu filme gelirsek devam filmi gibi ama değil gibiydi de. Kendi başına bir film ama bir alakası da var gibiydi yukarıda bahsettiğim filmlerle. Ve iyi adamlar madem kötü oluyor kötü adamlar iyi olamaz mı olur mantığıyla toplama yaptılar bu filmde sanırım ve bir blogda okumuştum sanırım Joker mafya babası gibi olmuş diye evet öyle bir durum vardı sanki. Bir de Joker’in Joker olma sebebi asite düşmesi ve bunu saklaması ama maşallah burada asitten Harley Quinler, dövmeli jokerler çıkıyor hadi hayırlısı :). Ben Burton'ın ilk filminden öyle hatırlıyorum. Onun dışında ben Joker’e bayıldım. Çok doğru bir oyuncu seçimi olmuş keşke bu kadar çok karakter olmasaydı da Joker ve Harley Quinn ile alakalı bir film olsaydı. Zaten film Harley Quinn’in filmi gibiydi onda sıkıntı yok da çok fazla karakter ve onların hikayesinin olması durumu filmi çok yüzeysel kılan bir şeydi. Bunu demekteki kastım şu gerekli görülen karakterler anlatılırken diğer karakterlerin hikayelerinin özet geçilmesi. Bu biraz oldu bittiye getiriş acaba bu kadar çokluk gerekiyor muydu diye düşündürtüyor. Kötü adamların iyi adama dönüşmesi değil de kötü adamların bu iş için seçilmesi fikri bence daha cazipti ama sonuçta bir klasik süper kahraman hikayesi daha doğrusu anti kahraman hikayesi ama bence sonuyla da kanıtlıyor ki ikisi arasında pek bir fark yok bu film için. Joker ve Harley Quinn’de bu ikinci temaya daha yakınlar ki film bittikten sonra en çok onların konuşulması tarzları dışında bundan kaynaklı olabilir. Filmin eğlenceli yanları güzeldi. Şarkı seçimi müthişti. Jokerin silahlar arasına gülerek yatması ve üst çekim (hala izlemeyenleriniz varsa o sahne gelince beni hatırlayın J) çokk güzeldi. Bence harcanmış Joker bu filmde ya. Çok güzel işler çıkardı da sanırım devam filmine saklıyorlar. Neyse fena değildi bence bunu deme sebebimin de çoğunluğunu komedi unsurlarına borçluymuşum gibime geliyor ama sorun yok. Gülmeye ihtiyacımız var. Bu arada nolur ama nolur Cara Delevigne oyuncu olmasın, kampanya başlatalım bıraksın bu işleri. O kenafir gözleriyle kötü kadınken fena durmuyor da diğer haldeyken hiç olmamış ya valla bak. Bıraksın bu işleri yol yakınken.


Benden bu kadar. Siz neler izliyorsunuz bu aralar, iki yorum atın da şenlensin buralar. Kendinize iyi bakın, sanatla kalın :).

Devamını Oku »

15 Ağustos 2016 Pazartesi

Mimlendim #BloggerLife2


Merhaba arkadaşlar J. Bugün sizlere ilk kez bir şey önermek dışında konser anılarımı saymazsak bir yazı yayınlayacağım çünkü mimlendim hem de ilk kez hem de bir yorumda. Yeni bir blog takip ediyordum ve her sevdiğim bloga yaptığım gibi dayanamayıp bir yazısına yorum bıraktım. Kendisi şu tatlı blogun sahibi olur. Ve beni cevaplarken demez mi üstteki yayına bak mimlendin diye. Yaa bir anda mimlenmiş oldum ve ilk kez mimlendim. Bu mim bloggerlık ve blog hayatı ile alakalı kısacık bir mim. Sahibine beni mimlediği için teşekkür ediyorum ve sorulara geçiyorum.

1. Blogger denilince aklınıza gelen ilk şey nedir?

Şimdi şöyle, ben de bir blogger olduğumu ara ara yorumlarda veya yayınlarda bahsederken daha yeni yeni fark ediyorum aslında ucundan kıyısından bir bloggerım diye ama aklıma gelen blogger denilince sen ben o değil de yabancı moda bloggerlar geliyor instagramda falan gördüğümüz. Güzel cici bicilerini giymiş güzel hatunlar, meslek olarak bu işi yapanlar lakin bu sürekli bize gösterilen olduğu için öyle bir yer edinmiş olabilir aklımda. Halbuki birçok alanda çok güzel yazarlar var ki moda blogları dahil instagramda olan olmayan fakat nedense ben de öyle bir algı oluşmuş. Biraz durup düşünce ise aklıma belli başlı bloggerlar geliyor bildiğimiz sevdiğimiz takip ettiğimiz insanlar. Okumayı sevdiğim, takip ettiğim bloggerlar bir diğer deyişle. Ve son olarak ise aklıma ben geliyorum J. Yani tabi bu alanda kendini kanıtlamış, yıllardır blogunu bırakmamış, emek vermiş, ciddiye almış çok yazar var ki onların yanında kendimi düşünmem saçmalık belki de ama arada böyle olduğunu bilmek güzel hissettiriyor J.

2.  Her temadan (kişisel, gezi, kozmetik, kitap vs.) yazılarını en çok beğendiğiniz bloglardan örnek verin desem?

Hımmm çok zor soru açıkcası. O kadar çok sevdiğim, takip ettiğim yazsa da okusam dediğim blog var ki seçim yapıp da buraya yazamam ama bir tanesi benim blogumu açmamda öyle etkili ki onu yazsam kimse gücenmez herhalde J. Ben hep blog açmak istiyordum senelerdir ama tabi ki üşengeç olmak kolay değil hep erteliyordum ve blog açmak isterken örnek aldığım, çok özendiğim bir blog vardı resmen onlar blog açma sebeplerimden biriydi. O kadar seviyordum ki eski yazılarını açıp okuyordum sevdiğim yazıları tekrar tekrar dönüp okuyordum. Aşırı seviyordum anlayacağınız taa blog açmadan önce. Onlar kim diye merak ettiniz dimi? Birçoğunuzun sevip takip ettiği Kediler ve Kitaplar. İşte benim blog açmama vesile şeylerden biri bu güzel blogdur. Hala yazı yazıyorlar fakat eskisi kadar değil ve bu çok üzücü. Onun dışında bloglarının görünüşünden yazılarına her şeyiyle sevdiğim nadir bloglardan ve yeri de ayrı J

3. Yeni blog yazmaya başlayan arkadaşlara verebileceğin öneriler nelerdir?

Valla pek kendimi bu konumda gördüğümü söyleyemem tecrübeli, kendini bu alanda kanıtlamış bloggerlara sormak daha mantıklı geliyor J. Ben sadece diyebilirim ki bir okuyucu olarak bloggerlara yazılarınıza özen gösterin, yorumlarınıza zahmet edip yorum yapan izleyicilerinizi görmezden gelmeyin, yayınlayıp cevapsız bırakmayın, daha fazla blogla iletişim halinde olun ki biz de yeni bloglar tanıyıp sevelim. Öyle yani ben bunları yapan bloguna özen gösteren emek veren ilgi alanıma giren her blogu daha bir severek okuyorum.

Ve mimin sonuna geldik. Başka mimlerde görüşmek üzere J.

Devamını Oku »

Sinema Güzeldir

Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? Bugün sizlerle istedim ki vizyon filmlerine şöyle bir göz atalım. Ben vizyon filmlerini takip ederim ne gelmiş gitmiş diye ama en çok Başka Sinema severim açıkcası J. Şu aralar Başka Sinema şansım çok az lakin vizyon filmleri de bu aralar fena gitmiyor hani. Bu listeyle böylece hem birbirimize film önerelim hem de tartışalım ne dersiniz? Hadi başlayalım!

Evcil Hayvanların Gizli Yaşamı




Fragmanı ilk çıktığından beri bir sene oldu herhalde merakla beklediğm bir film. Konusu öyle hoşuma gitti ki bir de o kadar eğlenceli fragmanla bunu destekleyince ne zaman çıkacak diye sabırsızlıkla bekledim ve sonunda geldi. Çıktığı günün ertesi falan gittik herhalde. Ben çok eğlendim izlerken. Film üç boyutluydu gereksiz bir şekilde. Filmleri üç boyutlu yapıp bir iki hareketle bize fark ettirecekse hiç ettirmesin kanaatindeyim ben. Zaten gereksiz göz yoran bir olay, hakkını verirlerse eyvallah ama ben daha öylesini izlemedim ya da denk gelmedim herhalde. Filmde Max baş karakter köpeğimiz. Sahibine aşık, komşu evcil hayvanlarla dost, tek işi sahibinin dönmesini beklemek olan bir köpecik. Ne zaman ev sahibi akşam yeni bir köpekle eve gelir Max kendini dışlanmış ve ihanete uğramış hisseder. Yeni gelen köpek Duke barınaktan sahiplenilen iri bir köpektir ve kendinin istenmediğini anlayınca aralarında bir rekabet olması kaçınılmazdır. Bu ikisi arasındaki rekabet uzun sürmez çünkü kendi aralarında çatışırken başka bir rakip ortaya çıkar ki bu rakip - aslında rakipler -sahiplenildikten sonra insanların bakamayıp sokağa attığı sokak hayvanlarıdır. Sokak hayvanlarına karşı birlik olmaları ve yardım almaları gerekmektedir ve bu yardım Max’in gizli aşığı tarafından ilginç bir evcil hayvanlar topluluğuyla karşılanacaktır. Hikayemiz anlayacağınız böyle. Arkadaşlığın önemini anlatan paylaşmayı öğretmeyi amaçlayan komik bir animasyon. Çizimler zaten çok tatlı ve güzel.
Fragmanını izlediğimde böyle bir hikaye beklemiyordum fakat gerekliydi. Evcil hayvanların sahipleri yokken neler yaptığı belki büyüklere göre anlatılıp çizilseydi nasıl olurdu merak etmiyorum değil hani. Fikir çok orijinal, doğru yerden yola çıkılıyor fakat asıl anlatılmak hikaye başka burada. Yine de çok eğlenceli ve komik bir animasyon olmuş. Müzikleri de çok güzeldi. Bence hazır vizyondayken alınız yanınıza bir yavru insan gidin. Hatta gerek bile yok tek başınıza veya arkadaşlarınızla bile kafa dağıtmak için gidebilirsiniz. 

Cafe Society




Bir Woody Allen filmi. Yani bir Allen filminden beklentiniz neyse bu filmde hepsi karşılanıyor. Karmaşık ilişkiler, biraz mizah, Yahudi olmak, çoklu olay örgüleri, New York vs vs… 1930'larda geçiyor, kıyafetler ve mekanlar güzel. Beğendim mi? Tekrar izlemem. Daha çok sevdiğim Allen filmleri olmuştu. Peki, bu filmi neden beğenmedim? Şöyle ki, mizah duygusu fena değildi fakat filmin temeline oturtulan aşk hikayesi sönük hatta fazla yüzeyseldi. Oyuncuların performansı vasattı. Jesse Einsenberg’ün oyunculuğundan pek hoşlanmasam da kabul etmeliyim ki bu filmde iyiydi fakat her zaman dediğim gibi Kristen Stewart zorlama bir oyuncu. Birkaç mimik dışında pek bir performans beklememek lazım ki nitekim bizi şaşırtmadı. Steve Carell’a diyecek lafım yok ama senaryoyu o bile kurtaramamış :/. Dayı yeğen aynı kıza aşık olurlar fakat biri kızla evlenir ve herkes hayatına devam eder ama hem kız hem de kız tarafından seçilmeyen eş adayımız birbirinin arkadaşlığını özler ve unutamazlar. Yani karmaşık ilişki duygusal açıdan yeterince karmaşık bile değil.  Eee sonra? Bunu dedirtiyorsa bu hikayeyi bence içselleştiremediler ve eğer inandırsaydılar  o zaman da bunun tam tersini diyebilirdik. Bu film bu hikayeden fazlası diye ama dedik mi? Hayır. Bunun dışında sahneler çok aceleye gelmiş gibiydi. Sona yaklaşmak için idareten izledik sanki bazı yerleri, olayları. Bence olmamış :/.

Veronique’nin Çifte Yaşamı




Bir Kieslowski filmi. Kendisini bu blogda daha önce gördük. Seri Filmler #vol2 yazımdan Üç Renk üçlemesini okuyabilirsiniz. Polonyalı bir yönetmendir ama bu film gibi bazı filmleri Fransızcadır ve Fransa’da geçer. Ben bu filmi sinemada izlemedim ama şu aralar sinemalarda yeniden oynatılıyor ki bence bu çok güzel bir şey. Ben de izledikten sonra baktım yine sinemalarda sanırım bunu da buraya koysam fena olmaz dedim. 1991 yapımı filmin Irene Jacob var ki ben oyunculuğunu kötü bulmamakla beraber pek beğenmem J. Farkındayım özellikle bu yazıda hep beğenmiyorum dedim bazı oyunculara ve hiç mi beğendiğin yok, kimsin sen diyebilirsiniz J ama denk geldi işte. Üç Renk üçlemesinin Kırmızı filminde de kendisini izlemek mümkün. Dediğim gibi orada da iyiydi ama bu filmde eh işte J. Şimdi bu film Üç Renk üçlemesinden hemen önce çekilmiş ve ortak noktaları var. Yaşlı hanımlarımızın görünmesi, hayatlar arasındaki paralellikler, müzikler, gizemli bir hava falan filan. Konusu ise biri Polonya'da diğeri ise Fransa'da yaşayan aynı günde doğmuş iki insanın hayatını işler. Hayatlarındaki benzerlikler ve paralellikler bir şekilde bu iki insanın aralarında bağ oluşturur. Zaten ben kamera açılarını, çekimlerini çok severim yönetmenin bu filmde de o güzel görüntüleri görmek mümkün. Eğer hala devam ediyorsa mutlaka gidin bu filme. Hem biraz nostalji olur hem de gözleriniz şenlenir J.


Şimdilik benden bu kadar. Tabi evde çok film izliyorum, yavaş yavaş blogda önerilecek hepsi sırası gelince. Hatta bu aralar kötü film izlemedim diyebilirim lakin sabır J. Bu arada siz hangi vizyon filmlerini önerirsiniz, son zamanlarda sinemada ne izlediniz yorumlarda yazmayı unutmayın J. Kendinize iyi bakın, sanatla kalın J.
Devamını Oku »

7 Ağustos 2016 Pazar

Abur Cubur #31

Merhabalar efenim, nasılsınız? Umarım çok güzel bir hafta sonu geçirirsiniz. Baya bir ara verdik bu bölümde ama hasret bitti :). Bu sefer son zamanlarda çıkan şarkılardan seçmeler yaptım. Biliyorsunuz ki Son Zamanlarda Çıkan En Dinlenilesi Albümler/Tekliler yazısı yazmıştım ve orada çok önemli bir şey söyledim. Kesin unuttuğum isimler var diye ve çıktığından beri bağımlısı olduğum iki albümü yazmayı unutmuşum L. O kadar benimsedim ki herhalde yeni olduğunu unuttum. İşin daha kötüsü hala hatırlamadıklarım olabilir :). Neyse o bölüm yakında yine gelecek ve ben ayrıntılı olarak bahsedeceğim. Aşağıda da orada yer alacak isimlerden biri var ama hangisi söylemeyeceğim J. Yazıyı merak edin J.  Şimdi aşağıda son zamanlarda çıkan şarkıları paylaşacağım. Böylece müzik önerilerine de yavaştan girelim. Bu yıl çok bereketli oldu. Birçok isim şarkı paylaştı albüm öncesi veya ep yayınladı. Hepsi bildiğimiz sevdiğimiz isimler. Aşağıdakilerin hemen hemen hepsini daha önceki dinlenilesi önerilerinde en az bir kez dinlediniz. Bakalım yeni şarkıları nasıl, beğendiniz mi? Yorum bırakmayı unutmayın J.

1. Warpaint - New Song




2. Oscar and The Wolf – The Game



3. Tove Lo – Cool Girl




4. Angel Olsen - Intern



5. Massive Attack – The Spoils





6. Just Juice - Faded 



7. Wye Oak - If you should see




Devamını Oku »

Bir Yayınevi Beş Yazar/Kitap (İş Bankası Kültür Yayınları)

Merhaba arkadaşlar, bomba gibi bir geri dönüşten sonra yine bomba gibi yazılarla geri döndüm. Bomba gibi geri dönüş için tıkla :). Uzun bir aradan sonra ilk öneri listemi başlıktan da anlaşıldığı üzere artık sevginizden emin olduğum ve ilginizden yorum olsun, tıklanma olsun çok çok mutlu olduğum bu bölümle başlamak istiyorum. Sıradaki yayınevi Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Kendileri klasiklerin vazgeçilmez adresi olan ve güzel çevirileri ve kapaklarıyla bizi sevindiren yayınevlerinden.  Benimde seçimlerim sizin hep aşina olduğunuz kitaplardan oldu çünkü kesinlikle bu kitaplar  herkes tarafından okunmasını istediğim kitaplar. Bence siz de hala okumadıysanız ve çekiniyorsanız hiç çekinmeyin ve hemen alıp okuyun. Kendimden biliyorum bazen çok yorum görmek, yorum olmasa bile fazlaca adlarını görmek bile sizi soğutup okumadan ön yargı oluşturabilir ama gelin biz hep beraber bu ön yargılarımızı kıralım ve ufaktan kitaplara bir giriş yapalım. Bu sefer fotoğrafların hepsi benim tarafımdan çekilmiştir J. Yakında konseptleri arttırıp güzel fotoğraflar çekerek buraları şenlendireyim istiyorum ne dersiniz?

Bunun dışında ben bir iki kere mağazasına gittim ve eğer arada yakalarsanız sadece iş bankası kartı olanlara değil herkese indirim yapıyorlar. Bu fırsatlar klasikleri okumak için güzel bir fırsat oluyor. Yine online alışverişlerde indirimleri takip ederek de kitapları indirimli alıp ayırdığınız bütçeyle daha fazla kitap alabilirsiniz J. Aynı benim sürekli daha fazla kitap almak için yaptığım gibi J. Gelelim sizlere önerdiğim klasiklere J.




1.       Satranç – Stephan Zweig



İncecik ama çok etkileyici bir kitap. Eminim ki bu kitabı okuyan birçok blog arkadaşımın yayınlarına yorum yapmışımdır. Yorum alıp burayı okuyanlar el kaldırsın J. Zaten kitap ince ufak ufak ayrıntı verip iyice tadını kaçırmak istemediğimden siz kesinlikle alın okuyun canım okuyucularım. Bana gelirsek ben çoktan okunacak listeme diğer kitaplarını ekledim.

2.       Sineklerin Tanrısı – William Golding




Bir çocuk kitabının distopyası olarak yazılmış müthiş bir roman. Ağzınız açık kalarak okuyacaksınız. Ben okurken çok etkilendim. Distopya da sevdiğim bir tür olduğundan dolayı da beni ekstra memnun etti. Filmi de güzelmiş biliyorum çok duydum ama cesaret edip izleyebilir miyim bilmiyorum. Eminim bir gün izlerim belki de yakın zamanda fakat şu aralar hayır J. Yalnız kitabın sonlarına doğru bir cümle var ki beni yine derinden etkiledi ama söylemek istemiyorum tadı kaçmasın. Lakin şunu söylesem pek de büyü bozulmaz;

“Biliyorum. Çok hoştu herhalde. Tıpkı Mercan Adası kitabı gibi.”

İşte distopyamızın kaynağı bu kitaptır. Dayanamadım yine alıntı verdim ama dediğim yeri yazmadım yine de J.

3.       Otomatik Portakal – Anthony Burgess




Yine bir distopya hem de en şiddetlisinden. Yine filmi olan kitaplardan hem de Kubrick amcamızdan. Ve ben kitabı geç okuduğum gibi filmi izlemeye hala cesaret edemiyorum. Hayır, kitabın şiddeti yetmezmiş gibi bir de Kubrick’ten izleyip psikolojimin iyiden iyiye bozulmasından korkuyorum. Kişisel korkularımı bitirip kitaba dönecek olursam, etkileyici ve çarpıcı bir kitap. Okuması kolay değil. Şahsen ben metroda okuduğumda eminim çeşitli yüz ifadelerimle kitap hakkında gerekli fikri bana olur da o an bakan varsa verdim. Sonrasında hep kapalı mekanlarda okudum sanırım zaten hemen de bitti. Bu kadar sayıp sayıp yine de öneriyor muyum? Kesinlikle, alın okuyun.

4.       Vahşetin Çağrısı - Jack London




Yani ben bu yayınevinden töbebillah iyi bir şey okumamışım. Hep bir acı hep bir hüzün. Valla yazarken benim içim çıktı siz okurken ne düşüneceksiniz merak ediyorum. Ara vererek yazdım öyle diyeyim. Neyse kendine gel, sen ciddi bir kültür sanat blogusun. Şimdi bu romanda natüralizm akımının özelliklerini ve bundan kaynaklı Darwin’in ‘survival of the fittist’ını yani en güçlü olanın hayatta kalmasını somut şekilde görmek mümkün. Bir köpeğin gözünden bize aktarılan hikayede London’ın usta anlatımını güzel bir çeviriyle okumak isterseniz bu kitabı alın, okuyun sevgili elit okuyucularım. Siz bu yorumları okurken ben de elitliğime elitlik katarak ne kadar sanat filmi varsa izleyip yukarıdaki yazımı telafi edecek bunu düşünmeme sebep beyin fonksiyonlarımı yeniden komuta etmeme yardım edecek filmlere kendimi adarken sizlere huzurlu günler diliyorum. Sağlıcakla kalın J.

5.       Muhteşem Gatsby – Scott F. Fitzgerald




Yukarıda yetirince saçmaladığımı düşünüp yeni önerime geçiyorum fakat sanmayın biraz daha umut dolu bir kitap olacak. Tabi ki hayır. Bu kitapta dönemin Amerika’sındaki gösterişi ve şaşalı hayatın aslında ne kadar içi boş olduğu anlatılıyor. Bu yorum benim değil bir kitapta okudum hatta siz de eminim birçok yerde görmüşsünüzdür hele ki biraz Amerikan Tarihi'ne aşinaysanız. Zamanında aldığım kısacık Amerikan Tarihi dersinde bu dönemin anlatılışına denk gelmiştim. Onun dışında bu kitaba yine çok sevdiğim bir teorilerin anlatıldığı kitapta örnek olarak seçilen romandı bundan dolayı bu kitap yapı bozuma mı uğramadı, yapısalcılığa mı maruz kalmadı, psikanalitik olarak incelenmedi mi J, baya irdelendi kitap anlayacağınız. Neyse ben yine daldım anılarıma. Güzel kitap ya alın okuyun. Yine filmi var ve sormanıza gerek yok izlemedim.
Sizin de bu yayınevinden önerdikleriniz var mı? Varsa yorum olarak yazın yeni yazarlar keşfedelim nasıl olur? Güzel güzel J. Kendinize iyi davranın, mutlu kalın.



Devamını Oku »

4 Ağustos 2016 Perşembe

Öneri Makinesi 2 Yaşında! (Kapandı)

Merhaba arkadaşlar J. Biliyorsunuz ki uzun zamandır yokum. Twitter’dan da bildirdiğim gibi blogda kısa bir ara oldu  (Öneri Makinesi Twitter hesabını takip için tıktık) ve bu arada paylaşımlar durmak zorunda kaldı. Bu arada çok şey oldu ama çok güzel şeyler de oldu. Hem kendi hayatımda hem de blogda. Severek takip ettiğim Sade ve Derin blogunun sahibi Deeptone Öneri Makinesi'ni kendi sayfasında önerdi ve olanlar oldu J. Sayesinde siz bazı mini mini bir takipçilerimle tanıştım. Çok mutlu oldum. Kendisine buradan tekrar teşekkür etmek istiyorum çünkü sayesinde birçok takipçi Öneri Makinesi’nden haberdar oldu. Hatta muhteşem bir şey oldu ve gelip sevdiler. Ben tabi bu durumdan çok memnun kaldım. Çok mutlu oldum.

Ve gelelim bu yazının amacına. Hediye vermek dünyanın en güzel duygularından biri. Almak da yine bir o kadar güzel 😄. Eğer siz de bu ailenizin bloggerına hediye göndermek isterseniz lütfen çekinmeyin😄. Hediye verirken nasıl konuyu almaya getirdim ama 😂. Alkışlar bana. Konumuza dönersek bomba gibi dönüş olacak dedim ve hediye vermek de enfes bir şey. Bu yüzden sözümü tutmanın zamanı geldi. Başlıktan da anlaşılacağı gibi ikinci çekilişi bugün itibari ile başlatıyorum arkadaşlar :). Bu arada Öneri Makinesi de ikinci yaşını doldurdu, yani bu çekilişi birazda bu yaş kutlaması sayabiliriz; ikinci yıla özel iki kitap :) ve  bir tebriğinizi alırım hani :). Lafı uzatmadan kısaca bu hediyelerden bahsetmem gerekirse sizlere daha önce blogda önerdiğim isimlerden seçtim. Ve aşağıda gördüğünüz her şey sizin. Ola ki biraz benimle sohbet etmek isterseniz devamını okuyun. Ya yok bir aydır kafamız rahat ne dinleyeceğim seni diyenler aşağıdaki kırmızı başlığa geçsinler hemen, hiçbir kural kaçırmayacaklar çekilişle alakalı 😄. 




Gelelim çenesi düşük beni okumayı özleyen ya da dur bakalım ne diyor bu geveze diyenlere. Efenim kitaplarımızdan ilki Yalçın Tosun. Beni baştan beri takip edenler aşinadır ama yeni gelenlere de bilgi vermek gerekirse şöyle ki ben iflah olmaz bir Yalçın Tosun hayranıyım. Son kitabı çıktığında YKY'de daha koliden çıkarken alıp hemencecik okumuşluğum vardır. Hatta geçmiş yıllarda yazdığım Yalçın Tosun Sevmek adlı yazımı da okuyabilirsiniz. Blogda bu kadar yer vermişken hala henüz okumayan varsa umarım benim vesilemle bir kişi daha bu güzel yazarı kütüphanesine katar. Herhalde artık fahri Yalçın Tosun promotörü falan oldum denilebilir 😂. Kendi arkadaşlarıma da önerdiğim hatta hediye ettiğim yazarlardan biri oldu.



Diğer kitap seçimi ise komik oldu. Tabi ki kitap komik değil. Gayet sevdiğimiz bir yazar kendisi fakat nedense şiir düşkünü olmadığımı bastıra bastıra söyleyip yazmama rağmen hep şiirle bu blogda iç içe olup bir de utanmadan hediye ediyorum. Galiba inkar etmenin manası yok, ben içimde seviyorum şiiri. Fotoğraflardan da gördüğünüz üzre diğer hediye kitap Cemal Süreya'dan seçme şiirler. Bu kitabı yine takipçilerim bilir ki benim iki yıldır bitiremediğim, etinden sütünden yararlandığım Reading Challenge'ım 😄 vasıtasıyla okuduğum nadir kitaplardan biridir kendisi. Sevdim de. Zaten YKY'nin bu basımlarını sevdiğimi de söylemiştim benim gibi hangi kitabı alacağını seçemeyenler için ideal olmuş. Misal bu kitap resmen Cemal Süreya şiirine giriş 101.Tabi ki bunların yanında alet edevatsız olmaz. 




Diğer çekilişte de olduğu gibi defter ve benim yaptığım el emeği göz nuru iki ayraç da çekilişimize dahil. İstanbul manzaralı bu güzel defteri severek aldım. Bende de birçok İstanbul manzaralı olanı var çünkü ben tam bir defter aşığıyım. Bu ayraçlardan biri size diğerini de lütfen kitap okuyan güzel arkadaşlarınızdan birine blog hatırası olarak hediye verin ☺️. Çok mutlu olurum bir de ikinizin de kullanıp beraber çekilmiş fotoğrafı olursa tadından yenmez hani. İşte böyle. Nasıl olmuş mu güzel dönüş? Valla olmuş bence😄. Yukarıda da dediğim gibi buralar hep sohbet muhabbet ee özledim de sizleri ondan. Siz de buralara kadar gelip okuyup bana katlandı iseniz ne mutlu bana.




Sen heyecanlı okuyucu bu tarafa... Şimdi gelelim kurallara. Yine değişen bir şey yok. Blogumu takip edip yorum bırakmanız eğer zaten takip ediyorsanız çekilişe katıldığınıza dair yorum bırakmanız yeterli. İşte bu kadar kolay. 

Tabi ki ekstra hak kazanabilir, şansınızı arttırmak isteyebilirsiniz. Bu sefer işi büyütmek istiyorum. Nasıl mı? Önceki çekilişte Öneri Makinesi'nin sadece twitter hesabı olduğundan (takip için buraya) başka mecralarda ek hak olmuyordu. Bu sefer twitter, facebook, instagram veya blogunuzdan istediklerinizden herhangilerinde bu yayını paylaşabilirsiniz, hepsi +1 hak olacaktır. En azından çekiliş bitene  kadar görebileceğim şekilde bu yayını paylaşıp çekilişi duyurur ve tabi ki aşağıda yorumlarda bu linki koyarsanız ek haklarınız sayılacaktır. Instagram paylaşımı için hediyelerin fotoğrafını çekiliş linkiyle paylaşmanız benim için yeterli. Dediğim gibi lütfen çekiliş sonuna kadar en azından görünür olsun ki ben de paylaşımlarınızı görebileyim ve size ek hak yazayım. Mutlu mesut sonra da çekilişi bekleyelim. Yorumunuzda da paylaştığınız linkleri vermeyi unutmayın :).

Bu sefer her ne kadar çabucak sizlere hediye etmek istesem de bir ay sabredeceğim :( ve 4 Eylül 2016 saat 23.59 (hihi) çekilişin bitiş zamanı. Çekiliş sonucunu kısa bir süre sonra da sizlerle paylaşırım. Sonucu random.org'dan mı yapsam elden mi hala karar veremedim onun için de yorumlarınızda hangisini tercih ettiğinizi yazabilirsiniz. Karar sizin. Benim tek derdim bu güzel kitapları bir an önce size ulaştırmak. Kargo ücreti tabi ki bana ait merak edenlere. Yurt dışı maalesef imkan dışı. Sanırım hepsi bu kadar baya uzattım artık şimdi sıra sizde. Umarım siz de Öneri Makinesi'ni çokça özlediniz bu kısacık arada ama merak etmeyin yeni öneriler artık başlıyor, takipte kalın. Sizleri seviyorum 😘😘😘.
Devamını Oku »

26 Haziran 2016 Pazar

Bir Yayınevi Beş Yazar/Kitap (Sel Yayıncılık)

Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? Ben bu ilginizden memnunum aslında bu bölüme her ne kadar yorum olmasa da popüler yazılarda en üstlerde ve ben de bu gazla devam ediyorum :). Bu sefer ki konuk güzel Sel Yayıncılık. Barındırığı kitapların güzelliği yetmiyormuş gibi her fuarda bir beş lira bölümü oluyor ve indirim konusunda da genelde toleranslılar ki bu bizim açımızdan güzel bir şey. Ne kadar indirim o kadar çok kitap :). Kitap fuarları sayesinde yayınevleriyle veya temsilcileriyle iletişime geçmek gerçekten çok güzel ki fuarın iyi yanlarından biri bu ama bu her zaman iyi sonuçlanmıyor maalesef. Ben genelde sene içinde olan kitap fuarlarını kaçırmam o yüzden de az çok yayınevlerine ve onların fuar politikalarına aşinayım. Sel Yayınları hakkında kötü bir anımı hatırlamıyorum, güler yüzlü, yardımsever ve yukarıda da dediğim gibi güzel indirim yapan yayınevlerinden. Bunun dışında buraya yazmamı asıl tetikleyen şey son yaptıkları indirimdi ki başka yayınevinde böyle bir kampanya görmedim (ne üzücü hele ki kadın araştırmaları veya teori kitapları olan yayınevlerinde böyle bir farkındalık yoktu.). Ben zaten yukarıdaki verdiğim sebeplerden artı genelde okuduğum yazarları beğenmem yönünden yayınevini severdim ve yine bu yazıyı yazıyordum ama son yaptıkları kampanya ile baya bir takdir ettim ve en öne aldım. Bu kampanya ne der iseniz onur haftası nedeniyle ilgili kitaplarda %45'e varan indirim yapmış olmalarıdır ki 1 Temmuz'a kadar da devam edecek idefixte, bakabilirsiniz. Ben de almayı düşünüyorum. İndirim tabi ki güzel ama bu konuda araştırmalar yapmış akademisyen, teorisyen veya yazarları yayınevinde barındırıp ve onur haftasına özel indirim yapması kesinlikle takdire değer. Buradan kendilerini tebrik ediyorum ve kesinlikle böyle devam etmelerini diliyorum. Gelelim benim önereceğim beş kitaba.

1. Fareler ve İnsanlar - John Steinbeck


Yine bir klasik ile başlayalım. Ben yıllar sonra bile hala gözlerim dolu dolu bu romanı hatırlıyorsam listede olmak zorunda :).

2.İntihar Dükkanı - Jean Teule


Bu kitabın o güzel kırmızı kapaklı olanı ben de yok :(. Hem kapağı güzel hem içi güzel olan kitaplardan. Adı bile sizce de çok orijinal değil mi?

3.Yüz Doksan Dokuz Basamak - Michel Faber


Benim hoşuma giden kısacık bir romandı, Sizi sıkmayacak ve özellikle bu yaz aylarına çok güzel gidecek bir kitap. Kitaplık Kedisi'nin blogunda da yazarın "Cesaret Beşlisi" kitabının incelemesini okudum ve o da beğenmiş. Ve bu cesaretle yazarın diğer kitaplarını okumaya çalışacağım.

4.Kadın Öykülerinde Ankara - Efnan Dervişoğlu


Eğer siz de benim gibi Ankara aşığıysanız bu öykülere bir bakın. Bazı öykülerde sıkıldığımı hatırlıyorum ama genel olarak okumak güzeldi. Bu kitaplar İzmir, İstanbul, Karadeniz diye devam ediyor :). Ben Ankara ile başladım diğerlerine de okumak isterim.

5. Hakkari'de Bir Mevsim - Ferit Edgü




Bu kitabı okuduktan sonra anladım ki Ferit Edgü'ye boşuna iyi yazar demiyorlar. Bir kere bu kitabı beğeneceğimi okuduğum yorumlar olsun, Ferit Edgü'ye olan güzel tanımlamalardan olsun düşünüyordum ama bir günde bitirebileceğimi düşünmedim. Aslında okumadan önce çekindiğim kitaplardan biriydi ya sevmezsem diye ama edilen bütün güzel yorumları hak eden bir kitap. Sanırım Edgü modernist bir yazar olarak geçiyor ama ben farklı anlatım türlerinin kullanılması olsun, okuyucunun farkında olması olsun postmoderne yakın buldum. Dili çok güzel, akıcı. Okurken bir anda siz de o köyde, okulda öğretmenle beraber oluyorsunuz. Gerçeküstü ögeler, düşle gerçeğin karışması belki de bir olması, metaforlarla süslü ama okurken sizi yormayan sade bir dil, sizi etkilememesi imkansız.


Sadece son kitap yanımda olduğu için onun fotoğrafını paylaşabildim. Kendi kalemlerimi kaybedip, unutup her arkadaşımdan bir tane aldığım, evlerimizin vazgeçilmez ösym kalemlerden biri :) ve suyum :). Kahveli fotoğraflar da bu yaz bol bol olacaktır zira çok severim :).
Devamını Oku »

24 Haziran 2016 Cuma

Sevgili Güllük (Let's dance 2) #11











Bonus



Devamını Oku »

23 Haziran 2016 Perşembe

Son Zamanlarda Çıkan En Dinlenilesi Albümler/Tekliler

Merhabalar, nasılsınız? Bu yaz ayları bereketli geldi. Öneri Makinesi'nin Twitter adresinden de sürekli paylaştığım gibi yeni albümler art arda geliyor, yetişemiyorum :). Bakalım bu yazıyı ne zamana yetiştirebileceğim :). Ben pek albüm insanı değilimdir aslında, son zamanlarda bu alışkanlığı kazanmaya çalışıyorum. Bazı şeylerden çok çabuk sıkılabiliyorum (sıkılgan biriyim kabul) en sevdiğim şeyler olsa bile, tabi istisnalarda arada olmuyor değil.. Benim işim genelde şarkılarla :). Zaten çok fazla bütün olarak beğendiğim albüm yok belki onları da bir gün paylaşırım :). Bu listede de şimdiden onların arasında olanlar var hatta. Bunun dışında albümün en az yüzde 80'ini beğendiğim 2016 çıkışlı albümleri ve ep'leri toparladım. Daha yılın yarısındayız daha yolda olan çok albüm var, şimdilik birazını eritelim. Eminim unuttuğum ya da daha dinlemediğim albümler vardır bunlar sadece ilk izlenimler. Oldukça yazarım. Az çok müzik zevkimi tanımışsınızdır, blogdan veya twitterdan burada da çok farklı olmayacak. Sizi şaşırtmayacağım :). Eğer bugüne kadar siz de paylaştığım şarkıların yüzde 60-65 ini belki yarısını bile sevseniz bu albümlere göz atın, pişman olmazsınız :). Tek tek şarkı inceleyip, albüm eleştirisi yapmayacağım. Sadece tanıtım olacak zaten dediğim gibi şarkıların büyük çoğunluğunu dinliyorum hatta bazılarının hepsini. Bu arada Spotify kullanıcısıyım ve Tidal'ım yok. Hala Beyonce'un Formation'ı dışında albümünü dinleyemedim. Bir yolu yordamı varsa da bulamadım ama  Formation'ı çıktığı günden beri deli gibi sevip, dinliyorum, hala etkisi bende devam ediyor. Beyonce demişken kardeşi Solange'ın albüm hazırlığında olduğunu biliyorum. Daha doğrusu stüdyoda şarkı kaydettiğini biliyorum. Bakalım bitti mi, yeni albüm geliyor mu, durumlar ne bakaceğiz. Beni asıl heyecanlandıran bu sene Radiohead albümüydü ve onlar sonunda Spotify ile barıştılar ve tüm albümü; evde, işte, okulda, metroda dinleyeceğiz ama artık başlıklar altında yazsam iyi olacak. O zaman hadi başlayalım :).

1 Radiohead - A Moon Shaped Pool




Radiohead yapacağını yaptı, beş yıl sonra uzun yıllar müzik listemizden çıkmayacak ki ben bazı şarkılarının "best of"'a girmesinin hiç de işten olmadığını düşünüyorum. Şarkılar tam Radiohead tiryakilerinin misal beni mutlu edecek türden. Vokalini mi övsem o psychedelic havalarını mı (bu yoruma herkes katılmayabilir, bana yüklenmeyin eğer katılmıyorsanız :)) yoksa bütününü birden mi karar veremiyorum. Zaten önden gelen iki klip ve şarkıyla ağzımız iyice sulanmışken ardından gelen böyle güzel şarkılar biz fanlarını (kendime fan dedim:)) hiç pişman etmeyecek. Albümü dinlediğim de düşündüğüm iki şey: Radiohead nasıl müzik yapılacağını biliyor ve neden albümü dinlerken içimden slow motion dans eden Yıldız Tilbe çıktı. Yıldız Tilbe severim sıkıntı yok da neden bu albümü dinlerken. İkisinin de tekin olmayan bir durumu var sanırım, kabul edelim :). Albüm müthiş, favorilerimi yazıp sonradan pişman olmak istemiyorum neden bunu da yazmadım diye. Albüm başarılı tümden dinleyin :). Adı bile güzel ya, canım Radiohead'im benim, özlemişim gel bir sarılayım :* :*

2. Rihanna - Anti




Ben Rihanna dinlerim, severim de ama şimdiye kadar hiçbir albümünü baştan sona bu kadar dinlememiştim. Her ne kadar "Work" ile ortalığı sallasa da klibi olmasa ya da çekilmeyecek olsa bile es geçilmemesi gereken güzel şarkılar var. Hatta ben dinlediğimde çok şaşırmıştım, Tame Impala'dan cover yaptığında, çünkü albümde bir de 'Same Ol' Mistakes' coverı bulunmakta. Müzikal anlamda büyük farklar yok, Rihanna çok güzel başarmış bence. Zaten Rihanna'da diyordu ki, şu yorum yapsa da artık içim rahatlasa oldu mu olmadı mı :/. Neyse sevgiler cool hatun eminim blogumu severek takip ediyorsun. Albümün gizli gücünün "Consideration" şarkısı olduğunu düşünüyorum. Albümlerinde hep bir ya da iki reggae alt yapılı şarkısı olur, takipçileri çok iyi bilir :). Hatta listesini yapayım diyordum da önce bir aratayım dediğimde zaten milyonlarcası çıktı karşıma, vazgeçtim :). Gerçi Türkçe olanını görmedim hiçbir yerde ama olsun.


3. Manuş Baba - Aşkın Kederi




Manuş Baba'nın bu teklisi bir süre Spotify'da viralde hep birinciydi. Ben de bunu görünce çok sevindim. Biraz geç keşfettiğim bir isimdi. Coverları olsun kendi şarkıları olsun zaten çok severim; bir de artık böyle kaydını görünce çok mutlu oldum. Umarım yakın zamanda albümü gelir de bir Manuş Baba sevmek yazısı yazarım. Benim de en büyük hobim sevdiğim sanatçıların albüm çıkarması ki yazısını yazayım bir şekilde katkıda bulunayım daha çok dinlenmelerine. Umarım bu şarkı biz severlerine bir alıştırmadır, devamını bekliyoruz.

4. Liste Noire - Glycerin




Dedim ya yeni yeni kendimi full albüm dinlemeye kendimi alıştırıyorum diye, iyi ki alıştırıyorum çünkü çooook güzel şarkılar keşfediyorum yani hüsrana uğradığım albümlere rağmen buna değen şeyler de çıkıyor arada buyurunuz örneği. Liste Noire son zamanlarda soundcloud'da keşfettiğim gruplardan. "Thirst" şarkısına bağımlı olmama ramak kalırken dur bir bakayım albümleri ne dedim ve baya sevdim hatta bayıldım. Berlin çıkışlı Fransız - İsveçli üçlüden oluşan bir grup ama İngiliççe müzik yapıyorlar :), ne güzel bir çeşitlilik değil mi? Kendi canralarını da "disco noir" diye yazmışlar yani "kara disco" bence tam anlamıyla uyuyor müziklerine. Yine en favorilerimi yazamayacağım bundan birkaç ay sonra belki de daha kısa sürede pişman olmamak için:/. Albümü dinleyin ki ben zaten bu yazıyı yazıyorsam inanın gerçekten çoğu şarkıyı sevmişimdir. Pek albüm insanı değilim ama gerçekten güzel. Zaten şarkıların böyle bir nostaljik havası da var, seviyorsanız gidin dinleyin yani :).

5. Efe Demiral - Inside Out




Ben solo albüm sevmem, çok nadirdir yani. Sıkılırım, söz isterim genelde :). Kınadınız biliyorum kınayın hakkınız var :). Ağır metal rock dinlemem gereken zamanlarımda da zaten sololar çok uzun sürüyor başım ağrıdı diye o dönemler bile dinleyemedim. Bir iki Metallica, Gun's and Roses ve Scorpions şarkılarıyla atlattım o dönemi. Linkin Park, Evanescence, Flyleaf falan saymıyorum bile, onları dinlemeyeni dövüyorlardı:). Ahh eski forum günlerini özledim. Anlayacağınız ezelden beri indieciyim belki azıcık rockçı :). Eski indiecilerden kim kaldı? Neyse nereden nereye geçtim. Yani demem o ki böyle sözsüz müzikleri pek sevmem (bir daha kınamanız gereken yer ama sevdiklerim de var yani hiç demek değil) ama bu albüm diyorum. Ama bu albüm yani, içinize işliyor. Şöyle bir önerim olacak, bu albüm tabi ki her zaman dinlenilebilir fakat eğer modunuz böyle bir müziğe müsaitse daha da güzel gidiyor :). Nasıl bir mod bu diye sorarsanız da hafif melankolik biraz da hüzünlüyseniz, gece uyku kaçınca tadından yenmez :).  Bu arada Efe abimiz Cihan Mürtezaoğlu, Can Güngör, Künt gillerden. Sahnede Can Kazaz, Cihan M. ve Adamlar'a gitarıyla eşlik etmiş bir isim. Solo çalışmasını bu yıl çıkarmış iyi ki çıkarmış. Albümle aynı adı taşıyan şarkı 8 küsur dakika ama ben bile nasıl geçtiğini anlamadım. Valla bu "giller" diye bahsettiğim yeni dönem kent ozanları bomba gibi. Kötü iş çıkmıyor. Müziğin Afili Filintalar'ı resmen. Hem beraber hem ayrı ayrı çok güzel işler çıkıyor. Ne diyeyim devam.


6. Tom Odell - Wrong Crowd (Deluxe)




"Enadır lov" diyerek bağrımıza bastığımız, abur cubur listelerimize de bolca konuk aldığımız, İngiliz yakışıklımız Tom Odell'de giriyor listeye. Aslında albümü sevmem için iki üç kere şans vermem gerekti. İlk dinlemelerde sevdiğim şarkılar olsa da genel olarak albümü sevmem kolay değil anladığınız üzere :) ama Mr. Odell başarıyla buralara kadar geldi :). Kongraculeyşıns Mr. Odell. Albümü tümden dinlemeden önce iki klip yayınladı sanırım; "Wrong Crowd" ve "Magnetised". Biri albümden sonra olabilir, emin değilim. Ben ikisini de dinledim ve beğendim daha sonra albümü görünce hemen listeye aldım ve sonuç buralara kadar geldi. Bu gence bence şans verin ve albümdeki şarkılara bakın derim hepsi ayrı güzel. Albümde bolca romantik, duygu yüklü şarkılar var, bildiğimiz Tom Odell yani.

7. Travis - Everything at Once




Travis benim ilk indie gruplarımdan, çok severim. Albümlerinin çıktığını duyunca da Twitter'dan bolca paylaşım da yaptım. Travis çizgisini bozmadan, biz severlerinin beklentisini karşılayan güzel bir albümle dönüş yaptı. Yani diyecek pek bir şey yok. Albüm güzel, şarkılar güzel. Albümün toplamı da 33 harika dakikacık. Sadece sizce de Fran Healy çok yaşlanmamış mı? Tabi o sempatik halinin yanında o gri saçlar karizmasına karizma katmış o ayrı. Bu arada yılın en iyi düetleri arasına girmeye aday bir şarkı da var, göz atın.

Benden şimdilik bu kadar.Genel olarak da şunu söylemek istiyorum; hepsinin albüm kapağı harika. Biri hariç :). O da kötü değil de eh işte yanilik :). Hadi hangisi tahmin edin :). Band of Horses, Tegan and Sara yine bu sene albüm çıkaranlardan, eğer seviyorsanız bir bakın ama ben şarkıların bazılarını sevsem de düzenli olarak albümdeki tüm şarkıları dinleyemeyeceğim sanırım ama belli de olmaz (dengesizim yapacak bir şey yok) :). Yine yıl bitmeden birikirse eritiriz beraber. Oh be ne iyi geldi böyle uzun uzun yazmak, çok keyif aldım ben umarım siz de seversiniz ve sıkılmadan buralara kadar gelirsiniz. Kendinize çok iyi bakın ve fon müziğiniz hayatınızdan hiç eksik olmasın. Görüşmek üzere :).

Devamını Oku »

22 Haziran 2016 Çarşamba

Sevgili Güllük #10

Merhabalar, nasılsınız? Havalar güzelleşti gibi, artık bayılacağız bu sıcaktan deme vakti çoktan geldi bile :). Merhaba yarı yanmış kollar :). Dikkat edin kendinize, öyle çok güneşte kalmayın :). Canım okuyucularıma bir şeycikler olmasın. Ben bu aralar sıcaklardan değil ama deli gibi kışı özlüyorum, Ankara'nın kışını. Renkli kazaklar, çoraplar giymeyi, atkısız beresiz çıkmamayı, Ankara'nın o güzel grisini, karını, o soğukta içilen sıcacık kahveyi, okunan kitabı, botlarımı, kalın paltomu, Aylak Madam'ın yokuşunu tırmanmayı, yeni yerler keşfetmeyi, tiyatroya gitmeyi, Sakarya'da yürümeyi, Tunalı'da gezmeyi, Kızılay'da yemek yemeyi, sahaf araştırıp, kitap karıştırmayı ve karanfil kokusunu... Özlüyorum işte. Şimdi de yapılmaz mı illa ki yapılır ama o his yok. O kışın güzel kokusu yok. Bir şeyler eksik sanki. Kış gelirse belki o his gelir diyorum, Ankara'daki ilk kışımın o tertemiz, güpgüzel, mis kokusunu tekrar hissederim belki. Ahhh saçmalıyorum sanırım,temanın beni getirdiği haller herhalde, yine aşkım kabardı canım Ankarama :). Sanırım platonik takılıyorum. Pek bir karşılığını alamadım. Nankörlük mü ediyorum acaba :). Neyse o anlar beni sevmese de. Ama umalım ki o da beni seviyor olsun :).

O değil de beni bu şarkılar mahvetti. 

Karanfil kokuyor cigaram, cigaram





Devamını Oku »

21 Haziran 2016 Salı

Ne Zaman TV'de Çıksa İzlerim Dediğimiz Aile Filmleri

Merhabalar :) Nasılsınız? Umarım bu güneşli günler gibi güzel geçen günleriniz olur. Tam da bir pazar yazısı başlığı değil mi :/ ama ben salı paylaşıyorum olsundu :). Gayet uzun ve açıklayıcı olduğunu düşündüğüm başlıktan da anlaşılacağı gibi bugün gerek pazar gerek hafta içi dizisi olmadığı günler araya sıkıştırıverdiği, sabahları hatta ve hatta sıkıcı hafta sonu öğlen saatlerinde (yeterince açıklayıcı oldu, sus artık) televizyonda verilen bu tatlılar tatlısı, iyinin kazandığı, kötülerin cezalandırılıp iyi yola saptırıldığı, adaletin yerini bulduğu, hayatın aslında pembe bir pamuk şeker olduğunu gösteren (?) ve tabi ki hep mutlu sonla biten bu içimizi ısıtan filmlerin 10 tanesini nostalji edasıyla sizlerle paylaşacağım ve eminim ki canım 90 kuşağı bu filmlerin en az beşinin tiyakisi diğer beş filmin de aşinası. Sanırım hepsi Amerika yapımı :/, pek bir çeşitlilik, sizi şaşırtan olaylar ya da sanatsal bir şey tabi ki yok (yerdim mi övdüm mü kinaye mi yaptım inanın ben de bilmiyorum). Ve hepsi tabi ki komedi türünde ki bayılırım. Yani kısaca böyle kafanızı rahatlatıp boşaltmak , birazcık gülümsemek ve nostalji yaşamak için tekrardan (yani işte artık büyüdük ya falan filan, mesela ben bugün özellikle, bir sayı atladım :)))  izlenilebilecek filmlerden tabi ki Türkçe dublaj şartıyla :). Çenemin düştüğü bir yazıya yine merhaba dedik sanırım ben listeye geçtim, görüşelim :).

1. Jumanji 

Ne zaman çıksa ama ne zaman çıksa bayıla bayıla izlerim. Şimdi tamam, Wong Kar Wai izleyip, Godard sevebilirim ama hepsinin yeri ayrı. Arada elitliğime gölge düşürür alırım cipsimi kolamı geçerim TV karşısına oturur izlerim. Jumanji ya Jumanji! Kaç versiyonu yapıldı da vermedi aynı tadı. Canım Robin Williams bıraktığında bizi, çocukluğumu da aldı sanki :(. RIP Robin. Seni unutmadık, hala o güzel sıcacık gülümsemenle içimiz ısınıyor.




2. Bitirim İkili Serisi

Ya dünyanın en şapşik polis memuruyla, dövüş ustası Chan abimizin bu serisi sevilmez mi ya :).  Her izlediğimde uzak doğu yemekleri yiyesim gelir :). Ünlü Çin Mahallesini de ilk bu filmde görmüş olmam muhtemel. Filmde Chan oturaklı, sabırlı, kibar tamam tamam hep stereotip ama olsun arada iyi geliyor. Hem serinin ikinci filminde güzeller güzeli Ziyi Zhang da var :).




3. Şaşkın Dedektif


Yine bir şapşik polis memuru ama bu sefer sahtesinden, komedisi bol actionı yerinde :). Ya ben polisiye seviyorum, komedi de. Bunların ikisini beraber daha çok seviyorum :). Bu filmi de çocukken çok severdim.




4. Dr Dolittle/Çatlak Profesör Serileri


Jim Carrey'den hallice bir Eddie Murphy var burada, mimik adamı. Sevmemek, gülmemek mümkün mü şimdi. İkisi farklı filmler ama yani ayırmaya da gerek yok :). Çok tatliş filmler (resmen dilim değişti nasıl yazıyorum ya, sen elit bir blogsun kendine gel). Kendime ayarımı da verdiğime ve şizofrenimi sizlere kanıtladığıma göre yeni maddeye geçelim.




5. Sihirli Oyuncakçı


Dustin Hoffman'ın olduğu yine çok tatlı çok güzel bir film. Valla eve dvdsini aldım arada izliyorum :). Severim. Yalnız çeviriden ötürü ilk izlediğimde televizyonda sebeci sebeci diyormuş da anlamıyormuşum ne dediğini. Meğersem muhasebeci demek isterken alaylı bir dille sebeci diyormuş :). Bir arkadaşım benden elit olmasın söylemişti :/.




6. Polis Akademisi Serisi


Mahonyyyy! Ya yine ne zaman çıksa izlerim bence siz de bir yerde görünce durup izliyorsunuz. Zaten bir ara bir yerde gördüm ya da okudum, Türkiye'de Amerika'dan daha fazla seviliyor sanırsam bu seri (tamamen uyduruyor da olabilirim) :). Tabi TV'de sürekli koymalarının etkisinin olduğunu düşünüyorum:).



7. Wasabi


Yine bir polis memuru yine komedi yine action. Baya baya benim çocukluğum suçluların peşinde geçmiş. Boşuna çocukken dedektif olmak istemiyordum demek, fazla etkisinde kalmışım :'))). Bu sefer karizmalar karizması Jean Reno var hem de Luc Besson ile birlikte. Benim en sevdiğim yönetmenlerden Besson'ın senaryosunu yazdığı bu film yine sizi saracak. Zaten Jean Reno'yu sevmeyeni kınıyorum, kınadım.




8. Mrs Doubtfire


Yine Robin yine Williams. Canım benim ne de tatlı bir filmdir bu :).




9. Daddy Day Care


Ya tekrara düşmüyorum listenin kendisi tekrar zaten :). Evet Eddie Murphy var ve ben iki filmini şimdiye kadar yazdım zaten, bunu da yanına koymadım ama... Blog benim yayın benim kurdum bırak bu liste benim (yumruk emojisi).





10. 101 Dalmaçyalı




Ve geldik benim çocukken çok sevdiğim filmler arasında olan köpeklerin başrolde olduğu tüm filmler adına bu filmi koyuyorum (sadece köpekleri futbolcu basketbolcu hokeyci cicicici yapan filmler hariç, abartmasınlar yani bir konu buldular diye). Beni bilen bilir (Bu lafı da hiç sevmem) ben köpek delisiyim hatta şu an deli gibi olmayan köpeğimi sevdiğim fantastik bir dünyam var. Nerede görsem sevmeye çalışırım ama her zaman karşılık aldım mı tabi ki hayır. Çoğu zaman platonik veya tek taraflıydı. Hatta bir keresinde hayvanı nasıl bıktırdıysam, beni sevme dercesine ısırdı bile beni. O köpeği bir daha sevmedim ama başka köpekleri çokça sevmeye devam ettim. Yolda sahibini durdurup köpek sevdim. Baya çılgın gibi köpek severim anlayacağınız. Hatta sanırım ben köpeğimi sevmekten öldürebilirim, rivayetler var bu konuda. Hayatım boyunca beklediğim an ise birinin bana köpek sürprizi yapmasıdır (hala bekliyorum pls) hani şu videolardaki gibi (misal christmas puppy surprise) <3<3<3<3 Kedi köpek insanı derler ya anladınız herhalde ben köpek insanıyım :). Yavru köpek görünce sulu göz olan o gıcık insan da benim, düşünün artık bir de köpek sahiplensem neler olur. Burayı sayfalarca içimdeki sevgiyi anlatmak için kullanabilirim amma ve lakin gereksiz :). Çenemi yukarıda değil şu an burada bıraktım sanırım. Kuvvetlidir kolay kolay düşmez tabi hemen, gördüğünüz gibi.

Konudan yeterince saptığıma göre sonuç kısmına geçeyim. Umarım buraya kadar gelebilmişsinizdir. Aslında bir Adam Sandler filmi de koymak isterdim ama kısmet değilmiş. Sizin de böyle çocukluğunuzu hatırlatan, nostalji yüklü filmleriniz varsa yorum yazın, çekinmeyin :). Kendinize çok iyi bakın, hayal etmeyi ve çocuk kalmayı asla bırakmayın.

Devamını Oku »

20 Haziran 2016 Pazartesi

Queer Sinema

Onur haftasının da gelmesi sebebiyle uzun zamandır taslakta beklettiğim bu listeyi günün anlam ve önemine ithafen paylaşmak istedim. Tek tek filmleri açıklamadım. Bazılarını zaten blogda görmeniz mümkün, diğerlerini de yeri geldikçe zaten göreceksiniz. Bahsetmediklerimden bazıları beni ciddi anlamda etkileyen filmler. Umarım yine bir liste dolayısıyla bahsederim veya tek başına inceleme yapma fırsatım olur.

Peki Queer Sinema nedir? Neden ve nasıl Queer gibi eşcinselleri "aşağılamak" için kullanılan bir kelime bu sinemayı temsil ediyor? Queer kuramı nedir? Sinemadaki yeri ve temsili nedir? Queer sinemanın yeni ve eski örnekleri nelerdir? Babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi? Eminim bu soruların hiçbirini merak etmiyorsunuz :), ama eğer merak ederseniz en alta bir link bırakacağım orada tüm bu soruların cevabını bulabilirsiniz :). Eğer daha fazla bu ve benzeri kitap okumak isterseniz birkaç önerim olabilir, bunun için de yorum bırakmanız yeterli :). Ayrıca bu vereceğim linkte daha çok film örnekleri görebilirsiniz.



Benim de birkaç cümle yazmam gerekirse bu makale ile alakalı şunlar olur. Yalnız uyarmam gerek, çok güzel açıklamalar var makalede benim yazacaklarım sadece birkaç yerin açımlaması, yorumlaması (bildiğiniz paraphrase işte, Türkçe'sini yeni öğrendim tek kelime kullanarak, çaktırmayın :)), o yüzden bununla yetinmeyin makale bundan çok daha fazlası, ne yazsam eksik olacak. Mesela genelde Hollywood sinemasında (ki günümüzde de devam ediyor Türk Sinemasından bahsetmiyorum bile, az çok her ne kadar duyarlılığın arttığını düşünsek de), eşcinseller ve eşcinsel olmak genel olarak, "komik, korku veya kaygı uyandıran durum, anormalilik, toplum dışılık" olarak bize yansıtılıyor. Özellikle "eski queer sinema" başlığına bakarsanız, eşcinsel karakterlerin filmin sonunda ya intihar ettiğini ya da öldürüldüğünü görebileceğimizi belirtiyor. Yine bu ilk filmlerde "efemine eşcinsellik çevrelerindeki erkeklerin erilliklerinin ölçülmesinde ölçüt olmuşlar." İşte bu gibi örnekler bence yeni dönem bazı Dünya Sineması'nda ve Türk Sineması'nda da hala sıklıkla görülen stereotip karakterler aslında. İşte bu yeni dönem Queer Sinema bu algıyı yavaş yavaş yıkıyor sanırım. Aşağıda göreceğiniz filmlerde bu yeni dönemin örneklerinden sayılabilir.


Ve her zaman dediğim gibi empati önemli. Saygı duymak önemli. Aşk aşktır ve aşk her zaman kazanır :).


1. Haftasonu - Andrew Haigh (2011)




2. Zenne - Caner Alper, Mehmet Binay (2012)




3. Bana Marianna De - Karolina Bielawska (2015)




4. Aşk Başkadır - Ira Sachs (2014)




5. Tangerine - Sean Baker (2015)




6. Mavi En Sıcak Renktir - Abdellatif Keshish (2013)




7. Serseri Mayınlar- Ferzan Özpetek (2010)




8. Cahil Periler - Ferzan Özpetek (2001)




9. Annemi Öldürdüm - Xavier Dolan (2009)




10. Carol - Todd Haynes (2015)





Nejat Ulusay "Yeni queer sinema: Öncesi ve sonrası" (2011)

Buradan da Başka Aşk başlıklı film listeme ulaşabilirsiniz :).

Devamını Oku »

19 Haziran 2016 Pazar

Sevgili Güllük #9 (Evlerinin Önü...)


Yonca




Han



Mersin



Devamını Oku »

18 Haziran 2016 Cumartesi

Sevgili Güllük #8 (Aynı İfade)

Farklı mekanlar, aynı ifade...





Farklı kadınlar aynı ifade...




Devamını Oku »