30 Aralık 2016 Cuma

Bir Anı


Başka bir dünyanın güzel çocuklarının yaşadığı ormanyada dolaşırken eski bir kitapçıya denk geldim. O ruhu olan kitapçılardan, sahaflardandı. Ahşabın en güzel renklerinden oluşan raflar, oraya buraya konulmuş çeşitli kitaplar, eski cdler ve kasetlerlerle donanmış hafif loş ışık altında güzel kokan bir yarı sahaftı. İki eskimiş koltuk ve ortaya konmuş indirimdeki kitaplara bakıp aa uu sesleri çıkartacağınız cinsten. Sorduğum kitapları biraz orada biraz burada diye cevaplayıp sonra yerine dönen orta yaşlarındaki karizmatik sahibi bile vardı. Kendi halinde okuyucuya karışmayan sakin bir satıcı. Hava kararmış, ışıklar yanmış, içerisi sıcak, ahşabın büyüsü elle tutulur derecede ortada, müzik güzel evet çok güzel. Mutlaka bir anı bir şey almalıyım buradan diyorum, her sevdiğim mekandan evime, kendime bir şey alma bencilliğiyle. Somut bir şeylere ihtiyacım var, unutmamalıyım bu güzel ortamı, mekanı. Bitmemeli burada bana da bir şey kalmalı sonrasında. Ahh bu maddecilik… Orada bakınıp duruyorum bir yandan da çalan müziği kaydetme çabaları. Mekan, havasına uygun öyle her yerde duymayacağınız ancak dikkatli ve iyi bir dinleyiciyseniz hatta ve hatta tutkuluysanız seveceğiniz müzik çalanlardan. Kitaplarla mı müzikle mi sarhoş olsam diye karar veremeyip oradan oraya atlarken içimdeki coşku çalan müzikle daha da alevleniyordu. Şu çok kullandığım telefonumdaki müzik programı, hani şarkıyı kaydedip ne olduğunu söyleyen, hemen devreye girdi ama internetimin o an olmayışı beni tereddütte bıraktı. Ya şarkıyı sonradan tanımlayamazsa, ya kaydettiği halde sonradan bulamazsa…Çünkü daha önce beni yarı yolda koymuşluğu var ama ben şarkı koleksiyoncusuyum böyle nefis bir melodiyi kaçıramam. Şarkı o kadar güzel ki işimi şansa bırakmak istemiyorum. Ve dayanamayıp bir kez daha bu karizmatik beyefendiyi rahatsız ediyorum ve soruyorum çalan şarkının adı ne? Hemen cevaplıyor beni, telaşlı gibi ama yardım etme isteğiyle. Bana bir fişin arkasına yazıyor adını, emin değil albümü koymuş ya bu ya bu diyor. Ben bin bir teşekkür ediyorum, bilmiyor koleksiyoncu olduğumu, önemli değil demekle yetiniyor. Sonra bu fiş cebimde devam ediyorum bakınmaya, ama bir türlü bir şey alamıyorum. Hala bakınıyorum, bırakmak istemiyorum burayı. Saatlerce o eskimiş koltukta oturup kitap incelemek istiyorum. Birini okuyup sıkıldıktan sonra diğerini elime almak istiyorum. Böyle saatlerce orada okuyarak  bu güzel yerden sadece zevk almak değil ondan daha değerli olan zamanımı vererek ödeşmek istiyorum. Tabi mümkün olmuyor cebimde fiş elim boş teşekkür ederek çıkıyorum sahaftan. Aklım orada yürüyorum ışıklandırılmış sokaklarda.

Bir an geliyor bir gün sonra ya da eve döndüğümde karıştırıyorum  ceplerimi fişi bulamıyorum. Bendeki hüzün artıyor bulamamın telaşıyla. Nasıl olur nasıl, bu kadar şanssız (salak) olamam. Onu yere atmak istemediğim ıslak mendille ıslanmış kendi fişim sanıp cebimi temizlerken çöpe atmış olamam. Sümüklü peçeteler, yere atılmamış çöpler ve diğer fişlerle. Hele ki bu kadar sevmişken şarkıyı… Sonra bu karakteristik grup adını hatırlama çabaları ama beynin benden yana çalışmıyor. O an bir türlü gelmiyor aklıma. S kesinlikle s ile başlıyordu. Kelime oyunları hatırlamak için ama nafile. Yine de biliyorum ben onu bulamasam da o şarkı beni bulacak çünkü sevdim, içime işledi bugün aklıma gelmese yarın gelir ya da duyarım bir yerde. Bir şekilde karşılaşacağız yani eminim. Ama beklediğimden erken olmasını bu kadar çabuk olmasını beklemiyordum. Bir şarkıyı kaydetmek için açtığım o müzik programının ilk sırasında o şarkı vardı. Kaydetmiş, bulmuştu. Bendeki mutluluk paha biçilemez tabi ki. İçimde kelebekler. O şarkı artık benimle birlikle o karizmatik satıcının güzel kitapçısıyla tüm hissettirdikleriyle, loş ışığıyla, kokusuyla her zaman yanımda. Taşımama gerek yok, görmeme gerek yok sadece bir yerde duymam bana o özel anı hatırlatmaya, o kitapçıyı unutmama yeterli. O aradığım anı artık bu şarkıyla hep benle ve ben ona gözüm gibi bakıyorum J.

Dipnot: Fotoğraf bana aittir, izinsiz lütfen kullanmayınız :).
Devamını Oku »

27 Aralık 2016 Salı

Sevgili Güllük #15

Fikret Kızılok...


Bir bakarsın oyuncağın kırılmış
Arkadaşın sana küsmüş darılmış
Kavga etmiş; kaşın, gözün yarılmış

Sendeki sen sana soru sorunca
Ortaçağı Galile'yi bilince
Okuduğun İnce Memed olunca

Pırıl pırıl bir ilkbahar gününde
İlk aşkının gerçeğinde düşünde
Bir burukluk varsa eğer içinde

Yaşadığın, gördüklerin dışında
Mutluluğu kuytularda bulunca
Bir de şöyle etrafına bakınca

Bir gün gelir dünya sana uymazsa 
Değiştirmek eğer elden gelmezse
Şarkılarım sana miras kalmışsa

Yaşlı gözlerle bana gelip sakın üzülme yavrum
Böyle büyür insanlar; ağlamak çare değil
Zaman değirmenini durdurmak kolay değil (ama babacığım)


Devamını Oku »

Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni - Yavuz Turgul (1990)

Merhabalar :). İtiraf ediyorum bu filmi atıştırmalıkta yazacaktım fakat baktım uzadı gidiyor dedim hak etti şimdi tek başına bir sayfayı kaptım geldim kendisini, şimdi de yorumlarımı yazacağım :).



1990 yapımı bir Yavuz Turgul filmi. Tabi ki başrolde Şener Şen ki benim canım o canım, Türkiye'deki en sevdiğim oyuncu herhalde. Bayılırım dram, komedi her şeyi hakkıyla oynar. Onunla tanışmak, oturup saatlerce konuşmak hayatta en çok istediğim şeylerden biri fakat kendisine kızgınım çünkü ben onu daha çok izlemek istiyorum ama o Turgul dışında hiçbir yönetmenle çalışmıyor, şans vermiyor. En azından son yıllarda böyle neden bilmiyorum. Ben ise onun başka yönetmenlerin filmlerinde de görmek istiyorum çünkü muhteşem bir oyuncu ve yetenek. Daha çok rolde görmek, izlemek bizim hakkımız :(. Turgul kötü yazıp yönetmiyor ama son filmi Av Mevsimi kötü bir polisiyeydi. Şener Şen bile kurtaramadı. Genel olarak baktığımızda ve Yavuz Turgul dediğimizde benim bir numaram ve en sevdiğim filmler sıralamasında yer alan filmi Gönül Yarası'dır. Eşkıya ve Muhsin Bey'i de severim. Bu filmi de spoiler vereyim sevdim :).

Neyse bu konuları bir kenara bırakırsak ve bu filme geçersek klasik bir Yavuz Turgul filmi. Eğer Muhsin Bey filmini izlediyseniz benzerlikleri fazlaca var. Bir kere Turgul filmlerinde mutsuz son göremezsiniz. Bu filmde yine trajikomik ögeler, başrolde Şener Şen (canımıniçi), geçmişe özlem, İstanbul'daki kültür çeşitliliği vs görülebilir. Yine biraz Şener Şen öveceğim, oyunculuğu mükemmel, duygu geçişleri, içimizi acıtan sözleri, komedisi her şeyi görmek mümkün. Kesinlikle duyguyu size geçirmekte, inandırmakta hiç zorlanmayan bir oyuncu. Bu filmde de hem çok güldüm hem ağladım ve bu iki büyük tepkim de sayesinde oldu. Muhsin Bey karakteriyle biraz karşılaştırma yapmam gerekirse de Muhsin Bey naif bir karakterken, bu filmdeki Haşmet karakteri daha kurnaz, ağzı laf yapan, istediğini almaktan çekinmeyen biri ama iki karakterde de az çok vefa duygusu, sinema veya müzikte bir yere gelme çabası, sanata olan ilgileri gibi özellikleri ortak. İkisi de hak ettiklerini düşündükleri değeri görmek istiyorlar. Filmlerin ikisi de İstanbul'da geçiyor ve İstanbul'un kültür çeşitliğini güzel yansıtıyor.

Filmde yönetmen olan Haşmet ilk kez aşk filmi değil toplumsal bir film yönetmek ister. Bunun için de elinden geleni ardına koymaz. Bu film onun için önemlidir çünkü hayatında bir kez de olsa ödül almak, tanınmak, önemli olduğunu hissetmek ister. Bunca yıldır boşa çalışmadığını, birilerinin öldükten sonra da adını anmasını ve belki de o yeşilçamdan birer figüran, yan rol ya da unutulan oyuncu arkadaşları gibi olmayıp bir kez de olsa bu sinema dünyasında adının olmasını ve başrol olarak nu dünyada yer almak ister. Bir repliğinde şu cümleyi duyarız ağzından, "Artık sinemada yönetmen devri başlıyor", o da artık devrinin başlamasını ister. Unutulan, işleri bittikten sonra bir kenara atılan, parasızlık, işsizlik içinde olan arkadaşları gibi değil. O yüzden tüm gelen aşk filmleri tekliflerine ve imkansızlıklara rağmen bu filmi çeker. İşte unutulmak istemeyen, öldükten sonra da adının kalmasını isteyen bir yönetmenin trajikomik hayatını izleriz. Eski eşleri, çocukları ve arkadaşları arasındaki ilişkiler, yalanları, hayalleri, düş kırıklıkları hepsini izleriz.

Yani yine Şener Şen'in oyunculuğunu konuşturduğu bol bol güleceğiniz, beraber geçmişe özlem duyacağınız güzel bir film. Ben öneriyorum, izlemesi sizden. Her şeye rağmen yanınızda olan sizi koruyup kollayan sevdiklerinizin olması dileğiyle, kendinize iyi bakın :).
Devamını Oku »

26 Aralık 2016 Pazartesi

Türk Filmleri #1

Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? Yine bir öneri listesi serisiyle karşınızdayım :). İlkiyle bugün itibariyle başlıyoruz. Sizlere her zaman olduğu gibi kendimce izleyip sevdiğim filmleri kısa kısa yazıp önereceğim. Ayy ben Türk filmi sevmem, ben melek şehrinden çıkmam demediğinizi biliyorum :) o yüzden sizlere böyle beş filmlik listeler hazırlayacağım. Şimdi ben çok seviyorum Türk Sinemasını ve film arşivimi genişleten başka yolları da gösteren iki dönem boyunca Türk Sineması dersi aldığım Ebru hocama buradan teşekkür etmesem olmaz, emeği büyük üstümde. Hazır teşekkür etmişken Erman hocama da teşekkür edeyim keza onun da dersleri sadece sinema alanında değil hayat üzerinde aydınlanmama sebep olmuştur. Ya işte böyle bu iki hocacığımın da bende etkileri büyük, her zaman dediğim gibi onlardan ders almak büyük zevk ve ayrıcalık :).

Ben Türk filmi izlemeye bayılırım hele ki son dönem sinemasının muhteşem olduğunu düşünürsek. Festivaller ve başka sinema sağ olsun zaman zaman galalara (-lar değil :)), söyleşilere katılma şansımız da oldu :). Gerçi bu filmleri maalesef anaakım medyada ya da kanallarda izlemek pek mümkün değil fakat ben Özge'nin uydusundan, adını bilmiyorum, bir filme denk geldim. Sanırım paralı olanlarda ara ara gösteriyorlar ama neyse ki internet var. Başka sinema ve festival gitmeyen şehirlerde yaşayan insanlar olarak da sadece sinemada gösterilen filmlerle yetinmek zorunda değiliz. Şimdi hangi filmlerle başlasam diye düşünüyordum ve 2000 sonrası filmlerle başlayayım istedim. Sonra baktım yıllar karışmış :), 90'lara gitmişim ben de belli bir sıra olmadan yazdım.


1. Gönül Yarası - Yavuz Turgul (2005)




İşte benim en sevdiğim filmlerden, bir kez değil kaç kez izledim zaten arada televizyonda da görmek mümkün. Bayılıyorum, bu filme. Müziği, oyunculuklar, monologlar süper bir film. Hala izlemeyen varsa izlesin.

2. Duvara Karşı - Fatih Akın (2004)



Muhteşem bir Fatih Akın filmi. Ben yönetmeni zaten severim sanırım en güzel filmi de budur. Temaları, müziği, oyuncuları her şeyiyle güzel olan filmlerden. Yine izlemeyeniniz varsa büyük kayıp. Hemen açın izleyin.

3. Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi - Onur Ünlü (2011)




Onur Ünlü'nün güzel filmlerinden biri. Ben çok severim. Selçuk Yöntem, Bülent Emin Yarar, Köksal Engür, Cengiz Bozkurt, Yılmaz Gruda, Güler Ökten gibi güzel oyuncuları barındıran, ciddi sistem eleştirileri barındıran, kara komedinin başarılı örneklerinden biri.

4. Masumiyet - Zeki Demirkubuz (1997)




Demirkubuz severler ikiye ayrılır; Kaderciler ve Masumiyetçiler diye :), ben anlaşıldığı üzere Masumiyetçiyim :). Kader'i de severim de bu film başka. Bu arada söyleyeyim fanatik değilim ama severim filmlerini. İlk izlediğim filmi sanırım yönetmenin sonrası geldi zaten ama öyle her zaman izlenecek filmlerden değil, uyarayım. Aşırı ağır ama güzel bir filme hazırlıklı olun. 

5. Tabutta Rövaşata - Derviş Zaim (1996)




Ahh ahh nasıl anlatayım ki şimdi ben Mahsun'u, nasıl naif, iyi niyetli bir karakter. Bu Uğurlu kardeşler de oyuncu olmak için doğmuş, ben bayılıyorum onlara, oyunculuklarına, oynadıkları filmlere. Burada da Ahmet Uğurlu çok güzel bir oyunculuk çıkarmış. Film zaten güzel. Açın izleyin.

Devamını Oku »

25 Aralık 2016 Pazar

Sevgili Güllük #14

Eski sevdiklerimizden yeni seveceklerimiz <3




Devamını Oku »

24 Aralık 2016 Cumartesi

Ursula K. Le Guin ve Haruki Murakami

Merhabalar, nasılsınız? Ben kendimi kitaplara vermiş bulunmaktayım ve hazır böyle bir okuma açlığı varken şu aralar bende bunu değerlendirmeye çalışıyorum. Bildiğiniz gibi bazen bir iştahsızlık, elinin kitaba gitmeme durumu oluyor. O yüzden böyle anlar gelince de kaçırmamak lazım.  Tabi okudum okudum da dünyaları mı okudum, yok okumadım fakat kısa sürede birkaç kitap bitirdim. Bu süre zarfında bitirdiğim iki kitabı sizlere hazır tazeyken anlatmak isterim çünkü iki kitabın da yazarı uzun süredir okumak istediğim ama bir türlü okumadığım yazarlardandı. Yani yılın son ayında iki yeni yazar daha haneme eklemiş oldum. Eminim bu iki yazar da sizin sevdiğiniz ve okumaktan zevk aldığınız yazarlar. Kimden bahsediyorum; Ursula K. Le Guin ve Haruki Murakami’den tabi ki. İkisini de uzun süredir okumak istedim ama bu son D&R indirimine kadar elimde kitapları bile yoktu. Twitter’dan duyurdum bu tüm Türkçe kitaplardaki %30luk indirimi, sizler de gidip aldınız mı kitaplar? Ben dört kitap aldım ve ikisi bunlardı. İkisini de beğendim, ikisine de bayıldım ama gelin biraz detaylı olarak aşağıda inceleyelim.

Dünyaya Orman Denir – Ursula K. Le Guin




Yazar gibi yazar adı ya bu insanlara anneleri babaları önceden biliyormuş gibi böyle cool cool isimler koymuşlar ya, pes, hayret! Bir kere de kitap yorumuyla başla, alakasız şeylerle değil dediğinizi duyar gibiyim ama yapacak bir şey yok J. Yine kitaptan önce kapağından bahsedeyim, müthiş. Bayıldım. Metis Yayınlarından çıkmış ve ben zaten severim bu yayınevini her ne kadar indirim konusunda cimri olsalar da J. Yazarlarına güvenen yayınevlerinden biri, her zaman çok satan kitaplara sahip bunun etkisi de büyüktür mutlaka. Neyse efenim velhasıl yazarın dünyasına adım attık bu kitapla çıkmaya da niyetim yok. Arka kapak yazısı olsun, ilk bölümleri olsun ne güzel kitap ya diyerek başladım. Zaten daha önce yazarı çok okumak istememe ve bazı kitaplarını bilmeme rağmen kitapçıda arka kapak yazısına güvenerek bu kitabı aldım, pişman da olmadım. Kapağı ve verdiği mesajla çok güzel olan bir kitap. Kısa ve öz, olaylar hemen gelişiyor. Bilim kurgu türünde ki ben çok severim bu da iyi bir örnek. Bir de alıntılar var ki beni çok etkiledi zaten kitaptaki Athshe halkının değişimi beni derinden yine etkiledi. Bu insanoğlunun kendini diğer varlıklardan üstün görmesi, diğer varlıklarla birlikte değil de onlarla savaşarak yaşaması çok güzel anlatılmış. Hele ki sonundaki diyalog vurucuydu. Askerin Athshe halkına cinayeti unutabilir tekrardan eski yaşamınıza dönebilirsiniz, biz gidiyoruz derken Selver’in cevabı ibretlik. Ama öyle olmuyor işte bir kere o sözcük girdi mi hayatına değişim başlıyor ve eskiye dönemiyorsun. Yine kitapta sözcüklerden yola çıkılarak bir halkın tanımının yapılması güzeldi. Adı da zaten oradan geliyor. Bu halkta dünya ile orman kelimelerinin eş olmasından. Daha çok yorum yapmak istiyorum ama çok da bahsedip her şeyden tadını kaçırmak istemiyorum; o yüzden alıntıları paylaşayım.

“Sen geyikler, ağaçlar ve fiberotu için endişeleniyorsun, çok güzel, senin bileceğin iş. Fakat ben olayları önem derecelerine göre görmek isterim, yukarıdan aşağıya, ve yukarıda şimdiye kadar hep insan oldu.”

“Geyikler avlanılacaktı, çünkü onların burada olma nedeni buydu.”

“Kazanan tarafta oynamak gerektiğini, aksi taktirde kaybedeceğini görmüyordu. Ve kazanan her zaman İnsanoğlu’ydu. Fatih.”

“İlkel ırklar gelişmiş olanlara yer açmalı her zaman. Ya da, onlara benzemeli.”

“Çokluk içindedir yaşam ve yaşamın olduğu yerde umut vardır.”

“Fakat, öldürmek için sebepleriniz olduğunu düşünmemelisiniz. Cinayetin sebebi yoktur.”

“Belki ben öldükten sonra, insanlar ben doğmadan ve sizler gelmeden önceki gibi olurlar. Yine de böyle olacağını pek sanmıyorum.”


İmkansızın Şarkısı – Haruki Murakami




İşte bir diğer çok okumak istediğim bir yazar. Dünyaya Orman Denir kitabından sonra hemen bu kitaba başladım. İyi ki de başlamışım, iyi geldi. Biraz aşk, biraz umut depoladım J. İlk bölümlerde okurken korktum çok fazla şarkı adı film adı olacak diye ama beklediğim gibi olmadı. İyi ki olmadı çünkü biraz kitabı benim için itici yapabilirdi fakat bu kitapta ayarında dozundaydı. Kitapta da bahsedilmiş ben nedense okurken Gönülçelen bir diğer adıyla Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı okurken aldığım tadı aldım biraz. Ki bu kitapta favorilerim arasındadır. Bir de bana Wong Kar Wai filmlerini anımsattı daha sonra neden diye düşündüğümde Chungking Express geldi aklıma. İki kadın bir adam. Kadını unutamayan bir adam ve başka bir kadının adama aşkı. Belki de bu yüzden bir bağlantı yaptım, bilemedim. Biraz daha düşününce de belki hikayede zamanını doldurmuş bazı karakterlerin ya da sonunu etkilemeyecek karakterlerin sonunu arada bir paragrafta anlatıp normal hikaye akışına devam etmesi olabilir ki bu tekniğe bayılıyorum, çok güzel hele ki çarpıcı ise. Bir de betimlemelerde tekrara düşüldüğünü hissettim. Hatsumi ve Naoko karakterlerinin güzelliğinin tasviri ya da arkadaşlık ilişkileri bir de intiharların olması. Aslında intiharların olması tam tekrara girmeyebilir, betimleme tekrarı da olmuyor zaten ve hikayenin akışı ve anlatılışı bakımından sizi her zaman diyeyim bu hissi vermiyor yine yukarıdaki “teknik” ile anlatılan biri vardı ki beni çok etkiledi mesela. Bu detaylar dışında kitabı çok sevdim, öneriyorum. Sizin de yazara başlangıç kitabınız olabilir şahsen ben diğer kitaplarını daha çok okumak istiyorum artık. Biraz da korku var içimde aynı şeyleri okuyacağım, hepsi birbirine benzeyecek diye ama umudumuzu kaybetmeyelim öyle olsa bile belki severim J. Kendi kendimi strese sokup çıkarım karışmayın bana J.  Ha bir de sonu Wong Kar Wai etkisi verdi. Chunking Express desem daha doğru olur sanki. Ben bu kitapla o filmin karşılaştırmasını yapsam yaparmışım şu an fark ettim J. Kısa kısa o zamanın tarihine de göndermeler de yapılmış.

Normalde dikkat etmem ya da gözüme çarpmaz diyeyim ama bu kitapta yazım yanlışları, baskı hatalarına baya denk geldim, hoşuma gitmedi. Doğan kitap bir de bence bu kağıt için gereksiz bu kadar pahalı yapıyor kitapları. Tabi sebebi bu değildir ama olsun.

Kitabı neden sevdiğimi de birkaç cümlede açıklayayım; bir kere böyle topluma yabancılaşmış, toplumdan izole olmuş baş karakterlerin anlattığı hikayeleri daha önce de sevdiğimi söyledim liste bile yaptım, buyurun bakın J. Kitapta altını çizdiğim böyle afili, kapak fotoğraflarınızın altına yazacağınız sözlerin olması da beni çekti, her zaman işe yarar bir kitabı sevmemde J. Özellikle bir yer vardı ki karakterlerden Midori ve Watanabe'nin ilk konuşmaya başladığı bölüm  çok hoşuma gitti, samimi geldi. Gözümde canlandırıp, oynatabildim. Filmi yapılsa bu kitabın baya popüler olur, izlenir eminim. Bunların dışında, hikayeleri sevdim. Birden çok hikaye vardı kitapta ve hepsi de ilgi çekici. Yazar küçük oyunlarını oynayıp merak unsurlarını nerede ne zaman neyi söyleyeceğini bilerek ustalıkla yerleştirmiş. Güzel kitaptı, Gönülçelen ve Muhteşem Gatsby adı en çok geçen kitaplardı ve ben ikisini de severim. Karakterimiz de Fitzgerald hayranı. Yazar referansları kitapta bulabilirsiniz. Sizi çok sıkmadan aralara yerleştirilmiş. Bende fobi gibi oldu nedense çok önem vermeye başladım bu duruma J. Birkaç sevdiğim altını çizdiğim cümleleri de şurada paylaşayım. Sevdiklerinizin sizinle olması dileğiyle, hoşçakalın :).

"Eğer şu anda kendimi bırakacak olursam, paramparça olurum. Ben hep böyle yaşadım ve başka türlüsünü bilmiyorum. Eğer kendimi koyuverirsem, bir daha eskisi gibi olamam. Un ufak olurum ve sonunda da buharlaşırım."

"Ölüm yaşamın karşıtı olarak değil parçası olarak  vardır."

"Çağdaş edebiyata güvenim yok demiyorum. Ama değerli vaktimi de zamanın vaftiz etmediği eserleri okuyarak ziyan etmek istemem. Hayat yeterince kısa."

"Herkesle aynı şeyleri okuyunca, ister istemez herkes gibi düşünürsün. Bu, kaba ve zevksiz insanların dünyasıdır."

"Peki insanlar kalbini açınca ne oluyor?"

Devamını Oku »

23 Aralık 2016 Cuma

Sevgili Güllük #13





Bizim şehre kar yağdı, evde bir Christmas havası...



Devamını Oku »

22 Aralık 2016 Perşembe

Bir Film Bir Kitap

Merhaba arkadaşlar. Son zamanlarda izlediğim ve okuduğum sayılı yayınlardan ikisiyle bir derleme yaptım. Neden mi çünkü ikisinin de bir ortak noktası var aynı büyülü dünyada geçmesi. Tabi ki çok ortak noktaları var ama ikisinin de zaman farkı olsa dahi aynı evrende geçmesi durumu, bu evrenin benim en sevdiğim everenlerden biri olması bu iki yayına da bakmak kaçınılmaz kılıyor gözümde. Tahmin ettiğiniz üzere bu dünya Harry Potter dünyasına ait ve film Fantastik Cananakdjlfldkfl  ve Lanetli Çocuk. Benim bunları söyledikten sonra aklıma tek gelen Rowling paraya yine para demedi J. Neyse onun bize bahşettiği bu dünya bence paha biçilemez ama kitap ve filme de bir miktar ödeme yapmadık değil, sıkıntı yok J. Bu arada ben inceleme falan değil bildiğiniz Potter fanlığı yaptım aşağıda bol bol da spoiler verdim, izleyip okumayanlar pek bakmasın.

Fantastik Canavarlar Nelerdir ve Nerede Bulunurlar?





Daha uzun bir ad bulamadın mı Rowling ablacım ya, neyse böyle başlangıç olmaz ama başlığı yazarken yoruldum. Geri sarıp tekrardan başlayalım. Merhaba efenim nasılsınız? Son zamanlarda izlediğim bırakın sinemada genelde izlediğim sayılı filmlerden sonuncusu olur kendileri. Büyülü dünya hele ki Harry Potter dünyası beni benden alıyor. Sayısız kere izlemiş okumuş biri olarak bu dünyayla alakalı her şey beni çekiyor. Bu filmi de merakla bekliyordum. Kitabı bulmak mümkün değil sanırım şu aralar baskı durumundan dolayı zaten 43 sayfalık kitaptan beş film çıkartılması kesinleştirilmiş bir seri olarak düşünürsek ancak esinlenilmiş diyebiliriz. Filme gelirsek, özlemişim. Valla özlemişim. Bu büyülü dünyanın alternatifi farklı karakterler Hogwarts dışındaki büyücü olduğunun farkındalığıyla büyüyen insanların hayatı, günlük yaşamları ilgimi çekiyor. Bir nebze de olsa bu merak gideriliyor. Filmde mugglelarla içli dışlıyız ve her zaman olduğu gibi kilise büyü ve cadılara karşı. Amerika’dayız bu sefer farklı bir Sihir Bakanlığı başta ama yine bir katılık, en iyiyi ben bilirim havaları. Sonrasında pişmanlık.  Amerika değil de İngiltere’de keşke olsa ben de dedim.
Yönetmen kara büyülere maruz kalacası David Yates. Neden Rowlinggg nedennn diye oralara buralara uçuç tozu serpmeme sebep olan Harry Potter filmlerini mahveden yönetmen burada da yine iş başında. Dumbledore aşkına Potter filmlerine lanetler saça saça birazcık yönetmenlik öğrenmiş hakkını yemeyeyim, 3d kullanmayı da az biraz. Yalnızzz, filmin sonunda sinemada izlediğim ve hatırladığım en az iki filmde olan (Ghostbusters, Suicide Squad) gece sokak ortasında, koca binalar arasında kötüye karşı savaşan iyiler görmekten gına geldi. Mekan aynı ya da benzer, kötü karakter hayalet, büyücü, kötü ruh o bu fark etmez e bir de iyi takımımız varsa savaşacak açın meydanları. Yeni filmlerde denk gelip bir de bu filmde yeni (belki de değil) Hollywood klişesi olan bu sahne hoşuma gitti, Merlin’in sakalı diyemiyorum haliyle.

Bunun dışında, Dumbledore aşkına Colin Farell sen büyücü olmak için doğmuşsun da haberimiz yokmuş. Sen ne asa kıvıranmışsın yahu. Valla bayıldım. O asa tutuşları, hareketler, doğallık, oyunculuk 10 10 10. Ten - point goes to Colin. Bayıldım bayılmasına da spoiler vereceğim üzerinize afiyet ya ne güzel bir dünyadır ki Farrel’ın Depp’e dönüştüğü dünya. Tam üzüleceğim gönlümün asa sallayıcısı gitti diye, Johnny Depp geliyor bembeyaz saçlarıyla. Adama daha nasıl yükseltir çıtayı, nasıl çeşitler karakter çeşitlemesini bir de nasıl hepsini güzel giyer hayret. Ya daha dur iki üç dakika ya var ya yoktu deyin siz ama ben anlarım :P.Bir de Johnny Depp ya cebinden çıkartır böyle karakterleri. Grindelwald demişken ben Dumbldore’u bekliyorum deli gibi. Kim oynayacak geçmişlerini, arkadaşlıklarını hatta ve hatta kız kardeşinin ölümüne sebep olan o geceyi ayrıntılarıyla görebilecek miyiz, ki bu kadar seri yapılacaksa bence olası, merakla bekliyorum. Tabi bir de şekerlemelerin arkasına kazınmış o müthiş Dumbledore Grindelwald düellosu var ki, şimdiden heyecanlandırıyor insanı. Johnny Depp’e yaraşır, karşısına gelecek oyuncuyu merakla bekliyorum. Tahminleri alayım yorumlara.  Ya zaten biliniyor derseniz yazın da öğrenelim yahu. Johnny Depp demişken Grindelwald’ın son sözü “Biraz ölelim mi?” nasıl güzel bir sondu ya o. Offf ki ne off. Depp ölelim derse biz zaten seve seve gülüm deriz. Senden gelecek Avada Kedavralar bize büyücü düğünüdür. Bu kadar kötü espri yeter. Elitliğime dönecek olursam Grindelwald’ın ortaya çıkışından sonraki bu birkaç dakika bile paragraf yazdırıyorsa diğer filmlerde düşünemiyorum. Bu filmlerde Grindelwald Voldemort’u geçecek gibi. Scamander kahramanımızsa sanırım Grindelwald daha dominant olacak. Şikayetim yok hatta lütfen olsun. Tabi ki Dumbledore’u da başkarakter olarak bekliyorum. Söz konusu Potter dünyasıysa daldan dala atlıyorum kusuruma bakmayın J.

Rowling’in çantaları kalp ben. Hayatımda en çok istediğim şeylerden biri Hermonie’in her acciosunda her şeyi eline veren çantasıdır. Bir de yanınızda taşıyacağınız, kullanışlı, taşınılabilir, mugglesavar yeni bir çanta gördük bu filmle. Newt Scamander’in fantastik canavarlarını muhafaza edip, araştırıp, koruyup kolladığı dört mevsimi barındıran çantasını da oradaki hayvanat bahçesini de sevdim. Daha çok şaşırmak ve benimde olsun, aman ne de ilginçmiş diyebileceğim daha çok canavar isterdim ama bu da güzel. Scamander neden sürekli sol profilden bakıyor, aşık olduğu kız neden bu kadar soğuk bir oyuncu, ikiz kardeşin bu yeteneği nerden ötürü, her şeyi unutan muggle amcamız diğer filmde olacak mı, babam böyle pasta yapmayı nerden öğrendi? Kafamda deli sorular diğer filmleri bekliyorum.

Bunlar dışında komik bir filmdi, sıkılmadım, çok bir beklentim olmadığındandır eğlendim, beğendim, sevdim. Hatta biri izlemedim gel bir daha gidelim dese gider izlerim. Harry Potter döneminden önce ve farklı olacağını biliyordum o yüzden beklentilerim bu doğrultuda değildi. İlk film olduğundandır, çok fazla karakter olay oluyor gibiydi, takip ederken bir dakika yavaş gidin diyordum ama sonra tabi ki hepsi bağlandı ve tembel seyirciniz ben biraz rahatladım :P. Yani Hollywood filmi olmuş demek istemiyorum ama biraz olmuş. Hollywood’dan güzel filmler çıkmıyor değil ama aynı şeyleri de üst üste bu kadar benzer şekilde kullanmayalım yahu. Bunun dışında John Williams'ın muhteşem Potter bestesini duymak çok güzeldi. Nostaljik anlar yaşadım, gözlerim doldu. İzleyeli de zaman oldu kesin unuttuğum şeyler vardır da artık konuştukça hatırlarım. Yorumlarla kapatırız arayı. Biz geçelim asıl Harry Potter kitabına.

Harry Potter ve Lanetli Çocuk




Yani Rowlingcim Harry Potter’ı böyle ebeveyn olarak yaşatmak için Voldemort’u baba yapmak zorunda değildin. Tam bir Yeşilçam sineması. Bu nedir yahu. Hayır ben Albus’un Hogwarts yıllarını ve o değişme sürecini, Draco’nun dokunaklı ebeveynliğini, Scorpious’un tam teferruatlı hayatını, karakterini okumak isterdim. Yeniden Hogwarts koridorlarında dolaşmak ve derslere girmek isterdim. Hem de seve seve, bayıla bayıla. Tiyatro oyunlarını zaten çok nadirdir böyle okuyup sevdiğim, izlemek eminim daha farklıdır ama böyle bazı şeylerin içi çok boş kalmış. Bir de Rowling’in yazmadığı çok belli. Üstün körü olmuş, keşke Rowling ablacım baştan yazsaymış off çok güzel olurdu ya. Yalnız Voldemort’un işi gücü yok Bellatrixle çocuk yapacak yok artık daha neler. Hiç inandırıcı gelmedi bana. Bir de ne ara doğdu o çocuk Bellatrix ölmeden ne ara doğurdu kafamda yine deli sorular. Bir de birkaç yerde mantık hatası sezdim şu an hatırlamasam da belki de benim dikkatsizliğimdendir. Ona tekrar bakacağım, o zaman tartışalım Potter fanlar.  Snap'i tekrardan okumak ve onun o espritüelliği süperdi. Çok özlemişim onu da. Güldüm, güzel yerler vardı ama beğenmedim. Ben kitap isterdim oyun değil. Kitap olarak basılacaksa yeniden yazılsaydı keşke. Böyle olmamış. Yine Harry Potter der bağrıma basarım ama ısınamadım. Belki tiyatro oyununun kaydını izleme şansım olsa fikrim değişir, sanmıyorum ama böylesi biraz satış işi olmuş. Sırf adını duyup gelenler çoktur ki Harry Potter adı her şekilde satar. Neyse bu kitabı da filmden sonra çıkıp hemen aldım. Bu dünya gerçekten büyülü bir başladın mı bırakamıyorsun. Hep daha fazlası olsun derdi. Yine de uzun zaman sonra yeni şeyler okumak izlemek güzeldi. Ben çok sevindim ve zevk aldım. Umarım Harry Potter da alternatif büyücü dünyaları da yayınlanır.


Devamını Oku »

14 Aralık 2016 Çarşamba

Yılbaşı Çekilişi 2017 (Kapandı)

Merhabalar efendim, nasılsınız görüşmeyeli?  Biliyorum iki aydan fazla oldu ve Öneri Makinesi’ne ne oldu ne bitti çok merak ettiniz; yorumlar, mesajlar, mailler durmak bilmedi ama işte buradayım geldim (yalan tek bir yorum bile gelmedi J). Dönüşüm de her zamanki gibi muhteşem olsun istedim J. Çekilişle geldim. Yılbaşı yaklaşıyor ben de istedim ki benden size güzel hediyeler gitsin ben de elimde olan ve takas etmek istediğim kitaplardan birini sizlerle paylaşayım. Bu arada normal yayınlarımız da devam edecek bu sadece başlangıç. Takas demişken önerileriniz üzere ukitap’a üye oldum yavaştan kitap eklemeye başlayacağım. "Onerimakinesi" adıyla beni bulabilirsiniz, gelin takas yapalım. Film ve kitap yok denecek kadar azdı bu iki ayda ama bir müzik keşfi yapmışım, oradan buradan toplamışım ki güzel abur cuburları bekleyin, değecek.




Hediyelere gelirsek üç seçeneğiniz olacak efenim. Birini seçersiniz artık okuma zevkinize göre. Bir Noel baba yollayacağım 2017’de ne kadar kitap istediğiniz varsa hepsini getirecek, anlaştık. Bir de benim yapacağım Christmas ayracı var o da sürprüz olarak gelecek. Şu ana kadar yaptığım iki çekilişte de kendi yaptığım ayraçlardan yolladım, bu senenin son çekilişinde de elimde yılbaşı temalı decotapeler varken yollamadan olmaz. Ben hediyelere özellikle kitap hediyelerine bayılıyorum. Siz de seviyorsanız yapmanız gereken blogu takip etmiyorsanız etmek, ediyorsanız veya yeni ettiyseniz de aşağıda yorum olarak yazmak. Tabi ki güzel dilekler dileyip, ben de hediye göndermek istiyorum demek serbest :). Şansımı arttırmak istiyorum diyorsanız da şartlar aynı, herhangi bir sosyal medyada paylaştıktan sonra yorumlarınızda bu linki paylaşıp çekiliş sonuna kadar görünür kılmak. İşte bu kadar basit. Çekiliş tabi ki yeni yılda son buluyor. 2017'ye girdiğimiz an çekiliş bitiyor :). Hadi bakalım bekliyorum J. Görüşürüz gençlik.
Devamını Oku »

2 Ekim 2016 Pazar

Caramel – Nadine Labaki (2007)




Hikayemiz Lübnan/Beyrut’ta geçiyor. İsmi Karamel, adı gibi hayatın, kadın olmanın acı tatlı yanını gördüğümüz bir film. Bir kuaför salonunda çalışan üç kadının, oyuncu olmak isteyen samimi müşterilerinin ve terzi teyzelerinin hayatına odaklanmış. Başrol oyuncumuz Layale afeti devran, genç ve güzel. Neşeli, cıvıl cıvıl bir kadın ama o evli bir adama umutsuzca âşık. Onunla beraber çalışan arkadaşı Nisrine Müslüman bir gençle nişanlı ve yakında gerçekleşecek düğününün stresi ve baskısı altında. Rima, kuaförde çalışan kadınlardan hoşlanan genç bir kız. Sesi de öyle güzel ki yüreğinize dokunur. Bir de iki çocuk annesi, boşanmış, oyuncu olmak isteyen orta yaşlarındaki Jamale. Oyuncu seçmelerine gidiyor ve sık sık arkadaşlarının olduğu bu kuaföre geliyor, gençlik döneminin geride kaldığını kabul etmek istemiyor. Ve bir de teyzeleri terzi Rose. Yaşlı annesi Lili ile yaşıyor, Lili , yollardan kağıt toplamayı seviyor. Kızını kızdırmak ve müşterileri rahatsız etmek başlıca hobileri arasında :). Rose kendini unutmuş belki de kendinden vazgeçmiş bir kadın. Kendini annesinin bakımına vermiş ve geçinme derdine düşmüş. Aşk, süs, bakım onun için uzak ihtimal, lüks. Kendine layık görmüyor. Filmde mekan, kostümler ve müzik şahane. Filmin ahengi, rengi güzel. Bu küçük ayrıntılara bayılmamak elde değil, konusuna da. Filmde dram var ama dedik ya adı gibi acı tatlı bir film, karakterlerle ağlarken onlarla gülebiliyoruz. Kadın olmak zor çok zor fakat aynı zamanda eşsiz ve eğlenceli de. Filmde erkek karakterler yok denecek kadar az. Layale’in aşık olduğu adamı görmeyiz hatta sesini bile duymayız ama karısının dünyasına az çok hakim oluruz. Gördüğümüz erkeklerden ikisi dışında diğerleri konuşmaz bile doğru dürüst. O ikisi de aşıktır belki sevilen belki de sevildiğini bilmeden. Bu filmde kadınlar ön planda. Onların anlatacakları, dertleri, sıkıntıları baş rolde. Stereotip olmadan farklı karakterlere, inanışlara, görüşlere sahip kadınlar bu filmde. Hepsi biz, hepsi gerçek. Hepsi birbirinden farklı ama bir o kadar da bir.




             


Özgürlüğü de anlatır film. Rima’nın saçını yıkadığı güzel kadının saçınızı keselim sözü üzerine verdiği cevap keşkedir. Keşke kestirebilsem; önyargıları, bana olan bakışları, insanların düşüncelerini ve istediğimi yapabilsem bir kere. Bari bir kere kimsenin ne dediğini umursamadan kestirebilsem der işte o keşke. Ve “evdeki” herkes delirdiğimi düşünür diyor. Herkes kim, başından beri gözümüze çarpan altın halkanın sahibi mi? Bilemeyiz ama sonunda “keşke”’nin ”iyi ki”’ye biliriz dönüştüğünü. Filmin sonunda da yönetmen “Benim Beyrut’uma” der birbirinden farklı bu kadınların saygı ve sevgiyle beraber yaşamalarına referans vererek. Ve son sahne gelir. Anne kız sokaktan kağıt toplarlar renk çaprazlamasıyla ve muhteşem bir final müziğiyle. İstemsizce gözlerinizden yaşlar akar yavaş yavaş. Onlar bizsiz de hayatlarına devam eder, biz ise bu acı tatlı hayatların arasında ağzımızda karamel tadı gözyaşlarıyla süslenmiş yüzümüzdeki tebessümle bakarız ekrana.



 Fotoğraflar benim tarafımdan hazırlanmıştır.
Devamını Oku »