15 Ekim 2017 Pazar

Happy Happy Snail Mail

Merhabalar :). Bugün sizlerle snail mail yani mektuplaşma, geleneksel posta mutluluğundan bahsetmek istiyorum. Hafta sonuna yakışır şöyle güzel bol fotoğraflı mutlu bir yayın olsun, içimiz açılsın :). Her şeyi elektronik ortamda hallettiğimiz şu günlerde mektuplaşma size eskilerden kalma bir anı gibi gelebilir ama neyse ki benim gibi nostalji, diy, yaratıcılık ve kırtasiye severler benden çok önce bu olayı yeniden keşfetmiş ve posta yoluyla mutluluk yaymaya başlamış.



Ya ben Instagram'da görüyorum bu snail mail, penpal, happy mail diyollağ ben var anlamamak diyorsanız kısaca bahsedeyim kendi tecrübelerimden. İlk nerede gördüm hatırlamıyorum ama o özenle hazırlanmış zarfları, zarfların içindekileri, kartpostalları gördükçe mutlu olan ben bloglar ve Instagram'da görüp nedir nasıl oluru araştırınca Postcrossing sitesini keşfettim. O zaman alt başlık;

Postcrossing


Bu site size dünyadan rastgele seçilen birine kart atmanızı aynı şekilde size de kart gelmesini sağlıyor. Çok basit bir sistemi var. Siteye üye oluyorsunuz. Bilgilerinizi, zevklerinizi girdikten sonra şöyle de bir seçenek var; kendi ülkenizden kartpostal gönderip almak istiyorsanız ya da kendi ülkeniz dışında birinden kartpostal alıp vermek istiyorsanız diye. Ona göre sistem size beş kişiyle başlayan bir adres verme sistemi sunuyor. Siz de size gelen bu kişilere kartpostal kesin olması şartıyla mektuplar, hediyeler, paketler gönderebiliyorsunuz. Beş kişi başlangıç, gönderdiğiniz kişiler bu kartları alıp size adresiyle beraber verilen kodu tekrar sisteme girerken belirli bir sayıdan sonra kartpostal gönderme sayınız da artıyor. İşte bu kadar basit. Burada da linki :).

Ücretsiz, siz adres istedikçe sizi insanlarla tanıştıran sitenin amacı bu. Uluslararası kartpostallaşmanızı sağlıyor. Şimdiye kadar ben birçok kart ve mektup gönderdim; 9 tanesi giriş yapıldı. 6 tane de aldım :). Bu sistem siz gönderdikçe ve gelenlerin girişini yaptıkça devam ediyor :). Yani siz özenle kart seçip süsleyip güzel sözlerle doldurup pullarla donatırken yine sürpriz bir şekilde dünyanın bir ucundan tanımadığınız birinden aynı şekilde dolantılmış bir mektup veya kartla posta kutunuz güzellikle doluyor <3. Sanırım istediğiniz zaman hesabınızı dondurma ihtimaliniz de var. İşte bu snailmail olaylarına başladığım site bu.

Postcrossing genelde tek seferlik gönderim ve alım içeriyor lakin bu demek değil ki karşılıklı olarak kartpostallaşamazsınız çünkü isterseniz gönderdiğiniz kişi sizin adresinizi isteyip size mektup veya kart atmak istiyor ya da siz çok beğendiğiniz ve karşı tarafa kart göndermek istediniz o zaman postcrossing yoluyla karşı tarafa mail atıyor cevap alırsanız kendiniz devam edebiliyorsunuz :). O zaman tabi kod olayı da kalktığı için ondan sonrası Postcrossing'i pek bağlamıyor :). Bu tatlı sitenin amacı özetle bu :).



Penpal


Bu tadı bir kere alıp daha fazlasını isteyince uzun süreli mektup arkadaşlığı ilgimi çekti ve yine birkaç yazı ve Instagram gezisinden sonra mektup arkadaşı (penpal) bulma yolunun yine Instagramdan geçtiğini fark etmemle kendimi tanıtan bir yazı oluşturup bilgilerini bu tür hesaplarda paylaşan arkadaşlarla zevkimizin benzer olduğunu düşündüklerime ulaştım. Onlardan bazıları cevap verdi, bazıları vermedi. Lakin cevap verenlerden hem aldığım hem de çok gönderdiğim oldu şimdi cevap bekliyorum :). Zarfın içini doldurmanın inanılmaz bir zevki var ve aynı şekilde gelen zarfı açmanın da. Instagram yine fikir alışverişi yapmak için müthiş bir ortam ve kim sevmez kırtasiyeyi <3. Resmen o desenli bantlar, stickerlar ve desenli damgalarla aşk yaşıyorum. Yaşadığım yerde veya genel olarak Türkiye'de bu tarz şeyleri bulmak zor olabiliyor o yüzden çeşitli yollarla bu kırtasiye malzemelerine ulaşıyorum. Belki bir diğer yayında mektupları nasıl hazırlayıp nelerden ne aldığımı sizlere anlatırım çünkü bu iş resmen bir sanat resmen bir terapi :).


Sorularınız  varsa veya devamı gelsin diyorsanız yorum yapmayı unutmayın :). Ben de istek doğrultusunda düzenli olarak bu seriye devam ederim :). Size nasıl bir mektup gelse mutlu olurdunuz ya da bu mektuplardan en çok hangisini beğendiniz? Cevaplarınızı da benle paylaşırsanız sevinirim :). Kendinize iyi bakın ve posta kutunuzdan mutluluk eksik olmasın :). Mutlu günler :).






Dipnot: Fotoğrafların hepsi bana aittir, izinsiz kullanmak yasaktır. 
Devamını Oku »

14 Ekim 2017 Cumartesi

Atıştırmalık #29 (Wind River Ve Bolca Aki Kaurismaki)

Wind River - Taylor Sheridan (2017)



Şu listemde merak ettiklerimin arasındaydı, beklentimin altında bir polisiye çıktı. Gizem yok, gerilim yok daha doğrusu cezbedici pek bir şey yok. Öyle dümdüz bir hikaye anlatımı. Oyunculuk ortalama ki ben hep Jeremy Renner'ın oyunculuğu abartı bulurum burada o kadar göze batmasa da yine de eh işteydi. Mesaj kaygılı diyaloglar, kötü çekimler vesaire derken pek de beğenmedim, ortalama diyebiliriz, belki bir tık altı.

I Hired A Contract Killer - Aki Kaurismaki (1990)



Evet evet yine Kaurismaki :). Çok sevdim. Komedisi, dramı her şeyi yerli yerinde. Başrolde canımız Jean-Pierre Léaud nefis bir iş çıkarmış. Ben çok beğendim, fazla yorum yapmak istemiyorum. Sadece kısaca şöyle söyleyeyim; bu hayattan vazgeçen ama kendini öldüremeyen işten çıkarılmış bir adamın trajikomik ölememe durumu :).

La Vie De Boheme - Aki Kaurismaki (1992)




And içtim tüm filmlerini izleyeceğim :). Yok yok sadece bir başladım bağımlılık gibi bırakamadım :). Bu filmi de çok sevdim. Sanat, bohem yaşam, karakterler, siyah beyaz bir film derken çok güzel bir iş çıkmış ortaya. Bir ressam, müzisyen ve yazarın bohem yaşamı. Aslında bu yaşamın sadece göründüğü kadar havalı olmadığını, zorluklarını göstermesi filmi daha da inandırıcı ve yer yer daha komik yapıyor. Yönetmenin Fransa'da geçen filmlerinden biri. Sadece melodramatik sonunu beğenmedim. Onun dışında çok tatlı çok güzel bir film. Kaçırmayın.

Le Havre - Aki Kaurismaki (2011)




Mülteciler konusunu son iki filminde işleyen Kaurismaki'nin bir üstteki filmindeki Marcel Marx karakterinin başrolde olduğu bu filmde, yine üstteki filmden aynı oyuncuları farklı karakterlerde görebiliriz. Yer yine Fransa adından da anlaşılacağı üzere. Bu filmde birçok mantık hatası var. O kadar filmini izledim ama bu filmdeki kadar hata gördüğümü hatırlamıyorum. Yine de filme kötü diyemem. Müzik kullanımı, mizah, renk seçimi, oyunculuklar güzel ki zaten çoğu Kaurismaki filmlerinden görmeye alışık olduğumuz isimler. Ülkeye kaçak olarak gelen ve Londra'ya annesinin yanına gitmek isteyen bir gencin dramı bu film. Dram dediysem de renkler ve mizahı göz ardı etmeyelim :).

Tabi Kaurismakiler bu kadarla sınırlı değil, birkaç tane daha izledim ama şimdilik bu kadar :). Hala kitap okuyamıyorum, ne olacak benim bu halim bilmiyorum ama yeni seri filmler ve Kaurismaki yazısı yolda :). Yetheer dediğinizi duyar gibiyim ama yetmez :). O Kaurismaki izlenecek :). Mutlu sabahlara uyanmanız dileğiyle <3.
Devamını Oku »

13 Ekim 2017 Cuma

Finlandiya Üçlemesi - Aki Kaurismaki (Seri Filmler #5)

Aki Kaurismaki'nin bir diğer üçlemesi de benden kaçmadı ve Drifting Clouds ile başlayıp The Man Without a Past ile devam eden ve Lights in Dusk ile nokta konulan Finlandiya Üçlemesi de yine birbirinden bağımsız hikayelerin olduğu, bazı oyuncuların farklı karakterlerle diğer filmlerde karşımıza çıktığı bu seride yine proletarya (ve sigara) başrolde.

Drifting Clouds (1996)




İşlerinden yakın zamanda çıkarılan orta yaşlarındaki çiftimizin iş bulma döneminde geçirdiği sıkıntılı dönemi anlatıyor. Banka, polis ile münasebet, iş bulma kurumu, şiddet, köpek, müzik, sigara ve sigara. Bu ögeler ya da temalar ne derseniz deyin Kaurismaki'nin hemen hemen her filminde kendine yer bulur. Bu filmde de yer yer mizahi bir dille bu süreç bize aktarılır.

The Man Without A Past (2002)




Yukarı da saydığım temaların görüldüğü bu filmde, geçmişini hatırlamayan bir adamın dramı anlatılır. Karakterimiz neden tanıdık gelmeyen bir şehirde kendini bulduğunu, geçmişini veya adını hatırlamamaktadır. Kaydı bulunamayıp öldü sanılan bu isimsiz karakterimiz öldü sanılırken dirilir ve sadece geçmişini hatırlamaz, geçmişini siler ve bu talihsizlik onun talihi olur. Hayata yeniden başlar; yani ölümü onun yeniden doğmasını sağlar.


Lights in the Dusk (2006)




Diğer üçlemedeki gibi umut ve olumlu sonuçlar son filmlerde görülmez ve serinin son filminde diğer iki filmden farklı sonlar yaşanır sanki ilk ikideki güzel sonucun acısını çıkararırcasına. Karşılıksız aşk bu filmde Kibritçi Kız'daki gibi karakterimizin umutlarının sonu olur. Güvenlik görevlisi olarak çalışan Koistinen, toplumda göze çarpmayan ama umutları hayalleri olan biridir. Bu hayalleri beklenmedik bir kadının hayatına girmesiyle ummadığı anda yıkılır. Aşk bu film de kurtarıcı değil yıkıcıdır. Filmde Kaurismaki öyle fırsatlar yaratır ki işte şimdi belki derken içinizdeki Yeşilçam sevdalısı, her seferinde bile bile kaçınılmaz sona yaklaşılır.

Kaurismaki'nin yine işçi sınıfından karakterleri başrole koyduğu bu seri de yönetmen bize sıkılmadan izleyeceğimiz güzel hikayeler sunuyor. Sadelik, kara mizah, müzik kullanımı ve sigaralar yine değişmeyen temalardan sadece bazıları. Aki Kaurismaki izleyin, izlettirin. Bol sinemalı günler :).
Devamını Oku »

12 Ekim 2017 Perşembe

Proletarya Üçlemesi - Aki Kaurismaki (Seri Filmler #4)



Cennetteki Gölgeler (1986)




Çöpçü olarak çalışan Nikander'in aşkı tatmasıyla değişen rutin hayatı. Bir gün bir kız ona yardım eder ve hayatı farklı bir yöne gider. İşçi sınıfının toplumdaki yerini bize çeşitli şekillerde gösteren bu film, başarılı hikayesi ve güzel oyunculuklarla göz doldurur.


Ariel (1988)




Ariel'de maden işçisi Taisto'nun babasının beklenmedik ölümü ile yollara düşmesinin ardından başına gelen 'ilginç' olayları izleriz. Yer yer kara mizaha başvurulan filmde sadelik ve basitlik yönetmenin diğer filmlerinde olduğu gibi ön planda. Müzikler yerinde, oyunculuklar güzel.

Kibritçi Kız (1990)




Diğer iki film birbirine daha çok benzerken üçlemenin son filminde kibrit fabrikasında çalışan Iris'in aşkı tatması ile geçirdiği değişim Kati Outinen'in enfes oyunculuğuyla diğer filmlerden biraz daha farklı sonlanır.

Her filmde bazı küçük detaylar vardır birbirlerine bağlanan. Her filmde şişe vardır zamanı anlatan mesela ya da eğlenmek için gece dışarı çıkıp bir türlü eğlenemeyen işçiler. Her filmde karakterler suça bir şekilde karışır ve hapishaneye yolu düşer. Son filmde hapishane ile ilişki olsa da öyle bir sahne yoktur çünkü burada hapishane şekil değiştirir. Iris'in içinden çıkamadığı, kaçamadığı gerçek hapishanesi  hayatının tüm kontrolünü elinde tutan ailesinin evidir.

Filmlerde şişeler ve zaman, eğlenmeye çıkan ama eğlenemeyen işçiler, suç işlemek ve polis ile münasebet, hapishane, müzik kullanımı, tabi ki üçlemeye adını veren işçi sınıfından üç başrol ve sigaralar vardır. Her karakter aşkı tadar ve çeşitli şekillerde değişim geçirir. Kara mizah, dram ve sadelik üç filmin yine ortak özelliklerinden.

İlk iki film birbirine daha çok benzerken son filmde işler biraz daha farklıdır ama serinin her filmi ayrı güzeldir. Hala Aki Kaurismaki izlemediyseniz başlamak için ne güzel bir seri :). Mutluluklar :).
Devamını Oku »

4 Ekim 2017 Çarşamba

Sevgili Güllük #51 (Biraz oradan biraz buradan)

İçine içine ağlamak

Küstüm, oynamıyorum diyerek hayata sırtımı dönmek istediğim günlerden merhaba. Gerçekten bazen çok sıkılıyorum ve ileri sarıp eğlenceli kısımlara geçmek istiyorum, tabi varsa. Neyse sevgili güllükçüm bu kadar umutsuzluk yeter, biraz oradan biraz buradan, başlayalım mı?

Tamam tamam sustum
Evet evet Vega albüm çıkardı. Eminim zaten herkes dinledi, uzun uzun yazıp tekrara düşmeye gerek yok. Vega bildiğimiz Vega. Eski dinleyicilerden kötü yorum okumadım. Bence de iyi. Özlemişiz. Yıl bilmem kaç üniversitede bedava konsere gitme şansım olup cebimde sıfıra yakın para Vega yerine mekanın tuğla sütununu izlediğim ses var görüntü yok birkaç anı geliyor aklıma. Bir de Ankara şarkısı ama Ankara bu aralar içimi acıtıyor, acıtanlar utansın. Yine de sesi güzeldir solistin o da aklımda. Sızısı da. Sadece Vega değil birçok isim yeni albüm çıkardı. Hepsi Spotify listemde ama daha dinleyemedim. Sıra sıra, dinlemeye devam.

Neyse zaten hiç halim yok :/
Bu aralar Instagram'dan olanlar aşina; snail mail, postcrossing olaylarına fena halde sardım. Kitap yok ama mektup var. Eskiden kalma bir özlem, merak. Beni meşgul ve mutlu ediyor. Beni bu aralar memnun eden mutlu eden en önemli etkenlerden (aslında çoğul olacak etkenler yok ama hadi öyle olsun) biri. Belki yazı yazarım, yazayım mı nedir ne değildir? İsteyenler parmak kaldırsın!

Yeni anket açtım, katılımın çok olmasını diler, güzel günler dilerim. Mutlulukla kalın, efem <3.

Dipnot: Bana da göndermeyi unutmayın zira kalbim bu aralar çok kırık :/.

Dipnot 2: Fotoğrafların hepsi tumblr'dan kaynaklarına ulaşmak için resimlerin üzerine tıktık.
Devamını Oku »

3 Ekim 2017 Salı

Ali: Fear Eats The Soul (Korku Ruhu Kemirir) - Rainer Werner Fassbinder (1974)


Minimalist yapısına rağmen büyük şeyler anlatan Ali: Korku Ruhu Kemirir; her dakikasını zevkle izleyeceğimiz şiir gibi adıyla bize harika bir seyirlik sunar.

Yaş, dil, din, renk farkı aşka engel olmuyor ama ön yargılar, yaşam koşulları ve alışkanlık engel oluyormuş. İşte bunlar insanın ruhunu yavaş yavaş kemirip yaşamı katlanılmaz ve zor kılanlar. Ali Almanya'ya çalışmaya gelmiş yalnız Faslı bir adam, Emmi ilerleyen yaşına rağmen hala çalışan ama kalabalıklar içinde yalnız bir kadın. Biri dışlanıp ötekileştirmiş diğeri ise dışlanmamış ama yalnızlaştırılmış iki insanın birbirinde aşkı bulmasını izleriz.


Hor gören, küçümseyen, inanamayan gözlere rağmen beraber olmaya birbirini sevmeye çalışan iki insanın bu hikayesinde film; dekoru, müzikleri ve sinematografisiyle bizlere müthiş bir seyirlik sunar. 1974 yapımı bu filmde oyuncular harika bir iş çıkarırken, minimalist yapısıyla da kalbimizi kazanır.

Filmdeki tek kusur değişimin zamanla değil bir anda olması. Bu küçük ayrıntı dışında baştan sona gözleriniz dola dola izleyeceğiniz Rainer Werner Fassbinder yönetimindeki bu film sinemaseverlerin kaçırmaması gereken duyulara şenlik harika bir film. Korkunun ne bedeninizi ne ruhunuzu kemirmemesi dileğiyle, aşkla kalın <3.

Devamını Oku »

1 Ekim 2017 Pazar

Atıştırmalık #28 (Osmanlı Subayı, The Hot Flushes Bir De Filler ve Çimen)

Bir aydan fazladır okuyamıyorum. Elime kitap asla alamıyorum. Film desen ara ara. Uyumadan önce arada bir iki doz Stranger Than Paradise aldığım da doğrudur. Uzun bir durgunluk döneminden sonra öyle bir hızlılık oldu ki ben bile yetişemiyor sadece kendimi bu akışa bırakıyor başka da bir şey yapamıyorum. Bunların ortası yok mu, bir de ışınlanma icat edilsin (Ne alaka nereden geldik o konuya demeyin yani bana hala gerçekleşmemesi saçma geliyor :/). O kadar şeyi bir anda üst üste yaşadım ve yaşıyorum ki kafam darmaduman oldu. O kafa karışıklığından kalan kırık ve kırıntıların bir kısmı. Umarım sonbaharın üstüne bir de bu yazıyla sizi hüzünlendirmemişimdir ya da boş ver ya üstüne iyi gider :). Kahveler hazır mı?? :).


Osmanlı Subayı - Joseph Ruben (2017)




Bu filmi izlemeyi tercih etmedim, ilgimi çekmiyordu, kısmen izlemek zorunda kaldım. Reklamını çok görmüştüm Haluk Bilginer oynuyor diye, Selçuk Yöntem de var bir iki dakikalık. Çok kötüydü, sıkıcıydı. Daha fazla yorum yapıp zamanınızı almak istemem ben beğenmedim.

The Hot Flushes - Susan Seidelman (2013)




Meme kanserine dikkat çekmek ve bağış toplamak için Brooke Shields liderliğinde lisedeki basketbol takımı uzun yıllar sonra toplanır ve şimdiki lise basketbol takımıyla maçlar düzenlerler. Bu arada yeni eski nesil çatışması, evlilik sorunları, ilerleyen yaş, geçmiş hesaplaşmalar derken birçok tema işlenir. Diğer filmle aynı nedenlerle izlediğim sıkıcı bir filmdi. Her ne kadar farkındalık yaratmak istediği konu çok önemli olsa da film oldukça zayıf.

Filler ve Çimen - Derviş Zaim (2000)




Festivalde ilk ve tek izlediğim film olarak tarihe geçen Derviş Zaim filmi "Filler ve Çimen"'in adı ne güzel değil mi? Ben her zaman bu adı sevmişimdir ama festivale kadar izleme listemde olmasına rağmen bir türlü izleyememiştim. İyi ki gidip izlemişim her ne kadar önden üçüncü sıradan boyun fıtığı başlangıcı hareketlerle izlesem de güzel filmdi.

Filmin oyuncu kadrosunu saysam zaten belli bir kesimi filmi izlemeye ikna ederim gibi çünkü resmen ustalar geçidi. Oyuncularına daha önce bakmadım ama yan rollerin bile usta oyunculardan oluşması beklentiyi hayli yükseltiyor. Ali Sürmeli, Haluk Bilginer, Taner Birsel, Uğur Polat, Bülent Kayabaş, Sanem Çelik, Mesut Akusta, Ezel Akay, Semir Aslanyürek, Teoman. Nasıl haklıymışım değil mi :).

Film şu söz ile başlar; filler tepişir çimenler ezilir. İşte filmin teması, mesajı, adı her şeyi bu sözdür. Hikaye ve anlatım biraz karışık, biraz kafa yormanız gerekecek. Birçok hikaye iç içe ve birbirine bağlı. Derin devlet konusunun işlendiği bu filmde birçok şey anlatılmak istenirken ortalık biraz karışmış ve anlatımda sıkıntılar olmuş. Bazı hikayelere daha çok yer verilebilirdi ama bu bile filmin bir mesajı olabilir, bilinmez. Bu sıkıntılar dışında film adının ve açılış alıntısının hakkını veren bir film. Oyunculuklar çok güzeldi ve müzikleriyle de yüreğimizi dağladığını söyleyebilirim. Filmi izlerken bana birçok yerde Uğur Yücel'in "Yazı Tura" filmini anımsattı. Özellikle şu fotoğraf mevzusu. Tabi bir tek o değil birçok nokta, iki filmi de izleyen varsa yorumlarını beklerim :). Genel olarak güzel filmdi. İyi ki gidip izlemişim. Böyle bir ortamda izlemek de anısı oldu, uzun zaman sonra festivale ucundan kıyısından katılmak da iyi geldi.


Bir de unutmadan, Mabel Matiz'in çok sevdiğim film ile aynı adı taşıyan şarkısı (soundtrack değil) film boyunca hep aklımda film müziği gibi çalıyordu :). Bu da bu yazının damakta kalan tadı olsun, mutlu zamanlar :).

"Hatırlayarak yaşamak boynumuzun borcu ama ölürdün unutmasan."

Devamını Oku »

30 Eylül 2017 Cumartesi

Adana Sinema Müzesi ve Adana Film Festivali

Merhabalar :). Uzun zamandır yayın yapamıyordum, bu yayın eksikliğini şöyle gidilesi etkinlikler ile kapatayım dedim :). Adana'ya gittiğimde Sinema Müzesi'ne hep gitmek istiyordum uzun zaman sonra yanlış hatırlamıyorsam beş sene sonra gittiğim Adana'da ilk durağım bu müze oldu ama nasıl :). Benim gibi şanssız ve bahtsız bir insanın yerini bilmediği bir yeri bulma şansı sizin oturduğunuz yerden Bağdat'ı bulma şansınızdan kat be kat düşük o yüzden iki vasıta ve bolca yürüyüş sonunda müzeye vardım. Adres soranlar için tek basit bir cevap var; adliyenin orası :). Adliye'ye gidip oradan birine sormanız Adana Sinema Müzesi'ni bulmanız için yeterli arkadaşlar aklınızda bulunsun. Ne yandex ne google haritalar, ihtiyacınız olan tek adres adliyenin orası o yüzden hiç diğer maceralara atılmayın :). Ha adliyenin ya da müzenin yeri değişir bilemem ama şimdilik adres budur :).



Gelelim müzeye bu kadar yürüdükten sonra ne bulduğuma. Bir kere en büyük keşfim canım canım Şener Şen Adanalıymış :). Onu öğrendim. Yine kendisi gibi oyuncu olan babası Ali Şen de Adana doğumlu lakin Şener Şen'in filmlerine ait bir oda dolusu poster bu müzede sizi karşılayacak. İki katlı odaları çeşitli temalarla donatılmış bu müzede, Şener Şen 'in odasının bir tek balmumu heykeli eksik :(. Neden eksik çünkü Yılmaz Güney, Abidin Dino, Orhan Kemal gibi isimlerin heykelleri varken Şener Şen ve Yaşar Kemal de bu heykellerden en önemli eksiklerdir diye düşünüyorum.





 



Evet, madem Yılmaz Güney dedik kendisi müze de adı en çok geçen isim olabilir. Heykeli, mektupları, film afişleriyle odasına sığmayıp koridorlara taşan bilgi belgeleri sergilenen bu önemli yönetmen ve oyuncunun Cannes Film Festivali'nden ödülle dönmesi ve Türk Sineması'na olan etkisinden dolayıdır diye düşünüyorum. Abidin Dino ve Orhan Kemal aşağıdaki gibi karşılıklı sonsuza kadar oturacaklar, karşı duvarlarında Adanalı ünlü oyuncuların fotoğraflarının sürekli neden kalabalıklaştığını merak ederek (en azından ben öyle varsayıyorum :))

 


Bu odaların birinde fotoğraf makinesi arşivi de sergileniyor. Fotoğraf sanatı düşkünlerinin özellikle ilgisini çekecek bu oda ile de güzel bir nostalji yaşıyoruz.



O kadar yol gitmeme değdi mi, bir sinema sever olarak tabi ki değdi. İyi ki gitmişim, çok güzel zaman geçirdim. Sizin de yolunuz düşerse uğramadan geçmeyin ki adresi (adliyenin orası) zaten biliyorsunuz :).



Adana'ya gittiğim zamanın Film Festivali ile çakışması tabi ki benim için bir şanstı ta ki Salı günü için üç filmlik bir liste yapıp acilen eve dönem gerekmeseydi :/. O üç filmlik liste de üst üste Haneke'nin Happy End'i, Wind River ve The Shape of Water vardı. Hepsi de tabi ki merak ettiğim filmlerdi ve hepsinin aynı salonda sıra sıra olması gibi harika bir denk gelişi vardı ta ki benim salı sabahı apar topar memleketime gitmem gerekene kadar. Velhasıl Filmekimi'ne gidemeyip Adana Film Festivali'ne sevinecekken yine şansım beni şaşırtmadı ve onun da kıyısından dönüp festivale sadece ve sadece bir film ile kapatarak kaçırılmış festivaller listeme bir yenisini daha ekledim. O filmi de festivalin ilk günü izledim, çok sevdiğim "Tabutta Rövaşata" filminin yönetmeni Derviş Zaim'in "Filler ve Çimen" filmiyle festivali başladığım gibi bitirdim :). Yorumunu atıştırmalıkta yazmak istiyorum, merak edenler beklemede kalsın :).



Festival ücretsiz ki bu durum avantaj gibi gözükse de dezavantaj olabilecek bir durum. Yine de eski yeni güzel filmlerin olduğu güzel bir festival umarım zamanı olanlar bu festivali kaçırmamıştır çünkü pazar günü son. Birçok film dışı etkinlikte oldu ama açıkçası onlar nasıl geçti pek bir fikrim yok Katılan duyan varsa yorumlarını bizle paylaşırsa sevinirim :). Tarihimin en kısa, jet festivalini tek film ile kapatmaktan gururlu ve mutlu olmasam da umudumu kaybetmiyor bu sefer de Viyana Uluslararası Film Festivali'ne oynuyorum çünkü neden olmasın?? :).


Dipnot: Fotoğrafların hepsi bana aittir, izinsiz kullanmayınız.
Devamını Oku »

15 Eylül 2017 Cuma

Sevgili Güllük #50 (Bana bu bahar da yine buhran var :/)

Sevgili Güllük, şimdi Film Ekimine gidemiyorum ama yine de gitsem ne izlerim listesi yapmak vardı da hiç içimden gelmiyor :/. Evet, bu sene de öyle uzaktan uzaktan hiç konuşmadan nasıl da bağladı beni :P.

Geçenlerde çok sevdiğim bir Peach Pit şarkısı vardı sadece canlı söyledikleri bayılıyordum. Şimdi yeni bir LP yayınladılar, kaydını yapmışlar nefis olmuş. Bu baharın şarkısını buldum anlayacağınız. Ben daha çok bulurum da açılış yaptım diyeyim, yine de bu şarkıyı baya dinlerim ben, şimdiden yeniden oynat tuşu ağardı. Yine bana hüsran bana yine buhran anlayacağınız.

Peach Pit - Alrighty Aphrodite




Peach Pit'in Youtube sayfası için tıktık. LP'den daha önce yayınlanan canlı performanslar da var, nefis nefis. 
Devamını Oku »

10 Eylül 2017 Pazar

Rahat Battı Biraz Diken Üstünde Oturayım Diyenler İçin Film Listesi

Aman ne güzel huzurlu huzurlu oturuyorum biraz canım sıkılsın, saçımı başımı yolayım, sinirlerim gerilsin diyenler, bu liste sizler için. Bu filmleri izlerken psikolojik olarak kendinizi hazırlamanızı öneririm zira bu filmleri izledikten sonra asla yerinizden mutlu kalkamayacaksınız. Rahatsız ediciliğin kitabını yazmış Haneke'nin bir sözüyle seyri pek de kolay olmayan bu listeye başlamak ister, size huzursuz seyirler dilerim.


1. Oldboy - Park Chan Wook (2003)




Bir intikam hiç bu kadar rahatsız edici olmamıştı. Park Chan Wook'un en bilinen filmi Oldboy intikam üçlemesinin belki de en bilinen halkası, sizi hayretlere sürükleyecek.

2. La Pianiste - Michael Haneke (2001)




Başlığı okuyunca akla gelen ilk isimlerdendir herhalde Haneke. İzlerken saçınızı başınızı yolmamanız elde değil. Isabelle Huppert'ta oyunculuk dersi verir hani :).

3. Naked - Mike Leigh (1993)




Bir müziği vardır ki off ki ne off. David Thewlis'in hayat verdiği baş karakterimizin bizi asla rahat bırakmayan hayatından bir kesit.

4. Requem For A Dream - Darren Aronofsky (2000)




Bağımlılıklar ve bağımlı insanların etrafında geçen bir dram. Sinematografisiyle desteklenen bu huzursuzluk ile rahatsız olmaya hazır olun. Bu arada Aronofsky'cim Lawrencelı yeni filmin "Mother"'ı da diken üstünde bekliyoruz :).

5. Mulholland Drive - David Lynch (2001)




Ortaokul lise zamanları, gazeteden kupon biriktirmişim beş dvd gelmiş çok mutluyum. Gelen filmlerden biri David Lynch, tabi sinemaya giriş 101deyim, Lynch kimdir nedir bilmiyorum. Filmi izleyeyim diye gayet mutlu koyuyorum bilgisayara sonra olanlar oluyor. Filmi izlerken allak bullak oluyor, uzun süre etkisinden çıkamıyorum. Yaklaşık birkaç ay öncesi Eraserhead'i izlemeye karar verene kadar da Lynch filmlerine gözümün ucuyla dahi bakmıyorum :). David Lynch olur da seni görürsem, benim de sana iki çift lafım olacak. "Gençliğimi yedin insafsız!".

Şimdi izlesem ne düşünürüm bilemem ama yönetmenin filmlerini mesafeliyimdir. Yakın zamanda kırmak dileğiyle. Belki şimdi her şey farklı olur, yeni bir başlangıç yaparız :). Daha ne anlatayım tabi ki rahatsız edici :).

6. Eyes Wide Shut - Stanley Kubrick (1999)




Böyle bir liste Kubrick'siz düşünülemezdi. Vals müzikleriyle gerilime hazır olun. Nicole Kidman'a rahatsız edici karakteriyle yaptığı katkıdan dolayı ayrıca teşekkür ederiz.

7. Üçüncü Sayfa - Zeki Demirkubuz (1999)




Tabi yerli yapımlarda böyle filmler hiç olmaz olur mu hem de alası olur :). Zeki Demirkubuz'un filmleri genel olarak seyri kolay olmayan filmlerdir. Üçüncü Sayfa'da hikayesi ve atmosferiyle keyfinizin yerine gelmesine bir an için bile izin vermeyecek!


8. No Country for Old Men - Coen Brothers (2007)




Javier Bardem'in öyle yakışıklı İspanyol'un nasıl meymenetsiz suratıyla arzı endam ettiği (işte oyunculuğun güzelliği) o da yetmez gibi bir güzel rahatsız ettiği kadar kafanızı da karıştırmayı ihmal etmeyecek bir film. Sırf Bardem'in o "muhteşem" yüzü bile soğuk duş etkisi yaratmaya yeter :).

9. Araf - Yeşim Ustaoğlu (2012)




Başarılı yönetmenlerden Ustaoğlu da rahatı pek sevmeyenlerden :). Sizi rahatsız edecek bir sahnesi var ki şöyle duyularınızı birkaç dakika boyunca kapatmak isteyeceğiniz cinsten!

10. Dogville - Lars Von Trier (2003)




En rahatsızını sona sakladım. Gerim gerim gerilin listenin hakkını vereyim diye. Yazarken bile gerildim. Yine başrolde bu konularda tecrübeli Nicole Kidman ki yeni iki filminde o buz mavisi gözleriyle yine bizi soğuk sulardan sıcak sulara atacağa benziyor (tabi çılgın kocalarından biri de o işi yapabilir :)). O filmler bir dursun da bu filmi izlerken kendinizi iyi hazırlayın. Zira rahatsız edici filmin tanımı olacak.
Devamını Oku »