18 Temmuz 2017 Salı

Atıştırmalık #21 (Bisiklet Hırsızları, Alphaville, Kieslowski)

Merhabalar, nasılsınız? Tatilde misiniz? Çalışıyor musunuz? Nasıl geçiyor zaman :).

Ben bu aralar siyah beyaz eski klasiklerden izlemişim. Bir tane de sinema ile ilgili kitap okumuşum. Size de kısaca bahsetmek istedim. Gönül ister ki uzun uzun incelemeler listeler yapayım ama yok elim gitmiyor bu aralar :).

Bisiklet Hırsızları - Vittorio De Sica (1948)




Neden bütün iyi klasik filmler dram olmak zorunda hem de böylesine. Valla içim çıktı. Ben yoruldum hayat :'):'). İkinci Dünya Savaşı sonrası işsizlik ve onun getirdikleri. İtalyan yeni gerçekçilik akımından bir film ve katıksız bir dram. Zar zor bulduğu bisiklet isteyen bir işten bisikleti çalınınca sevinci kursağında kalan iki çocuk babası karakterin dramı. Hele bir de çocuk oyuncu var ki hem ağlatıyor hem güldürüyor, çok fena rol kesiyor :). Siyah beyaz muazzam bir film. İzleyin. Beş yıldız on yıldız <3.

Alphaville - Jean Luc Godard (1965)




Godard tarzı siyah beyaz bir bilim kurgu. Alphaville dünyası Orwell'in 1984 dünyasına benziyor sanki. Duyguların olmadığı bir yer. Duygu taşıyanların öldürüldüğü bir yer. Kelimelerin kaldırıldığı bir yer. Oraya dış bölgelerden gelen bir ajan. Kelimeleri ve geçmişi unutmuş bir Anna Karina <3. Ağır bir film ama çok güzel. Godard severler kaçırmasın.

Kieslowski - Slavoj Zizek




Aslında bir yazı yazmayı planlıyordum hala yazabilirim ama şimdilik kısaca bahsedeyim. Kieslowski'nin Decalogue'nin bir okuması. Yönetmenin diğer filmleri ile de ilişkili, başka filmlerden de örnekler var. Ben o örnekler yerine sadece Kieslowki filmlerinden bahsedilmesini tercih ederdim, bence diğer örneklemeler biraz fazla olmuş yoksa örnek verilmesi güzel daha iyi anlatılması için. Çok ilginç yorumlar, tespitler var. Benim gibi Kieslowski seviyor ve biraz daha bilgi diyorsanız okuyun. Küçücük bir kitap. Encore Yayınlarından çıkmış ve yine yazarın başka yönetmen filmlerinin okumaları da var yayınevinden çıkmış, meraklısına duyurulur :).
Devamını Oku »

17 Temmuz 2017 Pazartesi

Abur Cubur #40 (Son Takıntılarım)

Bu aralar en çok dinlediğim sevdiğim listesi. Çok öznel birbirinden bağımsız kendine has aynı ben anlayacağınız :). Farklı farklı milyon tane kafa. Bazen mutlu bazen hareketli bazen melankolik bazen hüzünlü ama hep güzel :). Ben değil canım şarkılar :).

1. Deeperise - Raf ft Jabbar


Yerli malı yurdum malı herkes onu dinlemeli. Çokk başarılı.



2. Calvin Harris - Feels ft Pharrell, Katy Perry, Big Sean


Bayıldım. Bayıldım. Yazın en gözde şarkılarından olabilir. 70ler havası hissettim ben, yanılıyor muyum bilmem ama bayıldım. Pharrell olması ayrı bir güzel.



3. Paramore - Passionfruit


Bu şarkıya genel olarak takığım ama bu yorumu da çok güzel :). Paramore çok sevmem ama güzel söylemiş :).



4. Anne Marie - Ciao Adios


Bu kızın sesine bayılıyorum.



5. Tarkan - Yolla 


Yolla yolla kaderim yolla :). Adını duymam yetiyor :).



6. Kungs vs Cookin' on 3 Burners - This Girl


Taktım, resmen takıntım çok seviyorum.



7. Goran Bregovic - Ederlezi


Sadece bu değil birkaç sevdiğim Balkanlardan şarkılar var taktım, çevirip çevirip dinliyorum. Çok güzel beee.


Sizin bu aralar takıntılarınız neler?
Devamını Oku »

16 Temmuz 2017 Pazar

Atıştırmalık #20 (Komik Bir Hikaye, Transcendence, Tree of Life)

Ben atıştırmaya devam :). Bakalım sizler neler atıştırıyorsunuz? Bu filmleri izleyip kitabı okudunuz mu? Ya da bu aralar neler izleyip okuyorsunuz? Yorumlarınızı merakla bekliyorum :).

Komik Bir Hikaye - Ned Vizzini



Yazın rahat kolay okunacak kitaplar listesinde aldığım kitaplardan biri. Filmini ortalama bulduğum bu kitabın kendisini de ortalama buldum. 15 yaşında depresyona giren bir çocuğun yaşadığı sıkıntıları onun ağzında bu konuma nasıl geldiğini ve intihar düşüncesine nasıl takılıp kendi rızasıyla hastaneye yatışını okuyoruz. Craig depresyonda ve ciddi derecede bu yaşamını etkiliyor. Uzun paragraflarla bunu anlatmasında onun neler hissettiğini ve nasıl buraya geldiğini çok iyi anlatmış yazar. (Spoiler başladı) Sonundaki yapay mutluluk ya da umut bana pek inandırıcı gelmedi çünkü diyaloglar baştaki anlatımın aksine oldukça didaktik ve yapaydı. Sonu iyi gibi görünse de karakterinde dediği gibi yaşam bu ne olacağını bilemiyoruz ancak tahmin ederiz. Yine de umutlu bir sonla bitmesi beni sevindirdi.

Öğrendim ki yazar ağır depresyon geçirmiş ve yaşamına son vermiş. Craig'in anlatımındaki bu gerçekçilik buradan geliyor sanırım. Bunu okuduğumda çok üzüldüm ve kitaptaki olumlu sonun yazarda görülmemesi beni çok üzdü. (Spoiler Bitti)

Kitapta çeviri ve isim hataları var. Johnny bir anda Tommy oldu mesela. Onun dışında çeviri tam anlamı karşılamıyor ve kitapta o orijinal addaki (It's Kind of a Funny Story) tadı hissetsek de kitaptaki o komik durumu hissedemedim. Bir çeviride Komik Bir Hikaye diye çevrilince olmamış sanki çünkü komik bir hikaye ile alakası yok. O orijinal adı gibi bir durum var. Hatta ben o kadar bile komik bulmadım, hiç bulmadım. Filmi izlediğim için ne olduğunu biliyordum şaşırmadım ama söylemek istedim :).

Transcendence - Wally Pfister (2014)



Yok ya olmamış. Ortalamanın biraz altı bilim kurgu. Sanki filmi yazanın aklına bir fikir gelmiş (ama dünyanın en orijinal fikri de değil) ve olduğu gibi çekmiş. Ne bir kurgu ne güçlü bir hikaye, yok. Şaşırtmadı ya da güzel dedirtmedi. Öylesine bir film olmuş. Vermek istediği mesajı da öyle alelade vermiş. Başarılı bulmadım, üzgünüm Johnny Depp ama olmamış. Senin suçun yok gerçi de yani niye seçtinse oynamayı daha doğrusu ses dublajını bilemedim. Çok yüzeysel bir film. Konusu da şu; bir çift var kendini bilime, teknolojiye adamış bir de onları engellemeye çalışan bir grup. Yan karakterlerin sadece adı geçiyor hiçbir katkıları yok. Filmde karakterler sanki gruplara ayrılmış ve her grubu göstermelik bir kişi temsil ediyor. Karakter yazımı da sıfır. Galiba kötüydü ya, içimden gelmiyordu kötü demek ama yok yani olmamış.

Tree of Life - Terrence Malick (2011)



Yine izlemekte geç kalınmış bir film. Deneysel bir drama ve bayıldım. Çok güzel olmuş. Kullandığı çekim teknikleri, müziğiyle birleşince daha da etkileyici olmuş. Bana çokça Kubrick'in 2001: A Space Odyssey'ini anımsattı. İşte o karakterin iç çatışmaları, hayatın anlamı, hayatın kendisi, doğa, inanç, elementler her şeyi her şeyi düşündürttü. Çok katmanlı bir film. Bir kere daha izlesem başka bir şeyler çıkarırım herhalde ama yakın zamanda izlemem çünkü çok etkiledi beni. Kısaca sinemayı sevenler hemen izleyin. Bu arada gönül isterdi ki uzun uzun yazayım ama şu an kendimde o gücü hissetmiyorum. Bir gün belki lakin hemen izleyin.
Devamını Oku »

15 Temmuz 2017 Cumartesi

The IT Crowd (2006 - 2013)


The IT Crowd'u sevgili Sibelynka'nın blogunda görüp yazısını okuyunca tam benlik dizi deyip çeşitli sebeplerden ötürü geç başladığım ama bir çırpıda bitirdiğim bu dizi en sevdiklerimde yerini aldı bile :).

Komedi türünde geek tayfasından eğlenceli mini bir dizi. Dizi 2010'da bitmiş, 5. sezon kararlaştırılmasına rağmen dizi devam etmeyip 45 dakikalık bir bölümle üç yıl aradan sonra özel bölüm yayınlanmış. Amerikan versiyonu için Moss karakterini oynayan Richard Ayoade de o dizinin kadrosundaymış ama senaryo yazıldığı, reklamları yapıldığı halde bu dizi tutmaz diye zamanın NBC başkanı tarafından yayınlanmamış bir dizi. Bir şirketin unutulan bir katında sadece ihtiyaç olununca aranan IT (Bilgi Teknolojileri) departmanının başlı başına komik iki geek çalışanının yanına iletişim müdürü atanınca ortaya nefis bir ofis komedisi çıkmış.

Bayıldım. Zaman geçmesine rağmen hala repliklerinin kullanıldığı unutulmaz bir İngiliz dizisi olmasından belli zaten. Karakterler abartılı, dizi genelde abartılı ama iki bölüm sonra hemen ısınıyorsunuz (zaten onun da bir amacı var aslında bakarsak :)). İlk başlarda pek ısınamadığım Reynholmları bile iki bölüm sonra sevmeye başladım.


Minimalist, dekoru ve kostümü de başarılı güzel bir dizi. Benim gibi geek tayfa dizilerini seviyorsanız bu diziyi de çok seveceksiniz. Roy'un her bölüm mesajlı resimli tişörtleri beni benden aldı. Oynayan Chris O'Down ise kalbimi çoktan kazandı :). Moss'u oynayan en sevdiğim filmlerden "Submarine"'nin yönetmeni Richard Ayoade bu karakterle beni oldukça güldürdü, kendisi filmiyle zaten kalbimdeydi bu karakterle yeri büyüdü. Saçları zaten olay :). Jen karakteri ise güzelliğinin arkasına sığınmayıp iyi bir komedyen olarak karşımıza çıkan Katherine Parkinson ile hayat bulurken yine dizinin vazgeçilmez bir karakteri.



Tanıtımı ve müziği de çok ama çok iyi. Aralarında en çok Moss benziyor saçlarıyla gördünüz mü direkt tanıyorsunuz ve Roy'da yine manalı tişörtü, düşük omzu ve kıvırcık saçlarıyla tanınırken, Jen takım elbisesi ve kızıl saçlarıyla dizinin genel temasına uygun güzel bir müzik de ekleyerek hoş bir tanıtım yapmışlar. Sadece her bölüm başında oynatılan tanıtımında değil tüm dizi boyunca karakterlerinin benzer kıyafetlerini taşıyorlar (bknz:üstteki resim:)).

Tabi dizimiz bu üç karakter üzerinde yoğunlaşsa da bir de Reynholmlar var. Şirketin sahibi baba Denholm Reynholm'un (Christopher Morris) ölmesi ve yerine oğul Douglas Reynholm'un (Matt Berry) gelmesiyle dizi yeni absürt bir başka karaktere ev sahipliği yapıyor. Başlarda antipatik gelen bu karakterler zamanla sizi güldüren karakterlerin yanında yerini alıyor. Sanırım baba Reynholm'dan daha çok da rolü oluyor ilerleyen bölümlerde oğul Dougles'ın.



Bir diğer yan karakterimiz yıllar sonra keşfedilen departmanın bir diğer elemanı gotik Richmond'u canlandıran beni geldiği her sahnede güldüren Noel Fielding ile kadro tamamlanır. Unutulan departmanın unutulan elemanı dizide müthiş bir tat. Yalnız o bölümde bir kapıdan çıkan Richmond'un bir başka kapı gösterilip kapının gizemini koruması beni meraklandırdı, keşke o kapı da açılsaydı :).

Dizinin üç yıl sonra çekilen bölümünde herkes değişmiş ama Chris O'Dowd baya yıllanmış :). Yaşlanmış dersem çarpılırım, karizma olmuş. O geek kimliğe sığmamış taşmış :). Zaten İngiltere'den çıkıp en çok adını duyuran isimlerden biri de o. İlk bölümlerde daha çok geek olarak rol verilse de daha sonraları o rolünün birazını Moss'a devrederek daha çok sürekli sevgilisi olan ama aradığı mutluluğu bulamayan durumu ile beni şaşırtsa da bu duruma adapte oldum. Başta Moss ve Roy daha benzerken ilerleyen bölümlerde Roy aradığı aşkı bulamayan romantik daha az absürt bir geeke dönüştü. Başta ikisi de absürt yalnız kendi hallerinde geeklerdi :).



Dizinin en güzel yanı bu stereotip ve klişe gibi duran karakterlere rağmen sözünü esirgememesi ve dönemin yeniliklerine ya da gündemine getirdiği eleştirileri mizahla anlatması diziyi başka bir boyuta taşımış. Zaman zaman sosyal medya, zaman zaman kapitalizm ile mekanı itibariyle ofis ortamını ve şirket çalışanlarını başladığı andan itibaren tiye alan bu dizinin en çok mizahını yaptığı şey tabi ki Londra yani İngiltere idi. Bu da dizinin bir diğer güzel yanlarından biri.

4 sezonu 6 bölümden oluşan ve 5. sezonda 45 dakikalık bölüm ile kapanışı yapan bu ekip umarım ilerde yeniden bir reunion yapar ve bize yeni güzel bölümler sunar çünkü benim ara ara açıp izleyeceğim ve güleceğim bir dizi oldu. Kaliteli, eğlenceli ve çok da uzun sürmeyen bir dizi arıyorsanız bu diziyi kesinlikle izleyin. Hala güncelliğini koruyan konularla mizahını yapması yeni izleyenler için pek de yabancı olmayacaktır.



Devamını Oku »

13 Temmuz 2017 Perşembe

Atıştırmalık #19 (Copia Conforme, Sihirbazlar Çetesi 2, Lolito)

Bugün bir hata, normalde yapmayacağım bir şey yaptım ve bir kez daha öğrendim ki yazılı kaynaktan teyit etmediğin sürece bir şey paylaşırken ne kadar araştırırsan araştır iki kez düşün. Çevirmenlik gibi yani kelimenin anlamını bilmiyorsan bir; biliyorsan iki kez kontrol et :). Bu da bugünün dersi oldu.

Copia Conforme - Abbas Kiarostami (2010)




İlk izlediğim Kiarostami, izlemekte geç kaldığım bir yönetmen biliyorum :). Juilette Binoche'yi "Mavi" filminde izlediğimden beri hayranım. Müthiş bir oyuncu, bu filmde de duyguları o kadar güzel geçirdi ki bir kez daha hayran oldum. Bazı insanlar oyuncu olmak için doğmuş ve kime sorsam herhalde Binoche için aynı şeyi söyler. Aklıma Stewart ile başrol oynadığı gelince arada kalbim parçalansa da kendisini çok seviyorum <3.

Bu filmde de gerçek algım alt üst oldu ki sanırım yönetmenin istediği de buydu. Filmde kitabının tanıtımı için gelen karizmatik yazarımızı Toscana'da gezintiye çıkaran Elle'nin bir gününü izliyoruz, İtalya'nın  güzel manzarası eşliğinde.

Sihirbazlar Çetesi 2 - Jon M. Chu (2016)




İlkini sevdiğim bir filmdi. Nedense bu tarz filmler tahmin edilebilir olsa da konusu bakımından beni çeker. Bu film de eğlenceli ve güzeldi o yüzden bana göre :). Ekibimiz yine iş başında ama bu sefer rakipleri var :). İşleri pek kolay değil ama bakalım atlılarımız alınlarının akıyla bu işin altından da kalkacak mı?

Lolito - Ben Brooks




Kitap Lolita kitabının parodisi sanırım o kitabı okumadım ama adı bunu düşündürttü. 15 yaşındaki bir çocuğun sevgilisinden ayrılması sonucu, sanal chat üzerinden tanıştığı kendinden büyük yetişkin bir kadınla girdiği ilişkiyi anlatıyor. Vadettiği kadar gülmedim ya da eğlenmedim ve kitabı bitirdiğimde ee mesaj neydi diye düşündüm ve bulamadım. Belki kaçırdığım bir şey vardı bilmiyorum, okuyanınız varsa yorumunu benimle paylaşırsa sevinirim. Yazın hafif bir şeyler okumak için aldım, gerçekten hafif bir kitaptı ama çok beğenecek kadar eğlendirmedi.

Kurt Vonnegut son zamanlarda çok gördüğüm bir yazardı ve bu kitapta da ismi geçiyordu. Merakım daha da arttı ve sipariş ettim. Bugün geldi, hatta balkabağına dönüşmeden Instagram'dan kargo açma hikayelerimi izleyebilirsiniz :).

Son zamanlarda sizler neler atıştırdınız? Yorumlarınızı merakla bekliyorum :).
Devamını Oku »

12 Temmuz 2017 Çarşamba

Müzisyen Yazarlar

Merhabalar, bugün sizlere müzisyen yazarların kısa bir listesini hazırladım. Sanat bu ya hep birbiriyle ilgili ve ilişkili. Yazar olup müzik yapan, müzik yapıp film çeken, film çekip oyuncu olan, oyuncu olup resim yapan birçok sanatçı var ve ben bu sanatın bir dalı değil birçok dalıyla ilgilenen sevdiğim isimlerden bir liste yaptım. Bakalım siz hangilerini zaten biliyordunuz, hangileri sürpriz oldu bu müzik yapıp edebiyatla da ilgilenen yazarlardan :).




Nick Cave


Nick Cave efsanevi bir müzisyendir. Yeni öğrendim ki aynı zamanda kitapları da varmış. Şarkı sözlerinden, kısa hikayelerden oluşan kitapları olduğu gibi iki de romanı vardır. Ülkemizde de bu iki kitap çevrilmiştir.

Ve Eşek Meleği Gördü - 1989
Bunny Munro'nun Ölümü - 2009

Patti Smith


Patti Smith çok güzel bir müzisyen. Şarkılara kattığı yorumla da dinleyeni mest eder. Smith bu yaratıcı kişiliğini müzikle sınırlandırmamış ve birçok kitap da yayınlamıştır. Üç kitabı çevrilen bu müzisyen yazarımızın birçok şiir ve çevrilmemiş kitabı da vardır. Türkçe'ye sadece üç anı kitabı çevrilmiştir.

Hayalperestler 1992
Çoluk Çocuk 2010
M Treni 2015

Umay Umay


Umay Umay'ı 90'lar gençliği rahatlıkla hatırlayacaktır, videolarını ve şarkılarını :). En son 2002 de solo albüm yapan Umay Umay, kitapları ile de sevilen bir yazar/şair.

Elleri Kara Çocuk
Orospu Kırmızı
Sokaklar Uyudu Artık Öpüşebiliriz
Bütün Güzel Çocuklar Şüpheli
Rüya Duvarları
34 U 442/Veda Busesi
Cevapsız Ağrı

Mehmet Güreli


"Kimse Bilmez" şarkısı ile tanınan ama o şarkı dışında da çok güzel şarkıları olan Güreli'nin bir deneme, bir roman, iki hikaye kitabından oluşan dört kitabı bulunmaktadır.

Sıcak Bir Göz 1985
Alope'nin Odası 1993
Hayaller ve Sokaklar 2009
Bedrufi'nin Nefesi 2015


Hüsnü Arkan


Ezginin Günlüğü'nden sonra solo albümleriyle de kalbimizi kazanan Arkan'ın yedi romanı ve iki şiir kitabı vardır. Yazar olarak da başarılı olan Arkan'ın Hırsız ve Burjuva adlı romanıyla da Orhan Kemal Roman Armağanı 'na layık görülmüştür.

Ölü Kelebeklerin Dansı 1998
Menekşeler, Atlar ve Oburlar 2001
Uzun Bir Yolculuğun Bittiği Yer 2005
Hiçe Doğru 2005
Uyku 2008
Mino'nun Siyah Gülü 2011
Hırsız ve Burjuva 2014
Naş 2016
Gülhisarlı Terziler 2016

Zülfü Livaneli 


Bu listede en bilinen müzisyen yazar olabilir. Hatta eminim çoğunuz kitaplarını okudunuz bile :). Müzisyen kişiliğinin yanında yazar kişiliğiyle de öne çıkan Livaneli, bu alanda da başarılı olduğunu 34 dile çevrilen kitaplarıyla kanıtlamıştır. Birçok kitabı olan Livaneli'nin en çok bilinen kitaplarından bazıları;

Huzursuzluk
Son Ada
Serenad
Kardeşimin Hikayesi
Mutluluk
Leyla'nın Evi
Konstantiniyye Oteli

Aydilge


Şu aralar adını dizi müzikleriyle duysak da ödüllü albümleri ve solo kariyeriyle müzik dünyasında da rüşdünü ispatlayan Aydilge aynı zamanda 4 kitabı olan bir yazar.

Kalemimin Ucundaki Düşler 1998
Bulimia Sokağı 2002
Altın Aşk Vuruşu 2004 (Biyografisinde yazmayan bir kitap ama kayıtlarda var)
Aşk Notası 2011


Leonard Cohen 


Yakın zamanda kaybettiğimiz Cohen, birçok dinleyicinin idolü olması dışında birçok müzisyenin de ilham kaynağıdır. Gitmeden bu dünyaya güzel albümlerinin yanı sıra birçok kitap da bırakmıştır. İşte dilimize çevrilen kitapları;

En Sevilen Oyun
Görkemli Kaybedenler
Sevda Kitabı
Bir Kadına Dokunmayı Özlüyorum
Kendi Ağzından


Can Bonomo


Şarkılarının yanı sıra şiir kitaplarıyla da sevilen Bonomo'nun iki şiir kitabı bulunmaktadır.

Delirmek Belirmektir 2013
Şu Sevdalar Tevatürü 2016

Bob Dylan


İlginçtir ki Bob Dylan'nın hiç roman veya şiir kitabı olmamasına rağmen şarkı sözleriyle Nobel Edebiyat Ödülü'nü almış ve bu ödülün "Amerikan şarkı geleneğine yeni ve şiirsel bir ifade tarzı getirdi" ifadesiyle Dylan'a verilmesi birçok tartışmaya yol açmıştır.


Bana sorarsanız ben buradaki tüm isimlerin şarkılarını sever, dinlerim ama sadece birkaçının kitabını okuma şansına sahip oldum. Sizin ilk aklınıza gelen müzisyen şair/yazarlar kimler? Bu müzisyenlerin hangi kitaplarını okudunuz? Yorumlarınızı merakla bekliyorum :). Sanatla kalın.

Devamını Oku »

10 Temmuz 2017 Pazartesi

Mim: Yarıyıl Raporu (Mid-Year Book Freak Out 2017)

Yolla yolla kaderim yolla acıları bana yolla ne de olsa dert babasıyım ya ben, vur ya lafı mı olur vur ya düşüne bir de sen vur ya ne de olsa sabır taşıyım ya ben... DIDIDIDIDIDI.



La La Land - Damien Chazelle (2016)

Sebastian - I'm letting life to hit me until it gets tired. Then I'll hit back. It's a classic rope-a-dope.

Bu sefer de şarkı söyleyerek açılış yapayım, merhaba falan her seferinde sıkıcı oluyor zaten, değişiklik olsun :). Bakarsınız hep böyle başlarım yazılara artık :). Bu Tarkan'ın şarkısını günde bir kez dinlemesem eksiklik hissediyor, kendim gün içinde sesli sessiz söylemeden duramıyorum. Tarkan 7 yıl hazırlanmamış bu albümü ben sanki yedi yıl beklemişim bu şarkıyı, niye bilmem :).

Sevgili Esseve Rin beni bu yarıyıl miminde etiketlemiş, biz Yarıyıl Reading Challenge ile ikinci yarı on iki kitabı okuyaduralım ama bu sırada gelin hep beraber bu ilk yarıyı yorumlayalım demiş, ben de kolları yazmak için sıvadım :). Söylemesi ayıp Goodreads'deki Reading Challenge'mda ilk yarıda hedefimi bitirdim ve yeni hedef koydum :). Gaza gelip uçmadım makul bir hedef koydum umarım yıl bitmeden yeni hedefi de bitiririm :). Şimdi artık sorulara geçeyim, biraz da orada konuşalım :).

1. Şu ana kadar okuduğun en güzel kitap?


Karpuz Şekerinde - Richard Brautigan. Benim için 2017 eşittir Richard Brautigan.

2. Şu ana kadar okuduğun en iyi devam kitabı?


Şu zamana kadar serilere daha el atmadım :/.

3. Okumak istediğin ama henüz okuyamadığın yeni çıkan bir kitap?


Miranda July'nin Birinci Kötü Adam'dan sonra hikaye kitabı Hiç Kimse Buraya Senin Kadar Ait Değil'in yine orijinal kapakla Everest'ten bugün yayınlanması beni mutlu etti. Birinci Kötü Adam fena değildi bu kitaptan beklentim büyük, July'i de seviyorum.

4. İkinci yarıda çıkmasını beklediğiniz bir kitap?


Yakın zamanda çıkmayacağını bile bile Brautigan ve Sinek Sekiz Yayınlarının tükenen kitapları :(. 

5. Sizi hayal kırıklığına uğratan bir kitap?


İlk aklıma gelen Lena Dunham'ın kitabı. Nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum ama vadettiği gibi bir kitap değil hatta sanki birkaç konuda öyle şeyler yazmış ki bunları karşılamadığı gibi başka konularda yaptığı yorumlarda gerçekten böyle mi düşünüyor dedirtti :/. Bir şeyi eleştirirken onu yapamayıp başka bir şey tarafından eleştirilecek şeyler söyleme gibi :).

Bir de Oz vardı off ki ne off yarım bırakmak zorunda kaldım :/.

6. Sizi şaşırtan bir kitap?


Junky çünkü beklenti büyük ama karşılığı hüsrandı benim için. 

7. Favori yeni yazarınız?


Bu senenin yıldızı, aşk yaşadığım Richard Brautigan. Benim için çok güzel bir keşif oldu. Tüm kitaplarını okuma gibi bir amacım var ve yayında olanların hepsini okudum sayılır. Onun dışında da ilk kez okuyup sevdiğim yazarlar oldu.

8. En yeni kurgusal aşkınız?


Kurgusal aşkım yok. Sadece bu sene Brautigan ile karşılıksız aşk yaşıyorum :).

9. En yeni favori karakteriniz?


Yok ama Brautigan'ın "Kürtaj" kitabında 24 saat sıradışı bir kütüphanenin içinde yaşayan bir karakter vardı. Favori karakterim olmasa da mesleği ve yaşamı ilgi çekiciydi. 

10. Sizi ağlatan kitap?


Cık ağlamadım, filmlerde çok ağlarım, ağladım ama kitaplarda yok. Birkaçında çok duygulandım, ilk aklıma gelen de Didem Madak'ın Ah'lar Ağacı. Beni çok üzdü ve şiirler yüreğimi dağladı desem abartmış olmam herhalde :(.

11. Sizi mutlu eden kitap?


Ben, Earl ve Ölen Kız kitabı beni güldürdü, sevdim :). Bugün Bize Kim Geldi'deki ilk öykü başta olmak üzere birçok öyküde kahkaha attım :).

12. En beğendiğiniz kitaptan uyarlanan film?


İki uyarlanan kitap okudum; Ben Earl ve Ölen Kız ve Androidler Elektrikli Koyun Düşler Mi? İlkinin filmini izleyip kitabını okudum zaten, beğendiğim bir filmdi. İkincisini okudum sonra izledim. Kitabı sevdim, filmi beğenmedim.

13. Bu yıl yazdığın favori kitap yorumun?


Bu yıl Sinek Sekiz Yayınları'ndan üç kitap okuduğum için mutluyum. Biri burada diğeri burada, öbürü de burada :).

14. Bu yıl satın aldığın en güzel kitap?


Karpuz Şekerinde - Richard Brautigan

15. Yıl sonuna kadar neleri okumak istiyorsun?


Brautigan'nın tükenen kitapları, Highsmith'in Ripley serisi, Otostopçunun Galaksi Rehberi'ni kaldığım yerden, yaza özel aldığım okuması kolay kitapların hepsi ve elimde okumadığım kitapların çoğunu okumak istiyorum :).

Bir de baktım ki o da ne sürü sürü bir sürü çileeee. Kapanışı da "Yolla" ile yapıyorum. Yolla mimleri yolla bu bitti yenisini yolla :). Sıcakların daha az etkilediği bir günde görüşmek üzere, dertlerinizin eğlence havuzunda şarkı olup sizi eğlendirdiği günleriniz olsun, yolla ile pardon müzikle kalın :).
Devamını Oku »

9 Temmuz 2017 Pazar

Mim: Elimin Gitmediği Kitaplar

Bana ne yapıyorsun diye sorarsanız size eriyorum diye cevap veririm. Şu an size su kütlesi olarak yazıyorum zaten. Bu sıcakların cildime pek iyi geldiği de söylenemez kabartılar oluyor, soğuklar da (aslında çok soğuk olmasına da gerek yok) kronik burun akıntısı yapıyor. Vücudum aşırılığı kaldırmıyor sanırım :). Ben olmak zor :).

Kağıt Salıncak sağ olsun beni mimlemiş, ben de mimlenirsem elimden geldiğince kısa sürede cevaplamaya çalışıyorum. Mimler daha önce de bahsettiğim gibi blog tanımak ve bildiğimiz blogları daha iyi tanımak için güzel yazılar, severek yazıp okuyorum. Bu mimde elimizin gitmediği kitapları yazıyoruz. Benim elimde öyle çok kitap var, niye bilmem :). Halbuki her kitabı isteyerek alıyorum ama sonra bazılarından bir çekiniyorum. Çekinip almadıklarım da var da o ayrı bir mim :). Elimde olup da çekindiğim kitaplardan beşini yazayım :).


1. Oliver Twist - Charles Dickens


Elimde 60 yıllık orijinal dilinde Oliver Twist var ama cesaret edip bir türlü başlayamıyorum :(.

2. Pride and Prejudice - Jane Austen


Bu kitabı iki kere elime aldım başladım ama devamı gelmedi. Biraz daha ilerlersem bırakmayacağımı umuyorum :). Biliyorum ki dördüncüsü zor olur üçten sonra :/.

3. Her Şey Seninle Başlar - Mümin Sekman


Kişisel gelişim kitaplarını pek okuyamıyorum, 2015 challenge için aldım başladım, akmayınca bıraktım bir şans daha vereceğim olmazsa yapacak bir şey yok, herkes kendi yoluna :).

4. Boş Koltuk - J. K. Rowling


Sayfa sayısı ve sevmeme korkusu işte bütün mesele bu :(. Çok zor, korkuyorum eşkıya :(.

5. Çanlar Kimin İçin Çalıyor - Ernest Hemingway


Benim için çalmadığı kesin, halbuki ne de severim Beyaz Fillere Benzeyen Tepeler kitabını :(. Üzülüyorum :(.

Son yaptığım mimlerde unutmuşum hep mimlemeyi, bu sefer unutmadım canı yapmak isteyen herkes Makine mimledi yazsın :). Sağ üst köşede bir anket var, hiçbirini okumadıysanız bile ismini beğendiğinize tıklarsanız sevinirim :).

Benim elimin gitmediklerinden bazıları, sizinkiler neler?
Devamını Oku »

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Taika Waititi Sevmek


Merhabalar, nasılsınız? Xavier Dolan'dan beri sevmek yazılarında yönetmenlerden bahsetmiyordum ama son zamanlar keşfettiğim yönetmen Waititi ile sevmek yazılarına yönetmenlerle geri dönüyorum :). Bir filmi çok seversem tüm filmlerin izleme eğilimim olduğundan dikkatimi çeken yönetmenlerin sinemalarına ağırlık veriyorum ve son zamanlarda Waititi bunların başında geliyor. "Hunt for the Wilder People" filmi ile başlayan bu serüven "Eagle and Shark" filmini izlemem ile yönetmenin dikkatimi çekmesi uzun sürmedi. Daha sonra art arda tüm filmlerini izlediğim yönetmen kısa zamanda favori yönetmenler listeme girdi bile :).


Çok sevdiğim bir tür olan komedi de alışılmışın dışında karakterlerle ve hikayeleriyle, sinemaya bakışı ve tüm filmlerinde görülen kendine has dokunuşlarıyla Waititi kendi sinema dilini oluşturan bir yönetmen. İzlediğiniz de yönetmeni bilmeseniz bile aynı elden çıktığını anlayacağınız küçük doneleriyle güzel filmler üreten Yeni Zelandalı kendine has bu yönetmenin filmleri gerçekten sizi kendine bağlıyor.

Kara komedi, absürt komedi türlerini zaten ne kadar sevdiğimi biliyorsunuz. İlk filmini izleyip de Kenneth Branagh olmasına rağmen pek de sevmediğim Thor filminin üçüncü filmini çekmesi ise seriye tekrardan dönüş yapmama sebep olacak kişidir. Kendisinin Taika-esque olacağını da belirtmesi ki bu da kısaca izlemek istememe sebep olacak şey, yine filmi merakla beklememe sebep oldu :). Sevdiğim türlerde yaptığı filmlerle de beni kendine çeken yönetmeni sevmemin altı nedenini sıralayacağım. Eğer hala izlemediyseniz bu maddelerden sonra yönetmenin filmlerine bir şans verin derim :).



Filmlerde müziğin önemi benim için büyüktür, yönetmenin bu konuda oldukça başarılı olduğunu söyleyebilir, hatta bunu size gösterebilirim. Her maddenin sonunda keşif yapmamı sağladığı güzel şarkılar bulacaksınız, film bilgileriyle :). Waititi'nin filme koyduğu müziklerde kazanan açık ara The Phoenix Foundation grubu ve üyelerinden Luke Buda olduğunu söyleyeyim :).

1. Mizah anlayışı


Kara komedi, absürt komedi, parodi filmlerinde var ve bu nedenle özellikle benim için filmlerini çok komik yapıyor :). Gülmediğim filmi yok, dram olsa bile.  Özellikle en sevdiğim filmi olma özelliği taşıyan "What Do We Do in the Shadows" ile baştan sona kahkaha dolu bir film yapmıştır, arkadaşı ve "Eagle vs Shark" filminde de başrolü oynayan güzel oyuncu memleketlisi "Flight of the Conchords"'tan tanıdığımız Jemaine Clement ile. Senaryoyu da beraber yazmışlardır ki ortaya çok güzel bir sonuç çıkmış :).

The Phoenix Foundation - Apples and Tangerines (Eagle vs Shark 2017)


2. Yeni Zelanda'nın güzel doğası


Yeni Zelandalı yönetmenin çekimlerini bu ülkede yaptığı filmlerde özellikle son filminde Yeni Zelanda'ya gitme isteğiniz artacak, aklınızda olmasa bile :). Doğasının güzel bir resmini gördüğümüz filmleri ve güzel çekimleri filmlerini daha da güzel kılıyor. "Hunt For The Wilder People", "Boy" manzarada doruk noktasına ulaştığımız filmlerdir herhalde :).

DD Smash - Magic (Hunt For The Wilder People 2016) Bu şarkıyı J. Dennison'nın dansıyla bir de dinleyin :).


3. Stereotiplerden uzak karakterleri


Karakterler genelde şahsına münhasır :). Bu filmleri hem eğlenceli hem de daha özgün kılıyor. "Eagle vs Shark" olsun, "Hunt for the Wilder People" olsun, "Boy" olsun ya da WDWDITS hepsi alışılmışın dışında daha doğrusu ekranda görmeye alışık olmadığımız karakterler, işte filmlerini daha öznel kılan unsurlardan biri.

Norma Tanega - You're Dead (What Do We Do In The Shadows 2016)


4. Soundtrackleri ve Danslar


Her filmde bir iki şarkı garanti keşfedersiniz. Filmlerinde müzikleri kullanmayı seven ve bunu çok iyi yapan yönetmenlerden. Seçimleriyle bizi mutlu eden yönetmen ayrıca dans sahnelerini de ihmal etmiyor :). Bu dans sahnelerinden en sevdiğim "Boy" filminin sonunda MJ - Thriller ve Maori dilinde olan ve dinledikten sonra çok sevdiğim "Poi E" şarkısının klibi ve film ekibiyle yapılan koreografidir herhalde. Bu kadar güzel harmanlanmış dans sahnesi zor bulunur :).

Tabi sadece Thor'da değil tüm filmlerinde dans sahneleri var. Yeni filminde de "Thor"'u Loki ile dans ederken görürseniz şaşırmayın :). Ki zaten klip tadında fragmanını izlediyseniz bir ipucu da verildi bize :). Ben bir dans sahnesi bekliyorum :).

Benim "Boy" filminden sonra keşfettiğim Yeni Zelanda'nın yerlileri Maorilerin kendi dillerinde yaptıkları bu şarkının, bağımlısı olacaksınız.

Patea Maori Club - Poi E (Boy 2010)


5. Olaylara farklı bakış açısı sunan hikayeleri


Vampir parodisi, büyüme hikayeleri ve romantik filmlerinde de güzel hikayeler anlatıyor. Farklı şeyler anlatmasa bile farklı şekilde anlattığı her filmde Taika-esque bir yanı olduğu inkar edilemez. Ve hepsi komik :).

The Reduction Agents - The Pool (Eagle vs Shark 2007)


6. Aynı zamanda çok iyi bir oyuncu olması


Kendisi aynı zamanda çok yetenekli bir oyuncu. "What Do We Do in the Shadows" olsun, "Boy" olsun çok güzel bir oyunculuk sergilemiştir. "Boy" filminde kaçık bir baba, WDWDIS filminde ise titiz ve sorumluluk sahibi bir vampiri canlandıran Waititi komedi de dramada da başarılı olduğunu bence göstermiştir. Kendi filmleri dışında birçok filmde oynamış hala izleme şerefine nail olamasam da :).

Tomica Miljic - Svatovsko Kolo (WDWDITS 2014)


Taika Waititi Filmografisi (Yıllara göre değil en sevdiğim sıralamasına göre :))


1. What Do We Do in the Shadows (2014)

2. Eagle vs Shark (2007)

3. Boy (2010)

4. Hunt for the Wilder People (2016)

5. Thor (2017)

Şuraya Kasım'da vizyona girecek video klip tadındaki "Thor" filminin fragmanını da koyayım. Seriyi başta da dediğim gibi bırakmama rağmen beni heyecanlandırdığını söyleyebilirim, beklenti büyük :). Yeni şeyler denemesi ama hep özgün kalması dileğimle :). Seni seviyoruz Taika Waititi :).

Devamını Oku »

7 Temmuz 2017 Cuma

I Don't Feel At Home In This World Anymore - Macon Blair (2017)



Sundance'te en iyi drama ödülüyle ayrılan IDFAHITWA, temiz görüntüleri, güzel müzikleri, yer yer araya serpiştirdiği güzel sorularla güzel bir suç, dram, gerilim filmi. Bir de bunların yanına absürt ve kara komedi eklenince güzel bir film çıkmış ortaya. Adıyla ilgimi çeken film beni gayet mutlu etti :).

Tek başına yaşayan karakterimiz Ruth'un (Melanie Lynskey) evine hırsız girmesi ve polislerin tutunduğu tavırdan sonra bu dünyadaki adaleti Ruth en azından kendine yapılan haksızlığı çözecek kadar sağlamaya çalışacaktır. Evini kilitlemediği için polisler tarafından evine hırsız girmesi ciddiye bile alınmazken büyükannesinin çalınan kaşık çatal takımı üzerinden ölümü, yaşamı ve insanlar üzerinde bıraktığımız izleri ve ölüm sonrası unutulma kaygısıyla Ruth'un birçok diyalog ve monologlarını dinleriz.

Bu tarz çizilmiş gibi posterler de moda oldu sanki

Birey üzerinden sorulan yaşama dair sorular, ara ara kameramıza yansıyan karakterimizin dünyaya olan bakışı ve umutsuzluğu evine hırsız girdikten sonra insanlarla yaşadığı ilişkilerinden sonra da insanlık, vicdan, saygı konuları daha çok sorgulanıyor Ruth tarafından. Bu süreç içinde başkalarını eleştirirken kendini de eleştirmeyi ihmal etmeyen Ruth bu dünyada her ne kadar hissetmese de aslında onun bir parçası ve bu düzenden o da nasibini alıyor. Kendisine yardım etmeyi kabul eden Tony (Elijah Wood) ise bu dünyanın iyi yüzlerinden biri. Karaktere yardım eden iyi komşu rolünde güzel bir iş çıkarmış. Bu karakterimiz dalıp dalıp giden kendi halinde köpeğiyle yaşayan bir karakter ve bu dünyayı Ruth için daha katlanılabilir kılan insanlardan biri.

Ruth: Bu dünyada ne yapıyoruz?
Tony: İyi olmaya çalışıyoruz, daha iyi.

Arada kötülükler, adaletsizlikler olsa da aslında bir şekilde trajikomik hayatlarımızda daha iyi bir insan olmak için yaşıyoruz. Hatalarımız tabi ki oluyor ama bu diyalog ile belki de filmin adını daha iyi anlıyor ve Ruth'un sorusunu cevaplıyor olabiliriz. Yaşamı daha katlanılabilir kılan belki de sahip olduğumuz güzel ilişkiler ve hatalarımız olsa da daha iyi insanlar olmak için gösterdiğimiz çabadır. Küçük ayrıntılar ve bu herkesin herkesten tek istediği ihtiyacını karşılamak, "almak" dışında bir alışveriş olmadığını gösteren küçük nüanslar bu dünyayı döndürüyordur. Tabi bu konu uzar gider ve bir diğer paragrafta bu kadar iyimser olmayabilirim ama film bu duyguyu bize veriyor :).  Baş karakterimiz de her ne kadar bu konuları sorgulasa ve bu dünyaya inancı kalmasa da kötü bir olaydan hiç beklemediğin sürprizler çıkabiliyor :).

Görsel olarak başarılı, şarkılar yerinde ve güzel, mizah ise en olmadık anlarda kahkaha atmanıza sebep olacak kadar komik. Oyunculuklar güzel, her ne kadar Melanie Lynskey'nin mimiksiz yüzü biraz donuk dursa da yine de kötü değil, Wood da iyi iş çıkarmış. Sıkılmadan izleyeceğiniz güzel bir film çıkmış ortaya, ben çok sevdim :). Özellikle Sundance ve bağımsız severler kaçırmasın :).

Filmin Netflix orijinal yapımlarından biri olduğunu da not düşeyim :). Bir diğer yapımı Okja'nın yorumunu da isme tıklayarak ulaşabilirsiniz. Sanatla kalın :).

Devamını Oku »

6 Temmuz 2017 Perşembe

Atıştırmalık #18 (Yüzbaşının Kızı, Things To Come, Junky, Elle, La Pianiste)

Merhabalar yine kısa kısa son izlediklerim ve okuduklarımdan notlar :). Eksikler var, kendi başına yayın olanlar var hiç yazmayı düşünmediklerim var ama öyle işte :).

Yüzbaşının Kızı - Aleksandr Puşkin




Sahaftan aldığım bir kitap, akıcı hızlı okunan kısa bir kitaptı. Başladığı gibi bitti. Romantizm akımının etkilerinin görüldüğü savaş ortamında bir aşk hikayesi. Fazlaca romantik ele alınan naif bir hikaye. Uzun zamandır da Rus Klasikleri okumuyordum, Andreyiçler, Andreyovskiler falan iyi geldi :). Çok hoşuma gidiyor bu tarz isimleri okumak :). Güzel bir klasik tavsiye olunur :).

Things to Come - Mia Hansen - Love (2016)




Bu aralar Isabelle Huppert'a takığım gibi, filmlerini izliyorum. Huppert; depresif bir anne, başkasına aşık olan bir eş ve çocukları arasında yaşayan bir öğretmeni canlandırıyor. Bir de öğretmen olan sevdiği bir öğrencisi var arada gelip giden. Filmi sevdim ama bir şeyler eksikti sanki, filme bayıldım diyemememin sebebi oydu herhalde. Çok iyi film, güzel ama bir şey eksik daha bulamadım :). Benim huysuzluğum da olabilir bilemiyorum :). Yoksa güzel film. En çok park, çimen, yeşil gördüğüme sevindim bir de çok sevdiğim Fransız evlerini, iç dizaynını. Kitaplar da filmde yan rolde ki okuduğu kitaplar benlik olmasa da kitapları her karede görmek güzeldi. Müzikler de güzeldi. Huppert'a laf söylemek olmaz zaten çok iyiydi hele ki birkaç yerde beni de ağlattı ve özellikle bir yerde vauv dedirtti :). Muzaffer'in önerdiği filmlerdendi ama gitti yine beni duygusallaştıran bir film seçti iyi gelecek diye :). Gelmesine geldi de yine bir burukluk bıraktı :). Teşekkür ediyorum kendisine, önerilere devam. Onun film yorumları paylaştığı güzel bloguna gitmek isterseniz de burada :).

Junky - William S. Burroughs




Ayy ne umutlar ve beklentilerle okudum da sonra bitsin diye dua ettim. Sevemedim, sevenlerinden özür dileyerek. Beat kuşağı severim ama bu kitap beni sıktı. Yazara kesinlikle bir şans daha vereceğim ama zaman geçtikten sonra ancak herhalde. Bu kitap bir eroinmanın günlüğü gibi. Arada bazı tespitler var beni etkiledi ama çok düz bir anlatıma sahip. Kolay okunan bir kitap.

Elle - Paul Verhoeven (2016)




Off off of ki ne of. Valla abartıldığı kadar var. Huppert'ten nefis bir oyunculuk, güçlü bir hikaye, gerilim dozu çok iyi. Yani ne kadar övgü varsa sıralayabilirim. Almodovar tadında bir gerilim filmi hissettim. Sonu biraz düşündürttü ama gayet güzel gerilim filmiydi. Film baştan sona rahatsızlık verici uyarmadı demeyin.

La Pianiste - Michael Haneke (2001)




Uzun zamandır psikolojimi bu kadar bozan bir film olmamıştı. "Elle" de etkiledi gerçi ama Haneke yine farkını konuşturmuş. Huppert annesiyle yaşayan orta yaşlarında annesinin baskı ve kontrolünde yaşayan bir kadını canlandırmış. İnsan taştan değil ya onun da bastırılmış duygularının dışa vurumunu yine rahatsız edici biçimde bizlere gösteren Haneke'nin önemli filmlerinden. Bu film bana belki okuyanınız vardır "The Beauty Queen of Leenane" oyununu oldukça anımsattı. O da çok güzel bir dramadır. Haneke'nin Huppertli son filmi yine beni heyecanlandıran filmlerden, çıksa da izlesek :).

Huppert'in bu üç filminde de çokça ortak özellikler var. Anne kız problemleri, anne sorunları hatta çokça ön planda. Bir şekilde birbirine benzeyen karakterler. Bir de sanki "Elle" ve "Things to Come"'daki karakterleri birleştirsek ortaya "Piyanist" filmindeki karakteri çıkar gibi :), ne diyorsunuz? Huppert bu rollerin altından ustaca kalkmış ama "Piyanist" ve "Elle"'deki karakterler gerçekten etkileyici özellikle ilkinde. Bana önerebileceğiniz başka Huppert filmi varsa önce onları izleyeyim :).

Siz bu aralar neler atıştırdınız? Yorumlarınızı merak ediyorum :).
Devamını Oku »

Sinema Güzeldir #4 (Baby Driver - Edgar Wright 2017)


Edgar Wright'ın son filmi Baby Driver bol aksiyon ve müziğin buluştuğu oldukça hareketli bir film. Wright'ın en bilinen filmlerinden Zombilerin Şafağı, Hot Fuzz gibi parodi içermese de Tokyo Drift veya Fast and Furious ile biraz parodiden küçük ayrıntılar bize sunmuş sanki. Bir de Kevin Spacey'nin yaptığı son harekette yine bana bu komedi türünden nasibini almış gibi geldi :). Filmin aksiyon sahnelerini beğendim özellikle müzikle harmanlaması ise filmi görsel açıdan daha etkili yaparken kulaklarımızın da pasını silmeyi ihmal etmiyor.

Oyunculuklara gelirsek Kevin Spacey adını görünce insan ister istemez heyecanlanıyor ama normal ortalama bir rol ve oyunculuk vardı. Ne öne çıktı ne yok oldu böyle bir arada kalmış :/.  John Hamm, Jamie Foxx ve Ansel Elgort da iyiydi. Bir Lily James'de böyle bir şeylik vardı ki sevgili gürültü hislerime tercüman olmuş "Bana bir tek Lily James sırıtmış geldi. Rolünün biraz aptalca yazılmasından mı kendi beceriksizliğinden mi bilemem " diyerek :). Başka şeyler de geliyor aklıma da zorlama gibi duracak yazmayacağım zira öyle olsa bile hissettirememiş çünkü :/. Baby'nin dedesini çok sevdim, tatlım benim <3. Bir de "Everything is Embarrassing" ile kalbimi çalan Sky Ferreira da bu filmde, şarkıyı dinlemediyseniz adına tıklamanız yeterli. Çok sevdiğim bir şarkı, vazgeçemediklerimden bu filmde de Sky'ımızın çok küçük bir rolü vardı.

Film ana akımda şu ana kadar bence en izlenilebilecek film. Güldürüyor, güzel aksiyon ve görüntüler var, şarkılarla keşifler radyo programı gibi. Wright'ın en iyi filmi değil ama kötü de değil. Bence güzel vakit geçirmek için gidilebilinecek bir film. Ben sevdim :). Cuma günü bizde film kalkıyor siz de kontrol edin gitmeyi düşünüyorsanız ertelemeyin :).



Şimdi geldik asıl sorumuza :). Sinefilleri buraya alalım :). Benim yıllardır aradığım bir aile/çocuk filmi vardı. Çok tatlı bir filmdi ve eskiden Show Tv'de falan koyarlardı, hatırlıyorum. Filme dair tek elimdeki ipuçları ise benim iki turşum var diye siyahi bir çocuğun arkadaşının salatalık turşusunu da alarak bir yerlerde gezmesi. Bir de baş karakterin babası gibi hiç inmeyen dik bir saç tutamının olması. İşte bu filmde Baby dedesi ile televizyon izlerken filmin başlarında bu çocuğu gösterdi şarkı söylerken :). Çilli bir çocuk böyle saçı da dik :). Yani yıllardır düşünüp aradığım film :). Bu filmi hatırlayan bilen varsa sevdiğine kavuşsun ve bana ismini yorumda yazsın :). Filmi bulana benden çok sevdiğim filmde de iki üç kez çalma şerefine erişen Lionel Ritchie şarkısını şimdiden hediye :). Film yorumlarınızı ve bu anlatmaya çalıştığı filmin adını sabırsızlıkla bekliyorum :).

Mutlu bir tatil sabahının güzel kokularına her gün uyanmanız dileğiyle :). Sanatla kalın <3.


Devamını Oku »

5 Temmuz 2017 Çarşamba

Sing Street - John Carney (2016)



John Carney bu tarz filmleri ortak paydada toplayıp üçleme mi yapmak istedi (umarım üç tanedir :)). yoksa bu tuttu güzel de oluyor böyle devam mı demek istiyor bilmiyorum ama ne olursa olsun bu sokakta söylenecek hala şarkılarının ve hikayesinin olduğu bir filmi daha Sing Street. Once'ta olan o amatör ruh, Begin Again'deki ortalamanın biraz üstü halden sonra bu sefer 80'lerde geçen müzikal tadındaki filmlerine bir yenisini eklemiş Carney. Filmin şarkıları, kostümleri, mizahı lafım yok ama benzer hikayeler. Bu filmin nostalji havası, dönemin müzik gruplarından esinlenen Sing Street grubu ve başrollerin başarılı oyunu filmi izlenilir ve güzel kılmış lakin hikayeyi daha önce farklı şekillerde zaten izledik.

"Begin Again"'den daha iyi ama "Once" mı bu mu emin değilim :). Bu filmde oyunculukları beğendim. Baş karakter Cosmo, çok iyiydi. Özellikle başrol kadın karakter bence çok güzel bir seçim olmuş. Filmdeki abi karakterini de sevdim. Hatta izlerken bu adam sanki Chris Pratt ile Seth Rogen'ın birleşimi gibi düşündüm ve internetten arattım bakın kanıt tek düşünen ben değilmişim :). Yine de yakışıklı bir abimiz, daha çok ekranlarda görmek isteriz :).

Bir de neden şapka ve gözlüğü aksesuar olarak sevdiğimi bu filmde bir kez daha gördüm :). Kostümler başarılıydı, 80'ler gruplarına da şöyle bir göz attık. Yeni çıkan video kliplere yorum yaptık, çektik :). En çok güldüğüm sahnelerdi. Nostalji, dönem filmi sevenler ve müzik aşığı insanlar benim gibi özellikle çok sevecektir.

Carney'in bu üç filminde de gerçek olamayacak bir iyimserlik var, bu filmde de fazlasıyla. (Bu cümle biraz spoiler içerir :)) Sonuyla umut duygusunu vermek istese de ben Londra'ya giden genç aşıklarda mutlu son göremiyorum.

Yine de biraz neşelenmek, gülmek ve gençliğin enerjisini hissetmek için izlenilebilir, güzel bir film. Carney'de bakalım bu filmlere devam mı yoksa güvenli bölgesinden dışarı adım atacak mı, bekleyip görelim :). Bu arada ben de şimdi "Baby Driver" izlemeye gideyim, yorumuyla geri döneyim :). Sinemayla kalın :).


Devamını Oku »

4 Temmuz 2017 Salı

Okja - Joon-Ho Bong (2017)



Yeni dünyada ekolojik, doğal, sağlıklı, çevre dostu doğaya verdiğimiz zararı kapatacak yeryüzündeki ayak izimizi azaltacağı reklamlarıyla daha çok zarar veren açlık gibi insanlığın şu an ki temel problemlerinden birini yok edeceğini önerdiği çözümlerle şimdiki verdiğimiz zararın katı katınca fazlasını verdiğini gösteren "Okja" filmi, Petrol Değil Toprak kitabını bana izledikçe anımsattı.

Teknoloji ürünü laboratuvar domuzları farklı çiftliklerde yetiştirip dünyadaki açlığı bu şekilde bitireceğinin reklamını yapan Mirando şirketinin ürettiği ve küçük bir kızın (Mija) bu domuzlardan biriyle (Okja) kurduğu bağla bize; açlığı, su sıkıntısını, hava kirliliğine çözüm getireceğini söyleyip daha çok para kazanmak için filmde de bahsedildiği gibi "beyaz yalanlarla" yeryüzündeki ayak izimizi büyütüp sadece zenginin daha zengin olduğu geri dönülemez yollara gitmemize yol açmaya sebep olan şirketlerin bir yüzünü gösteriyor. Bunu yaparken de eziyet edilerek etinden yararlanılan hayvanlar ve şirketlerin bunu bize mutlu reklamlarla nasıl pazarladığını da gösteriyor. Tabi her ne kadar filmde laboratuvarda üretilen bu hayvanlar şu an için gerçek üstü olsa da (ki yakında olmayacağı ne malum), gerçekte de oynanmış yemler ile doğal olmayan yöntemlerle yetiştirilen endüstriyel üretime ve hayvancılığa da sözünü sakınmıyor.

Filmde Animal Liberation Front olarak geçen Paul Dano'nun oynadığı Jay karakterinin başı çektiği eziyet gören canlılara karşı tepkisini en naif yollarla gösteren bu oluşumdan ve gördükleri baskı ve şiddetten bahsetmesek olmaz. Zira filmin en başarılı oyununun Dano tarafından oynandığı da bir gerçek.

Ben farklı mıyım değilim. Ben de bu bahsettiğim tüketici grubun içindeyim maalesef. Kendime göre dikkat ettiğim öğrendikçe hayatıma uygulamaya çalıştıklarım var ama ekoköyler inşa edip orada yaşayan yediğine içtiğine dikkat eden bu uğurda her türlü savaş verip hayatını doğaya karşı değil doğa yeryüzü ile beraber yaşayan insanların yanında benimki devede kulak bile değil. O yüzden "Okja" belki de bir çocuğun gözüyle en basit şekilde bilindik bir anlatıya sahip olsa da bu düzene sisteme en azından bir bakış atmamızı sağlıyor.



Film rüya kadrosuyla; Tilda Swinton, Paul Dano, Jake Gyllnhaal, Giancarlo Esposito da güzel bir seyirlik sunuyor bizlere. Daha iyi olabilir miydi evet ama yine de ortalamanın üstünde güzel bir film olduğunu söyleyebilirim :). Cannes listesinde merak ettiklerimden biriydi, o liste için tıktık. Netflix yapımı olduğunu da not düşeyim :).
Devamını Oku »

2 Temmuz 2017 Pazar

Sinema Güzeldir #3 (Karayip Korsanları + Transformers)

Merhaba arkadaşlar :). Geçenlerde üst üste iki filme girdim, onlardan ilki Karayip Korsanları Salazar'ın İntikamı 5 diğeri de Transformers Son Şövalye 5. Sinemalarda özellikle ana akım sinemada şu aralar pek de ilgimi çeken film yok bunlara da yokluktan girdim aslında :). Yine de iki serinin ilk üç filmini severek izlediğimi hatırlıyorum. Bu cuma vizyona giren "Baby Driver" ise filmlerini blogumda da önerdiğim Edgar Wright filmi. Önümüzdeki hafta ona da kesin gideceğim ama onu ayrıca yazmayı düşünüyorum. Genel olarak yorumları güzel benim de beklentim yüksek :). Şimdi gelelim bu filmlere ama önce ikisinin de ortak özelliklerine :).

Ortak yönler;

İkisi de çerezlik, seyirlik filmler
İkisi de serinin 5. filmi
İkisinin de 3 filmini izlememe rağmen 4. filmini izlemedim
İkisi de aksiyon ve komedi özellikleri barındıran belli bir karakter üzerinden ilerleyen filmler
İkisinin de serisini hiç izlemeseniz veya karışık izleseniz de bu filmleri izlerken zorlanmayacaksınız
İkisini de yokluktan izledim :)

Karayip Korsanları: Salazar'ın İntikamı 5



Johnny Depp'in efsane karakteri Kaptan Jack Sparrow'un bu beşinci filminde ilk üç filmin yolundan giden güzel bir seyirlik. Komedisi güzel, efsane ve mitlerle örülmüş hikayesi yine kendini izlettiriyor. Orlando Bloom ve Keira Knightley dönüyor diye bir reklamı oldu ama yani iki sahne için utanır insan döndü demeye :). Bloom'un karakterinin oğlu sahneye girince babasının lanetini bozmak için onlarda geçerken anne baba olarak uğramışlar :). O değilde Keira neyse ki bir sahne de dönmüş kendisiyle şahsen hiç hoşlaşmam :). Bloom'u daha çok görmek isterdik ama bana Depp bile az göründü gibi geldi filmde :).

Sparrow yine aynı Sparrow ama Johhny yaş ve kilo almış o belli. Ben onu her haliyle seviyorum ve bence yaşayan en karizmatik erkek. Aynı zamanda başarılı ve yetenekli her oyuncuya nasip olmayan birçok karaktere girebilmiş, oynamış çok iyi bir oyuncu. Benim onu sevmem bu filmle değil gazetede okuduğum bir röportajıyla başlamıştır bu arada, onun samimi ve gerçekçi cevapları beni kendisini takip etmeye yöneltmiştir. O zamanlarda bu serinin çıkış zamanına denk geliyor olabilir. Çok eski zaman tam hatırlamıyorum ama o röportajdan sonra ne yapsa bakmışımdır, çok severim. Son evliliği ile ekranda pek alışık olmadığımız Depp görüntüsü oluşsa da yeni çıkan filmleriyle birlikte eski Depp'i göreceğiz gibi geliyor :). Bu filmin başarısında kesinlikle kendisini büyük bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Onun karaktere katkısı ve ismi geçince akıllarda bir imaj oluşturması bence kendisinin yeteneği. Hala birçok kostüm partisinde ya da etrafta korsan lafı geçince aklımıza bu sevimli korsanın gelmesi Depp'in yeteneği. Sparrow yine aynı Sparrow bencil, ayyaş, çapkın, ama vicdanlı bir korsan :). Kendisi arada bizi gıcık etse de sevdiğimiz bir anti kahraman. Ben anti kahramanları filmlerde izlemeyi severim, Deadpool'un abartıldığını düşünüyorum, hele ki Jack Sparrow varken :). Tabi şimdi karşılaştırma yapmayacağım ama en bilinen ve sevilen bir diğer anti kahraman o olunca aklına geliyor insanın :).

Bu arada uzun zaman sonra bilmeden dublajlı film izledim :). Hiç özlememişim mizahından çokça çalındığını düşünüyorum. Bunun dışında sanırım 4. filmde Penelope Cruz vardı şimdi de Javier Bardem var :). Ailecek Karayip Korsanları'nı seviyorlar herhalde :). En son No Country for Old Men'i izleyen ben Bardem'i bu rolde görünce aklıma o film geldi hep. Çok çok iyi oyuncu <3. Bu filmdeki karakteri de güzeldi. Genel olarak güzel bir filmdi ilk filmleri izleyip sevdiyseniz buna da gidin güzel zaman geçirirsiniz :). Ben bu filmi dördü izlemeden gitmezdim de dedim ya bir anda oldu :). Serileri karışık izlemeyi sevmem. Yoksa sevdiğim bir seri dördüncüsünü izleyip giderdim. Yine de her filmde ayrı bir hikaye anlatıldığı için serinin tüm filmlerini izlemeseniz bile anlaşılır bir film.


Transformers: Son Şövalye 5



Ayyy başrol değişmiş, Mark Wahlberg olmuş. Ee tabi o gelince de filmin havası o komedi aksiyon filminden daha çok aksiyona kaymış. Sam karakteri filmi bence güzelleştiriyordu ama o meğersem dördüncü filmde zaten yokmuş hatta filmin dördüncüsü varmış :):)). Baya fragman bile izlemeden girdim filme anlayacağınız. Yokluktan en azından ilk filmleri izledim diye gittim ama arada bir film daha varmış :).

Benim kardeşimin çok sevdiği bir seri bu, ben de severdim ama artık sevmiyorum :). Yani bu film bence olmamış. Wahlberg'in bazı aksiyonlarını sevsem de Transformers dünyası içinde sevmedim. Gözüm çok alışmış herhalde Shia Labeouf'a başka baş karakter sevemedim. Bu film başlarda iyiydi ama sonunda 45 dk civarında aksiyon sahnesiyle uykumu getirdi. Gereksiz uzatıldığını düşünüyorum. Aksiyon film sevmediğim düşünülmesin iyi aksiyon severim, ben aksiyon polisiye filmleriyle büyümüş bir insanım ama bu filmin sonu off ki off. Çok uzatılmış, bir oraya bir buraya dön dön öldüm sıkıntıdan. Sevenler için problem yok ama sevmiyorsanız gitmeden önce bir kez daha düşünün. Zaten o Transformers komedisi ciddi azalmış, birkaç yerde güldüm ama en çok Antony Hopkins'in evinde güldüm, izleyenler hatırlayacaktır. Öfke kontrol sorunu olan ev robotumuzun halleri çok güzeldi :). Onun dışında ise başı ortalama sonu ortalamanın altı bir filmdi. Hatta şöyle söyleyeyim bir sahne var, Suicide Squad'ı Transformers'a çevirelim bakalım nasıl oluyor demişler. Bu kadar olur yani. Cık olmamış beğenmedim :/. Film üç boyutlu not düşeyim, izlemek isterseniz gözlüklerinizi alın da gidin :).


Siz bu aralar neler izlediniz sinemada? Bu filmleri izlediyseniz nasıl buldunuz? Hangi filmleri bekliyorsunuz? Yorumlarınızı bekliyorum :). Sevgiyle :).
Devamını Oku »

1 Temmuz 2017 Cumartesi

Sevgili Güllük #41 (Anket Sonucu)



Merhabalar :). Anketimiz kapandı, 28 kişi katıldı ve Öneri Makinesi'nde katılanlar arasında en sevilen yayınlar Film Listeleri oldu hem de açık ara  :). Bir de katılanların yarısından fazlası bu yayını seviyormuş, ben de öğrenmiş oldum :). İkinci olan ise anı, mim ve kişisel yazılar oldu :). Aslında bu yazılar genelde biri beni mimlerse yazılıyor ya da ben etkinlik anılarımı anlatıyorum, çok da düzenli bir bölüm değil ama fark ettiyseniz etkinlik duyuruları yapmayı sevdiğim, benim de katıldıklarım olunca kendiliğinden bir "Gidilesi" ana etiketi oluştu :). Uzun zamandır da düşündüğüm istediğim bir bölümdü umarım daha çok güzel yazılar olur bu bölümde de :). Zaten yine üzerine tıklayarak önceki etkinlik, gezi yazılarını okuyabilirsiniz :). Üçüncümüz Kitap Listeleri oldu :). Demek ki neymiş liste seviyormuşuz :). Yakında hazırladığım kitap listeleri var, şu aralarda okuyorum hep, bu seçeneği seçenlerde fazla uzun beklemek zorunda kalmayacaklar :). Bir oy farkla dördüncü olan İncelemeler oldu :). Bu bölümü seçenler için de yarıyıl reading challenge yazılarımı inceleme olarak yazıyorum ayriyeten yine film incelemeleri, albüm incelemeleri de devam edecek :). Beşinciliği paylaşan Meydan Okuma ve Sevmek Yazıları  seçenler için ise güzel haberim şu an devam eden bir meydan okumamız var, katılmak ve katılanların listelerini görmek için tıktık, yeni sevmek yazıları geliyor :). Evet yazısı değil yazıları :). Sürpriz isimler var, heyecanlıyım :). Son olarak beni azıcık üzen durum Abur Cubur ve Atıştırmalık yazılarının sonuncu olması oldu :(. Abur Cubur'da temaya göre müzik listeleri paylaşıyorum ama en az oy ona gelmiş, isimden kaynaklı bir sorun olduğunu düşünüyorum, müzik listesi isteyenler sanırım ikisini bağdaştıramadı, o yüzden böyle bir sonuç oldu diye düşünmek istiyorum :).

Bu ankete katılım çok değildi ama yine de bir fikir verdi bana, katılanlara çok teşekkür ederim :). Şimdilik bu anket bitti ama yine bu anketi tekrarlamayı düşünüyorum. Şimdi yeni bir anket açıldı, sağ üst köşede bakalım sonuçlar ne olacak :). Belirtmeliyim ki öneren üç arkadaşımızın tüm isteklerini yazdım; sevgili Ezgi, Deeptone ve Gözde bana kitap öneren arkadaşlarım oldu. Deeptonecuğumun Berlinli Apartmanı hariç hepsini yazdım, çünkü o kitap tükenmiş :(. Bunun dışında seçenekler bunlar; siz de Yarıyıl Reading Challenge için hangi kitabı alıp okumamı istiyorsanız, oy kullanmayı unutmayın :). Birden çok seçebilirsiniz, kararsız kaldıysanız :). Bir ayın sonunda birinci olan kitabı alıp okuyacağım :).

Bol katılımlı anketlere diyor, yenilerinde görüşmek üzere sizleri sevgiyle kucaklıyorum :) <3.

Bu aralar en çok dinlediğim şarkı, şiddetle öneriyorum :).

Deeperise - Raf ft Jabbar

Devamını Oku »

30 Haziran 2017 Cuma

Okulsuz Büyümek - Ben Hewitt

Sinek Sekiz Yayınlarına kaldığım yerden devam ediyorum :). Bu yayınevini gerçekten çok seviyorum ve kitaplarını okudukça daha da çok sevgim artıyor. Okulsuz Büyümek kitabı şu ana kadar okuduğum yayınevinin üçüncü kitabı ve en akıcı olanı. Çok rahat bir şekilde okunan bu kitap yazarın çocuklarını okula göndermeyip evde okulsuz nasıl bir eğitim verdiğini kendi deneyimleriyle anlattığı tamamen öznel alternatif bir eğitim süreci.

Kitabın kapağında başlığın altında şöyle bir açıklama var ki kitap hakkında size yeterli özet bilgiyi veriyor;

"Okulsuz eğitim, kırsalda yaşamak, doğa ile bağ kurmak ve yaşarken öğrenmek hakkında sıradışı bir ebeveynlik macerası".

Ayrıyeten belirtmeliyim ki kağıt dokusu, kapakları okurken gerçekten sizi mest ediyor :). Bu kitabın zaten kapak rengi ve resmiyle ayrıca bir albenisi var :).






Ben Hewitt iki oğlu ve eşiyle köyde yaşayan çocuklarını okula göndermeyen evde eğitim veren bir aile. Bu okulsuz büyüme tecrübelerini aktarırken önemli ayrıntı şehirde değil bir kırsal yerleşim yerinde yaşamaları. Hewitt lisede okulu bırakmış akademik kariyerleri olan bir anne babanın oğlu, karısı Penny ise üniversite okumuş, sanırım sonradan terk etmiş. Yani aslında ikisi de okulda büyümüş insanlar. Bu kararı vermelerindeki etkende birinci elden bu tecrübeyi yaşayıp ne kadar mutsuz olduklarını keşfetmeleri ve asıl ilgi duydukları şeyler için harcayacak zamanı nasıl bu sıralarda kaybettiklerini keşfetmeleri. Kendi yaşadıkları bu tecrübeyle çocuklarını okula göndermeme kararı alıyorlar ve kırsalda kendi inşa ettikleri evde, ormanın içinde, güzel komşularıyla iletişim içinde, yardımlaşarak beraber yaşıyorlar.

Kitap benim aklımdaki birçok merak ettiğim soruyu cevapladı, çocukların nasıl okuma ve yazma öğrendikleri, nasıl zorluklarla karşılaştıkları veya bu konuda neler düşündükleri gibi. Kitabın biraz daha ayrıntılı ve örnekli olmasını daha iyi yaşamlarını anlamak amacıyla isterdim ama kitap yine de çok yüzeysel değil. Okurken aklıma sürekli "Kaptan Fantastik" filmi geldi. Birçok benzerlik olan bu kitap ve film acaba film bu kitaptan mı uyarlama diye düşündürttü bile :). Baktım böyle bir durum bulamadım :). Lakin yine de ikisi arasında birçok benzerlik var :).

Kitabı genel olarak çok sevdim. Benim gibi böyle alternatif eğitim fikirlerini merak ediyorsanız bu kitap güzel bir okuma olacaktır. Ben yazara her konuda katılmıyorum, bazı soru işaretlerim var bazı konularda lakin genel anlamda beni okurken bilgilendiren ve bu konuda merakımı biraz da olsa gideren bir kitap oldu. Okulsuz eğitimin sadece bir hayal olmadığını ve okulun öğrenmek için tek seçenek olmadığını yaşayan birinden okumak ve fikirlerini onun gözünden dünyaya bakacak şekilde görmek için güzel bir kitap.  Yazar gibi ben de okulun tamamen boş bir yer ve tamamen gereksiz bilgiler öğreten bir yer olarak görmüyorum ama alternatif seçenekler de ilgi çekici. Bu konuda meraklıysanız ve bir örnek okumak isterseniz bu kitabı sizlere öneririm :).

Kitabı ben hiçbir internet sitesinde bulamadım, tükenmişti. Bir kitapçıda buldum. Siz de eğer okumak isterseniz, Sinek Sekiz Yayınevi kitaplarını satan kitapçılara bakabilirsiniz. Belki hala satılmamış birini bulup okuyabilirsiniz :). İnternette okumadığım tek kitabı kaldı ve lütfen hemen yeni basımları yapılsın tükenen kitapların, bulmak çok zor :(.

Yine her zamanki gibi birçok yerin altını çizdim, hepsini yazamayacağım işte bazıları :). Alıntıların altında da ilgili linkler var bir bakın :).

Alıntılardan bazıları;

"Doğuştan gelen merakını ve öğrenme isteğini bastıramadı. Tıpkı yürümeyi, konuşmayı veya akıllarına koydukları herhangi bir şeyi öğrenmelerine engel olunamayacağı gibi.

İşte bu yüzden ben öğrenmenin, diğer bütün çocuklarda olduğu gibi, çocuklarımın doğasında olduğunu söylüyorum."

"Onlara yargılanma veya başarısızlık korkusu olmadan gerçek tutkularının peşinden gitme özgürlüğü, keşif ve ifade özgürlüğü verildiğinde neler öğrendiklerini gördüm ve bu resmi eğitimin onlara verebileceğinden çok daha fazla."

"Hayatımız mükemmel değil çünkü biz mükemmel olmayan bir dünyada yaşayan kusurlu insanlarız."

"Kendimi eğitim, zenginlik tutku veya başarı gibi kültürel beklentilerden ne kadar azat ettiysem o kadar özgürleştiğim gerçeği her geçen gün daha sık yüzüme çarpıyor."

"Bize emredilen eğitimin öz güvenimizi geliştirmek yerine tamamen yok edeceğini kimse fark edemedi."

"Ana akım ekonomi ve onun destekçileri bizim seçtiğimiz yaşam tarzını desteklemiyor bunun çok az getirisi olduğu zannediliyor."

"Önceleri bana fısıldanan hikayeleri duyamazdım. Çünkü kendimi diğerlerinden ve doğadan ayrı tutardım. Elbette ayrı değildim, hiçbirimiz değiliz. Hepimiz birbirimizle bağlantıdayız ve birbirimize ihtiyaç duyuyoruz. Bu yüzden biz sadece etrafımızdakileri zenginleştirdiğimiz kadar zenginiz. Ve ben bunu okuldan değil çocuklarımdan öğrendim."


Öneri Makinesi'nde yayınlanan Sinek Sekiz Yazıları için ilgili yazılara tıklamanız yeterli :).

Sinek Sekiz Yayınevi
Bizim Dünyamız
Petrol Değil Toprak

Öneri Makinesi Instagram Hesabı
Ben Hewitt Instagram Hesabı
Devamını Oku »

29 Haziran 2017 Perşembe

Bir Sahaf Gezisi (Antalya) #1

Merhaba arkadaşlar nasılsınız görüşmeyeli :). Gerçi Instagram'da olanlarla hiç ayrılmadık gibi hissediyorum iletişimde olduğumuz için :). Bu arada artık Instagram'dayım ve ilk kez video çektim :). Hikayeler balkabağına dönüşmeden umarım izlemişsinizdir :). Öneri Makinesi'ni Instagram'da takip etmek için tıktık. Yorumlarınızı merak ediyorum ama kimse yorum yapmadı, bunu bir daha çekme sakın olarak mı algılamalıyım acaba :)? Bir de bir haftada anket kızışmış, dengeler değişmiş :). Hala oy kullanmadıysanız son saatler, hemen sağ üst köşede :).



Bugün Antalya'da gezdiğim sahaflardan sizlere bahsedeceğim. Keşke daha çok gezsem de bu bir bölüm olsa blogda ama ikincisi şimdiden kesin :). Sonrasına bakarız. Sahafları seviyorum, Antalya'da boş günüm de olunca gittik. Tabi Antalya'da sanmayın ki tatile gittim,bir işim vardı doğum günümde apar topar gittim ama o iş de olmadı bir hafta kaldım ama olaylar olaylar :). Doğum günü yazısı yazdım gitmeden gideceğimi bilmeden yazmışım o yazıyı ama gün gerçekten olaylı oldu. Şimdi hepsini anlatacağım ama yazı çok uzayacak yine bir yazıda anlatırım ama şu kadarını söyleyeyim ben trajikomik olaylar yaşamıyorum benim hayatım trajikomik :). Çoğu zaman komik bile değil ama idare ediyoruz :).

Doğum günü mesajlarınız için çok ama çok teşekkür ederim beni çok mutlu ettiniz :). Bir blogda okumuştum aranızdan, hangisi hatırlamıyorum kusura bakmayın ama sosyal medyada en samimi olan demişti blog dünyası için gerçekten o yayınımla bana bunu hissettirdiniz, kişisel yazmama rağmen destek yorumlarınız, anladığınızı gösteren yorumlar beni çok ama çok mutlu etti :). Bir de en güzeli akranlarımı keşfettim :). Kendimi hep büyük görüyordum bloglar arasında ama akranlarım varmış, onlarında az çok benim gibi hissedip düşüncelerini benle paylaşmaları bana yalnız olmadığımı hissettirdi :). İyi ki yazmışım iyi ki yazmışsınız :). Kısaca lafı daha fazla uzatmadan hepinizi çok seviyorum, iyi ki varsınız :).

Gelelim sahaf keşfimize :). Kışla ve Elmalı Mahallelerinde olan sahaflar hep aynı sokakta yan yana dip dibe :). Bir girdiniz mi art arda birçok sahaf uğrak yeriniz olabilir. Ben 2 veya 3 saat full gezdim ama hepsinde çok uzun kalamadım maalesef, bazılarında sadece Richard Brautigan'ın kitaplarını sordum ve çıktım :). Şimdi ben de baktığım gezdiğim sahafların birkaçını burada anlatacağım bir fikriniz olsun, yolunuz düşerse uğrayın ve bakalım kimler gezdi buraları ve zaten adı gibi biliyor :)

Nabu Artemis




İlk uğrak yerimiz bu sahaf oldu. Sanırım iki dükkan yan yana ve birbirine bağlı. İlgilenen iki sahibi de çok tatlıydı, bana çok yardımcı oldular :). Ben birinci dükkana ilk, ikincisine daha sonra girdim. İkinci dükkanda anladığım kadarıyla başka bir yere taşınıyor bina yıkıldığı için. 15 yıldır işletiyorlarmış burayı ve artık siz düşünün nasıl bir birikim tarih var orada. Bu sahaflar gerçekten çok güzel. Birçok kitap bulabilirsiniz. Yeni kitaplar da var ama ben ikinci el olanlara baktım. Fantastik, bilim kurgu ya da genç kurgu da baya vardı. Bu sahaftan Yüzbaşının Kızı adlı kitabı Varlık Yayınlarından 2 liraya aldım ve okudum bitti bile :). Buradan da Instagram sayfalarına uğrayabilirsiniz. Bu ilk ziyaretimden sonra bir sonraki durağım Kitap Kurdu oldu.

Kitap Kurdu




Bir kere mekan olarak çok güzel düşünülerek dizayn edilmiş iki katlı bir yer. Hem yeni hem ikinci el kitap satıyorlar ama ilki daha çok. Karışık şekilde raflara dizilmiş ikinci el olanlar için iyice karıştırmanız gerekiyor. Buradan iki kitap ve bir defteri sembolik bir indirimle alınca başka kitap da alamadım zaten :). Bir de beni evde bekleyen kitaplar da vardı. En çok zamanım burada geçirdim herhalde. Zaten genç yaşlı birçok müşterisi var. Belli ki Antalya'da sevilen uğrak bir yer, kitapları incelerken hiç durmayan kapı açılınca çınlayan kapı sesinden biliyorum. Ad ve mekan insanı çekiyor.

Tek sevmediğim olay indirimin az olması hem de heyecanla Sinek Sekiz yayınlarını görüp "aa bu kitap tükenmiş siz de var" diye sevinçle dediğim için :(. Aslında Sinek Sekiz kitapları şu an yeniden basılmıyor ama tükenen ve internetten alınamayan bazı kitapları önceki basımdan kitapçıların elinde kalmış olabiliyor, Kitap Kurdu'ndaki Okulsuz Büyümek gibi. Keşke baştan böyle demeseydim dedim belki daha çok indirim alırdım çünkü başta ,Sinek Sekiz'e indirim yaparım demişti ama sanırım tükendiğini ben diyene kadar bilmiyordu ve ödeme yaparken iki lira indirim için aslında indirim yapmayabilirdim tükenmiş bu kitap demesi düşündürttü :/. Tekrardan basıma gireceğini İrem Çağıl Instagram'da söyledi, umarım olabilen en kısa sürede tükenen kitaplara ulaşabiliriz.


Yine de güzel bir yer, gidin görün. Onları da anlıyorum aslında kolay değil internetten alışveriş, D&R gibi şubeleri olan kitabevleri, mekan kirası, vergiler falan filan derken onlarda ayakta kalmaya çalışıyorlar. Ben de diğer seçenekleri tercih ediyorum çoğunlukla, bir kitap sever olarak. Bütçemiz kısıtlı ve okunacak çok kitap var. Yukarıda bahsettiğim olay beni biraz üzse de baya zaman geçirdim orada. Şimdi de Okulsuz Büyümek kitabını okuyorum ve gayet güzel gidiyor :).

İltem Sahaf




Yani kendilerine Türkiye'nin en büyük sahafı diyorlar, inanırım. Böyle bir yer yok. Labirent ve her yol kitaplara çıkıyor. Muhteşem bir yer, bayıldım. Resmin tümüne bakmaktan tek tek kitap inceleyemedim. Bir de sisteme kaydetmişler kitapları nasıl etmişler hayret. Öyle bir birikim öyle bir tarih kolay değil. Bir de antika eşyalar da vardı, değmeyin keyfime ağzım açık bakakaldım, aradığım kitapları sordum çıktım. Aslında öyle bir yer ki kütüphane gibi, sanki her basılan kitabın bir nüshası oradaymış gibi :). Aradığınız kitabın olmaması imkansız gibi geliyor :). Muhteşem bir yer, zamanım olsa tüm günümü o labirentte kaybolarak geçirmek isterdim, kim bilir neler keşfederdim ama bir dahakine. Yolu düşenler mutlaka ama mutlaka bu sahafı ziyaret etsin :). Pek etkin olmasalar da bu da Instagram hesapları buyurun :).



Daha birçok sahafa aradığım kitabı sordum ama zaman sıkıntısından dolayı inceleme fırsatım olmadı :(. Brautigan'ın tükenen kitaplarını bulamadım ama çok güzel zaman geçirdim. Antalyalılar çok şanslı böyle sahaflarla dolu şehirleri olduğu için bir de plajları tabi ki :). Antalya'ya gitme şansınız olursa bu kitap kokan mekanları es geçmeyin, ben gezemediğim tüm sahaflar adına da yazdım bu üç sahafı, siz hepsini gidin görün. Çok güzel kitaplar keşfedeceğinize eminim. Bir iki de hoş sohbet etmiş olursunuz. Daha çok sahafları gezelim daha çok sahaf olsun :). Bu güzel nesilden nesle aktarılan güzellikler bitmesin :). Sevgiyle :).



Devamını Oku »