15 Aralık 2021 Çarşamba

La Meglio Gioventu - Marco Tullio Giordana (2003)

Her zaman sıcağı sıcağına yazmak en iyisi! Sonra aylarca tekrar gözden geçirilmesi paha biçilemez! Neyse ki bu o kadar sürmedi :). Merhabalar, nasılsınız görüşmeyeli? Ben de çok değişiklik var ama onları anlatacak hiç halim yok; onun yerine son izlediğim filmi size anlatayım. Siz film severler özellikle kitap kurtları bir de İtalya hayranları bu filme bayılacaksınız. İçinizi ısıtacak ve size kocaman sarılacak bir film yazısı ile buradayım.

Baştan söyleyeyim 6 saat ama bir 6 saat daha olsa izlerim herhalde. O kadar akıcı bir film ki saat 4:12 ve benim aklımdan geçen sadece hislerimi tazeyken yazıya dökmek. Bana güvenin! Uzun diye başladığınıza asla pişman olmayacaksınız. Hani kalın kalın kitaplar vardır okuyana kadar gözünüz korkar ama bir başlarsınız nasıl geçtiğini anlamazsınız işte "The Best of Youth/Gençliğin En İyisi" de öyle bir film. İçimi ısıtan elimden bırakamadığım o gözümü korkutan kitap gibi hissettirdi bana. Sakın korkma, hemen al oku diyeceğim o kitap gibi bu filmi de hemen önermem gerekiyordu anlayacağınız. 


Gelelim filme; Matteo ve Nicola ailesiyle yaşayan ve üniversitede okuyan iki kardeştir. Yaz tatili için arkadaşlarıyla gezi planlayan bu iki kardeş Matteo'nun ruhsal problemleri olan Giorgia'yı hayatlarına dahil etmesiyle ikisinin de hayatı apayrı yönlere gidecektir. Matteo başına buyruk şahsına münhasır ailenin diğer üyelerinden farklı bir profil çizen nitekim daha içe daha kapanık bir karakter iken, Nicola daha sosyal ailesi ile sürekli iletişim halinde ve ihtiyaç durumunda yardıma koşmaya hazır bir kişilik. Onların tercihleri ile gittikleri yollarda gelişimini ve dönüşümünü izlemek de çok güzeldi. 

Arka planda İtalya'nın siyasi tarihi yer alırken bu iki kardeş odaklı bir ailenin hikayesini izliyoruz. Bu çok kullanılan ve tutan da bir denklem ama pratikte aileyi hep beraber kalabalık bir şekilde işlemektense farklı tercihler sonucu hayatları değişen bireyler üzerinden anlatması benim ayrıca hoşuma gitti. Özellikle iki ayrı kutuptan anlatması daha da hoşuma gitti. Filmde bir aile nasıl çeşitli olabilirse o kadar çeşitli profiller var. Aile aslında küçük İtalya diyebiliriz, bu küçük dokunuşla da olabildiğince farklı yönlerden ülkenin hali az çok gösterilmeye çalışılmış. Düşünülmesin ki abes kaçmış aksine her karakteri hikayeyi heyecanla takip ediyoruz.


Onlar gençliklerini yaşarken biz de küçük bir İtalya turuna çıkıyoruz Matteo ve Nicola'nın peşinden. 1966-2002 yılları arasında özellikle 70lere kadar olan kısımda bir dönem gençlerinin ruh halini ve  bulunduğu ortamı açıkça gösteriyor. Günümüze ne şartlarda nasıl geldiğini çekinmeden göstermiş. Tarih bilenler daha iyi anlayacaktır ama ben gördüğümle de bir neslin nasıl hangi ortamlarda yetiştiğine dair bağlantıları mantıklı ve etkileyici buldum. Söylemekten çekinmemiş çoğu şeyi, ne varsa koymuşlar. Bu da zor bir iş olsa gerek, baya bir ön çalışma isteyen de bir film olmuş.

Bir neslin nasıl yetiştiğine dair güzel bir fikir veriyor. Öyle güzel işlenmiş bir fikir ki bu döngüsel şekilde devam edeceğinin de habercisi. Yine hayatın bir çember, sonu gelmez bir döngü olduğuna dair yapılmış güzel bir film. Her şeye rağmen hayat devam ediyor, insanlar ölüyor, doğuyor, hayat hep akışta sen de gelip geçen bir parçasısın. Bıraktığın iz kadar var oluyorsun, sevdiklerin uğruna, savaştıklarınla bazen de tercihlerinle. Çok sevdiğim bir söz vardır, "Her şeyin sana olmasına izin ver: güzellik ve terör. Sadece devam et. Hiçbir duygu nihai değildir". İşte öyle bir film. Tam bu acıyla yaşayamam, bu son derken insan oluyor ve yeni şartlara beklemediğin anda uyum sağlıyorsun. Her acı bir süreç ve geçici! Yine de sevmek ve sevilmek güzeldir diyor ya, insanın içi ısınıyor, yaşamanın bir anlamı oluyor gibi, neden geldim bu dünyaya anladım diyorsun. 

Zaten ağlamaktan helak olmuşken bir de sonda Jules et Jim filminin soundtrack müziklerinden "Catherine et Jim" çalınca yaralarımıza gerekli tuzlar basılarak bitiriyoruz filmi. Bayıldım, bayıldım! Çok güzeldi! Anlatırken bir daha izleyesim geldi. Onlar moka pot çıkarıp kahve içtikçe içim daha da bir ısındı, mutlu oldum. Bu filmi izleyin izlettirin. Her zamanki gibi aşkla sevgiyle sinemayla kalın efem!

Devamını Oku »

28 Ağustos 2021 Cumartesi

Rebels of The Neon God - Tsai Ming-Liang (1992)

Öneri Makinesi

Filmin adını ilk duyduğumda her "Rebel" kelimesini duyduğumda aklıma gelen şey James Dean'i ikon yapan "Rebel Without A Cause" filmiydi. Nitekim, filmin bir sahnesinde tüm karizması ve yakıcı bakışlarıyla James Dean de oradaydı. Kendisine bir kez daha teşekkür ediyoruz bu dünyadan gelip geçtiği ve gelmiş geçmiş en karizmatik insan olarak zihinlerimizde sonsuz yer edindiği için.

Öneri Makinesi

Film iki farklı karakterin hayatlarına odaklanıyor. Hikayeler birbirine paralel şekilde ilerlerken bir yerde bu asi iki gencin yolu ilginç bir şekilde kesişiyor. Ah Tze, geçimini arkadaşı ile beraber gece bozuk para ile çalışan aygıtlarda biriken paraları "toplamakla" sağlayıp gündüzleri arkadaşlarıyla ya da oyun oynayarak zaman geçirir. Onun gündelik yaşamına konuk olurken bu düzenli hayatı aşk ile değişikliğe uğrar. Abisinin arkadaşı olarak tanıştığı Ah Kuei ile aralarında bir arkadaşlık başlar. Sevgisini göstermekte sorun yaşayan asi gencimiz gelgitli halleri ile kızımızı üzer. 

Öneri Makinesi

Bir yandan da sınavlara hazırlanan ve ailesi tarafından sürekli ne yapılması gerektiği söylenen ve yolu çizilen Hsiao Kang'ın hikayesi var. Film boyunca ağzından sayılı kelime çıkan Hsiao Kang'ın, kendisi hayırlı bir evlat olsun diye annesinin okuyup üflediği muskalara rağmen dershane parasını habersiz alarak kendine yeni bir yol çizmek için yola çıkar.

Öneri Makinesi

Aslında bu iki gencin hikayesine odaklanılan filmde yan karakterlerden Ah Kuei'ye ayrıca hatta en çok sevdim. Onun dalıp dalıp sigara içtiği sahneler içime işledi. Sevdiğini sahiplenmesi, bunun için uğraşması ve beklemesi yine çok dokundu bana. 

Öneri Makinesi

Bir diğer öne çıkan yan karakterlerden biri de Hsiao'nun babası.  Aslında en çok ilgi ve sevgi beklediklerimiz yine en çok derdimizin olduğu, bizi de en çok acıtanlar, yaralayanlar oluyor ve belki de sorunlarımızın kaynağını oluşturuyor. Burada da kopuk bir baba oğul ilişkisi ve beklenilen itaatin gerçekleşmediğinde çıkan çatışma aslında bu karakterimizin esas olayı diyebiliriz. Beklenileni vermeyip ben buradayım demenin nerede görülmüş kolay olduğu, burada da asırlardır süren ve asla bitmeyen iki kuşak arasındaki bir çatışmanın ateşini fitilliyor. Ailevi çatışmalar bakımından da "Asi Gençlik" filmi ile benzerlik gösterdiğini söyleyebiliriz. 

Karakterin acımasızlığı beni çok rahatsız etti. Filmin başlarında hamamböceğine işkence sahnesi karakterin mizacı konusunda fikir veriyor ki sonradan yine bu yöntemi başka bir karakter üzerinde deneyecektir. Her ne kadar karakteri aşırı itici bulsam da bu konuda başarılı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. 

Filmin müzikleri, ambiyansı ve melankolisine bayıldım. Bayıldım! Kızımızın tarzı beni benden aldı. Bir asi gencin olmazsa olmazı blue jean ve sigara ile gününü motosikletleri üzerinde geçiren ve gang filmlerinin olmazsa olmazı üç arkadaşın maceraları da yine favorilerimden olduğundan oradan da kalbimi çaldı.

Öneri Makinesi

Filmi sevince hemen yönetmenin diğer filmlerine baktım ve nitekim şu bilgiyi, hatta spoiler bile diyebiliriz, öğrendim. Yönetmen birçok filminde su metaforunu kullanıyor ve suyu da sevgi olarak tanımlıyor. Sevgiye su gibi ihtiyaç duyduğumuzdan karakterlerin sevgisizlik ile mücadelesi belki de benim özellikle bu film özelinde konuşursak daha çok içine aldı. Bu filmde de Ah Tze'nin evini su basar ve ne zaman ki aşkı bulur, sular çekilir. Sevgiyi bulan ama bununla ne yapacağını bilemeyen Ah Tze, ne zamanki sevgiye yeniden ihtiyaç duyar, sular yeniden yükselir. Film boyunca da baba ve iki ana karakter sürekli yağmurdan ıslanır.

Ben çok sevdim bu filmi, hatta o kadar sevdim ki bana tekrardan Uzak Doğu sinemasını ne kadar sevdiğimi hatırlattı. Yönetmenin diğer filmlerini izlemeye başladım bile. Biraz eski oyun konsolları biraz motorla gezinti, bolca blue jean görmek ve sigara dumanı solumak isterseniz bu filme bir göz atın derim. Susuz da sevgisiz de kalmayın, asi kalın!

Devamını Oku »

4 Haziran 2021 Cuma

Zamanda Yolculuk Mu? Alırım bir dal! Dark


Niye böyle oldu bilmiyorum, izlediğim zaman değil de aylar sonra ancak dönüp de yazıları editlemeye çalışıyorum. Dark'ı çok sevdim, hatta üstüne bir sürü kitap sipariş edip okumak isteyecek her gün övecek hatta müzeye tekrar gidip Ariadne'nin mozaiğini tekrar görecek kadar sevdim. Lakin ilk notlarımı bırakıp gitmişim kaç ay olmuş bakmamışım. Böyle yazılar çoğalıyor ama salacağım çoğunu, kendi hayrım için :). Hatta bir kısmını saldım bile.

Biraz geç kalmış olabilirim ama finalini beklediğim için uzun süre izlemediğim lakin aşırı merak ettiğim bir diziydi Dark! Sezonlar arası zaman farkından ötürü anlamakta daha çok zorlanan izleyici yorumları okuyunca seriyi izlemek için bitmesini bekledim. İyi de yaptım çünkü sırf bu yüzden bir sürü yarım dizim var ve bitmiş dizileri izlemeyi daha çok seviyorum. Fondip gibi tek vuruşta :D. 



Nerede zamanda yolculuk, paralel evren orada ben biliyorsunuz. Bu diziyi de merakla bekliyordum. Hafiften beyin yakan ama abartıldığı kadar da anlaması zor olan bir dizi değil. Bir arkadaşımın baya gözü korkmuş mesela ama bence önyargılı olmadan bu güzel seriye bir şans verin. Böyle diziler çok gelmiyor.

Jonas, babasının intiharından sonra rehabilitasyon merkezinde kaldıktan sonra evine döner ve lisedeki aşkını en yakın arkadaşına kaptırdığını fark eder. Tabi biz nereden bilelim Jonas ve Martha gibi lise aşıklarının Ariadne'nin düğümü, labirent ve her şeyin birbirine neden sonuç ilişkisi ile bağlı olan bir çemberin parçası olduklarını ve bu çemberi rolleri gereği her seferinde takip etmelerini. Filmde sık sık sözü geçen ve bize hatırlatılan bazı sözler serinin mantığı hakkında aslında güzel ipuçları veriyor ve bunlardan biri nitekim Arthur Schopenhauer'un "İstediğimizi yapabiliriz ama istediklerimizi seçmekte özgür değiliz" sözü gibi. Birçok kez dizide karşımıza çıkan bu söz bize aslında daha ilk andan itibaren ne ile karşılaşacağımızın ipucunu veriyor. 

Dizi büyük resme bakmayı söylüyor aslında bize. Karakterlerin istediklerini gerçekleştirmek için yaptığı fedakarlıkların hepsi daha büyük bir dünyanın sadece küçük bir parçası. Hepimiz de bir nevi bu döngünün içindeyiz. Hani çok sorulan bir soru vardır ya dünyaya bir daha gelsen aynı şeyleri mi seçerdin diye, işte Dark da bu soruya bir nevi kendi tarzında cevap veriyor. 


Büyük resme de küçük resme de baktığımda seride en çok dikkat çeken şey bir anne veya babanın evladına sevgisi oldu. Dizideki karakterlerin evladı için yapabileceklerinin sınırı olmadığını tüm seri boyunca görüyoruz. Herkes fedakarlık yapıyor ama bu neden sonuç ilişkisinde bu dünya babanın evlat özlemi ile başlayıp bir annenin evladının yaşamı için mücadele vermesi ile son buluyor. Kısırdöngünün kaynağına baktığımızda da, küçük büyük tüm hikayelerde de ebeveynlerin çocukları için neleri göze aldığını ve neler yapabildiğini izliyoruz. Dark bir çocuğa verilecek güzel bir hediye olurdu yaratıcıları için, belki de öyledir kim bilir :). Yaratıcılarının evli olduğunu düşününce belki de çıkış noktası odur :). 

Jonas ve Tannhaus'un bir sahnesinde Tannhaus şu sözleri sarf eder; 'Sadece geçmiş geleceği etkilemez gelecek de geçmişi etkiler, yumurta mı tavuktan çıkmıştır yoksa tavuk mu yumurtadan, hangisinin önce geldiğini söyleyemiyoruz. Her şey birbiriyle ilişkilidir' Birbirine neden sonuç ile bağlı hayatların ve tercihlerden oluşan çemberin kısırdöngüsüne atıfta bulunuyor aslında. Filmdeki Winden kasabasını ve yaşayanlarını da böyle düşünebiliriz. Hepsi bu kısırdöngüde kendi rollerini oynuyor ve kaçınılmaz sona kendilerini hazırlıyorlar. Başı ve sonu olmayan bu çemberden çıkmak hatta yok etmek mümkün mü Jonas bu soruların cevaplarını sezonlar boyunca arıyor. Tam buldum derken de yine düzene hizmet ettiğini fark etmesi geç olmuyor. Biz de seyirci olarak Jonas'tan farklı değiliz, ne olacak ne zaman son bulacak bir yolu var mı diye oradan oraya savrulurken dizi bizi şaşırtmayı ve nihayetinde büyük resme bakmayı söylediğinde heyecanlı ve birçok soru işareti ile finale gelmiş oluyoruz zaten :D. 


Bir de yine mitoloji yine Homeros, Dante iyi ki var dedik. Öyle gaza geldim ki bir dolu kitap sipariş ettim, mitolojiyi zaten sevdiğimden izleyince aşkım tekrar kabardı ve biraz klasikler dedik :). Dizide detaylar o kadar güzel işlenmiş ve hepsinin altını da öyle güzel dolduruyor ki hayran kalmamak elde değil. Zaten iyi bir şey izlediğimi sepetimi kitaplarla doldurmak istediğimde anlıyorum. Dark da bunlardan biri oldu. 


Müziklere ayrı bir başlık açayım çünkü olağanüstü. Bir seriye ve atmosferine mükemmel uyum sağlayan müzik seçmişler. Hala Dark'ı özlediğimde müziklerini dinliyorum. Biraz daha özlersem yeniden başlayabilirim. Çok ama çok güzel. Atmosferi falan müthiş. Bu arada benim de Jonas ile aynı yağmurluğum var ama askıda duruyor. Ne mağaram var ne geçitim, kırgınım :).

Bana izlerken aşağıda listelediğim film ve kitapları anımsattı dizi. Zamanda yolculuk olunca hepsi bir yerde benziyor zaten. Konusu ortak. Bu dizide coğrafyanın etkisi ve oyunculuklar çok güzel. Kurgu ve hikaye de oldukça başarılı. Ben elimde aile soyağacı ile izledim diziyi iyi anlamak için ama bunu sürprizi kaçmadan yaptım Mikkel olayını çözünce spoiler olmaz diye aile soyağacına baktım ki benim için dizi ondan sonra daha kolay anlaşılır oldu :). Eğer hala izlemediyseniz Dark'a bir şans verin, sevgiyle kalın!

Looper
Predestination
Zaman Makinesi 
Kara Kule
Yüzyıllık Yalnızlık

Devamını Oku »

31 Mayıs 2021 Pazartesi

Comedies et Proverbs - Komediler ve Özlü Sözler

Tesadüf bu ya Eric Rohmer'ın serisinden bir filmi bulamadığım için yayınlayamadığım yazım Comedies ve Proverbs'e baktıktan kısa süre sonra bir mail geldi. Tabi burada ben 5 filmin yazısını yazmışım, son filmi bekliyorum aradan iki yıl geçmiş. Mail Mubi'dendi, her zaman olduğu gibi ama bu sefer farklıydı. Bir film yüzünden iki senedir yayınlanmayı bekleyen serinin tüm filmlerinin geldiği yazıyordu, Rohmer'ın 100. yıl anısına. Seri orada da eksikti ama bu sefer benim izlediğim filmlerden biriydi, sonradan gelmiş olabilir. Bu konularda biraz şanslıyım. Bir filmi ya da şarkıyı hatta kitabı arıyorsam bir yerlerde karşıma çıkıyor ve buluyorum. Denk geliyorum. Zaman çok geçiyor bazen daha az ama beni buluyor :). Geçen yine çocukluğumun bir şarkısını buldum tesadüf, öylesine adıyla sanıyla geldi kondu. Böyle minik anlar da olmasa cidden hayatım çekilmez çünkü normalde aşırı şanssız bir insanım. 

Mubi seriden filmleri yayınlayınca birkaçını tekrar izledim ve yine bayıldım bayıldım. Zaten dağlara taşlara yazıyorum Rohmer seviyorum diye. Yalnız izledim, notlarımı aldım ama yine yayınlamadım ve son filmi izlememe rağmen onun da üstünden bir yıl kadar geçti herhalde. 

Bugüne kadar iki serisini yazdığım Rohmer'ın en sevdiğim serisi bu olabilir. Karakterlerin tabiri caizse şapşallığı, filmlerin romantik komedisi olsun bana oldukça hitap ediyor. Her filmi ayrı ayrı çok seviyorum. Başrolde kadınlar ve onların hayatları var. Onların kararları, niyetleri ve iç çatışmaları var. Kahveler hazırsa gülmeye, üzülmeye ve maceraya başlıyoruz. 

Diğer seriler için aşağıya tıktık! İlginç bir şekilde en çok okunan yazılarımdan ikisi aşağıdaki linkte. Eric rohmer sevenler az değil demek :).



La Femme De L'aviateur (1981) - Pilotun Karısı



Anne 25 yaşında, iki sevgilinin tek bir eve kapatılamayacağını düşünen bir genç kadın. Bir anda ortadan kaybolan eski sevgili bir gün çıkagelir ve Anne'in dengeleri alt üst olur, onun genç sevgilisinin de. Genç sevgili eski sevgilinin peşine düşer ve bir hikaye yazılır. Bu arada bakkaldan alınan kartpostallar, ekmek ve peynir ile yapılan öğlen atıştırmalıkları, çekilen polaroid fotoğraflar, yeni insanlar, yeni güzergahlar, parkta yürüyüşler, büfeden alınan pullar, hepsini görünce keşke orada olsam derseniz.  Kıskançlık duygusu anlamsız şeyler yaptırırken akıl verenlerin kendisi aynı duruma düşünce de komedi başlar. Seriye çok güzel bir giriş.

Le Beau Mariage (1982) Güzel Evlilik



Sabine evli erkekler ile yaşadığı ilişkilerden bıkmış ve artık kendisi de evli bir kadın olmak istiyordur. Bu yüzden önüne gelen ilk uygun gördüğü aday ile evlenmeye karar verir ama bundan adamın haberi yoktur. Bu süreçte adamdan ilgi görmemesine rağmen inatla herkese evleneceğini söylüyordur. 

Sabine sürekli konuşuyor filmde. Ben böyleyim, şöyleyim derken tek taraflı bir ilişki yaşıyor. Kendini uzak tutup ulaşılmaz kılmak isterken sabırsızlığı buna engel oluyor. Öyle ki kaç zaman sonra fark ediyor ki gerçekten çok hayaline sığınmış. Zaten filmin açılışında La Fontaine'den bir alıntı var; hangimiz hayal kurmaktan uzak durabilir!

Pauline A La Plage (1983) - Pauline Plajda



Serinin hatta Rohmer'ın en sevdiğim filmi olabilir. Tatil için yazlığa giden iki kuzenin aşk maceralarının anlatıldığı bu filmde Pauline ilk gençliğin baharında ve yaşıtı insanlarla arkadaş olmak istiyor. Kuzeni Marion ise yeni boşanmış genç ve güzel bir kadın, bu küçük tatil bölgesinde de dikkatleri hemen üzerine çekiyor. Yazın sonuna doğru gittikleri evde Marion eski arkadaşı ve aşığı Pierre ile karşılaşıyor. Yeni ve çekici arkadaşı Henri ile de onun sayesinde tanışınca anında bir çekim yaşanıyor ve tatlı yaz aşkı da burada başlıyor. Marion aşık olmak alev alev yanmak isterken oradan oraya yolculuk yapan ve çapkın Henri doğal olarak Marion'un kalbini çalmakta gecikmiyor. Kazanovanın ise istedikleri farklı. Filme adını veren Pauline ise ilk kez yaz aşkını deneyimliyor ve kısa süreli bir kalp kırıklığı da yaşıyor. Tabi Rohmer stayla :).

Aşk, tutku ve arzu üzerine güzel tartışmaların geçtiği bu filmi çok seviyorum. Bu romantik komedinin son sahnesine özellikle çok gülüyorum. Rohmer bu konuda çok iyi!

Full Moon in Paris (1984) - Dolunay Geceleri



Geldik seriyi yayınlamamı geciktiren filme, Full Moon in Paris. İtiraf edeyim bu film güldürmekten çok üzdü beni. Baya üzüldüm hatta. Filmdeki mavinin tonu da çok güzel onu da not düşeyim başlamadan. Gelelim buradaki baş karakterimize, Louise iç mimar olarak çalışan ve banliyöde sevgilisinin evliliğe yakın monoton hayatından sıkılan genç bir kadın. Kendine ait bir evi olması için şehir içinde bir yere taşınır ve burada kendisinin arkadaş olarak gördüğü ama kendisini arkadaştan öte görmek isteyen Octave ile zaman geçirir. Hareketli hayatı bir dolunay gecesinde bir yabancı ile dertleşirken aslında ne istediğini tam bulduğu sırada bulamadığını fark ettiğinde ise kalpler kırıldı.

Le Rayon Vert (1986) - Yeşil Işın


Yine serinin en güzel filmlerinden Yeşil Işın adını Jules Verne'nin kitabından alır ve filmin sonunda da maalesef biraz kurma bir şekilde o ışığı görsek de filmin hissiyatı öyle güzeldir ki yine de çok mutlu eder. Son anda arkadaşının kendisini yarı yolda bırakmasıyla yaz tatili planı bozulan Delphine 'in plansız geçen tatilini izliyoruz. Tatilini yalnız geçirmemek adına yaptığı seçimlere rağmen sürekli yabancı kaldığı kalabalıklara maruz kalır. Bunu söylediğim için üzülüyorum, Delphine'i çok iyi anlamama rağmen ama duygu patlamaları yaşaması olur olmadık anda maalesef çok komik :). Marie Rivere başrolde harika bir oyun sergiliyor ki kendisi Rohmer'ın zaten sevdiği oyunculardan biri boşuna değil. 

L'ami De Mon Ami (1987) -  Kız Arkadaşımın Erkek Arkadaşı



İşte size 80'lerden mükemmel bir romantik komedi! Lea ve Blance bir öğle yemeği sırasında tanışır ve çok iyi iki yakın arkadaş olurlar. Lea'nın pek fazla anlaşamadığı ama uzun zamandır devam eden bir ilişkisi vardır. Blance ise Lea'nın sevgilisinin arkadaşı Alexandre'ye platonik bir şekilde aşık olur. Yalnız aşk karmaşık olduğundan, gençlerin kanı da deli aktığından işler biraz karışır. Bu arkadaşların komik hikayesi özellikle filmin afişine alınan sahnede izleyiciye kahkaha attırır. Arkadaşımın aşkısın temalı filmlerden en tatlısı olmaya aday, bu filme şans versin :)
Devamını Oku »

28 Mayıs 2021 Cuma

Friends The Reunion

Bazı diziler vardır iyi hissetmek için izlersiniz, gülmek için, rahatlamak için bilirsiniz ki sizi ilk anından kendi dünyasına çeker ve o an bulunduğun andan alır ve o büyülü dünyaya seni götürür. Senin ne kadar kötü hissettiğinin bir önemi yoktur. Sen artık bulunduğun yerde değilsindir. O evde, kafede onlarla oturup lazanya yiyorsundur, kahve içiyorsundur, yılbaşı için hediye düşünüyorsun ya da şükran günü için yemek hazırlıyorsundur. Sihirli bir el seni bulunduğun en zor anında bile oradan çekip alır ve o mor duvarların arasında en yakın arkadaşlarının yanındaki koltuğun en yumuşak köşesine oturtur. Dertlerinin bir önemi kalmaz çünkü artık bilirsin ki hayat zor olsa da artık yalnız değilsin. 

Friends de benim o dizilerimden. En özel yere sahip olanlardan. Hala el işi ile uğraşırken arkada Friends olur hatta ve hatta o kadar diziye dalarım ki hiç izlememişim gibi elimdeki iş bir anda odağımdan çıkar ve ben adım gibi bildiğim sahnelerin gelmesini ağzım açık beklerim ve beni her zaman güldürür. Benim konfor alanım, ne izleyeyim diye düşünürken açıp izlediğim dizidir. Bir bölüm derken bütün sezonunu bitirdiğim, canım çekince açıp izlediğim dizidir. 

Friends The Reunion'u duyunca bok gibi olacağını düşünsem bile olsun dedim. Sanıyordum ki doğaçlama olarak 17 yıl sonraki karakterlerini oynayacaklar ama öyle olmadı. Daha çok bir anı gibiydi herkes yaşıyorken. Evet insanız ve bir yerde ömrümüz sonlanacak. Ünlü ünsüz birçok insanın konuk olduğu ve dizi hakkında anılarını anlattığı, efsane yan karakterlerin sürpriz olarak katıldıkları mini bir defilenin olduğu çok tatlı bir reunion olduğunu söylemeliyim. 

İlk dakikasını doldurmadan (baktım, kesin ve net) ağlamaya başladım. Dizi 1994 yılında başlamış ve 2004'te bitmiş. Ben iki yaşındayken başlamış ama öyle zamansız bir dizi ki ne zaman izlerseniz izleyin sizi yakalıyor ve bir anda onları benimsiyorsunuz. Aileniz arkadaşınız gibi. Dünyanın birçok yerinde yayınlanan ve birçok dile çevrilen dizinin farklı ülkelerden izleyicilerini dinlemek ve farklı kültürlerde büyüsek hatta farklı dönemlerde doğsak bile aynı şeylere gülüp aynı hisleri yaşamamız tesadüf olamaz. Katılan herkesin anlattıklarında kendimden bir parça buldum. Hepsini anladım çünkü ben de aynı sebeplerle izliyorum ya da izlediğimde aynı hisleri yaşıyorum ve iyi ki böyle bir şey yapmışlar dedim. 

Mr. Heckles, Richard, Gunther, Mr. ve Mrs. Geller ve Janice geldiğinde o kadar mutlu oldum ki. Hepsi özel bir yere sahip hem dizide hem kalbimizde. James Corden'a bir yerde çok sinir oldum o da Gellerlara söz verirken tatlı adamcağız Elliout Gould elinde mikrofon bir şey söyleyecekken bir anda sözünü kesti. Daha doğrusu konuşmasına izin vermedi. Ben böyle şeylere çok sinir oluyorum, adamcağız gelmiş bir kelam ettir bari. Aynı şekilde Mr. Heckles da keşke kalsaydı biraz daha iki söz söyleseydi ama en azından bu Corden ile alakalı değil :).


Gelelim Jen ve David'in hiç yaşanmamış aşkına. Gerçekten öyle mi bilmiyorum ama ben David Schwimmer'da o ışığı gördüm özellikle eskiye gittikleri sahnelerde. Üzüldüm ya, olmayanların ihtimali beni üzdü. İhtimallerin heyecanına üzülüyorum sanırım :). Bir yerde de Matt ile Jen'nin aslında dateleştiklerini okudum, fotoğrafları falan var. O da doğru mudur ki? Ahh hiçbir zaman bilemeyeceğiz sanırım ama David sanki hala o ışığı taşıyor. Jen'e hayran gibi geldi. Dizide de ikisi ile de yakınlaştığını düşünürsek neden olmasındı? 

Ahh Mathew Perry, bağımlılık ile uğraştığını ve zor zamanlardan geçtiğini biliyoruz geçmişte ve en çok o bu yılların ağırlığını taşıyor gibi geldi. Aralarında hafızası en zayıf  da oydu sanki. Diğerleri maşallah çok net hatırlıyor her şeyi. Özellikle Matt ve Jen. Çok az konuştu Matthew ama dizi zamanı stresten nasıl zorlandığını o kadar iyi anladım ki kolay geçmemiş onun için, hala izlerini taşıyor sanırım. Matt LeBlanc doğuştan komik ve Uncle Matt gibi birisi, tonton komik çok tatlı. Birçok küçük detayı hatırlıyor ve özel bir çaba sarf etmeden güldürüyor. Lisa Kudrow, bayıldım, bence gerçekte de harika bir insan ve harika görünüyordu. "My Eyes" sahnesini o kadar güzel oynadı ki yeniden, elinde senaryonun olmasının hiçbir önemi yok, o gün oradaydım. David Schwimmer müthiş bir oyuncu, aşırı komik. Filmi izlerken bir kez daha anladım Ross benim en çok güldüğüm karakterlerden biri ve David profesyonelliğini her dakika hissettiriyor. Courtney çok az konuştu ama tam bir Monica gibi son ve uzun konuşmalardan birini o yaptı ve yine ağladık. Öyle ki partneri Matthew bile bu Courtney'den mi diye sordu. Jennifer yine Jennifer olarak oradaydı, onu diğerlerine göre daha sık gördüğümüzden herhalde her zamanki gibiydi. Çok olgun bir insan ve ustalıkla birçok sorunun ve durumun altından kendi yoluyla sıyrılıyor ve aynı heyecanı taşıdığını hissettiriyor. 

Hep güzellikler hep yeşillikler sadece bir kez sevmedikleri bir şey oldu mu diye sorduklarında diziden eğlenceli bir karakterden bahsetti David (Marcel, maymun olan, hihihi). Mutlaka her şey mükemmel değildi ama onlar artık belli dönemlerden geçmiş yaşını almış insanlar ve bu kadar güzel etki bırakmış ve hala bırakmaya devam eden bir dizi de kimse kötüyü hatırlamaz veya hatırlamak hatta hatırlatmak istemez. Onlar bence öncelikle bu konuda seyirciyi kırmak istemedi ki hala para kazandıkları bir iş unutmayalım, ahaha! Çocuklarının geleceğini garanti altına alan ekmek kapını tabi ki güzel hatırlarsın :D. 17 yıl sonra yeniden bu ekibi toplamanın kolay olduğunu sanmıyorum. Hala Türkiye'de hiçbir dijital platformun henüz alamadığını ve Friends serisinin Netflix'te bile bazı zamanlar yok olduğunu düşünürsek, ehh fena bir iş sayılmaz değil mi :). Gerçi terapistleri bu paranın belli kısmını alıyor gibi ama bilemeyiz tabi :). 

Yine de aralarında ne yaşanırsa yaşansın iyi veya kötü bence de Matthew'ın dediği gibi bir yerde gruptan herhangi biri biriyle karşılaşsa en çok onlar hiç araya mesafe ve zaman girmemiş gibi konuşmaya başlarlar. Bu his en azından bana geçti. Her gün görüştüklerini yakın arkadaş olduklarını sanmıyorum ama herhangi bir arkadaş olmadıkları da net. 

İzler izlemez ilk hislerimi yazmak bir nevi kendime bir anı bırakmak istedim bugün. Hiçbir şey yapmadan hemen buraya geldim ve döküldü kelimeler ve şimdi de sizlerle. Şahsen ben bir Friends sever olarak takım tutar gibi Friends tişörtüm ve Central Perk'te kullanılan mugım ile tekrar izlemek isterim. Hatta bu yazıyı yazmadan önce tekrardan başlayasım geldi. Bir şeyin özellikle sevdiğim bir şeyin sonunu izlemek beni kırıyor o yüzden bir seriyi bitirirsem hemen ilk bölümünü yeniden izlerim ve Friends ilk bölümünü sıklıkla izlediğim bir seri. Aynı dönemde yaşayıp yaşamamamın bir önemi yok. Kimse için yok. Eğer hayatınızın bir döneminde bu diziyi izlemiş ve sevmişseniz The Reunion çok tatlı bir film. Sizi asla hayal kırıklığına uğratmayacak ve bu ekipten her zaman daha fazlasını izlemek için orada olacaksınız. Eğer benim gibi comfort/feel good diziniz ise filme başlamadan yanınıza bolca peçete alın ihtiyacınız olacak ayrıca hazırlıklı olun seriye yeniden başlamak için bir sebebiniz olacak sanki bir sebebe ihtiyacınız var gibi, mehh!

Devamını Oku »

26 Mayıs 2021 Çarşamba

Pink Flamingos ve Paris Is Burning

Bazı filmleri izlemek için geç kalmamışsınızdır sadece doğru zamanı beklemişsinizdir. Ben de kendimi bu iki kült filmi izlemek için geç kalmış hissetmiyorum. Son zamanlarda film izleyemiyorum, şöyle söyleyeyim aylardır film izlemiyorum. Pink Flamingos ise hep izleme listemdeydi ama doğru zaman bu zamanmış. Birçoğunuz o ünlü "eating shit" sahnesi ile aklınızda kaldığına eminim. Benim öyleydi en azından ama film bundan fazlası. Kendini en pis insan olarak ilan eden Divine'nın bu unvanı korumaya çalışırken izliyoruz. Divine'dan daha pis olduğunu düşünen bir çift onun elinden bu unvanı almak için Divine'a meydan okurlar. Ve birçok sınırın zorlandığını söyleyebilirim bu uğurda. Filmi beğensem de benim için bazı yerlerde izlemenin zor olduğunu inkar etmeyeceğim ki bilinçli yapılan bu tercih de başarıya ulaşılmış. Daha çok John Waters izlemek istiyorum ama nereden izleyeceğimi bilemiyorum. Aynı şekilde Divine'ı da daha çok izlemek istiyorum. Hairspray'i ise hala izlemediyseniz öneririm, çok iyi bir film o da yine bu ikiliden. 

Paris Is Burning ise 1980'lerin Ball kültürünü belgesel olarak bize sunuyor. Farklı evlerin anneleri ve katılımcıları ile röportaj yapılmış ve yapılan yarışmalardan da görseller izleyerek onları ve Amerika'da ötekileştirilmenin ve hissettikleri gibi yaşamanın nasıl olduğunu ve hatta bunun için ne bedeller ödediklerini ufaktan da olsa kendi ağızlarından dinliyoruz. Ayrıca vogue, reading, shady gibi birçok terimi de detaylı olarak öğrenme şansına erişiyoruz. Kökenleri, nereden geldikleri ve anlamları gibi. Harika bir belgesel, iyi ki yapılmış, iyi ki izlemişim. Birçok yerde ağlamaktan kendimi alamadım. Sırf  saçma sapan yapay bir şekilde oluşturulan tiplere uymadıkları için dışlanan insanların hayallerinin yok sayılmasına, acı çekmesine tahammülümün kalmamasından. Şimdi de durumun daha farklı olmamasından, hala ama hala bu gereksiz görünmez kanunlara sıkı sıkıya bağlanılıp insanların hayatlarının hiçe sayılmasından bıktım ve bence birçok insan bıktı. İzlediğimiz karakterler gerçek ve bunlar yaşandı ve yaşanıyor. Hala yaşanıyor. Üzülüyorum, çok üzülüyorum. İnsanların dünyayı değiştirmese bile kendi dünyalarını ve bakış açılarını değiştirmesini istiyorum. Hiçbir şey yapmasak bile bir şey yapabiliriz, en azından pesimist bakış açım ve umudumun son kırıntılarını tutmak ile tutmamak arasında kaldığım şu son zamanlarda buna inanmak istiyorum. 

Devamını Oku »

7 Mart 2021 Pazar

Çekiliş Sonucu

 Merhaba arkadaşlar, nasılsınız?

Bir önceki yayınımda mini bir kitap çekilişi yaptım ve şimdi sonucunu paylaşacağım. Kazanan arkadaşımız Dode oldu Kendisini tebrik ediyor ve 5 gün içinde adresini aşağıdaki mail adresine yazmasını rica ediyorum. 5 gün sonunda ulaşmazsa yedek talihlimiz de aşağıdadır. Ben de en kısa sürede söz verdiğim Kar Kirazı Kuşu kitabını ve bunun yanında kitaplığımdan hediye bir kitap ile yollayacağım. Tekrardan kendisini tebrik ediyor ve yeni çekilişlerde görüşmek dileğiyle sevgilerimi yoluyorum <3.

onerimakinesi@gmail.com



Devamını Oku »

7 Şubat 2021 Pazar

Kar Kiraz Kuşu - Sibel Karabulut (Çekiliş)

Öneri Makinesi

Selamlar herkese, bugün neredeyse bir yıl önce aldığım gibi okuduğum sonra da yazdığım ama bir türlü paylaşamadığım yazımı yayınlıyorum. Geç tanıtacağım için üzgün ama size hediye edeceğim için ayrıca mutluyum <3. 

Kar Kiraz Kuşu, 94 sayfacık bir novella. Yazarı Sibel Karabulut ile bizzat tanışma şansına eriştim bir kitap kulübü sayesinde. Kendisi bana kitabını hediye etti ve hatta sizlere de bir tane imzalı olarak hediye edeceğini söyledi ama bildiğiniz sebeplerden ötürü uzun süredir görüşemedik. Yine de ben bu yazıya yorum yapan bir arkadaşıma kitabı hediye etmek istiyorum. İlle bir tarih olacaksa da martın ilk haftasına kadar diyelim. Bu arada Sibel'in yeni kitabı da çıktı. Uçaryüzer ile İlkyaz, bir çocuk kitabı. Yine konusu o kadar güzel ve naif ki ben çok merak ettim. Kendisi ile tanıştığımız gün zamanını bekliyor demişti kitap için, demek zamanı bu zamanmış! Kitap çıkmış, ne güzel olmuş.

Gelelim kitap yorumuna. Özellikle bu dönemde daha da bir anlam kazanan bu kitabı ben çoğu zaman üzülerek ama aynı zamanda umutla okudum. Hayvan türünün gözünden insan türünü bu kadar empati yaparak görmek inanın kolay değil. İnsanlığın dünyada diğer canlılar üzerinde üstünlük kurma çabasının acı sonuçlarını bu kitapta maalesef belki de en hafif haliyle görüyoruz. Ders çıkarmadığımızdan daha da çok göreceğiz gibi duruyor.

Öneri Makinesi
ayraç tesadüfi bir şekilde denk geldi

Küçük Kara Balık ya da Nemo karakteri gibi özgür olmak için sürüsünden ayrılan ve memleketine ulaşma hayali ile yola çıkan bir kuşun hikayesi bu. Yolda karşılaştığı birçok arkadaşının hikayesine onun uçtuğu yerler vesilesiyle dahil olduğumuz güzel bir yol hikayesi. Bir bölümde düştüğünde onu kaldıran ezeli düşmanı nankör dediğimiz kedinin olması ve dinlediği hikayelerde asıl kötü kahramanın insan olması tesadüf olmasa gerek.

Kitap çok akıcı, sade bir dille yazılmış. Okurken zorlanmıyorsunuz. Olumsuz tek eleştirim, sonunun zayıf kalması olabilir. Yine de anlatım şeklinden çok anlattığının ön plana çıktığı bu novellayı herkese öneriyorum. Sırf biraz da bu dünyada yaşayan ve en az insanlar kadar burada yaşamaya hakkı olan farklı bir canlının gözünden insanları ve dünyayı görmek için bile okunabilir.

Yorum yapmayı unutmayın, sevgiler :).
Devamını Oku »

6 Şubat 2021 Cumartesi

Crashing - Phoebe Waller Bridge (2016)

Öneri Makinesi

Phoebe Waller Bridge'e bayılıyorum. Çok gülüyorum. Bu mini diziye de bayıldım. Her ne kadar eksikleri olsa da bence şu anki bana göre en iyisi Fleabag için müthiş bir ön hazırlık olmuş. 

Filmin konusu, eski bir hastanede yaşayan bir grup orta yaş iş güç sahibi bir arada yaşayan insanların rutin yaşamlarının hayatlarına giren yeni insanlarla değişimi dönüşümü. Hepsinin kendi odası ve hikayesi var bu hastanede. Biraz İngiltere'nin farklı kesimlerinin toplamı gibi. Farklı kültürden insanlar var ve hepsi de "property guardians" olarak bu toplu yaşam alanlarında kalıyor. Property guardians 'ı benim gibi ilk kez duyduysanız açıklayayım kısaca vikipedi kopyası olarak :D, "Mülkiyet vesayetlerine, genellikle arzu edilen yerlerde ve publar, ofisler, polis karakolları ve hatta tarihsel olarak önemli ve alışılmadık mülkler gibi esnek yaşamak karşılığında ucuz konaklama imkanı verilen bir düzenlemedir."

Bu dizideki mekan hastane! Birbirleri ile iletişimde olan birkaç karakter öne çıkıyor ve dizi onlar ve hayatlarına aldıkları insanlar etrafında ilerliyor. 4 kişilik grubumuz yeni gelen iki üyesiyle ilk bölümde tamamlanıyor ve hikaye başlıyor. Filmdeki esas olayımız da Lulu'nun, uzun süredir beraber Kate ile Anthony'nin hayatına girmesi ile sarsılan ilişkileri. Lulu ile Anthony birbirine aşık ama o kadar yakın arkadaş ki asla birbirlerine açılamamış iki eski arkadaş (bir önceki yazımda bahsettiğim hadise).

4 kişilik grubun alfası ve hastanenin en kurallarına sadık kişisi Kate, aşçı sevgilisi Anthony ile yaşıyor. Anthony'nin en yakın arkadaşı Lulu bir anda ortaya çıkıp hastanede yaşamaya başlamasıyla Anthony'nin ilgisi Lulu'ya kayıyor. Kate ile Anthony'nin sevgili olmasına rağmen Lulu gelince ilişkide dışarı kalan Kate'in hali maalesef çok komik :D. Kate'in dönüşümü de izlemeye değer, özellikle hastanenin ve grubun bir diğer şahsına münhasır karakteri ressam Melody ile olan sahnesi çok güzeldi.

Öneri Makinesi

Madem Melody'den konu açıldı bence o da hem komik hem de kendi hikayesi olan çok tatlı bir karakter. Kate'e yardım etmesi dışında Lulu ile aynı gün tanıştığı ve ilham kaynağı Colin ile olan diyalogları onun hakkındaki düşünceleri olsun, harika ve tabi ki yine çok komik! Colin orta yaşlarında eşi ve eşinin yeni sevgilisi ile yaşamak zorunda kalan boşanmak üzere olan bir adam. Onun acısını betimleme şekli her seferinde Melody'yi daha da komik bir karakter yapıyor.

Grubun kalan diğer iki üyesinden bahsedeceğim. Çekingen ve kendi halinde olan Fred grubun en hareketli ve neredeyse tacize varan şekilde sözlü ve fiziksel şakalarda bulunan Sam'e bir yakınlık hisseder ve Sam'in kendini keşfetmesine ve bu davranışların altında yatan sebebi bulmasına yardımcı olur. Ve gelelim bence dizinin bence starı hem oyuncu hem karakter olarak Sam'e. Her girdiği sahnede güldüm sanırım ve bu ne güzel bir rol kesmektir dedim. 

Lulu'nun gelmesiyle hikaye başlar ki bence harika bir sahne ile Lulu gelir ama karakter diğerlerinin yanında zayıf kaldı. Nereden geldi, nereye gidiyor, Anthony dışında hayatı nasıldır ya da karakter ile alakalı biraz fikrimiz olsa da karakter daha çok grubu tetiklediği çatışmalar dışında bir derinliği maalesef yok. Belki bir sezon daha sürse farklı olabilirdi ama diğer karakterler hakkında az çok fikir sahibi olup Lulu hakkında bu kadar az şey bilmemiz haksızlık gibi. Yine de Lulu karakterinin aşırılığı çok komikti. 

Yan karakterler çok başarılı. Kendi içlerinde hikayelerini izleyebilmemiz çok güzel ve komik! Arada tutarsızlık olsa da ben genel anlamda karakterleri sevdim ve güldüm. Mini bir dizi, kısa sürede bitiyor ve tadı damağınızda kalıyor. Kısacası ben çok sevdim ve keşke devam etse dedim. Fleabag sevenler bu diziye baksın derim. Keyifli seyirler!

Devamını Oku »

31 Ocak 2021 Pazar

Biz Böyleyiz - Caner Özyurtlu (2020)

Öneri Makinesi

Filmde, eski bir arkadaş grubu sevdikleri büyükleri Neziş'in rahatsızlanması dolayısıyla yeniden bir araya gelir ve bu bir araya geliş eski defterlerin açıldığı bir toplantıya dönüşür. Sıcak tonlarda renkleri ile tatlı, yer yer de güldüren bir film olmuş lakin beğendin mi diye sorarsanız cevabım aşağıda incelememde. 

Öncelikle Caner Özyurtlu'nun kendisini dinlemeyi çok seviyorum. Birçok konuda da düşüncelerimde yalnız olmadığımı hissettirdiğinden kendisinin youtube kanalını zevkle takip ediyorum. Kendisi bir loş sohbetinde filme 6 verdiğini söyledi ki az verdiğini söyleyemeyeceğim :). Ben kendisini çok sevdiğimden ve iyi bir sinefil olduğunu bildiğimden ondan daha da güzel işler izlemek isterim. Gelelim filmin yorumuna. 

Filmdeki ana hikaye, çocukluktan beri iki en yakın arkadaşın "yakın arkadaşına aşık olma" mottosu ile bir türlü birbirine açılamamasını konu alıyor. Her ne kadar yeni kişilerle ilişkileri olsa da bir türlü farklı ilişkilerinde süreklilik sağlayamıyor, yaşanmamışlığın olasılığı akıllarını çeliyor ve sonu olmayan bir loopa bağlanıyor ilişkileri. Hani derler ya ne senle ne de sensiz! 

Bir de yan rollerde izlediğimiz ablalar, kardeşler ve arkadaşlar var. Filmdeki komedi düzeyini arttırmak için kullanılan en belirgin çatışmalardan biri; eski iki arkadaşın ayrılan farklı yolları ve geleneksel ile modern ilişkilerin çatışması. Yine komedi kısmına destekte bulunan ve bence en güzeli umursamaz yeni kuşağın eski kuşak ile iletişimi ve ölüm şakaları. İkincisi işe yararken ilki yapay kalıyor.

Çok fazla karakteri olan filmlerde son zamanlarda en dikkatimi çeken şey yan karakterler hikayeyi ne kadar destekliyor, amaçları ne, neye hizmet ediyorlar, kısacası neden varlar. Bunu film için netleştirmediklerinde, yani yan hikayeler ana hikayeyi desteklemeyip filme katkı sunamadıklarında işler sarpa sarıyor, Azizler'de olduğu gibi. Bu filmdeki bazı yan karakterlerde de aynı sıkıntı var; lakin Azizler'den bu konuda daha iyi diyebiliriz. Tabi bu karakterler, alışagelen tipleri oynamaktan kendilerini alamıyorlar. Mesela, Özge Özpirinççi'in oynadığı karakterin tek görevi modern ilişkinin temsili olarak eski arkadaşını kışkırtıp çatışma yaraması ki onda da çoğu zaman diyaloglarda bir yapaylık mevcut. Arkadaşını sürekli eleştirmek dışında fikrini savunduğu kısımlar daha çok ezberden okunan sözcüklere dönüşüyor. Böyle tatlı bir arkadaş hikayesinde mesela ben güldüğünü bile hiç hatırlamıyorum. Neziş ile olan sahneleri saymazsak karakteri savunduğu hayat içinde mutlu değil ama umursamaz görüyorum. Bu da yapay kalıyor altını dolduramadığında. Bir diğer yan karakter, Gökçe'nin ablası biraz daha aktif rol alıyor, inişi çıkışı var ama bir yere de pek bağlanmıyor gibi. 

Berrak Tüzünataç'ın oyunculuğunu pek beğenmiyorum kişisel olarak ama bu role çok uyduğunu düşündüm :). Genel olarak da oyunculuklar vasat diyebilirim ama hikaye içinde zaten ne kadar alanları vardı ki. Kendilerinden beklenenleri yapmışlar. 

Gelelim ana hikayenin Crashing dizisi ile aynı olmasına :). Netflix bile Biz Böyleyiz'den sonra Crashing öneriyor ki benzemekten öte baya bir aynılık mevcut ama bu benim için sıkıntı mı değil. Birçok hikaye bugüne kadar tekrar edildi, çekildi. Mesela Bluberry Nights filmindeki yan hikayelerden biri "Paris, Texas"'taki hikayeye çok benziyor. Lakin biri aldığı ile hem görsel olarak hem de oyunculuklarla yeni bir şey yaratmış ve ben izlemekten keyif alıyorum. Önemli olan hikayenin ya da fikrin aynı olması değil. Bugüne kadar binlerce hikaye sandığımızdan daha fazla yeniden çekildi, alınıp yeni bir şeye dönüştürüldü. Bazıları o kadar başarılı oldu ki yere göğe koyamadık, ödüllere boğduk. Sorun hiçbir zaman fikrin aynılığı olmadı, sorun bunu almakla kalıp kalmadığı! Fikre bir şey katamadığında sıkıntı oldu. Filmdeki sıkıntı ve yapaylık da bu bence. Fikri dönüştüremedi, yarım kaldı. Bize "orijinali" var, daha güzel diye düşündürttü ki orijinal diye bir şey kaldı mı tartışalım, benim hala üzerine düşündüğüm bir konudur. Sonuç olarak filmin başarısını kesen en önemli mesele bu bence. Bir de Loş Sohbet'i ne zaman izlesem çok finali var diye eleştiri geliyor ama sonu bence tamam, filmdeki asıl sıkıntı o değil.

Sonuç olarak, filmi izlediğime pişman değilim ama ille izleyin demem :). Boş zamanda izlenebilecek tatlı bir film, o kadar. Size kalmış :)!

Devamını Oku »