15 Eylül 2019 Pazar

End of the Century - Lucio Castro (2019)


IF Bağımsız Film festivalinin ilk ve umuyorum ki son olmayan filmini izlemiş bulunmaktayım. IF benim Ankara'dayken de kaçırmadığım ve çok sevdiğim bir festival, bağımsız film aşığı biri olarak. İstiyorum ki sizle de sıcağı sıcağına yorumumu paylaşayım. 13-22 Eylül tarihleri arasında siz de İstanbul'daki çeşitli sinema salonlarında festival filmlerini izleyebilirsiniz.

Linear şekilde ilerlemeyen plotı ve akılda bıraktığı sorularla çok güzel bir film izledik. Özellikle benim gibi izleyici olarak sizi düşünmeye iten ve sorgulatan bir film izlemek isterseniz End of the Century'i mutlaka izleyin.


İki adamın farklı noktalarda kesişen hayatlarını anlatan ve sakin bir şekilde ilerleyen tatlı bir film. Amerika'da yaşayan ve İspanya'yı gezmeye gelen Ocho ile burada tanıştığı Kiss lakaplı Javi'nin beraber geçirdiği günleri izledik. Manzarası ve minimalist duruşu filmi daha da güzel kılmış. Hayata bakış açınıza göre şekillenecek sonuyla da izleyici için hoş bir Inception sonu sunmuş yönetmen bayıldım. Cesur sahnelerden kaçınmayan bir film olmuş ki aslında o sahnelerin de anlattığı bir şey vardı.

Filmdeki en sevdiğim yan ikinci hikayenin sonundaki alıntı oldu. David Wojnarowicz'in kitabından alıntılanan ve filmi özetleyen hatta belki de sonu için çıkarım yapmamızı sağlayan o alıntı beni çok ama çok etkiledi. Hikaye ile ve karakterler ile bu kadar özdeşleşen bir alıntı olması daha etkileyici kıldı bu sözleri. Aşağıya da bırakıyorum.

“Transition is always a relief. Destination means death to me. If I could figure out a way to remain forever in transition, in the disconnected and unfamiliar, I could remain in a state of perpetual freedom.”


Filmi üç bölüm olarak düşünürsek her bölümde kafamızı karıştıran ama bir o kadar da belirsizliği ve aynı gibi görünse de farklı geçmişteki hikayeleri ile güzel bir seyirlik!

Kendinize iyi bakın, sinemayla kalın!

IF Bağımsız Filmler Festivali programı öğrenmek için aşağıya tıktık.

http://ifistanbul.com.tr/
Devamını Oku »

5 Eylül 2019 Perşembe

One Love Festival 2019


İstanbul'a geldim geleli yaptığım en kayda değer şey konserlere gitmek herhalde. 20 Temmuz tarihinde öğlen Park Orman'da başlayıp gece Volkswagen Arena'da devam eden tek güne sığdırılmış One Love Festival'i Day etkinliğine ben de katıldım.



Gerek programın kötülüğü gerek girişte yaşadığımız sıkıntılar gerekse bazı ihtiyaçların (tuvalet) yetersizliği gibi sıkıntılar olsa da Years and Years konseri için gitmeye değer bir festival oldu. Years and Years sonrası ana sahnede çıkması beklenen The Blaze bir sonraki güne sarktı ama benim özellikle beklediğim bir konser olmadığından gününde kalmadığım gibi ertesi gün de katılmadım.

İstediğim birçok konsere saat uyuşmazlığından gidemedim; misal Oh Land, Hedonutopia, Gaye Su Akyol. Bu yüzden geç gidip erken döndüğümden benim için 3 konser izlemiş biri olarak festival havasından çok konsere gitmişim hissi oldu. In Hoodies, Michael Kiwanuka ve Years & Years konserlerini izledim ve hepsi de birbirinden güzeldi.

Öneri Makinesi

Öneri Makinesi

In Hoodies daha önce adını duyduğum ama hiç dinlemediğim bir gruptu ve enerjilerini sevdim. Bundan sonra açıp dinlerim.

Michael Kiwanuka konsere gittiğim arkadaşlarımın favorisiydi ve onun için ayrıca heyecanlılardı ki gerçekten dedikleri kadar varmış baya sevdim. Son kapanış şarkısı tek bildiğim şarkıydı o yüzden güzel de bir kapanış yapmış olduk.

Öneri Makinesi

Ardından çıkan Years & Years ise beni benden aldı. Solist Olly'nin sahne şovu, dansları ve müthiş enerjisine ba-yıl-dım. Bildiğim bilmediğim tüm şarkılarında dans ettim. Grup üyelerinden klavyeden sorumlu kişi biliyorsunuz ki Emre Türkmen ve Olly kendisine özellikle söz verdi. Diyorum size Olly çok tatlı :).



İlk gittiğimde Jungle By Night vardı. Ben uzaktan bakma fırsatını yakaladım ve insanlar baya eğleniyor gibi görünüyordu.


4 ya da 5 farklı sahnede konserler verildi. Ormanın ortasında her yaşta insan eğlendi, yedi, içti, güldü ve dans etti. Hava da güzel olunca içimiz açıldı. Daha düzenli ve organize bu tarz etkinliklerde görüşmek üzere diyor ve festival gibi günleriniz olmasını diliyorum.


Devamını Oku »

1 Eylül 2019 Pazar

Atıştırmalık #47 (6 Film Birden)

Booksmart - Olivia Wilde (2019)



Eğlenceli bir gençlik komedisi. Başrol oyuncularından Beanie Feldstein'ın Monica Lewinsky'yi oynayacağı bir film geliyor diyorlar ki bize de merakla beklemek düşüyor. Yönetmen koltuğunda House MD dizisi, Drinking Buddies filmi gibi sevdiğim işlerde yer alan güzeller güzeli Olivia Wilde var. Kendisinin yönetmenlikte de ilerlemesini canı gönülden diliyorum.

Filme dönersek, iki yakın arkadaş liseden mezun olmadan önce çok çalışmalarının acısını çıkaran bol aksiyonlu bir gece geçirirler. Özellikle Feldstein'ın enerjisi bence filmi yükselten bir etken olmuş.  Mini rolünde Lisa Kudrow ise çok tatlıydı.

Long Shot - Jonathan Levine (2019)



Yine eğlenceli bir seyirlik. Charlize Theron'u çok severim, bu filmde de ne yaptılarsa tüm film boyunca Seda Sayan filtresiyle geziyormuşçasına bebek gibi arzı endam etti. Tabi ki romantik komedi klişelerinden nasibini alsa da eğlenceli bir filmdi. En çok da başkan rolü güldürdü beni. O kadar iyi başkan rolü oynamış ki gerçekten ülkenin başkanı olmuş ama dizi oyuncusu olan başkanın daha zor bir görev için başkanlığı bırakmak istemesi ve bu görevin film oyunculuğuna geçme olması muazzamdı :).

İşten yeni ayrılan gazeteci bir adamın artık dış işleri bakanı olan lise aşkı ve komşu kızıyla yeniden karşılaşmasıyla başlayan bir romantik komedi.

Ne tesadüftür ki Lisa Kudrow bu filmde de ufak bir rolde karşımıza çıkıyor hem de Jenifer Aniston'a güzelce laf sokulan bir filmde :). (Friends hayranlığımı kimse sorgulamasın ama komikti :)).

Isn't It Romantic - Todd Strauss-Schulson (2019)



Bu aralar hafif atıştırmalık filmler izlemeyi seviyorum ve bu film de öyleydi. Bonheur yazdıktan sonra aslında izleyeyim dedim ondan önce o kadar bile ilgimi çekmiyordu. Nitekim kafa boşaltmalık bir film. Rebel Wilson'ı ve aksanını seviyorum bu arada :).

Geçirdiği kaza sonrası romantik komedi filminin baş kahramanı olarak uyanan Rebel Wilson'n isyan edip yine de yaşadığı bu hayatın modernize edilmiş romantik komedisi.

Dear White People - Justin Simien (2014)



Geçenlerde bir gerçeği fark ettim ben ergen komedilerine baya bayılıyormuşum. Dear White People his olarak bana geçmişi anımsatan bir film oldu ama yanılmıyorsam günümüzde geçiyordu. Belki de geçmişte hiç yaşanmamış olmasını dilediğimiz olayların hala yaşanıyor olması bu duyguyu uyandırıyor. Filmin sonunda da anlıyoruz ki pek de uzak olmayan bir geçmişte yaşanan olaylardan esinlenilmiş bir film.

Bir grup üniversite öğrencisinin hayatlarına odaklandığımız, adından da anlaşılacağı üzere ırkçılığı konu alan bir gençlik komedi dram filmi. Hala süregelen bir dizisi de var. Filmin başlarında hikayeyi takip etmek benim için zordu. Çok fazla konuşma ve olay vardı üst üste, oradan oraya farklı görüntüler izleyip dinliyorduk. Daha sonra biraz alışınca ve olaylar daha sakin ilerlediğinde filmi daha iyi yakalayabildim.

Appropriate Behaviour - Desiree Akhavan (2014)



Cameron Post'un yönetmeninden kendisinin baş rolde olduğu otobiyografik ögeler taşıdığına inandığım bu bağımsız filmi çok sevdiğimi söylemeliyim. Cameron Post güzel ama bu film bence çok daha güzel. Hele ki sonunda bir şarkı çalıyor ki yönetmenimizin topraklarından psychedelic bir yolculuğa çıkıyoruz.


Sevgilisinden ayrılan ve bunu atlatmaya çalışan Shirin'in eğlenceli ve hüzünlü ayrılık sonrası beş aşamalı halini izliyoruz. Bu arada biseksüel olduğunu bilmeyen bilse de kabullenmek istemeyen ailesiyle olan ilişkisi de filmde önemli bir yer kaplıyor.

Dial M For Murder - Alfred Hitchcock (1954)



Alfred Hitchcock benim ara ara izlediğim ve beni hep memnun eden filmleri olan bir yönetmen. Favorilerimi sanırım şimdiye kadar izledim ama diğer filmleri de beni mutsuz etmiyor tabi ki.

Grace Kelly'nin baş rolde olduğu bir gerilim/cinayet filmi. Aşk, para, intikam ve bir cinayet. Eski bir tenis oyuncusu kendisini aldatan eşini öldürtmeye karar verir ve olaylar gelişir.

Madeo - Bong Joon Ho (2009)



Artık iyice ağır top filmlere geçelim bence. Madeo izlediğim en iyi anne filmlerinden biri, net olarak söyleyebilirim. Genç bir kızın cinayetiyle suçlanan ve olayları sürekli unutma hastalığı olan Do Joon'ın annesinin oğlunun suçsuzluğunu kanıtlama çabası izlemeye değer.

Kurgu ve hikaye gerçekten başarılı. Baş rol oyuncusunun mükemmel performansı ise ayrıca izlenmeye değer. Özellikle JP ile yaptığı hapishane sahnesi öyle etkileyiciydi ki aklıma gelince bile gözlerim doluyor.

Nitekim izleyin ama ruh haliniz müsaitken :).

Spoiler: Bu arada filmde ölen genç kızın hikayesini alıp geliştirmişler, hatta yakma olayı dahil baya bir esinlenmişler onu fark ettim, Şahsiyetten bahsediyorum. Bunu tek ben düşünüyor olamam değil mi?
Devamını Oku »