sizden gelenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sizden gelenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ağustos 2017 Çarşamba

Puslu Kıtalar Atlası - İhsan Oktay Anar (Yarıyıl Reading Challenge 2017)

Kötü bir espri ile başlayacağım hazırlıklı olun, Puslu Kıtalar Atlası artık benim için puslu bir kitap değil gayet net bir kitap, böğkkk :).

Merhabalar, nasılsınız? Espri (?) sonrası değil, genel anlamda :). Ben sayenizde çok çekindiğim bir yazarı okuma şansına eriştim. Elimde yıllarca kitabı olan ama bir türlü elimin gitmediği bir yazar Anar'ın, Puslu Kıtalar Atlası'nı, meydan okuma için Okuyan Muggle önerdi ve 19 kişi bu kitabı meydan okuma için oku dedi. Tüm çekincelerime rağmen kitaba başladım ve o 19 kişiye tek tek teşekkür ettim çünkü sayenizde çekincelerimden ötürü böyle güzel bir kitabı okuyamayacaktım ya da çok geç okuyacaktım. Hem sizin istediğiniz hem de benim okumak istediğim bir yazar olan İhsan Oktay Anar'ı da meydan okuma vesilesiyle okudum ve çok mutluyum. Bir yazarı daha tanımanın verdiği o gururla artık elimdeki kitabı Suskunlar'ı da en kısa zamanda okuyacağım. Bu kitabı bildiğiniz gibi kütüphaneden aldım bknz. Kütüphane Günlükleri.



4. Kendin için seçmediğin önerilen bir kitap.

Benim gibi çekinenler varsa diye ki eminim var bir liste hazırladım, neden çekinmemeniz gerektiği hakkında. Belki bazı nedenlerden okumayı erteleyenler vardır (misal ben) onlar için birkaç maddede yazardan korkmamanız ve hemen başlamanız gerektiğini kendimce anlatacağım. Lafı uzatmadan başlayayım, sonra kitap hakkında genel yorumumu yapacağım.

1. Eski kelimeler gözünüzü korkutmasın. Alışmanız uzun sürmeyecek. Sonrası kolay anlaşılır, açık ve net, anlamadığınız bilmediğiniz kelimeler olacak ama kitap sizi asla yavaşlatmayacak.

2. Kitap su gibi akıcı. En çok korktuğum şey eski kelimelerin olması ve akıcı olmamasıydı ama iki korkum da fos çıktı. İlk 30 sayfa alışma süreci sonrasında kitabı zamanın nasıl geçtiğini anlamadan bitiriyorsunuz.

3. Mekan ve zaman padişahların paşaların olduğu bir zaman Konstantiniyye'de ve hiç olmadığı kadar ilgi çekici yaşamlar, hikayeler hikayeler. Yine sıkılacağım diye dert etmeyin.

4. Büyülü gerçekçilik, fantastik, bilim kurgu her şey bu kitapta. Mekan ve zamana o kadar yakışmış ki.

5. Hikaye içinde hikayeler ve hepsi de kendini merakla okutturuyor. Birbiri ile bağlantılı iç içe geçmiş hikayeler, efsaneler, mitler her şeyler. Dolu dolu yan hikayelerin bile ilgi çekici olduğu güzel hikayeler. Her karakterin kendine özgü ilginç hikayeleri zevkle okuyacaksınız.

6. Kitabın içinde güzel de bir mizah var, sizi memnun edecek. Sıkılmanıza fırsat vermeyecek.

Biliyorum ki başkası ne derse desin insan yine bir korkusunu yenemiyor ilk başta ve okumadan karar veremiyor o yüzden meydan okuma veya bir tetikleyici unsurla siz de bu kitaba başlayın aslında bu korkuyu aşmanın tek yolu bu. Kitabı sevmeseniz bile yukarıdaki gibi çekinceleriniz varsa bunları yıkmak için bile okuyun :).

Sonuç olarak bu kitap hikayelerden oluşuyor ve hakkını her türlü veriyor. Güzel bir macera okuyoruz aslında. O kadar güzel bir kurgu var ki ne olacak diye merakla okuyorsunuz. Elinizden bırakamıyor bir bölüm bir bölüm daha derken kitap bitiveriyor. Yazara boşuna usta deyip bu kadar övmüyorlar o kadar dolu bir kitap ki zevkle okudum. Güzel sorular soruyor ve anlattığı satırlarda bize şu fikri veriyor ya biz de bir adamın düşündeki bir karakter isek? Bir yazarın düşüncesinde yaşayan bu karakterlerden ne farkımız var? İşte sırf bu yüzden bile Puslu Kıtalar Atlası okunur, sevilir. Bu düşünce bana bazı filmleri hatırlattı, yazarın yaşayan karakterlerini izlediğimiz filmleri. Kitabı bir kez daha sevdim. Kısaca çok sevdim ve sayenizde korkularımı yenip güzel bir kitap okudum. Meydan okumanın dördüncü maddesi kendin için seçmediğin önerilen bu kitap beni oldukça memnun etti, hepinize teşekkür ediyorum iyi ki böyle bir anket yapmışım <3 ve böylece meydan okumada bir maddenin daha üstü çizildi. İlginç ayrıntı ise kitap doğduğum yıl yazılmış :).

Öneri Makinesi Yarıyıl Reading Challenge 2017

Yarıyıl Reading Challenge 2017 Katılanlar Listesi

Öneri Makinesi Goodreads Hesabı
Devamını Oku »

22 Temmuz 2017 Cumartesi

Öneri Makinesi'ne Önerdiler #4 (The Green Butchers)


Yaz Abur Cuburu Mimi için tıktık :).

The Green Butchers - Anders Thomas Jensen (2003)



Sevgili Deeptone'un bana önerdiği filmlerden biri. Ben de açtım, izledim ve sevdim :). Çaylak Kasaplar diye Türkçe'ye çevrilen bu filmimizde kendi işini kurmak isteyen iki yamak kasabımızın yeni kurdukları iş yerlerinde müşterileri olmayınca ve kazara dondurucuda ışıkçıyı unutunca olaylar başlar. Eski patronlarının dükkana onları ezmek için gelip misafirleri için et almasıyla da olaylar tahmin ettiğiniz gibi olur :). Daha başından buraya kadar olayları tahmin edebiliyoruz aslında. Bundan sonrası kara komedi ve bu yamak kasaplarımızın geçmişi ve bugüne bu duruma nasıl geldikleri filmi değerli yapıyor.



Karakterlerimizin ikisi de geçmişte yara almış ve sorunlu. Svend'in çocuk yaşta ailesini kaybedip daha sonra sevilmemesi ve hep başarıya, sevgiye aç bir yetişkin olması onun ikili ilişkilerinde karşı tarafı ezme psikolojisiyle zaten görülüyor. Ona takılan terli lakabı sevgili Yurdagül'ün son işlediği konulardan biri olan kalıplar ve etiketler videosunu getirdi aklıma (bir kısmını dinleyebildim fakat Yurdagül'ün ablasının şu sözü aklımda yer etti. Bir insana sürekli ne dersen insan kendini o konuda yetersiz görür ve öyle olduğunu düşünür). Burada da Svend'in küçükken arkadaşları tarafından fiziksel ve psikolojik olarak baskısı, ailesinin yokluğu ve bu yaşına kadar kimse tarafından takdir görüp sevilmemesi onu sırf başarılı kılınıp sevilmesi için insan öldürmeye kadar iter. Yani ona yakıştırılan bu olumsuz etiketler onun tüm yaşamını etkiler. Dükkanın açılması ve başarılı olması Svend için dükkanın maddi açıdan kara geçmesinden çok yıllarca üstleri ve arkadaşları tarafından gördüğü baskı sonucu manevi anlamda da kendine bir şeyleri ispatlama ve çevreye ne kadar başarılı olduğunu gösterme amacıdır. Filmdeki yan karakterlerimizden birinin söylediği "işi kimlik haline getirmemek lazım" cümlesi sanırım onun için uygun çünkü Svend işinde başarılı olursa herkesin onu seveceğini ve saygı duyacağını düşünür ve bunun için çabalar. Bu çaba onun kendi emeğinin bile önüne geçer, kendini başkalarına beğendirmeye çalışmaktan kendini asla yeterli göremez doğal olarak kendi başarısını da göremez. Söylediğimiz sözlerin etkilerini de bu karakterde böylece görüyoruz.

Diğer karakterimiz Bjarne ise ailesinin ve yeni eşinin trajik ölümünden sonra komada kalan zihinsel engelli kardeşi ile beraber hayatta kalmıştır. İkiz kardeşi yedi yıldır komadadır ama Bjarne'nin de yaşayan ölüden bir farkı yoktur. Ne ailesinin canını alan geyikten ne de kardeşinden alamadığı intikamı bunca yıl boyunca kendini hayattan izole edip önüne gelen tüm hayvanları öldürerek almaya çalışmıştır. Ailesinin hayatına sebep olan geyiğin yaşayıp ailesinin ölmesi onu bunca yıl boyunca fiziksel olarak yaşadığı halde içeride komaya sokmuştur. Bu kazadan iki kardeş de sağ kurtulmamış koma da kalmışlardır ta ki kasap dükkanı açılana ve beyin ölümü gerçekleşen kardeşinin mirasını almak için "fişinin çekilmesine" izin verene kadar. İşte kasap dükkanın açılmasıyla başlayan bu komadan çıkış kardeşinin uyanmasıyla da devam eder. Onunla iletişimi reddeden Bjarne aşkı yeniden hissettiği Astrid ile de bu yedi yıllık komanın bir şekilde bitmeye başladığının sinyallerini verir.



İşte bu iki karakterlerimizin kasap dükkanının açılmasıyla kendileriyle ve geçmişleriyle yüzleşecek asıl başarılı olanın kasap dükkanı değil kendi başarıları ve emeklerinin olduğunu er geç anlayacak ve geçmişin yüklerinin tamamen kaldırmasalar da onları affedip yollarına devam edip ileri gitmeye hazır hale geleceklerdir :).

Çok sevdiğim Reconstruction filminde izlediğim Nikolaj Lie Kaas, ikiz kardeşleri başarıyla canlandırır. Hatta engelli kardeşi o kadar başarılı oynar ki ağzınız açık kalır benim gibi. Hollywood'un kötü adamı Mads Mikkelsen ise benim her türlü ödümü kopartmaya yeten bir oyuncu bu filmde de o saçıyla bunu başarmıştır. Yine de rolünden dolayı neyse ki kötü şeyler yapsa da kötü niyetli biri değildir :). Güzel oyuncudur, güzel oynar. Film İskandinavya'da geçmesi ve konusu bakımından da soğuk kasvetli havasını içinde taşır. Ara ara müzikle desteklenen bu gerilim ve mizah güzeldir. Özellikle kara komedi ve İskandinav filmleri izlemeyi severler bu dramı kaçırmasınlar :) :).
Devamını Oku »

9 Mayıs 2017 Salı

Öneri Makinesi'ne Önerdiler #3 (Feud)



Son zamanlarda izlediğim en iyi yapımlardan biri. Gerçekten birçok yönden incenilesi, güldüren, ağlatan ve idol olarak gördüğümüz ya da star yakıştırması yaptığımız insanların Hollywood'daki "şaşalı" yaşamına olan bu yaklaşım ve fikir gerçekten çok güzel. Çok iyi bir iş çıkmış.

Konusu, oyunculuğu şusu busu onlara geleceğim de Hollywood'u bir kez daha neden sevmediğimi görmemi de sağladı. Kullan-at politikası, en güzel, genç dönemlerinde zirveye oynatıp, star muamelesi yapıp işi bitince yüzüne bakmayan, iyi işten çok önce ceplerini doldurma isteği, ne tutarsa ona yapalım, kim oynar nasıl seçilir umurlarında olmayan, tek ama tek derdi para olan ve bu uğurda birçok yönetmeni, oyuncuyu harcayan sektörün ve yapım şirketlerinin ufakta olsa bir yüzünü gösterdiği için;
kadının sinemadaki oyuncu olarak ve yönetmen ol(amay)arak değerini gösterdiği için;
erkek egemen bu sektörde ciddiye alınmak için bir yere sahip olup hayallerini (bunların çoğu içi boş Amerikan Rüyası olsa bile) gerçekleştirmek isteyen kadınların çektiği zorlukları gösterdiği için;
medyanın da bu işlere nasıl da çanak tuttuğunu gösterdiği için;
Bir de bunların hiçbiri yetmez gibi, bu kadar kurum ve insanla cebelleşmek az buz işmiş gibi arkadaş veya birbirine destek olup seni en iyi anlayabilecek zor yollardan senin gibi geçmiş bu ikiyüzlü sektörde bir yere gelebilmiş bir başka hemcinsinle düşman olmak zorunda olmak zorunda bırakıldığını, beraber güçlü olursunuz diye böl ve fethet politikası uyguladığı için;
tüm bunlara rağmen yine de sürekli rakip olarak gösterilip kendinin yetersiz hissedilmesini gösterdiği için bile bu diziyi izlemelisiniz!

Peki o zamanlar öyle şimdi farklı mı? Bence değil, kaç tane gençliğini geride bırakmış başrol görüyoruz belirli isimler dışında ya da kaç tane bildiğiniz Oscar alan hatta aday olan kadın yönetmen var? Hollywood bence hala bu düzende ve belki de bu yüzden bu dizi bu kadar etkili.


Çok güzel bir ilk bölümle giriş yaptı. Ben zaten bu tarz filmleri severim Entourage'yi de çok severdim mesela :). Joan Crawford gerçekten çok benzemiş ama Susan Sarandon Susan Sarandon işte çok şahsına münhasır, ses benzetmesi iyi ama Bette Davis'i göremedim ona bakarken. Gözleri ve küçük nüansları dışında Davis'i görmekte zorlansam da çok iyiydi. Lakin Joan Crawford rolünü oynayan Jessica Lange için aynı şeyi söyleyemeyeceğim Joan'dan daha yapılı ve küçük gözlere sahip olmasına rağmen ilk andan o rolü oynadığı belliydi, çok iyi seçim. Öyle başarılıydı ki bence Sarandon'ın önüne geçti, Whatever happened to baby jane'de oyunculuğu ile öne çıkan Davis olsa da dizide Crawford başroldeydi. Daha çok empati kurabildim ve onu anladım hatta onun için o kadar üzüldüm ki, Sarandon biraz sönük kaldı ama onun karakteri de anlatılıp geçilmemiş, derinine Joan kadar inmesek de güzel anlatılmış. Aralarındaki bu kin veya düşmanlık ne derseniz deyin anlatılırken Joan hep ön plandaydı bana göre. Sanırım Bette yeteneği, Joan ise tırnaklarıyla kazıyarak bu yerlere gelebildi. Bette kadar yetenekli değildi belki ama çok çalışkan bir oyuncu olduğunu bu filmden çıkardım.

Bu iki kadının arasındaki anlaşmazlığı anlatıyor dizi. Ve kariyerlerinin son dönemlerine geldiklerinde nasıl birbirlerine ihtiyaçları olduğunu yine de eskiden gelen rekabet ve çevrenin (medya, yönetmen, yapım şirketleri) de nasıl bu anlaşmazlıktan beslendiğini ama sonunda iki iyi arkadaş olabilecekken nasıl birbirlerinin en büyük düşmanı olduğu işlenmiş. Şunu belki hissetseler de kabul etmiyorlar ama onlar arkadaş olabilirlerdi ve beraber bu sektörde daha güçlü ve başarılı olabilecekken farklı yönlere kayan belki de kaydırılan hayatları görüyoruz.

Source:http://starsandletters.blogspot.com.tr/

Bu iki karakteri, star olarak, kaprisleriyle, en zayıf anlarıyla, profesyonel halleriyle, anne olarak, rakip olarak, kıskançlıklarıyla, zaaflarıyla, yaşlılıklarını, yalnızlıklarını, acılarını, sevinçlerini, hayal kırıklıklarını, zirvedeki hallerinden en dipteki hallerine kısaca her şekilde ele alınan bu karakterleri çok seveceksiniz. Yan rollerde; Mamacita(en çok onu sevdim herhalde), Jackie Hoffman; Warner'ı oynayan Stanley Tucci (en çok güldüklerimden, müthiş bir performans); Robert Aldrich'i oynayan Alfred Molina; keşke daha çok iyi yapımda görseydik, görsek dediğim Catherine Zeta Jones; Judy Davis ve adını yazmadığım birçok isimle harika bir iş çıkmış. Susan Sarandon çok iyi ama Jessica Lange parlamış.

Muzaffer haklıymışsın izle diyerek milleti darlamakta :). Diziyi daha önce izledim ama bir şey eksik kalmasın diye beklettim aklıma gelir sonra diye :). Yine de gelirse güncellerim :).

Söyleyecek çok şey var, söylenecek çok şey yok; Feud izleyin!!!

Dipnot: Görsellerin hepsi Google görsellerden alınmıştır.
Devamını Oku »

5 Mayıs 2017 Cuma

Öneri Makinesi'ne Önerdiler #2 (13 Reasons Why + What Ever Happened to Baby Jane?)

Merhabalar yine sizin önerilerinizden ikisini izledim, ikisi de şu aralar çok popüler :). Bu arada 30 Şarkı Meydan Okumasına davetlisiniz, yarın başlıyoruz ona da aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz :).

http://onerimakinesi.blogspot.com.tr/2017/05/sevgili-gulluk-32-30-sarki-meydan-okumasi.html

13 REASONS WHY





"Bir kızın aklında ya da kalbinde ne olduğunu bilmiyoruz. Bunu neden yaptığını bilmenin hiçbir yolu yok"

İşte bu cümle dizinin son bölümünde söylenen bir söz ve bence dizinin asıl fikri. Bu sözü duyduğum an ampül yandı ve aklıma "Virgin Suicides" filmi geldi. Ne tesadüftür ki ikisi de kitaptan uyarlama :). İntihar eden beş kız kardeş. Aklından geçenleri asla bilmeyen insanlar, aileler ve ölen beş genç kız. Orada da komşu çocuk bu tarz bir şey söylüyordu, onların aklından geçenleri ve nedeni asla bilinmeyen beş genç kızın intiharı. İşte bu dizi (ve kitap) belki de bilebiliriz ve nedenleri vardır diyor. İşte bu kitap ve dizi iddia ediyorum bu fikirden ve filmden veya kitaptan yola çıktı ve bize en az 13 neden verdi.

Dizinin genel fikrini sevdim, böyle bir yol izlemesini de. Sırf meraktan diziye başladığınız gün benim gibi tek oturuşta 7 - 8 bölüm izleyebilirsiniz. Bir süre sonra artık anlaşılıyor ve siz de Clay Jensen'dan önce dinleyenler gibi bir çırpıda nedenleri ve sorumluları merak edebilirsiniz. Clay Jensen'ın tarzı kasedi dinleyip sorumlusunun hesabını sormak, neden hepsini dinleyip harekete geçmedi? Bu durum benim için inandırıcılığını bir süre sonra yitirdi. Hikayeyi yine aynı şekilde anlatabilirdi, sadece kasetleri her bölüm için bir tane değil sadece bize dinletirken, geriye dönüşlerle ve diğer tekniklerle. En azından bir süre sonra. Diziyi genel olarak sevdim ama daha iyi olabilirdi. Birçok hikaye iç içe ve izlemesi hiç de kolay bir dizi değil söyleyeyim. Sonunu sevdim, birçok noktayı açık bırakmışlar ama Troy'un dediği gibi "We'll see" :). İkinci sezonu yapacaklar gibi de ama bence yapmasınlar, gereksiz uzar eğer öyle bir planları varsa. Yine yaparlarsa meraktan bakarım :).

Kostüm seçimlerine bayıldım; özellikle Jessica, Alex, Skye, Sheri stillerini en sevdiklerim oldu. Her karakterin belli bir tarzı var ve onun dışına çıkmıyor. Biraz tek tip olmuş ama çok riske girilmemiş seçilen kıyafetlerin renk ve desen gibi farklılıklarına gidilmiş ama yine de güzeldi.

Müziklerine gelirsek tek kelimeyle öneren arkadaşımın dediği gibi müthiş. Klasiklerden, modern klasiklere, az bilinen çok sevilenler derken birçok yeni isim de keşfettim. Her bölüm en az bir şarkıyla ayrıldım. Özellikle ilk bölümde Joy Division'ın en sevdiğim efsane şarkısı "Love Will Tear Us Apart" ve finalde çalan Angel Olsen'ın en sevdiğim şarkılarından "Windows"'un çalması beni çok mutlu etti. Yerinde ve güzel kullanılan bir müzik vardı, seçene koyana tebrikler, alkışlar. Zevkine sağlık. Bir de izleyenler anlayacak Monet's der susarım <3.

Başrol oyuncusunu hiç sevmedim, oyunculuğunu yapmacık ve özenti buldum ama 13 bölüm idare ettim :). Hannah'ya gelirsek onu Kat Dennings'e çok benzettim bence bağımsız filmlerin yeni prensesi o olabilir :). Bir de yakışıklı Justin Foley var ona her baktığımda aklıma James Franco geldi :), Franco'nun renkli gözlüsü diyebilirim :). Kendisini başarılı rollerde görmek isteriz, yetenekli, doğal bir oyunculuğu var. Genel olarak oyuncu seçimini de beğendim, 30'lu yaşlarında liseli yapılmaya çalışanlar gibi değiller, yaş ortalamasına da baktım oyuncuların 20'lerin başında gençler ve genel olarak kimse liseli değil gibi değildi. Dizide belki de bundan dolayı çok sevdiğim karakterler oldu, empati kurabildim en azından bir kısmıyla. Eklemeden geçemeyeceğim nedense ben de daha önce izlemişim etkisi bırakan bir dizi oldu en başlarda özellikle, daha önce bir tarz bir şey yapıldı mı, bilen var mı merak ediyorum.

Bir de bir daha dünyaya gelirsem bu hayatlarımdan birini Amerika'da liseli olarak geçirmek istiyorum. Ne bereketli topraklardır ki insanlar yazıyor da yazıyor, oynuyor da oynuyor. Bir tecrübe etmek lazım :):):).

Bu diziyi birçok kez reklamını gördüm ama asıl izlememe sebep olan esseve rin' e çok teşekkür ediyorum, önerilerinin devamını bekliyorum :).

What Ever Happened to Baby Jane? - Robert Aldrich (1962)




Şu aralar en çok denk geldiğim dizilerden biri olan Feud'un kaynağı bu filmi ben de merak ediyordum çünkü Feud'u izleyen herkes övüyor. Bana da bu diziyi ama öncesinde bu filmi izlememi öneren Muzaffer'e teşekkür ediyorum, filmi izledim, sıra dizi de :).

Film çok güzeldi, her ne kadar Blanche karakterinin aşırı gereksiz soğukkanlılığına sinir olsam da sonunda nedeni de çıktı, film güzeldi. Bette Davis'e özellikle ba-yıl-dım. Müthiş bir oyuncu. Yalnız benim kafamı karıştıran tarihler oldu, dün dedi sonra baya gün atladı sanki bir günü anlatıp şimdiye gelecek gibi ama bir değişikti belki benim izlediğim yerden kaynaklı bilmiyorum.

Filmde çocukken tiyatro oyunculuğuyla ünlenen Jane Hudson'ın şöhretini büyüyünce ablasına kaptırmasıyla; iki kız kardeş arasında kıskançlık ve rekabet ön plana çıkar. Çocukluk, gençlik ve yaşlılık hallerinden ilk ikisinden önemli notları aldıktan sonra olgunluk çağındaki bu iki kız kardeşten ünlü ablanın trafik kazası sonucu tekerlekli sandalyede olduğunu ve kardeşinin ona baktığını görüyoruz ama kıskançlık, asla bitmemiştir ve soğuk savaş devam eder. Çocuk oyuncunun şöhreti kaybetmesi sonucu bunu atlatamaması ve kendisi tanınmazken ablasının hala akıllarda kalması da işleri kolaylaştırmaz.

Bu filmde iki kız kardeş arasındaki bu ilişki ve psikolojik gerilim güzel yansıtılmış. Dizi de anladığım kadarıyla bu iki kız kardeşi canlandıran oyuncuların yani Bette Davis ve Joan Crawford arasında anlaşmazlığı anlatan bir dizi. İzleyen övüyor en de yakın zamanda izlemeyi umuyorum :). Yönetmenin de diğer filmlerini izlemek isterim. Teşekkürler sinemarquez yine müthiş bir öneri devamını bekliyorum :).
Devamını Oku »

15 Nisan 2017 Cumartesi

Öneri Makinesi'ne Önerdiler #1 (The Private Lives of Pipa Lee + Big Little Lies)

Merhabalar, nasılsınız? Bugün sizlerin karşısında yeni bir bölümleyim. Bu sene baya yeni seriler başlatıyorum ve devamı da gelecek :). Bu arada eski listelere devam ediyorum; incelemeler, abur cuburlar, atıştırmalıklar ve HP Yazı serisi vb. Bir Yayınevi Beş Yazar/Kitap için de listeler hazırlanıyor :). Hepsi sırasıyla :). Gelelim şimdiki yazımıza. Bugüne kadar hep ben önerdim şimdi sıra sizde :). Sizin önerileriniz benim için çok önemli, siz de yorum yapıp bana önerilerde bulunuyorsunuz ben de bakacağım deyip geçmiyorum. Önerdiklerinizden bir liste çıkardım ve ruh halime göre sizden gelenleri izledim, izliyorum. Şimdi de onları paylaşacağım bu başlık altında. Şimdilik film ve dizi oldu ama müzik ve kitap da zaman zaman olacaktır. Benim için yorumlarınız çok değerli, böyle bir yayınla da tescillensin istedim. İllaki gözümden kaçan olmuştur, şimdiden kusura bakmayın Bu sefer ben değil siz öneriyorsunuz yani :). Özellikle belireyim bloga yorum olarak yapılan önerilerden listem var ve onlar arasından izlediklerimi yazıyorum. Önerilenlerden izlediklerimden ikisini aşağıda yorumladım. Önerenlere benimle fikirlerini paylaştıkları için bir kez daha teşekkür etmek istiyorum, çok değerlisiniz. İyi ki varsınız, lütfen daha çok önerin :).

The Private Lives Of Pippa Lee - Rebecca Miller




Pippa Lee kendini evine ve kocasına adamış bir ev hanımdır. Kendisinden yaşça büyük Herb ile evlidir. Pippa'nın yaşamı sıradan gibi görünse de bu konuma gelene kadar birçok şey yaşamıştır. Yaşamını anlatmaya doğumundan itibaren başlar ve şimdiki hayatına kadar yaşadıklarının kısa bir özetini geçer. Aynı zamanda zaman tabi ki akmaya devam eder ve şimdiki zamanda da özel yaşamını izleriz. Başta daha fantastik bir şey anlatacak gibi dururken sonra normal büyüme evrelerini gösterdi.  Film kötü değil fakat karmaşık. Şöyle ki bence aynı anda birden çok şey anlatmak isteyip üzerine eğilmesi gereken konularda yüzeysel kalmış. Keşke tek bir yolu seçip ondan da biraz alayım şundan da bahsedeyim demeseymiş daha başarılı bir film olacağını düşünüyorum. Bazı konularda yüzeysel değil de daha derin yaklaşsaydı daha güzel olabilirdi yani. Oyuncular hep tanıdık. Yalnız Winona Ryder'ın oynadığı karakter beni baya güldürdü :). Onun sahneleri eğlenceliydi. Keune Reeves gibi bir karizma vardı mesela ama keşke sadece bahsedilip geçilmeseydi o karakter. Az görünmesine rağmen daha öz olsaydı eminim film daha etkileyici olurdu. Müzik ile de desteklenebilirdi bazı sahneler ama cimri davranılmış o konuda. Genel olarak seyirlik bir film. Öneren Momentos'a çok teşekkür ediyorum :).

Big Little Lies




Yorumlarda önerdiniz de önerdiniz, övdünüz de övdünüz ben de tabi ki kayıtsız kalamadım ve hemen izledim. Bu diziyi kolektif olarak önerdiniz :), isim vermem gerekirse Eren izlediğini söyledi, Muzaffer direkt önerdi ve Şule de izlememiş ama çok iyi yorumlar duymuş :). Herkese teşekkür ediyorum iyi ki yazmışım o yazıyı güzel diziler izliyorum sayenizde. Bu dizi de güzeldi. Öyle ki iki günde hemencecik bitirdim. Sonraki araştırmalarımdan öğrendim ki kitaptan uyarlama bir senaryo. Yazarın kitapları da Türkçe'ye çevrilmiş.

Oyuncu kadrosu efsane söylemeliyim, çok güzel bir beşli olmuş. Özellikle sevdiğim karakterler; Reese Witherspoon'un oynadığı Madeline karakterine ilk andan itibaren ısındım :), aklında neyse dilinde, bir de Renata karakteri Laura Dern'in oynadığı beni güldürenlerdendi. Şöyle baktığımızda komedi kısmını bu iki karakter taşıdığından da olabilir ama Renata karakteri diğerlerine göre daha az ama özdü, bayıldım. Witherspoon zaten mimikli yüzü ve sempatikliğiyle kalbimi kazandı :). Dizi geçmiş ile gelecek bir arada sürüyor ve başından beri asıl olay tahmin ettiğim gibi oldu sonunda çok şaşırmadım ama bu demek değil izlemesi sıkıcı aksine süreç önemli ve bu dizide de süreç ön planda sonucun başta gösterilip gösterilmemesi pek de önemli değil aslında. Bu yüzden böyle bir yol seçilmiş varsayıyorum lakin yinede tahmin edilebilir.

Dizi mükemmel bir hayat mükemmel bir yalandır sözünden yola çıkarak beş farklı kadının hayatından bize kesitler sunuyor. Nicole Kidman, Reese Witherspoon ve Shailene Woodley 'nin oynadığı karakterler ön planda ve onların görünen hayatlarıyla özel hayatları arasındaki fark bu sözü desteklediği gibi diyaloglarla da bu motto sürekli destekleniyor. Kan kusup kızılcık şerbeti içtiğini söyleyen atasözümüzün bu dizinin Türkçe'ye çevrilirken ki tanıtım mottosu olmasını ciddi bir şekilde öneriyorum. Misal Nicole Kidman'ın oynadığı karaktere cuk oturacak bir atasözüdür kendisi. İşte beş farklı kadın, beş farklı hayat, yaşam mücadelesi, kadınlar arasındaki görünmez savaşlar, çekişmeler ama yine de en sonunda birbirleri için yine bir arada, beraber olmaları temalardan bazıları olabilir. Bu ön planda olan üç kadın dışında Laura Dern'ün oynadığı ve Zoe Kravitz'in oynadığı karakterlerde daha az ama etkiliydi. İtiraf edeyim Zoe'nun oynadığı karakter Madeline'den de etkileniş olabilirim :),o kadar mükemmeldi  ki sinir bozuyor :) ama sonunda azıcık pişman oldum :). Baştan beri gerçekten çok cool ve mükemmel bir profil çiziyordu ki mottomuzu hatırlayacaksınız, mükemmelliği büyük yalanlar oluşturuyor. Aslında onunda bir nedeni vardı tabi ki bu mottoyu desteklemek için.

(Bilmiyorum dikkat ettiniz mi ya da bilginiz var mı ama Revenge diye bir dizi vardı, oradaki kafe ve evleri anımsattı bana bu dizinin mekanı. Aynısı olma ihtimali var mıdır acaba?)

Genel olarak akıcı, güzel bir mini dizi, sıkılmadan izleyebilirsiniz. Şarkılarla güzel desteklenmiş, dizinin genel havasına uygun. Ben zevk aldım, çok fazla olay olması farklı hayatlar görmek güzeldi. En sonuna da bayıldım, deniz kıyısında olana, çok güzeldi. Tek bir şey söyleyeceğim Skarsgard gibi bir adamdan nefret ettirmek için elinden geleni yapan senaristler var :), şaka yapıyorum tabi ki kendisi ben sadece über yakışıklı bir adam değil aynı zamanda iyi bir oyuncuyum, arkada oyuncu akademisi kuracak kadar ailem var diyen bir insan olduğunda tek tip rollerde oynamıyor ve her rolü üstüne çok güzel giyiyor. Psikopat görünen bir yanı da var inkar etmeyeceğim :). Zaten komple ailesinin işlerini severek takip ediyoruz :). Bu aile hakkında full konuşabilir aslında her bireyin nasıl oyuncu yeteneğiyle doğduğundan falan ama gereksiz uzatmasam iyi olacak :). Güzel dizi, izleyin. Böyle güzel mini dizi önerileriniz varsa diğer öneriler gibi her zaman açığım :).

Bu bölümün ilki sonlansın diğerleri gelsin, görüşmek üzere <3.
Devamını Oku »