tek başına bir adam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tek başına bir adam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Mart 2017 Pazartesi

Tek Başına Bir Adam - Tom Ford (2009)

İzlenmekte geç kalınmış bir film. Zamanında kitabını okuyup sevdim ama kesinlikle karşılaştırma yapacak kadar hatırlamıyorum. O yüzden sadece film hakkında yorumlarımı yapacağım. Senesinde çok fazla beğenildiğini hatırlıyorum bu filmin kitap da hatta bu filmin posteriyle basıldı. Film eleştirmenlerden iyi yorumlar aldı ama zat-ı bloggerınız bugünlere kadar izlemedi. Bu gibi durumlarda kullandığımız mottomuz "geç olsun, güç olmasın" ile yola devam ediyoruz.



Colin Firth'in oyunculuğunu konuşturduğu, Julianne Moore'un bile gözüme sempatik gözüktüğü (genelde beğenmemeye yakın nötr'ümdür), izlemesi hoş, estetik bir filmdi. Yönetmenini fark etmem "Nocturnal Animals"'ın çıkışına denk gelir neden derseniz "A Single Man"'in yönetmeni olarak geçtiği için :). A bu o muymuş, o modacı olan mı diye araştırmalara sebep olup Gece Hayvanları'ndan önce bunu izleyelim bakalım ne çıkacak diye izledim filmi :). Zaten izlemek istediğim filmdi ama yönetmenin adı başka gözle bakmama sebep oldu. Tom Ford deyince ve 1960'larda geçen bir film olunca en çok merak ettiğim şey kostüm oldu. Nitekim beni hayal kırıklığına uğratmadı, kostüm tasarımı muhteşem olmasa da çok güzeldi. George (Colin Firth)'un jilet gibi takımları, Komşusunun ve kızının kıyafetleri özellikle gözüme çarptı. Tabi James Dean özentili Carlos'un stili de çok güzeldi. Film yorumunu ertelemek istiyorum ne yapıyorum sohbet muhabbet yapmaya başladım, filmin dedikodusu gibi sonda yazılabilecek şeyleri yorumdan önce yaptım, ayyh.



Kısa bir incelemesini yapalım filmin hadi artık. Kendimden sıkıldım.

Tek başına bir adam, tek bir gün.

George (Colin Firth), 16 yıllık sevgilisi, yol arkadaşını bir trafik kazasında kaybetmiştir. 8 ay boyunca bu süreyi atlamaya çalışır ama bu izlediğimiz günde bu hayatı bitirmeye karar verir. Gündelik normal işlerini yapar, görüştüğü sayılı insanı da o gün mutlu etmek ister ve kendince bir veda etmeye çalışır. Peki George kimdir? George bir üniversitede İngiliz Edebiyatı Profesörü, hayat arkadaşını kaybettikten sonra evinde tek başına yaşayan, az insan az dert prensibiyle yaşayan biri, tabi öncesini bilemiyoruz ama komşusuyla bile ilişkilerinin sınırlı olduğunu düşünürsek çok da geniş çevresi olduğu söylenemez. Gelin bu tek başına adamın hayatını biraz yakından bakalım.



Sevgilisinin ölümünden sonra onun yokluğuna kabullenemeyen, anılarıyla yaşayan bu hayatı çekilir kılan yegane kişiyi kaybetmiştir.Tek başına dünya ağır geliyor ona. 1960'ların Amerika'sından bahsediyoruz, şimdi bile zorken; o zaman hetereoseksüel olmayıp bir yalanın içinde yaşamamak zorken George'un yüksek kalite elit yaşamı bile bu durumu kolayca kaldıramıyor. O yüzden filme bu bağlamda yapılan semboller ve sözler çok anlamlı. "Biz görünmeziz diyen hep sen değil miydin" diye soruyor sevgilisi George'a bir anısında çünkü gay olanlar yok sayılır, görmezden gelinir. Cam evde yaşasalar bile. Cam ev olması da tesadüf değil, gay bir çiftin beraber yaşadıkları bir evin camdan olması topluma sizden korkmuyoruz biz de varız deme şeklidir bir nevi. Cesaret ister. George ise dersinde son günün hatırına dersin dışına çıkıyor ve azınlıklardan, korkudan bahsediyor. Bu filmde alakalı olarak da şöyle bağlayalım bu iki olguyu; Gayler de toplumdaki azınlıklardan biridir ve toplum onları görünmez kabul eder, yok sayar. Filmde de bahsedildiği gibi bu bilinmeyene olan korkudur. Onları istememelerinin sebebi de korkudur. Toplum tarafından istenmeyen, kabul edilmeyendir. Aile kurumunu ve ahlakı bozucudur. İşte bu gibi ön yargılar yüzünden de yalnız bir adamdır George. En yakın arkadaşı bile George'un 16 yıllık ilişkisini "gerçek" olarak görmez. Komşusu da üniversitede profesör olmasına ve  normal şartlarda saygı duyulan bir meslek yapmasına rağmen George'u kaçık olarak görür bu da toplumun sadece George'a değil temsil ettiği azınlığa olan bakış açısıdır.



George sevdiği adamı kaybetmiştir. Bunun yükü zaten ağırken, cenazesine bile aileler sadece katılıyor diye dışlanıp gidemezken "ailesinden" bile daha çok onunla zaman geçirmesine rağmen acısını tek başına yaşamak ve 16 yıldır beraber yaşadığı insanı sırf toplum kurallarına uymuyor diye son yolculuğunda yalnız bırakmak zorunda kalır.

Küçük bir ayrıntı da var filmde, ikiz köpeklerden biri kazada ölür öbürünün durumunu bilemeyiz ve ölen köpek ölen sevgiliyi temsil ederken kayıp köpek ise geleceği meçhul George'u temsil eder.



Sinematografi olarak söyleyeceğim iki şey var birincisi George'un ruh haline göre veya mutlu olduğu kısacık anlarda renk değişmesini çok sevdim, filmin havasını destekleyen sıkışmış çerçeve oranını da. Bir de Umbeyashi'nin bestesiyle ağır çekim ilerlemesi direkt akıllara Wong Kar Wai'i getirdi. Umbeyashi'nin müzikleri Won Kar Wai'nin sevilen filmleriyle özdeşleşmiştir biliyorsunuz. Ağır çekim de yine Wong ustamızın sevdiğidir, filmlerinde kullanır. Özenti mi saygı duruşu mu emin olmadım.

Sonuç olarak film de güzeldi mesajı da. Bir kez daha bu film dolayısıyla empatiyi hatırlayalım. Şimdi Tom Ford'un son filmini izlemeyi umup başka filmlere geçeyim :). Siz bu filmi veya yönetmenin diğer filmini izlediniz mi? Ne düşünüyorsunuz, yorumlarda belirtin. Kendinize iyi davranın ve sevgiyle kalın :).

Çok uzun zamandır yapmadığım bir şeyi paylaşacağım bugün, alternatif soundtrack listesiyle. Daha önce de Locke (2013) ve Lütfen Beni Öldürme (2006) gibi yazılarımda da yapmıştım, şimdi de devam :)

1. Adele - Lovesong
2. Lana Del Rey - Dark Paradise
3. Lily Allen - Somewhere Only We Know
4. Ben E. King - Stand By Me
5. The Ronettes - Be My Baby

Dipnot: Gif ve fotoğrafların hepsi bana aittir. 


Öneri Makinesini Sosyal Medyada Takip Edin:

https://soundcloud.com/ms-m-5
https://www.tumblr.com/blog/mubblr
https://twitter.com/onerimakinesi
Devamını Oku »

11 Haziran 2016 Cumartesi

Bir Yayınevi Beş Yazar/Kitap (Yapı Kredi Yayınları)

Merhaba arkadaşlar, bugün sizlerle yeni bir bölüme merhaba diyeceğiz. Bir yayınevi beş kitapta düzenli olarak daha önce üstünde durmadığım yazarlar, yayınevleri ve kitaplarından bahsetmeye çalışacağım. Böylece sizlerle daha çok kitap öneri alışverişinde bulunacağımızı düşünüyorum. Bu haftanın konuğu benim kitaplığımda kitaplarının bolca bulunduğu Yapı Kredi Yayınları. Bunun tabi ki birkaç sebebi var. Bunlardan ilki çok güzel ama çok güzel yazarları barındırması (hem klasikler hem yeniler), ikincisi ise Ankara'daki bayisinde her zaman %25 indirim olması. Yani öyle bir şey ki öylesine bir bakayım diye girsem bile elimde en az iki kitapla çıkıyorum bir de kitap alacağım diye gittiğimde düşünün :). Baya bütçe düşmanı bu indirimle. Kapaklarının güzelliği de cabası. Elimden geldiğince blogda daha önce bahsetmediğim yazarlardan, kitaplardan bu listeyi oluşturmaya çalıştım. Umarım seversiniz. Lütfen yorum yapıp yeni yazarlar kitaplar önermeyi unutmayın. Bir daha ki listeyi beraber oluşturalım :).


1. Hoşgör Köftecisi - Orhan Veli Kanık




Yazarı ortaokul ve lise dönemlerinizden hatırlamanız muhtemel :). Melih Cevdet, Oktay Rıfat gibi isimlerin yanında görmeniz ve Garip akımının kurucularından olduğunu hatırlamanız da mümkün :). Bu kısacık kitapta hemencecik okursunuz. Bence bir göz atın. Yıllar önce okumama rağmen hala aklımda kalan hikayeleri var.

2. Bütün Şiirler - Sabahattin Ali




Bu bloggerda hem şiir sevmem diyor habire de şiir kitabı öneriyor (blogger kendi güvenirliliğini kendi yitirtti) diyor olabilirsiniz ama çok sevmiyoruz diye de okumuyor değiliz yani (dengesiz blogger). Sabahattin Ali'nin üç romanını okudum ama neden bunu önerdim? (yazıyı bırakırsanız hakkınız var artık) Çünkü okuduğum üç romanı da artık çok bilinen sevilen romanlar. Ben her ne kadar birine pek düşkün olmasam da genel anlamda hepsi güzel. Şu aralar hikayelerini merak ediyorum ve o da okunacak listemde fakat buradaki şiirlere de bir bakın derim. Özellikle daha önce şurada ve şurada da paylaştığım gibi şiirleri çokça bestelenmiş şairlerden. Benim de en sevdiğim şiirlerden biri olan "Ben sana vurgunum" bu kitaptadır tabi ki. Her ne kadar artık "Grinin Elli Tonu" (izlemedim şarkı da fena değil merak edenler buraya) filmi ile bu şarkı dolayısıyla şiir anılsa da yine güzel en güzel şiiri olabilir benim için. Bu ve bunun gibi birçok güzel şiiri içinde barındıran bu kitabı listeye almamı açıkladım herhalde. Hem klişeden de biraz da olsa kaçmak istedim, dur bakalım oldu mu :).

3. Tek Başına Bir Adam - Christopher Isherwood




Hala filmini izlemediğim güzel kitap. A Single Man, A Serious Man sinemada seviyor hani bu başlıkları. Ahh ah çok şey yazılır da şimdi uzatmayacağım. Malum üşengeçlik kolay iş değil. Kısacık kitap alın okuyun kendi fikriniz olsun (okuyucusunu azarlayan blogger da görülmüş şey değil hani, üşengeçlik zor zanaat).

4. Dokuz Öykü - J. D. Salinger




Daha önce "Çavdar Tarlasında Çocuklar"'dan bahsetmiştim bu sefer de bu öykü kitabından bahsedeceğim. Neden mi? Çünkü en sevdiğim kitaplardan birinin yazarı (Tabi ki ÇTÇ) bu kitabı da yazmış. Adından anlaşılacağı üzere dokuz öykü içeriyor. Yine diğer kitaptan aldığınız tadı bulabilirsiniz az çok (öbürü en sevdiklerimden anlayın işte :)).

5. Kapan - Vüs'at O. Bener




Geldik son kitabımıza. Bu kitabı Özge'yi yine bir sınavda beklerken bitirdim. Kısacık, soğuk Ankara havalarına müthiş giden, içinize işleyen, altını çok çizdiğiniz yani yine bir okuyun, okutturun kitaplarından.

Not: Kitapların resimleri YKY'nin sitesinden alınmıştır bilginize :).

Devamını Oku »