Başka bir dünyanın güzel çocuklarının yaşadığı ormanyada dolaşırken eski bir kitapçıya denk geldim. O ruhu olan kitapçılardan, sahaflardandı. Ahşabın en güzel renklerinden oluşan raflar, oraya buraya konulmuş çeşitli kitaplar, eski cdler ve kasetlerlerle donanmış hafif loş ışık altında güzel kokan bir yarı sahaftı. İki eskimiş koltuk ve ortaya konmuş indirimdeki kitaplara bakıp aa uu sesleri çıkartacağınız cinsten. Sorduğum kitapları biraz orada biraz burada diye cevaplayıp sonra yerine dönen orta yaşlarındaki karizmatik sahibi bile vardı. Kendi halinde okuyucuya karışmayan sakin bir satıcı. Hava kararmış, ışıklar yanmış, içerisi sıcak, ahşabın büyüsü elle tutulur derecede ortada, müzik güzel evet çok güzel. Mutlaka bir anı bir şey almalıyım buradan diyorum, her sevdiğim mekandan evime, kendime bir şey alma bencilliğiyle. Somut bir şeylere ihtiyacım var, unutmamalıyım bu güzel ortamı, mekanı. Bitmemeli burada bana da bir şey kalmalı sonrasında. Ahh bu maddecilik… Orada bakınıp duruyorum bir yandan da çalan müziği kaydetme çabaları. Mekan, havasına uygun öyle her yerde duymayacağınız ancak dikkatli ve iyi bir dinleyiciyseniz hatta ve hatta tutkuluysanız seveceğiniz müzik çalanlardan. Kitaplarla mı müzikle mi sarhoş olsam diye karar veremeyip oradan oraya atlarken içimdeki coşku çalan müzikle daha da alevleniyordu. Şu çok kullandığım telefonumdaki müzik programı, hani şarkıyı kaydedip ne olduğunu söyleyen, hemen devreye girdi ama internetimin o an olmayışı beni tereddütte bıraktı. Ya şarkıyı sonradan tanımlayamazsa, ya kaydettiği halde sonradan bulamazsa…Çünkü daha önce beni yarı yolda koymuşluğu var ama ben şarkı koleksiyoncusuyum böyle nefis bir melodiyi kaçıramam. Şarkı o kadar güzel ki işimi şansa bırakmak istemiyorum. Ve dayanamayıp bir kez daha bu karizmatik beyefendiyi rahatsız ediyorum ve soruyorum çalan şarkının adı ne? Hemen cevaplıyor beni, telaşlı gibi ama yardım etme isteğiyle. Bana bir fişin arkasına yazıyor adını, emin değil albümü koymuş ya bu ya bu diyor. Ben bin bir teşekkür ediyorum, bilmiyor koleksiyoncu olduğumu, önemli değil demekle yetiniyor. Sonra bu fiş cebimde devam ediyorum bakınmaya, ama bir türlü bir şey alamıyorum. Hala bakınıyorum, bırakmak istemiyorum burayı. Saatlerce o eskimiş koltukta oturup kitap incelemek istiyorum. Birini okuyup sıkıldıktan sonra diğerini elime almak istiyorum. Böyle saatlerce orada okuyarak bu güzel yerden sadece zevk almak değil ondan daha değerli olan zamanımı vererek ödeşmek istiyorum. Tabi mümkün olmuyor cebimde fiş elim boş teşekkür ederek çıkıyorum sahaftan. Aklım orada yürüyorum ışıklandırılmış sokaklarda.
Bir an geliyor bir gün sonra ya da eve döndüğümde
karıştırıyorum ceplerimi fişi
bulamıyorum. Bendeki hüzün artıyor bulamamın telaşıyla. Nasıl olur nasıl, bu
kadar şanssız (salak) olamam. Onu yere atmak istemediğim ıslak mendille
ıslanmış kendi fişim sanıp cebimi temizlerken çöpe atmış olamam. Sümüklü
peçeteler, yere atılmamış çöpler ve diğer fişlerle. Hele ki bu kadar
sevmişken şarkıyı… Sonra bu karakteristik grup adını hatırlama çabaları ama
beynin benden yana çalışmıyor. O an bir türlü gelmiyor aklıma. S kesinlikle s
ile başlıyordu. Kelime oyunları hatırlamak için ama nafile. Yine de biliyorum
ben onu bulamasam da o şarkı beni bulacak çünkü sevdim, içime işledi bugün
aklıma gelmese yarın gelir ya da duyarım bir yerde. Bir şekilde karşılaşacağız
yani eminim. Ama beklediğimden erken olmasını bu kadar çabuk olmasını
beklemiyordum. Bir şarkıyı kaydetmek için açtığım o müzik programının ilk sırasında o şarkı vardı. Kaydetmiş, bulmuştu. Bendeki mutluluk paha biçilemez tabi ki. İçimde
kelebekler. O şarkı artık benimle birlikle o karizmatik satıcının güzel
kitapçısıyla tüm hissettirdikleriyle, loş ışığıyla, kokusuyla her zaman yanımda.
Taşımama gerek yok, görmeme gerek yok sadece bir yerde duymam bana o özel anı
hatırlatmaya, o kitapçıyı unutmama yeterli. O aradığım anı artık bu şarkıyla
hep benle ve ben ona gözüm gibi bakıyorum J.
Dipnot: Fotoğraf bana aittir, izinsiz lütfen kullanmayınız :).
Dipnot: Fotoğraf bana aittir, izinsiz lütfen kullanmayınız :).