netflix etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
netflix etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Mart 2022 Cumartesi

8 Dijital Yerli Dizi (Yeni Sezon Atıştırmalık 1)

Son zamanlarda dizilere yöneldim, daha sakin kafa yormayan kolay akan şeyler tercih edince art arda çok fazla dijitale yapılan iş izlemiş bulunmaktayım. Bir de komedi ağırlıklı bir liste daha yapacağım son zamanlarda severek izlediklerimi. Ruh halim bu tarz şeyler izlememe sebep oldu. Böyle böyle 8 dizi izlemişim, daha da birkaç merak ettiğim dizi var. 

Şimdi size de iki önemli sorum var, aşağıdakilerden izledikleriniz var mı? Daha da önemlisi bunu da izle kesin seversin diyeceğiniz bitmiş mini dizi öneriniz var mı? Bekliyorum yorumları! Hadi başlayalım!

Gibi - Exxen

Sevdim, bazı komik olmayan bölümleri de var ama genel olarak güzel bir dizi olmuş. Sanat yönetimine renk şemasına bayıldım. Favori bölümlerim var, olmayan da var ama genel anlamda severek izliyorum. Daha çok İlkkan ve Yılmaz adlı iki yakın arkadaşın günlük yaşamdaki absürt olaylarını anlatıyor. Arada başka arkadaşları gelip gidiyor derken, güzel izleniyor. Şarkılarını bile kaç kere dinledim bilmiyorum :), şimdiden dönemin kült dizileri arasında yerini aldı.

Ayak İşleri - Gain

Caner Özyurtlu ve Volkan Öge işbirliği. Nüfuzlu ve zengin iş adamı Sermet'in ayak işlerini yapan iki iş arkadaşını izliyoruz. Vedat uzun yıllardır bu işi yapıyor ve yanına genç yetenek felsefe düşkünü Evren'i verince aralarında güzel bir çatışma oluşuyor. Dizide verdikleri film referansı olan bölümler çok güzel, Matrix'te koptum mesela. İkinci sezon da daha güzel gelmeye başladı bana, ilk sezonda da bir bölüm var ki Canerim, Volkanım diyeceğim izleyince anlayacaksınız, olağanüstü çok komik! O bölümde Uraz K. beyin konuk olması da ayrıca komik. Ek not; Çağlar Çorumlu çok iyi oyuncu ya, Loş Sohbet'te de izledim baya profesyonel bir kişi. Evren'i de izledim orada farklı bir kişilik tam da hayatımda olması gereken bir arkadaş tuhaflığına sahip, bayılırım :).

10 Bin Adım - Gain

Ya iki minnoş eski sevgilinin 10 bin adım macerası. 10 dklık çok tatlı bir dizi olmuş. Engin Günaydın beni çok güldürüyor, çok iyi oyuncu. Bazı bölümleri de aşırı güzel. Devin Özgün Çınar yazıyor, güzel de yazmış. Devamı gelir umarız, ben keyifle izliyorum. 

Yarım Kalan Aşklar - Blu Tv

Böyle güzel bir konuyu neden harcamışlar anlamak mümkün değil. Dilan Deniz gerçekten çok kötü bir oyuncu ama gerçekten, Burak Deniz müthiş yakışmış role, senaryo çok kötü yazılmış. İlk bölüm çok güzel heyecanlı başladı, kara mizaha olan yatkınlığından yer yer de aşırı komik ama devamı gelmiyor. Gazeteci Ozan öldükten sonra başka bir bedende yarım kalan işini bitirmek için yeniden hayata gelir. Bedenine girdiği kişi de katili olunca işler iyice karışır. 

Pera Palace'ta Gece Yarısı - Netflix

Konu yine çok güzel ama senaryolar neden kötü anlam vermek mümkün değil. Mekan çok güzel, zamanda yolculuk harika, dönem olması güzel ama senaryo yine kötü. Sevgili Tansu Biçerimiz canımızın ilk bölümde yaralı parmağı birkaç bölüm sapasağlamdı mesela bu tutarsızlık beni rahatsız etti. Dark'ı da anımsatan ama kurgu konusunda sıkıntı çeken bir dizimiz. Yine de keyifle izledim mi izledim çünkü Selahattin Paşalı hayranlığım çünkü zamanda yolculuk fanlığım. İkinci sezonu gelsin koşup yine bitiririm bir günde hiç sıkıntı değil ama senaryo ve kurgu çalışılsın artık. Fikirler heba oluyor, üzülüyorum.

Aynen Aynen - Blu Tv

İlk sezonunu youtubedan izlediğim geçen yine aklıma gelen mini dizi. Bir iki sezon daha iş yaparken arkada çaldı ama bitiremedim, belki bir şey bulamadığım zamanda yine bu şekilde izlerim, sıkıcı bir yerden sonra. Nil kızımızın bu sefer olacak diye yola çıktığı erkek arkadaşı Emir (ki bir diğer fanlığımın öne çıktığı Uraz Kaygılaroğlu oynuyor) gidiyor ve Kerem Bursin ev arkadaşı olarak geliyor üçüncü sezonda. 

Leyla İle Mecnun - Exxen

Dijitale geçti biliyorsunuz, olur mu olmaz mı derken izledik. Hem eski tadı hem de güncel olayları yakaladığından niye yaptınız demedik hiç. Lakin çok dram! Özellikle ikinci sezonda gülmekten çok hüzünleniyorum, daha çok gülmek istiyorum. Yine güzel ama biraz daha drama dönmüş gibi geldi bana, absürdlük fantazya azaldı, oraya acil takviye diyelim. 

Bizden Olur Mu? - Blu Tv

Ya neden izledim hiç bilmiyorum, kısa ve arkada oynasın diye herhalde. Bir iki kere güldürmüşlüğü var ama son bölümlere atlaya atlaya baktım :), bir yerden sonra iyice tekrar oluyor. Bölümler de 17 dk falan bu arada :). Dizide en sevdiğim şey Deniz Işın'ın kulak piercingleri oldu çünkü ilgi alanım. Söylemesi ayıp bende de 16 tane var, hepsi made with love :). Bakmalara doyamadım. Normalde de Deniz Işın'a gülüyorum bu arada hikayelerine falan instagramda, kendisi de bir ikizler kadını ki bayılırım :). 

Devamını Oku »

4 Haziran 2021 Cuma

Zamanda Yolculuk Mu? Alırım bir dal! Dark


Niye böyle oldu bilmiyorum, izlediğim zaman değil de aylar sonra ancak dönüp de yazıları editlemeye çalışıyorum. Dark'ı çok sevdim, hatta üstüne bir sürü kitap sipariş edip okumak isteyecek her gün övecek hatta müzeye tekrar gidip Ariadne'nin mozaiğini tekrar görecek kadar sevdim. Lakin ilk notlarımı bırakıp gitmişim kaç ay olmuş bakmamışım. Böyle yazılar çoğalıyor ama salacağım çoğunu, kendi hayrım için :). Hatta bir kısmını saldım bile.

Biraz geç kalmış olabilirim ama finalini beklediğim için uzun süre izlemediğim lakin aşırı merak ettiğim bir diziydi Dark! Sezonlar arası zaman farkından ötürü anlamakta daha çok zorlanan izleyici yorumları okuyunca seriyi izlemek için bitmesini bekledim. İyi de yaptım çünkü sırf bu yüzden bir sürü yarım dizim var ve bitmiş dizileri izlemeyi daha çok seviyorum. Fondip gibi tek vuruşta :D. 



Nerede zamanda yolculuk, paralel evren orada ben biliyorsunuz. Bu diziyi de merakla bekliyordum. Hafiften beyin yakan ama abartıldığı kadar da anlaması zor olan bir dizi değil. Bir arkadaşımın baya gözü korkmuş mesela ama bence önyargılı olmadan bu güzel seriye bir şans verin. Böyle diziler çok gelmiyor.

Jonas, babasının intiharından sonra rehabilitasyon merkezinde kaldıktan sonra evine döner ve lisedeki aşkını en yakın arkadaşına kaptırdığını fark eder. Tabi biz nereden bilelim Jonas ve Martha gibi lise aşıklarının Ariadne'nin düğümü, labirent ve her şeyin birbirine neden sonuç ilişkisi ile bağlı olan bir çemberin parçası olduklarını ve bu çemberi rolleri gereği her seferinde takip etmelerini. Filmde sık sık sözü geçen ve bize hatırlatılan bazı sözler serinin mantığı hakkında aslında güzel ipuçları veriyor ve bunlardan biri nitekim Arthur Schopenhauer'un "İstediğimizi yapabiliriz ama istediklerimizi seçmekte özgür değiliz" sözü gibi. Birçok kez dizide karşımıza çıkan bu söz bize aslında daha ilk andan itibaren ne ile karşılaşacağımızın ipucunu veriyor. 

Dizi büyük resme bakmayı söylüyor aslında bize. Karakterlerin istediklerini gerçekleştirmek için yaptığı fedakarlıkların hepsi daha büyük bir dünyanın sadece küçük bir parçası. Hepimiz de bir nevi bu döngünün içindeyiz. Hani çok sorulan bir soru vardır ya dünyaya bir daha gelsen aynı şeyleri mi seçerdin diye, işte Dark da bu soruya bir nevi kendi tarzında cevap veriyor. 


Büyük resme de küçük resme de baktığımda seride en çok dikkat çeken şey bir anne veya babanın evladına sevgisi oldu. Dizideki karakterlerin evladı için yapabileceklerinin sınırı olmadığını tüm seri boyunca görüyoruz. Herkes fedakarlık yapıyor ama bu neden sonuç ilişkisinde bu dünya babanın evlat özlemi ile başlayıp bir annenin evladının yaşamı için mücadele vermesi ile son buluyor. Kısırdöngünün kaynağına baktığımızda da, küçük büyük tüm hikayelerde de ebeveynlerin çocukları için neleri göze aldığını ve neler yapabildiğini izliyoruz. Dark bir çocuğa verilecek güzel bir hediye olurdu yaratıcıları için, belki de öyledir kim bilir :). Yaratıcılarının evli olduğunu düşününce belki de çıkış noktası odur :). 

Jonas ve Tannhaus'un bir sahnesinde Tannhaus şu sözleri sarf eder; 'Sadece geçmiş geleceği etkilemez gelecek de geçmişi etkiler, yumurta mı tavuktan çıkmıştır yoksa tavuk mu yumurtadan, hangisinin önce geldiğini söyleyemiyoruz. Her şey birbiriyle ilişkilidir' Birbirine neden sonuç ile bağlı hayatların ve tercihlerden oluşan çemberin kısırdöngüsüne atıfta bulunuyor aslında. Filmdeki Winden kasabasını ve yaşayanlarını da böyle düşünebiliriz. Hepsi bu kısırdöngüde kendi rollerini oynuyor ve kaçınılmaz sona kendilerini hazırlıyorlar. Başı ve sonu olmayan bu çemberden çıkmak hatta yok etmek mümkün mü Jonas bu soruların cevaplarını sezonlar boyunca arıyor. Tam buldum derken de yine düzene hizmet ettiğini fark etmesi geç olmuyor. Biz de seyirci olarak Jonas'tan farklı değiliz, ne olacak ne zaman son bulacak bir yolu var mı diye oradan oraya savrulurken dizi bizi şaşırtmayı ve nihayetinde büyük resme bakmayı söylediğinde heyecanlı ve birçok soru işareti ile finale gelmiş oluyoruz zaten :D. 


Bir de yine mitoloji yine Homeros, Dante iyi ki var dedik. Öyle gaza geldim ki bir dolu kitap sipariş ettim, mitolojiyi zaten sevdiğimden izleyince aşkım tekrar kabardı ve biraz klasikler dedik :). Dizide detaylar o kadar güzel işlenmiş ve hepsinin altını da öyle güzel dolduruyor ki hayran kalmamak elde değil. Zaten iyi bir şey izlediğimi sepetimi kitaplarla doldurmak istediğimde anlıyorum. Dark da bunlardan biri oldu. 


Müziklere ayrı bir başlık açayım çünkü olağanüstü. Bir seriye ve atmosferine mükemmel uyum sağlayan müzik seçmişler. Hala Dark'ı özlediğimde müziklerini dinliyorum. Biraz daha özlersem yeniden başlayabilirim. Çok ama çok güzel. Atmosferi falan müthiş. Bu arada benim de Jonas ile aynı yağmurluğum var ama askıda duruyor. Ne mağaram var ne geçitim, kırgınım :).

Bana izlerken aşağıda listelediğim film ve kitapları anımsattı dizi. Zamanda yolculuk olunca hepsi bir yerde benziyor zaten. Konusu ortak. Bu dizide coğrafyanın etkisi ve oyunculuklar çok güzel. Kurgu ve hikaye de oldukça başarılı. Ben elimde aile soyağacı ile izledim diziyi iyi anlamak için ama bunu sürprizi kaçmadan yaptım Mikkel olayını çözünce spoiler olmaz diye aile soyağacına baktım ki benim için dizi ondan sonra daha kolay anlaşılır oldu :). Eğer hala izlemediyseniz Dark'a bir şans verin, sevgiyle kalın!

Looper
Predestination
Zaman Makinesi 
Kara Kule
Yüzyıllık Yalnızlık

Devamını Oku »

6 Şubat 2021 Cumartesi

Crashing - Phoebe Waller Bridge (2016)

Öneri Makinesi

Phoebe Waller Bridge'e bayılıyorum. Çok gülüyorum. Bu mini diziye de bayıldım. Her ne kadar eksikleri olsa da bence şu anki bana göre en iyisi Fleabag için müthiş bir ön hazırlık olmuş. 

Filmin konusu, eski bir hastanede yaşayan bir grup orta yaş iş güç sahibi bir arada yaşayan insanların rutin yaşamlarının hayatlarına giren yeni insanlarla değişimi dönüşümü. Hepsinin kendi odası ve hikayesi var bu hastanede. Biraz İngiltere'nin farklı kesimlerinin toplamı gibi. Farklı kültürden insanlar var ve hepsi de "property guardians" olarak bu toplu yaşam alanlarında kalıyor. Property guardians 'ı benim gibi ilk kez duyduysanız açıklayayım kısaca vikipedi kopyası olarak :D, "Mülkiyet vesayetlerine, genellikle arzu edilen yerlerde ve publar, ofisler, polis karakolları ve hatta tarihsel olarak önemli ve alışılmadık mülkler gibi esnek yaşamak karşılığında ucuz konaklama imkanı verilen bir düzenlemedir."

Bu dizideki mekan hastane! Birbirleri ile iletişimde olan birkaç karakter öne çıkıyor ve dizi onlar ve hayatlarına aldıkları insanlar etrafında ilerliyor. 4 kişilik grubumuz yeni gelen iki üyesiyle ilk bölümde tamamlanıyor ve hikaye başlıyor. Filmdeki esas olayımız da Lulu'nun, uzun süredir beraber Kate ile Anthony'nin hayatına girmesi ile sarsılan ilişkileri. Lulu ile Anthony birbirine aşık ama o kadar yakın arkadaş ki asla birbirlerine açılamamış iki eski arkadaş (bir önceki yazımda bahsettiğim hadise).

4 kişilik grubun alfası ve hastanenin en kurallarına sadık kişisi Kate, aşçı sevgilisi Anthony ile yaşıyor. Anthony'nin en yakın arkadaşı Lulu bir anda ortaya çıkıp hastanede yaşamaya başlamasıyla Anthony'nin ilgisi Lulu'ya kayıyor. Kate ile Anthony'nin sevgili olmasına rağmen Lulu gelince ilişkide dışarı kalan Kate'in hali maalesef çok komik :D. Kate'in dönüşümü de izlemeye değer, özellikle hastanenin ve grubun bir diğer şahsına münhasır karakteri ressam Melody ile olan sahnesi çok güzeldi.

Öneri Makinesi

Madem Melody'den konu açıldı bence o da hem komik hem de kendi hikayesi olan çok tatlı bir karakter. Kate'e yardım etmesi dışında Lulu ile aynı gün tanıştığı ve ilham kaynağı Colin ile olan diyalogları onun hakkındaki düşünceleri olsun, harika ve tabi ki yine çok komik! Colin orta yaşlarında eşi ve eşinin yeni sevgilisi ile yaşamak zorunda kalan boşanmak üzere olan bir adam. Onun acısını betimleme şekli her seferinde Melody'yi daha da komik bir karakter yapıyor.

Grubun kalan diğer iki üyesinden bahsedeceğim. Çekingen ve kendi halinde olan Fred grubun en hareketli ve neredeyse tacize varan şekilde sözlü ve fiziksel şakalarda bulunan Sam'e bir yakınlık hisseder ve Sam'in kendini keşfetmesine ve bu davranışların altında yatan sebebi bulmasına yardımcı olur. Ve gelelim bence dizinin bence starı hem oyuncu hem karakter olarak Sam'e. Her girdiği sahnede güldüm sanırım ve bu ne güzel bir rol kesmektir dedim. 

Lulu'nun gelmesiyle hikaye başlar ki bence harika bir sahne ile Lulu gelir ama karakter diğerlerinin yanında zayıf kaldı. Nereden geldi, nereye gidiyor, Anthony dışında hayatı nasıldır ya da karakter ile alakalı biraz fikrimiz olsa da karakter daha çok grubu tetiklediği çatışmalar dışında bir derinliği maalesef yok. Belki bir sezon daha sürse farklı olabilirdi ama diğer karakterler hakkında az çok fikir sahibi olup Lulu hakkında bu kadar az şey bilmemiz haksızlık gibi. Yine de Lulu karakterinin aşırılığı çok komikti. 

Yan karakterler çok başarılı. Kendi içlerinde hikayelerini izleyebilmemiz çok güzel ve komik! Arada tutarsızlık olsa da ben genel anlamda karakterleri sevdim ve güldüm. Mini bir dizi, kısa sürede bitiyor ve tadı damağınızda kalıyor. Kısacası ben çok sevdim ve keşke devam etse dedim. Fleabag sevenler bu diziye baksın derim. Keyifli seyirler!

Devamını Oku »

31 Ocak 2021 Pazar

Biz Böyleyiz - Caner Özyurtlu (2020)

Öneri Makinesi

Filmde, eski bir arkadaş grubu sevdikleri büyükleri Neziş'in rahatsızlanması dolayısıyla yeniden bir araya gelir ve bu bir araya geliş eski defterlerin açıldığı bir toplantıya dönüşür. Sıcak tonlarda renkleri ile tatlı, yer yer de güldüren bir film olmuş lakin beğendin mi diye sorarsanız cevabım aşağıda incelememde. 

Öncelikle Caner Özyurtlu'nun kendisini dinlemeyi çok seviyorum. Birçok konuda da düşüncelerimde yalnız olmadığımı hissettirdiğinden kendisinin youtube kanalını zevkle takip ediyorum. Kendisi bir loş sohbetinde filme 6 verdiğini söyledi ki az verdiğini söyleyemeyeceğim :). Ben kendisini çok sevdiğimden ve iyi bir sinefil olduğunu bildiğimden ondan daha da güzel işler izlemek isterim. Gelelim filmin yorumuna. 

Filmdeki ana hikaye, çocukluktan beri iki en yakın arkadaşın "yakın arkadaşına aşık olma" mottosu ile bir türlü birbirine açılamamasını konu alıyor. Her ne kadar yeni kişilerle ilişkileri olsa da bir türlü farklı ilişkilerinde süreklilik sağlayamıyor, yaşanmamışlığın olasılığı akıllarını çeliyor ve sonu olmayan bir loopa bağlanıyor ilişkileri. Hani derler ya ne senle ne de sensiz! 

Bir de yan rollerde izlediğimiz ablalar, kardeşler ve arkadaşlar var. Filmdeki komedi düzeyini arttırmak için kullanılan en belirgin çatışmalardan biri; eski iki arkadaşın ayrılan farklı yolları ve geleneksel ile modern ilişkilerin çatışması. Yine komedi kısmına destekte bulunan ve bence en güzeli umursamaz yeni kuşağın eski kuşak ile iletişimi ve ölüm şakaları. İkincisi işe yararken ilki yapay kalıyor.

Çok fazla karakteri olan filmlerde son zamanlarda en dikkatimi çeken şey yan karakterler hikayeyi ne kadar destekliyor, amaçları ne, neye hizmet ediyorlar, kısacası neden varlar. Bunu film için netleştirmediklerinde, yani yan hikayeler ana hikayeyi desteklemeyip filme katkı sunamadıklarında işler sarpa sarıyor, Azizler'de olduğu gibi. Bu filmdeki bazı yan karakterlerde de aynı sıkıntı var; lakin Azizler'den bu konuda daha iyi diyebiliriz. Tabi bu karakterler, alışagelen tipleri oynamaktan kendilerini alamıyorlar. Mesela, Özge Özpirinççi'in oynadığı karakterin tek görevi modern ilişkinin temsili olarak eski arkadaşını kışkırtıp çatışma yaraması ki onda da çoğu zaman diyaloglarda bir yapaylık mevcut. Arkadaşını sürekli eleştirmek dışında fikrini savunduğu kısımlar daha çok ezberden okunan sözcüklere dönüşüyor. Böyle tatlı bir arkadaş hikayesinde mesela ben güldüğünü bile hiç hatırlamıyorum. Neziş ile olan sahneleri saymazsak karakteri savunduğu hayat içinde mutlu değil ama umursamaz görüyorum. Bu da yapay kalıyor altını dolduramadığında. Bir diğer yan karakter, Gökçe'nin ablası biraz daha aktif rol alıyor, inişi çıkışı var ama bir yere de pek bağlanmıyor gibi. 

Berrak Tüzünataç'ın oyunculuğunu pek beğenmiyorum kişisel olarak ama bu role çok uyduğunu düşündüm :). Genel olarak da oyunculuklar vasat diyebilirim ama hikaye içinde zaten ne kadar alanları vardı ki. Kendilerinden beklenenleri yapmışlar. 

Gelelim ana hikayenin Crashing dizisi ile aynı olmasına :). Netflix bile Biz Böyleyiz'den sonra Crashing öneriyor ki benzemekten öte baya bir aynılık mevcut ama bu benim için sıkıntı mı değil. Birçok hikaye bugüne kadar tekrar edildi, çekildi. Mesela Bluberry Nights filmindeki yan hikayelerden biri "Paris, Texas"'taki hikayeye çok benziyor. Lakin biri aldığı ile hem görsel olarak hem de oyunculuklarla yeni bir şey yaratmış ve ben izlemekten keyif alıyorum. Önemli olan hikayenin ya da fikrin aynı olması değil. Bugüne kadar binlerce hikaye sandığımızdan daha fazla yeniden çekildi, alınıp yeni bir şeye dönüştürüldü. Bazıları o kadar başarılı oldu ki yere göğe koyamadık, ödüllere boğduk. Sorun hiçbir zaman fikrin aynılığı olmadı, sorun bunu almakla kalıp kalmadığı! Fikre bir şey katamadığında sıkıntı oldu. Filmdeki sıkıntı ve yapaylık da bu bence. Fikri dönüştüremedi, yarım kaldı. Bize "orijinali" var, daha güzel diye düşündürttü ki orijinal diye bir şey kaldı mı tartışalım, benim hala üzerine düşündüğüm bir konudur. Sonuç olarak filmin başarısını kesen en önemli mesele bu bence. Bir de Loş Sohbet'i ne zaman izlesem çok finali var diye eleştiri geliyor ama sonu bence tamam, filmdeki asıl sıkıntı o değil.

Sonuç olarak, filmi izlediğime pişman değilim ama ille izleyin demem :). Boş zamanda izlenebilecek tatlı bir film, o kadar. Size kalmış :)!

Devamını Oku »

24 Ocak 2021 Pazar

Azizler - Yağmur Taylan, Durul Taylan (2021)

Öneri Makinesi


Taylan Kardeşlerin son filmi Azizler şu an en çok izlenen ve konuşulan filmlerden biri! Konuşuluyor konuşulmasına ama bu yorumların çoğu övgü mü, sanmıyorum. En azından ben övmeyeceğim. Bir Başkadır'ın yazarı ve yönetmeni Berkun Oya bu filmin de yazarı. Kutsal Motor'dan Utku Ögetürk'ün Neler İzledik videosundan öğrendiğime göre aslında Azizler de yazarın dizi olarak düşündüğü bir projeymiş ki bu bilgi filmdeki bu dağınıklığın ve amaçsızlığın nedeninin büyük bir kısmını açıklıyor gibi. 

Absürt ve kara komedi benim en sevdiğim komedi alt türleridir. Benim için de her zaman artıdır. Lakin film güzel bir giriş yapmasına rağmen öyle dağılıyor ki nerede toparlayacak diye beklerken film bitiyor. Film bir iki yerde güldürüyor ama daha çok amaçsızlık ve neden öyle ki soruları ağır basıyor ve sadece oradan oraya atlayan bir hikaye istiyoruz. 

Öneri Makinesi

Oyuncular iyi ve Bir Başkadır'dan da aşina olduğumuz herkesi en çok güldüren ve beğenisini kazanan Caner karakterini canlandıran çocuk oyuncu da başarılı lakin hikaye iyi anlatılamıyorsa oyunculuklar da parlamıyor. En azından bu filmde iyi olan birkaç detay da sönüyor. 

Yazana kadar bu kadar sevmediğimi fark etmemiştim açıkçası :). Filmde iki sahneye çok güldüm (spoiler olmasın diye söylemeyeceğim), Erbil abinin evini beğendim, ölüm şakalarını sevdim, Engin Günaydın'ı yine sevdim, film Vavien'i hala izlemediğimi hatırlattı ki bu iyi bir şey olsa gerek çünkü film çok seviliyor. 

Sevmediklerimi tek tek saymayayım uzun sürer :) ama genel olarak kötü ile vasat arası bir film olduğunu düşünüyorum. Sevgiler saygılar! 
Devamını Oku »

15 Ocak 2021 Cuma

Street Food: Latin America

Öneri Makinesi

Netflix ağına er geç ben de düştüm! Uluslararası yemek programları izlemek istemem sonucu kendimi üye olurken buldum. Umduğumu bir nevi buldum da. Street Food serisi beni aşırı mutlu eden bir belgesel oldu. 6 ülke ve 6 şehirde adından da anlaşıldığı üzere sokak yemeklerine odaklanan programda bir ana hikaye etrafında ülkenin birçok sokak lezzetlerine ağzımızın suyu aka aka bizi götürüyor. 

Ben yemek delisi, yemek için yaşayan biri olarak izlerken resmen ağladım. Şu an hepsine gidip tüm lezzetleri tatmak için yanıp tutuşuyorum. Zor bir dönemdeyiz ama hayallerimi henüz alamadılar :) o yüzden oralara gitmek, gezmek ve yemek istiyorum. 

Yemekler üzerinden kültürlere dokunması ve anlatması beni en çok etkileyen şeylerden biri oldu. Odaklandığı hikayeler de özenle seçilmiş, çok belli! O kadar güçlü kadınlar var ki bir kez daha umut doldum. O kadınların mücadeleleri ve azimleri beni yine çok etkiledi, yani ağlattı :). Bir kez daha gördük ki hiçbir şey mücadele etmeden, çalışmadan kazanılmıyor. Bir de kadınsan dünyanın neresinde olursan ol maalesef ki maalesef ayrımcılığa maruz kalıyorsun! Acı ama olan bu! Bunun değişmesini sadece kadınlar için değil tüm ayrımcılığa ve ötekileştirilmeye maruz bırakılan topluluklar ve insanlar için diliyorum. 

Yemeklere gelirsek, balık ve et başrolde. Karbonhidrat olarak el açması mısırdan ya da kuru libiye (siz börülce diyorsunuz biliyorum) unundan yapılan hamurlar ve patates var. Sade un da vardır belki ama bunlar ilgimi çekti. İçecekler var çeşitli, hiç duymadığım. Tarçın sorbe var. Kurutulmuş etler, hindistan cevizi sütünde pişirilmiş balıklar var. Çeşitli baharatlardan yapılmış çorbalar, ballı donutlar da var. Bir de ilgimi çekti, bir ülkede hangisi hatırlamıyorum, konuşmacı şöyle söyledi; burada hiçbir fast food zinciri yaşayamadı. İnsanlar yine yerel lezzetleri ve içecekleri tercih etti. Kolombiya olması yüksek muhtemel. Ben de Kolombiya'ya ya da Bolivya'ya gitsem Burger King değil oranın yerel lezzetlerini tatmak isterim. Yemek bir kültürdür! Bunun korunması ve sahip çıkılması çok değerli.

İster istemez ben de Türkiye'de İstanbul'a gelseler sokak lezzetleri ne seçerler diye düşünmeden edemedim. Aklıma lokma, simit, köfte ekmek, sucuk ekmek, balık ekmek gibi şeyler geldi. Sizce neler olurdu? Hadi daha da ileriye gidelim, hangi mekanlar, noktalar olurdu?

Zamanınız varsa siz de yemekler vesilesi ile güçlü kadınların hikayelerine ortak olun, ilham dolun, umut dolun! Ben bu seriye bayıldım. Sırada gözümün bebeği canımın içi Asya var. Aslında planım ilk onu izlemekti ama Netflix'te seçerken acemilik yaşadım, ahaha! Önemi yok sırada güzeller güzeli, hayalimin odağı Asya var. Siz bu aralar ne izliyorsunuz?


Devamını Oku »

24 Eylül 2018 Pazartesi

Maniac (2018)

Geçen seneki başarılı mini dizilerden sonra bu sene dizi dünyasında izlediğimiz film yıldızlarının sayısı da rekabet de artmaya başladı. Bu durumdan asla şikayetçi değil mutluyuz çünkü rekabet sayıyı arttırdığı gibi kaliteyi de yükseltti. Peki Maniac bu standardın altında mı kaldı yoksa Emma Stone ve Jonah Hill'i dizi dünyasında da ödül adaylıkları getirecek kadar iddialı mı?

Maniac (2018)

Ödül adayları olur mu bilmem, umursamam da ama benim uzun zamandır izlediğim en güzel bilim kurgu işlerinden biri olduğu kesin. Sonu her ne kadar ortalama olsa da çok tatlı bir hikayeyi 10 bölümde başarılı performanslarıyla Emma Stone ve Jonah Hill eşliğinde izledik.

Maniac (2018)

Netflix orijinal serisinden olan bu dizide, deneklerin kalıcı olarak problemlerinin çözüleceği vaat edilen bir deneyde, bilgisayarın duygu yoğunlundan etkilenen Denek 1( Owen) ve Denek 9 (Annie)  beklenmedik bir şekilde sorunlarıyla yüzleşirken yalnız olmayacaklardır. Bu istenmeyen durum deneyin başındakileri sıkıntıya sokarken bizleri Annie ve Owen ile birlikte zihinlerinde farklı dönemlerden farklı maceralara sürükler. Hikaye içinde hikayeler olan bu dizi on bölüm boyunca tempoyu düşürmüyor.

Maniac (2018)

Dramı dozunda komedisi yerinde bilim kurgusu etkili bu diziyi ben her sevdiğim dizi gibi bir solukta izledim. Filmin gezdiği dönemleri gerek kostüm gerek dekor gerekse makyaj olarak çok iyi yansıttığını düşünüyorum. Bunun yanında güzel bir soundtracki dizinin önüne geçmeden destekleyici bir şekilde dinledik.

Maniac (2018)

Jonah Hill gerçekten bu diziyle dikkat çekiyor, Emma Stone'u zaten seviyoruz bu dizide de kalitesinden taviz vermiyor. Onlara başarılı performanslarıyla Justin Theroux, Sonoya Mizunu, Sally Field, Jemima Kirke gibi dizi ve film dünyasının önemli isimleri de eşlik ediyor. Özellikle Justin Threoux bence Dr. James K. Mantleray rolüyle öne çıkan yardımcı oyunculardan biri.

Maniac (2018)

Şunu söylemeliyim ki bu deneyi yürüten bilim adamlarının deneklerinin kendilerinin izni dışında istemeden birbirlerini bulması bana Eternal Sunshine Of The Spotless Mind'ı hatırlattı. O filmi de çok seviyorum çünkü bu aklımızın içinde çıkılan gezinti fikri her zaman hoşuma giden bir şey o yüzden o filmi sevenler eminim bu diziyi de sevecektir. Zihnin derinlikleri, içimizdeki şeytanlar, duygularımızın zihnimizdeki somut yansımalarını görmek ve düşünmek bu diziyi etkileyici kılan özelliklerden biri.

Maniac (2018)

Sonuç olarak dizinin bilim kurgu tarafının, anlatımı oldukça eğlenceli kıldığını ve gerçek dünyada baş etmeye çalıştığımız birçok aile, arkadaşlık veya herhangi biriyle girdiğimiz iletişimi, ilişkiyi yine bilim kurgu yardımıyla güzel anlattığını düşündüğüm her bölümü ortalama 30-35 dakika süren bu diziyi  severlerine öneririm :). Diziden aldığım mesajlarından biriyle kapanışı yapmak isterim. Acı, sorunlar kaçınılmaz belki ama bunları her zaman tek başımıza taşımak zorunda değiliz.
Devamını Oku »

17 Temmuz 2018 Salı

The End Of The F***ing World


İngiliz yapımı adı güzel soundtracki ondan da güzel, adının yazıldığı fon şeklinin ekrana baskısı bile güzel dizi gibi dizi mini gibi mini çizgi romandan uyarlanan mükemmel bir ergen, kara komedi, yol hikayeli bir mini dizi.


Aslında bu yazdığım giriş yazısı baya açıklayıcı olsa da bu güzelim mini diziye, yine de çokça üzerine konuşmak istediğimden daha ayrıntılı bahsetmek isterim, elimden geldiğince izlemeyenler için tadını kaçırmadan.

Charles Forsman'ın çizgi romanından uyarlanan bu dizi, psikopat olduğunu düşünen James ile insanları sinir etmek konusunda doğal bir yeteneğe sahip boğazına düşkün Alyssa ile Alyysa'nın babasını aramak için yola çıktıkları bir yol hikayesi. Toplamda aşağı yukarı iki buçuk saatlik sürede derdini o kadar güzel anlatan bir dizi ki benim gibi filmmiş gibi art arda diziyi sömürüp bitirebilirsiniz ya da tadımlık izlenebilir ki tavsiye etmem. Bir çırpıda bitirin beya.


Unutmayalım ki bu dizi sadece komedi ve dramıyla ilerleyen bir ergen dizisi değil. Suç ve kara komedinin içinde olduğu bir dizi ki bu diziyi daha da ilginç kılan; her şey güzel giderken bir anda ne olduğunu bize hatırlatıp yüzümüze tokat çarpan da bu dizi (bayılırım).

Bu diziyi güzel yapan en önemli etkenler tabi ki karakterleri çok iyi yansıtan başrol oyuncuları Jessica Barden ve Alex Lawther. Ergenlik çağındaki bu iki aykırı gencin çıktıkları yolda geçirdikleri değişimi o kadar güzel oynuyorlar ki bu diziyi daha üst seviyelere çıkarıyor. Tabi değişime uğramamış katıksız ergenlikleri de kabulüm çünkü "aşırı eğlenceli" tipler. Sonuç olarak müthiş iş çocuklar. Bir de dizide bir dedektifimiz Eunice (Gemma Whelan) var ki kendisine ayrı parantez açıyorum bu iki karakter dışında öne çıkan bir oyuncu. Kadronun geri kalanını harcamayayım hepsi güzel iş çıkarıyor ama laf aramızda bu üçünü çok sevdim :).


Bir diğer güzellik dizinin soundtracki. Müziklerini Graham Coxon yapmış ki çok güzel yapmış ama onun dışında seçilen şarkılar o kadar güzel ki tekrar tekrar açıp o sahneleri hatırlayıp hüzünlenmelik. Malum yol hikayesi ve güzel müzik yolların olmazsa olmazıdır. The End Of The F***ing World ekibi de bu işin altından güzel kalkmış.

Filmde benim özellikle sevdiğim kısım dizinin 1998 2008 2018'de de geçse zamanın etkilemeyeceği bir görüntü ve içeriğe sahip olması. Filmdeki bu zamansızlık bana sürekli film eski zamanlarda geçiyormuş hissini verdi (error) ki bayıldım bayıldım. Seçilen şarkılar, kıyafetler ve arabalarla o ruh beslenince tadından yenmez olmuş. İlk bölümlerde Alyssa'nın telefonu yere fırlatıp parçalaması da dizinin bu konudaki tavrını ortaya koyuyor gibi.


Charles Forsman'ın çizgi romanından uyarlanan bu mini diziye ben bayıldım. Birçok insan da bayılmış olacak ki dizinin yaratıcılarını ikinci sezonla darlamışlar ve Netflix ile görüşüyorlarmış. Çizgi roman bittiğinden yeniden yazma ve o ruhu koruma bakımından ikinci sezonu nasıl yapacaklarını düşünseler de kitabın aksine (herhalde içten içe ya tutarsa diye düşünüp) biraz da olsa ucunu açık bırakmışlar ki bence müthiş bir sondu. Yani sonuç olarak ikinci sezon gelebilir bence gelmemeli lakin gelirse ilk izleyenlerden olurum şüphe yok (error 2). Sevdim diziyi çok sevdim, düşündükçe içim daralıyor veya mutlu oluyorum gülüyorum. Bence zirvede bırakmalı ve yapacakları ikinci sezonun berbat olma ihtimaline karşı bizi bu güzel sonla kutsamalılar, amen.

Devamını Oku »

8 Nisan 2018 Pazar

Garip Şeyler

2018'in ilk dizisini iki günde bitirdiğime ve son zamanların en çok konuşulan dizilerinden biri olduğuna göre bir iki kelam ben de edeyim ama değil mi :). Evet, Stranger Things'den bahsediyorum :).


İlk sezonu sekiz, ikincisi ise dokuz bölüm süren son zamanların en çok konuşulan dizilerinden Netflix orijinal serisinden Stranger Things'i öncelikle beğendiğimi söylemeliyim. Karakterlerin hepsini sevdiğim nadir dizilerden biri olmayı da başardı. Hepsinin arasından hala favorimi seçmiş değilim, yakın olduklarım olsa da. Sonuçta her karakterin kendine özgü bir hoşluğu var. Her karakterin özellikle ikinci sezonda ayrı ayrı hikayelerini izleyip evlerine konuk olmamız grup olarak da sevdiğim bu çocuklarımızın bireysel olarak da gayet izlenildiğini ve sevildiğini görmek dizinin kalitesini arttırdı. Üçüncü sezonda daha da detaya inilirse güzel olacaktır.


Bizi 80'lere götüren bu dizi, bilim kurgu ve gerilim türünde güzel bir seyirlik sunuyor. Konusu ise 4 kişilik "nerd" ya da "geek" diye tabir edebileceğimiz orta okul öğrenci topluluğunun dünyamızın kötü  bir yansıması paralel evrendeki kötülerle mücadelesi. Gruptan Winona Ryder'ın küçük oğlu kaybolunca üç arkadaş, şerif önderliğinde Winona ve yetişkin tayfa, abi ve abla kategorisinden diğer bir grup ile bu diğer dünyaya açılan kapı kapatılmaya ve kayıp kardeş, oğul ve arkadaş Will kurtarılmaya çalışılır. Bu tanımlanamayan güç ile savaşılırken bir anahtar çocuk ve onun peşindeki bir sürü bilim adamı da bu işe dahil olunca dizimiz kadrosunu tamamlar.

Konusu çok ilginç değil belki ama oyuncuların ve aralarındaki uyum ve tabi ki mizah bu diziyi diğerlerinden ayırıyor ve bölümleri art arda izlemeye başlıyorsunuz. Bir de buna 80'ler modasını eklersek ki benim favorilerim Lucas, Nancy, Barb ve Will'in abisi Jonathan (Charlie Heaton'ın dizi dışı günlük stiline özellikle bakmanız önerilir, daha da güzeldir) olur başka bir yönden de izleyiciyi memnun ediyor ve seksenler ruhunu buram buram özellikle Steve, Bill ve Will  karakterleriyle hissediyoruz :). Diziyi neredeyse bir saat boyunca temposunu düşürmeden izlememizi kolaylaştıran playlistini de unutmamak lazım.



Baş rolünde 5 yeni kadroyla 6 çocuğumuzun dedektifçilik oynadığı bu bilim kurgu fantastik diziyi özellikle türü sevenlerin kaçırmadığına eminim. İnsanın aklına "Buffy the Wampire Slayer" ya da benzerleri gelmiyor değil. Okulda geçen açıklanamayan gizli bir dünya konusunu işleyen bu dizi bir nevi uzun zamandır özlenilen bir açığı da kapatıyor aslında ve 80'ler 90'lardan gelen bilim kurgu sever kitlesini de ayrı bir etkiliyor sanırım. Sonuç olarak her sezon daha da garip olacağı vaadini bize veren bu dizinin biz de merakla 3. sezonunu ve bu artarak devam eden grubumuzun yeni maceralarını izlemeyi sabırsızlıkla bekliyoruz :).
Devamını Oku »