29 Eylül 2016 Perşembe

Gençlik - Paolo Sorrentino (2015)


Merhaba arkadaşlar nasılsınız? Ben fena sayılmam. Buralarda çok anlaşılmasa da, en çok film izliyorum. Ne dizi, ne kitap ne de müzik bu yaz en çok film izledim. Hala izlenecek o kadar çok film var ki hem klasik hem tür hem de sevdiğim yönetmenlerin filmleri derken liste uzadıkça uzuyor bir de bunlara yeni gelen filmler eklenince off mu ohh mu bilemedim. Bomba gibi bir Filmekimi geliyor fırsatı olanlar koşsun koşsun gitsin, twitter’da sürekli paylaşıyorum haberlerini aşina olanlar vardır. Bu sene maalesef ve maalesef gidemeyeceğim ve aşırı derecede üzgünüm. Her sene bir iki film bile olsa giderdim ki bakınız 2015’te istediklerimden, zamanı uyanlardan ve gelen filmlerden denk gelen 3 filme gidebildim (ders ekmem bile gerekmişti :)) ama bu sene gidemeyeceğim, hele ki geçen dönem hiçbir film festivalini kaçırmazken. Neyse hayallerimi ve kırıklarımı bir kenara bırakırsak bu yazıyı yazmadan önce blogumuzda yeni sezona girerken sizlerle yeni kararımı da paylaşayım. Artık daha çok film incelemesi, tanıtımı tek tek yapmaya karar verdim. Büyük çoğunlukla üşengeçlikten blogda çok ama çok az inceleme var. Listelerimiz zaten var, onlar devam edecek ama o listeler koyacağımız filmlerin tek tek tıkları olsa güzel olmaz mı? Bence mis gibi olur şöyle merak edenlere detaylı, spoilerlı/sız incelemeler paylaşsam. Yani listelere devam ama liste dışı/içi fark etmez incelemelere yoğunlaşma olacak. Yazdan başlayarak birçok yeni bölüm oldu blogda ve devamı gelecek başka alanlarla da. Şimdilik bu kadar. Eski konseptlere de devam ediyorum, merakta kalmayın sadece yeni fikirler, yeni eklemeler daha çok kişiye hitap etmeyi düşünüyorum. Umarım hoşunuza gider. Yeni sezona başlayan tv kanalları gibi oldum :). Jeneriğim eksik ama ondan da eksik kalmıyorum ve müziksiz asla sloganıma devam ederek bu yazıyı okurken dinlemeniz için müthiş bir şarkı koyuyorum buraya. Bu arada sakın korkmayın sevgili okuyucularım, her yazıda böyle çenem düşmeyecek, sadece inceleme olacak eskisi gibi, gerek yok bu kadar laubaliliklere sonuçta ciddi bir kültür sanat blogu burası (?), kendimize gelelim :). Hadi o zaman başlayalım.




Gençlik - Bir Yaşlılık Hikayesi


Her şeyin bir zıddı vardır ve biri varlığını diğerine borçludur. İyi kötü olduğu için kendini gösterir, çalışkan tembelin yanında belli olur ve gençlik yaşlılık olduğu için. Biri diğerini var eder, tamamlar ve aslında zıddını da içinde barındırır. Filmin adı belki de bu yüzden gençlik çünkü gençliğin olmadığı yerde yaşlılığı anlatamazsın. Gençken her şey kolay, hata yapmak, sorumlulukları üstlenmemek, keyfince düşünmeden yaşamak, endişelenmek ve tabi ki yaşlılığı, geleceği, yaptıklarınızın sonucunu düşünmemek tabi bu durum ilerleyen yaşlarda değişiyor.



“ Düşüncesizlik baştan çıkarıcıdır”

Festivallerin en çok sevilen filmlerinden bir olmayı başaran Youth, gençlikte önemi olan şeylerin artık önemli olmadığı ve önemli olmayan dikkat edilmeyen şeylerin önemini, bu tezatlığı gösteren bir film. Fred, acı çeken bir adam. Eski bir müzisyen, orkestra şefi. Kraliçeye konser vermektense hayalinde ineklere şeflik yapmayı tercih ediyor. Arkadaşı yönetmen Mick, genç ekibiyle vasiyetini yani son filmini yazıyor. İkisinin çocuklarının evliliği adamın başka bir kadına aşık olmasıyla bitiyor. Kadın perişan, adam mutlu. Kadın şimdi acı çekiyor. Bu acı önemli. Bir de yeni filmi için hazırlanan genç oyuncumuzun geçmişte yaptığı düşüncesizlikleri var kendine göre.  Dünya çapında birçok filmde oynayıp da sadece yüzünün bile görünmediği robot filmiyle tanınması mesela. O da önemli. Ya bundan yirmi yıl sonra?




“ Her biriniz gözlerimi açtınız. Sayenizde korku saçmalığıyla vaktimi harcamamız gerektiğini anladım.”

“Senin benim arzularımdan bahsetmek istiyorum. Saf, imkansız ve edepsizler fakat bunların önemi yok çünkü bizi insan kılan onlardır.”

Peki, önceden önemli olup da şimdi önemli olmayan neydi? Anlık heveslerdi. Fred ve Mick’in aynı kıza vurulmaları, günübirlik ilişkiler, çocuğunuza ayırmadığınız bir saat, ön yargılar. Peki önceden önemli olmayıp da şimdi önemli olan neydi? Gün içindeki ürin miktarı, küçük kaçamakların sonuçları, çocuk diye anlamaz sandığınız yavrularınızın her şeyi bilmesi daha doğrusu hissetmesi, popülerlik. Artık genç vücutlar asla ulaşılamayacak bir hayal, sigara içmek zararlı, saat artık geç, tuvalete gitmek önemli ama arkadaşının senin beraber olmak için feda edemeyeceğin kızla berber olup olmadığını hatırlayamaması bile önemli değil. Gençken yaptığın şeyler önemli ama önemsenmeyecek kadar da önemsiz çünkü hepsi düşüncesizliklerimizin, gençliğimizin, arzularımızın bir parçası, sonucu. Düşünmeden atılan adımlar ilerde canınızı sıkabilir, pişman olmanıza neden olabilir ama bizi insan yapan da bu değil mi? Her şeye rağmen devam etmek, yaptıklarımızın iyi veya kötü sonuçlarına katlanmak, hepsi önemli. Genç oyuncumuzun, robot olarak tanınmaktan dert yanarken yanına gelen küçük bir hayranı belki de yaptığı her şeyi, o memnun olmadığı robot olmayı bile haklı çıkarabilir, ona kendine farklı bir şekilde bakmasını sağlayabilir. Aslında o kadar rolde oynadığı halde kendisini bir robot olarak görenin yine insanın kendisi olduğunu gösterebilir. Geçmişte yaşadığın tüm düşüncesizlikleri kabullenmek önemli. Filmde bu çatışmaları fiziksel ve zihinsel olarak göstermek de önemli. 

Peki, gençlikte ve yaşlılıkta da değişmeyen ne? İkisinde de önemli olan ve hep aynı kalan ne? Bizi biz yapan, hatalara sebep olduğu kadar dengi olmayan mutluluklara da sebep olan o şey ne? Her olumsuzluğa, acıya, yaşadığın iyi kötü her şeye değen? Cevap basit. Cevap aşk. Sevgiliye olan aşk, çocuğuna duyduğun aşk, müziğe olan aşk, sanata olan aşk, yaptığın işe olan aşk, aşk aşk aşk. Sevmek önemli, sevilmek önemli. Aşk önemli. Hafızan seni olaylar konusunda aldatabilir, yanıltabilir, en ihtiyacın olduğu yerde seni yalnız bırakabilir ama hislerin asla.



“Tüm tükenmişliğe, zorluklara ve acılara rağmen o zamanlar birlikte olduğumuzu bilmiyorlar. Melanie! Her şeye rağmen birbirimizi basit bir şarkı olarak düşünmeyi sevdiğimizi bilmemeliler.”


 Fotoğraflar benim tarafımdan hazırlanmıştır.
Devamını Oku »

27 Eylül 2016 Salı

Mimlendim #hayalmimi

Merhaba arkadaşlar, keyifler nasıl? Bugün yine bir mim ile karşınızdayım. Bu da ikinci mimim olur. Severek takip ettiğim Arrakis blogunun sahibi beni etiketledi sağ olsun, onun mimine buradan bakın çok güzel bir playlisti de var. Çekindiğim bir mimdi, fazla kişisel geldiği için ama ben onu kırmak istemedim her ne kadar kibar şekilde kırılmayacağını söylese de ben bir kere yapacağım dedim ve yapacağım :). Zaten bu mim ve challengeların çok iyi olduğunu düşünüyorum, yeni blogları tanımak, keşfetmek hatta sevmek için. Samimiyeti de arttırıyor sanki biraz, hoş ya güzel şeyler. Ben blogum yokken de özenirdim böyle şeylere. Yalnız size ilginç bir detaydan bahsetmek istiyorum :), biliyorsunuz ilk mimimi yine yakın zamanda yaptım fakat o kadar ilk mim olduğu ve benim acemi olduğum belli ki milleti mimlemeyi unutmuşum :). Hala aklıma geldikçe gülüyorum. Mimin kilit noktalarından birini unutmuşum heyecandan, cevaplayıp bırakmışım. Neyse bu sefer etiketlemeye çalışacağım sizi, beni kırmayacağınızı umuyorum deyip sizi zorluyormuşum J. Yok yok sonunda düşüneceğim bir şeyler.

1.       Hayal kurmaktan hoşlandığınız bir yer ya da zaman dilimi var mı?

Amannn canım, hayal kurmanın yeri zamanı mı olurmuş. Yani istesen de olmaz, çok çok uyumadan önce kafanızda laf lafı açar ve birdenbire hayal kurarsınız ama yolda gördüğünüz bir tabela, bir şey aramak için baktığınız albümünüzde karşılaştığınız bir fotoğraf, izlediğiniz filmdeki bir sahne ve bilumum saçma veya anlamsız şey o an sizi bambaşka diyarlara, paralel evrenlere, geçmiş zamana, umulmadık yerlere götürebilir. Yani kısaca sevgili okuyucum, bence biraz da istem dışı oluşan hayal kurma eyleminin pek yeri ve zamanı yok ya da benim gibi kafası karışık biri için belki de öyledir :).

2.        En çok nelerin hayalini kurarsınız?

Yani dönem dönem değişen bir durum, o an ki isteğim, ihtiyacım veya hali ruhiyatım neyi isterse onu kurarım herhalde. Özel olarak bir örnek düşünemedim ama hayal kurmak güzeldir ya. Her şeyin özellikle çok istediğiniz şeylerin hayalini kurun bence. Ben mesela eskiden ve hala yani önceden beri şu kafadayım, en kötüsünü düşün kötü olursa üzülmez iyi olursa sevinirsin ama şöyle bir şey de var artık hayatımda sen hayalini kur, yapabiliyorsan yapmak için elinden geleni de yap. Olursa ne ala olmayacaksa da o an için mutlu olursun en azından. Hayal de parayla değil ya :). Yani öyle işte, hangi kafada olacağım da dengesiz ruh halime göre değişen bir durum. Bir öyle bir böyle. Canım ne çekerse :).

3.       Şimdiye dek çok hayalinizi gerçekleştirdiniz mi?

Maalesef aranan kan bulunamadı. Nerede bende o şans. Ben biraz aslında baya şanssız bir insanımdır, bazen hiç olmaz bazen kapıya kadar gelir yine olmaz. O içe oturan öküz çoğunlukla zamanını bekler yanı başımda yeri geldiğinde hazır olmak için :). Pessimism mode on :). Yani olan oldu tabi ama olmayan daha çok olabilir. Bilemiyorum aslında. Belki de hayal ettiğim dışında benim için daha güzel şeyler de olmuş olabilir emin olamadım. Bir de zamanında şanssızlık dersin sonradan iyi çıkar, belli olmaz. Yine karıştı kafam. Bu saatten sonra cevapların mesuliyetini üstlenmiyorum, beni bırakın. Beni bırakın bu caddelerde.

4.       Henüz gerçekleşmemiş ama illa da gerçekleşecek dediğiniz bir hayaliniz var mı? Sakıncası yoksa anlat çabuk nedir?

Hem de çok :), çünkü ya o uzaya gidilecek ya o uzaya gidilecek :).


Bol sevgiyle, arkadaşlıkla, güzellikle ve aşkla kalın. Bu mimi beğenen herkese benden bu mim gelsin, aşağıya da yorum bıraksın. Soran olursa Öneri Makinesi gönderdi dersiniz :) (Arrakis/Paul stayla).
Devamını Oku »

26 Eylül 2016 Pazartesi

Bilim Kurgu Filmleri

Selam arkadaşlar :). Sabah sabah sizlere bir paylaşım yapayım dedim, ben sinek yüzünden uyuyamaz ve vızıltısı hala kulağımı ağrıtmaya devam ederken siz mışıl mışıl uyuyorsunuzdur umarım :). Ben bu yazıyı yazdığımda bilim kurgu türü kuyusuna düşmüştüm diyebilirim. Hem o beş kitabın beraber olduğu Otostopçunun Galaksi Rehberi’ne başladım ve iki kitap bitti, tüm kitapları bitirdiğimde de hakkında bir yazı yazmak isterim (kısa bir ara verdim seriye ama bu yazıyı yayınlayana kadar tekrar başladım :)). Bir de baya bu türde film izlemeye başladım. Zaten bilim kurgu benim en sevdiğim türlerden. Bayılırım. Öyle ki izledikçe izleme isteği, okudukça okuma isteği oluyor. Tabi benim en çok ilgimi çeken filmler, kitaplar herhalde içinde zaman makinesi geçen hikayelerdir ama tabi ki o ekstra keyif için :). Madem bu kadar izliyorum neden şöyle havamızı bulacağımız kısa bir liste yapmayayım ki dedim. Böyle on filmlik uzun bir liste yapmak istemedim. Bu sefer beş film olsun ardından yine devam ederiz. Hepsini yeni izledim beni kınamayın :), ne de olsa geç olması hiç olmamasından iyidir. Hadi başlayalım.

Predestination – Michael/Peter Spierig (2014)




Bu filmin fragmanını izleyip merak ettiğimi hatırlıyorum ama gitmemişim ancak yeni izledim. Müthiş bir kurgu, çok güzel bir film. Hikaye içinde hikaye aslında tek hikaye. Daha fazla spoiler versem tadı kaçar izlemezsiniz. Filmi izlerken neredeyse tahmin ettiğim şeyler olmasına rağmen büyük resim çok güzel. İzledikten sonra da bir düşündürtüyor. Robert A. Heinlein’ın “All You Zombies” hikayesinden uyarlama. Bulursam kesinlikle okumak isterim. Ethan Hawke zaten başarılı bir oyuncu. Güzel seçimler, filmler yapıyor. Valla ne diyeyim karizmatik adam, aynen devam. Tabi sevgili Sarah Snook’u da es geçmek olmaz. Sesini kullanmasını bilen bir arkadaşımızmış, güzel olmuş. Zaten ona göre seçtiklerini düşünüyorum. Güzel film olmuş.

-Hangisi önce gelir? Tavuk mu yumurta mı?
- Horoz

Gattaca – Andrew Niccol (1997)




Yine bir Ethan Hawke filmi. Madem başladık öyle devam edelim. Çok iyi filmlerde oynuyor demiştim zaten. Bir de ben bu adama çok üzülüyorum; bir ödül töreni vardı “Boyhood” da herkes aldı da bu gariban millete sarıldı. Çok gördüler bir ödülü :) Neyse biz onu seviyoruz böyle devam Ethancım, Chet Baker rolünle bence bu sene alıp yürüyeceksin. Filme geçersek, benim aşırı beğendiğim bir film. Uzak bir gelecekte geçse bile ayrımcılığın geçmediği bitmediği bir zaman, distopyaya da göz kırpan bir film. Aşırı güzel belki hakkında yazdığım inceleme yazısını burada da paylaşırım bir gün, harika bir film. Her şeye rağmen umudunu kaybetme, imkansız diye bir şey yoktur diyen bir film, mutlaka izleyin.

Twelve Monkeys – Terry Gilliam (1995)




Bir Burus Villis filmi. Brad Pitt’in de oyunculuğuyla göz doldurduğu,” noluyor lan!” dedirten film. Zamanda oynamalar, bir aksiyonlar, hastaneler, geçmiş, gelecek ve iç içe geçen hikayeler. Ben bu filmi Gattaca gibi baya geç izledim ama hiç izlememekten iyidir. Birkaç yerde çalan harika bir müziği var duydukça kulaklarınız şenlenir. Pitt’in karakterinin yaptığı o “delice” konuşmalarla yani eleştirilere de dikkat.

2001: A Space Oddysey - Stanley Kubrick (1968)




İzlemekte geç kalınan bir Kubrick filmi. Liste pişmanlıklar listesi gibi oldu, kusura bakmayın artık :). Görüntü kalitesi üst düzey olan bir uzay filmi. Kesinlikle kendinden sonra yapılan birçok filmi etkilemiş bir film. Açıkça görebilirsiniz. İlk aklıma gelenler Interstellar ve Ex Machina, bana çokça anımsattı belli ki etkilenilmiş veya esinlenilmiş. Tabi ki bu filmden onlar esinlenmiştir :).

Coherence – James Ward Brykit (2013)




Muhteşem bir film. Predestination gibi şok etkisi yaratıyor. Bilim kurgu olması için ekstra yapılan hiçbir şey yok. Sade bir bilimkurgu, her şey kafamızda. Gerçeği sorgulatan film bana, gerçek kime göre neye göre.  Bir kuyruklu yıldız geçiyor ve herkesin hayatı değişiyor. Değişiyor demek doğru mu bilmiyorum, filmin tadını da kaçırmak istemiyorum ama spoilerlı bir yazı yazmayı düşünüyorum, izleyenlerle bir güzel tartışalım konuşalım. Son zamanlarda izlediğim en güzel filmlerden biri. Etkisinden çıkmak kolay değil. Filmdeki amatör ruh, ilk başlarda kamera kullanımıyla kendini hissettiriyor ama o kadar güzel konusu ve işlenişi var ki her şeyi unutturuyor. Müthiş. Nasıl bu kadar az duyulmuş hayret şey. Bir an bile kaybetmeden izleyeceğiniz sıradaki filmi bu yapın. Pişman olmazsınız :).

Benden bu kadar, kendinize iyi davranın ve güç sizinle olsun, hoşçakalın :).


Devamını Oku »

25 Eylül 2016 Pazar

Hikayeler #2

Merhabalar :). Mutlu huzurlu günlerimiz olsun umarım.  Bugün sizlere daha önce de paylaştığım bir bölümü yazdım. Buradan ulaşabilirsiniz. Orada da dediğim gibi yine paylaşacağımı söylemiştim çünkü öykü okumayı en sevdiğim türdür. Yeni yazarlar keşfetmeyi ve yeni hikayeler okumayı çok severim. Bu sefer daha az isimlerden oluşan bir liste yapmaya özen göstereceğim sizi çok sıkmadan daha çok kitaplardan bahsedebilmek için. Bunun dışında sevdiğim yazarları okumak dışında yeni yazarlar keşfetmek de çok güzel bir duygu. Bu türe özel ilgim olduğundan kitap evlerindeki bu bölümde görmediğim özellikle ödül almış o kadar yeni yazar görüyorum ki bir de yetmezmiş gibi sevince yazmak şart oluyor. Tabi eski dostlarımızın da hakkını yemeyelim onlarda bu bölümde çokça olacak ki bu listede de var. Üçüncüsünü de yazmaya başladım böyle kısa olacağı için yakın zamanda onu da paylaşırım. Ben okurken ve yazarken çok keyif alıyorum umarım siz de seviyorsunuzdur. Siz de yeni yazarlar ve kitaplar önerebilirsiniz, çok memnun olurum. Hadi başlayalım.



İzmir Postasının Adamları – Ahmet Büke


Ahmet Büke’nin ilk kitabı. Yine denizden çıkmış öyküler :). Çok güzeldi. Başlarda acemilik değil de böyle yazarın diğer kitaplarında olan o deniz kokusu eksik gibi geldi ama sonradan aldı yürüdü. Kesinlikle diğer kitaplarda ki o çeşitliliğin, deniz kokusunun ve ustalığın bu kitaptan sonra beklenilmesi muhtemelmiş. İlk bu kitabını da okusam yine diğer öykülerini alır okurdum. O güzelliği bu kitapta almanız mümkün. Yine etkileyici hikayeler mevcut. Resmen bir yazar doğuyor diyen bir ilk kitap :). Okumadığım az öykü kitabı kaldı sanırım onları da elime geçtikçe okur yazarım. Bu kitapta altını çizdiğim yerleri bulamadım herhalde kalem olmadığı için yanımda çizmedim. Üşengeçlik malum zaten :).

Bir Delinin Hatıra Defteri – Gogol


Bu kitabı alıp okumamın sebebi totem yapmak istemem :). Tabi ki Gogol en merak ettiğim yazarlardan biriydi ama ben bunun Genco Erkallı tiyatro oyununa çok gitmek istemiştim ve okursam giderim diye düşündüm :) (bknz: Hayvan Çiftliği, bilet bulamazken alıp okuyayım belki giderim deyip bilet bulup gittim J) ama olmadı :)) Neyse ki ben bu güzel hikayeleri okuyup yanıma kar kalarak bu işten sıyrıldım. Gerçekten boşuna büyük yazar dememişler. Ben çok beğendim içindeki hikayeleri ama en sevdiklerim aynı adlı hikaye ve Palto oldu. En yakın zamanda diğer kitaplarını da okumak isterim. Zaten elimde Ölü Canlar var. Umarım en yakın zamanda okurum. Ya ben kendimden iki tane daha istiyorum mümkünse. Biri kitap okusun, diğeri film izlesin. Ben de ortalıkta öyle günlük işlerde dolaşayım akşam birleşip kültürlü kültürlü uyuyalım. Buradan yetkililere sesleniyorum. Bir tane benlik az en az iki tane eşantiyon istiyoruz. Teşekkürler.


Muhtelif Evhamlar Kitabı – Ömür İklim Demir


Bu kitaptan bahsetmeden önce size bu kitabı bulma hikayemi anlatmak istiyorum çünkü hikayeleri çok seviyorum hele ki yeni şeyler keşfetme hikayeleriyse yaşamaya anlamaya ve dinlemeye de bayılıyorum çünkü hikaye bizim işimiz :). Yine bir gün YKY’de gezerken Ankara Kızılay’dakine gidenler bilir orta kısımda yeni çıkan ya da önerilenler olur. Onları incelerken Ömür İklim abimiz gözüme çarptı. Kitap kapağı olsun adı olsun resmen beni çekti ve elime alıp incelemeye daha sonra alınacaklar listesine ekledim nitekim ikinci gidişimde de aldım. Bu sefer kasanın hemen yanındaydı yani özellikle önerilen kısımda ya da öyle bir şey :). Kısa sürede ikinci baskısını yapan bu kitap eminim ki uzun süre çok satanlardan olacak.

Gelelim kitabımıza, kısaca söyleyeyim; ba-yıl-dım. Bir solukta okudum demek isterdim ama kutlamam gereken bir doğum günü vardı <3, iki solukta okudum. Zaten öyle ki ilk hikayeyi bir çırpıda okuduktan hatta okurken o kadar heyecanlandım ki çok iyi kitap çok iyi kitap diye bir daha heyecanlandım. Anlatımı o kadar güzel ki elimden bırakamadım. Mizahı, dili, akıcılığı dört dörtlük bir hikaye kitabı. Hele bir de birbirine bağlı hikayeler vardı ki arada tadından yenmiyor. Hüzünlendirdi ama kahkaha da attırdı. İşte öyle bir kitap, kesinkes şiddetle Ömer İklim beyefendiyi okuyun, okutturun arkadaşlar. Pişman olmayacak bir de dua alacaksınız :). Ömer İklim Bey siz de lütfen daha çok yazın.

“Malumunuz, ölüler yokluklarıyla var olur, anılarla yaşar.”

“Kibrit kutularının sırtındaki kelimeyim ben: Vasat.”

“’Birçok insan, mutlu olduğunu bilmediği için mutsuzdur’ demiş Dostoyevski.”

“Bütün hatalarımı ve pişmanlıklarımı silecek, başıma gelen her şeyi, sanki ona varmak için yaşamışım gibi haklı gösterecek bir amaca ihtiyacım var.”

“Sevdiğin kadından nefret edecek hale gelince, çoraplar, gömlekler, kravatlar, danteller birer kurşun ağırlığa dönüşüp adamı dibe çekiyormuş. “

“’Nasıl hiçbir şey yahu?’ dedi çatallı sesiyle, ‘Herkesin bir şeyi vardır be. En azından derdi, tasası vardır’ dedikten sonra ….”

“Her yeni yıl, her doğum günü, her ayın biri ya da her pazartesi yeni bir insan olmak için uyanırdım. Hele güneşli bir günse, bütün dünyayı değiştirebileceğimi sanırdım.”

“Ne diyeyim, huzur tuhaf şey arkadaş, ancak kaybedecek bir şeyin kalmadığında gelip seni buluyor.”

“Hatta kimse seni tanımadığı için unutanın bile olmadı.”

“Duymuyorum seni anne, hayatla meşgulüm.”

Şimdilik bu kadar yakında sürprizlerle geleceğim J, kendinize iyi bakın, sanatla ve sevgiyle kalın.

Devamını Oku »

10 Eylül 2016 Cumartesi

Çekiliş #2 (Sonuç)

Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? Başlıktan da anlaşılacağı üzere çekiliş sonucunu yayınlayacağım bugün. Umarım çok bekletmemişimdir sizleri. Katılan arkadaşların hepsine çok teşekkür ediyorum. Ama çok fazla söylememe rağmen çekilişe katılmanın tek şartı olan blog takibini yapmayan arkadaşlar oldu ve üzülerek söylüyorum çekilişe katılamadılar. Bir de bir yorumda daha önce de belirttiğim gibi çekiliş blogları olmadığı sürece dedim ama bunu asıl yayınımda yazmadığım için olsun olmasın herkes çekilişe katıldı. İki üç kez kontrol ettim, hata olmaması için ve direkt link verilmeyenlerde bile açıp baktım uzun uzun. Lafı gereksiz uzattım biliyorum o yüzden işte kazananımız.


1.Beyaz Atlı 
2.bonheur
3.Ayşenur Yılmaz

Çok fazla isim olmadığından dolayı eski usul çekiliş  yapmak istedim ve yine ben çekim işlemini yapmadım. On yaşındaki kuzenim ricam üzerine çekti ve beyaz atlı arkadaşımız nasıl şanslıysa iletişime geçmemesi halinde ikinci ve üçüncüyü çekmesini istedim ve o iki isim yine kendisi oldu 😄. Fazladan çekim yaptık bu yüzden, diğer arkadaşlarımızın da hala şansı devam ediyor yani. Katılan herkese tekrardan teşekkür ediyorum, sizler olmasaydınız bu çekiliş olmazdı. Önceki çekişime göre katılım da fazlaydı. Harikasınız.

Bu arada kağıtları çektirirken fotoğraf çekmeyi unuttum 😄. Sonradan çekilenin de anlamı olmayacağı için paylaşmadım, sizin kadar ben de heyecanlıydım yani. 

Kazananı tebrik ediyorum ve mail bilgilerini yirmi dört saat içinde yorumda belirtirse ben hemen kendisine ulaşacağım ama biliyorsunuz ki araya bayram tatili giriyor. Cuma günü eğer kargo açıksa bırakacağım değilse pazartesi bir aksilik olmazsa göndereceğim. Eğer kendisi cevap vermezse kazananlarımız belli. Herkese güzel tatiller diliyorum ve yeni çekilişler ya da küçük sürpriz fikirleri var aklımda. Takipte kalın, şipşak bir şeyler yapabilirim. Kendinize iyi bakın, hediyesiz kalmayın.

Devamını Oku »

4 Eylül 2016 Pazar

Yaz Okumaları #2

Günaydın arkadaşlar, nasılsınız? Fark ettim de son zamanlarımdaki tüm paylaşımlarımda merhaba demişim bugün farklı olsun dedim 😄. Umarım gününüz aydın olur efenim. Bugün sizlerle yaz aylarında okuduğum kitapları paylaşacağım. Bu bölümü 2014 yazında yapmışım en son, zamanda geriye gitmek gibi. Blogda mini mini birken yazmışım. Yazının üstünden bir yaz daha geçtikten sonra yine yazıyorum. Bu kitaplardan bazılarını D&R indiriminden, bazıları YKY kampanyasından ve bazıları da önceden elimde olan kitaplardı. Bu yaz pek verimli geçmedi sanırım her ne kadar okuduklarımın hepsini burada yazmasam da. Umarım okuma hızım artar. Bir de tabi herkes gibi benim de dileğim elimdeki kitapları bitirip yeni okunacak kitaplara yer açmak. Aslında yeni kitap çok almamaya çalışıyorum ancak indirimde görüp de merak ettiklerimi alıyorum. Zaten bu sene Can Yayınları indiriminden pek yararlanamadım çünkü gittiğim D&R da pek fazla seçenek yoktu bakasım bile gelmedi ama buna rağmen iki kitap aldım bir de 9.90 kampanyasından aldıklarım oldu. Bence bu standa bir göz atın baya güzel kitaplar vardı. Acımamışlar basmışlar indirimi, güzel olmuş :). Bu arada size bir şey danışmak istiyorum yardımcı olursanız çok sevinirim. Daha önce vikitaptan takas yaptınız mı? Memnun kaldınız mı? Başka takas siteleri var mı güvenilir, bunları yorumda belirtirseniz çok iyi olur çünkü elimdeki bazı kitapları okumak istediklerimle değiştirmek istiyorum. Tecrübeli arkadaşlar yorum yazarsa sevinirim. Hatta siz de Vikitap’a üye iseniz gelin arkadaş olalım, takas yapalım :). Hesabımı alt tarafta paylaşacağım diğer blog hesaplarıyla beraber. Özellikle Twitter’da çok eğlenceli anketler oluyor, güncel haberleri, indirimleri paylaşıyorum. Bir bakın pişman olmazsınız :). Küçük bir hatırlatmada da bulunayım, bugün çekilişin son günü arkadaşlar, hala katılabilirsiniz. Yeterince reklam yaptığıma göre gelin beraber aşağıdaki kitaplara bakalım.




1       New York Üçlemesi – Paul Auster





Paul Auster sevdiğim bir yazar. Daha önce Timbuktu, Şans Müziği, Görünmeyen kitaplarını okumuştum, Bir Yayınevi Beş Yazar Kitap Can Yayınları bölümünde de Şans Müziğini paylaştım. Bu kitapta yazarın en çok bilinen eserlerinden biri, benim de merak ettiklerimdendi. Adından da anlaşılacağı gibi içinde üç roman var. Ayrı basılıp sonradan birleştirilmiş sanırım. Daha iyi olmuş çünkü zaten çok uzun değiller. Art arda okumak da iyi oluyor. Hepsi birbiriyle ilişkili kitaplar. Akıcı bir kitap, ikinci öykü sanırım en az sevdiğimdi ama kötü değil. En sevdiğim Auster kitabı olmadı ama güzel kitaptı. Tavsiye ediyorum.


2.       Kara Kitap – Orhan Pamuk


Kupamla kitabımın renk uyumuna dikkat ederim :).


Sonunda Pamuk’un bir romanını okuduğum için mutluyum. Bu kitabı seçtim ilk kitap olarak. Postmodern akımının etkilerini; farklı bakış açılarını kullanmasından, yazarın olaya dâhil olmasından, orijinal bir metin olamayacağını bastıra bastıra söylemesinden karakterler vasıtasıyla ve bunun gibi örneklerle görebileceğiniz bir roman. Bir bölümde baş karakterimiz Galip’in eşi Rüya’yı aramasını okurken bir yandan da kuzeni Celal’in köşe yazılarını okuyoruz. Bu kısa köşe yazılarından beğendiklerim oldu sıkıldıklarım da. Genel olarak kitap aslında okuması çok da zor bir roman değil, ben uzun sürede okudum fakat daha sakin kafayla bir oturuşta uzun süre okuyabilirsiniz. Bu uzun cümleler bana sanki anlamamız zorlaştırılsın diye özellik oluşturulmuş gibi geldi ilk başta, tekrar okumam gerekti fakat sonra alışıyorsunuz. Sizin en beğendiğiniz Pamuk kitapları hangileri? Yorumlarda önerirseniz sevinirim :).

3.       Kökler, Yollar ve Yitik Benler – Susanna Tamaro


Tamaro özellikle Can Yayınları indiriminden sürekli aldığım yazarlardan biri. Aslında kitabı gördüğümde beni şaşırtmayacağını biliyordum ama güzel mor kapak beni benden aldı ve dayanamadım aldım. Bir iki saatinizi ayırıp hemencecik bitirebileceğiniz rahat bir kitap. Tamaro okurken sıkça rastlayabileceğiniz anlatım tarzı, temalar ve karakterler romana hakim. Güzel alıntılar var onları sizlerle paylaşmak istiyorum. Bunun dışında ortalama bir kitaptı. İlle okuyun demem ama okursanız da karışmam :). Niye sadece bu kitapta sevdiğim alıntıları paylaştım inanın ben de bilmiyorum çünkü diğer kitaplarda da altını çizdiğim yerler oldu :).

“Tabakta yemek bırakmanın neredeyse ölümcül bir günah olduğunu sizin sofranızda öğrendim; bu nedenle yenilginin her türlü izini silmeyi arzulayacak tavuk kanatlarının arasını, balıkların sert kılçıklarını öfkeyle didikliyordum ve boş yere kendimi arındırmaya çalışıyordum.”

“Yemeğini dalgınca yiyen bir insanın hayatını yaşamakla yetiniyordum.”

“Gençler Odysseus misali hep daha uzak kıyılara yelken açıyor, sonra da ya gittiklerinden daha bahtsız ve mutsuz dönüyor ya da hiç dönmüyordu.”

“Çocuksu düşünmenin lütfu kaderin alçaklıklarını bilmemektir.”

“Bizzat ben bir roman kahramanıyım, kendimi okuyamam.”

“Hayat sonsuz bir yazdan başka bir şey değildir.”

“Doğayı herkes sever, herkes anlar onu; doğa kör iyiliktir, yozlaşmamıştır, insanın ilk ve elbette olumlu ruhudur.”

4.       New York’a Mezar – Adonis


Adonis tahmin edebileceğiniz gibi takma bir ad. Gerçek adı Ali Ahmad Said Esber. Suriyeli bir yazar, daha sonra Lübnan vatandaşlığına geçiyor. Bu kitabı da beş lira kampanyasından aldım. Arka kapak yazısı kitabı merak etmeme yol açtı her ne kadar çeviri şiir okumaktan pek hazmetmesem de. İçinde şairin üç uzun şiiri dışında kitabın çevirmeni Özdemir İnce tarafından yazılmış iki ön yazı ve bir de söyleşi mevcut. Bu söyleşi Hürriyet gazetesinde ve CNN Türk’te yayınlanmış. Yazar hakkında baya açıklayıcı olmuş bu bölümler. Hatta şiirlerden daha çok ilgimi çekti diyebilirim.


Öneri Makinesi Sosyal Medya Hesapları

http://www.vikitap.com/profil/elroy-12587

https://www.tumblr.com/blog/mubblr

https://twitter.com/onerimakinesi
Devamını Oku »

2 Eylül 2016 Cuma

Sevgili Güllük #12 (Bergman'ın İmzası)








Not: Fotoğrafların hepsi benim tarafımdan hazırlanmıştır.
Devamını Oku »

1 Eylül 2016 Perşembe

Sinema Güzeldir #2

Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? Bugün yine sizlere sinemada izlediğim son üç filmi yazacağım, izleyeli baya oldu yani geç bir paylaşım, bana kızmayın :). İlkine buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Bu arada bir duyuru yapmak istiyorum;  zaman su gibi akıp geçiyor, çekilişi başlatalı neredeyse bir ay oldu ama 4 Eylül’e kadar hala katılabilirsiniz. Çok güzel kitaplar ve defter var hala katılmadıysanız, duymadıysanız şuraya tıklatın. Önemli bir hatırlatmada da bulunmak istiyorum çünkü yorumlarda ortak bir sıkıntı olmuş çekilişe katılmanın tek zorunlu şartı blogu sağ taraftan takip etmek. Onun dışındakiler ek hak. Zorunlu şart yerine gelmeden diğerleri geçerli sayılmıyor, görünür olarak izlediğinizden emin olun lütfen. Ben de sizleri çekilişe hemencecik dahil edeyim. Zaten izliyor iseniz yorum yapmanız yeterli. Arkadaşlarınıza hediye etmek isteyebileceğiniz güzel kitaplar var, bir bakın derim. Bir yorumda çekiliş blogları olmadığı sürece katılım mümkün dedim ama fark ettim ki yayınımda belirtmemişim o yüzden yanlış anlaşılma olmasın eğer öyle bir durum varsa ama özellikle belirtmediğim için tüm katılımları sayıyorum, unutmadan söyleyeyim :). Şansınız bol olsun, sabrınız için de teşekkürler.

Gelelim filmlerimize.

Ghostbusters





Ya bu filmin müziği efsane diye başlamak istiyorum. İzlediğimden beri “nınınını nınınını nını nınınını nınınını nını, GHOSTBUSTERS” diye olur olmadık yerde sesli söylüyorum :). Bunun dışında bir ilki yaşadım. Koskoca sinemada TEK BAŞIMA film izledim :). Evet, baya bildiğiniz benim için reklamlar döndü, film oynatıldı, ara verildi ve ışıklar benim için yanıp söndü :). Daha önce neredeyse boş sinemalara, filmlere gittim ama hiç gerçek anlamda tek olmadım ya arkadaşlarım ya yakınlarım vardı. Ama ilk kez tam anlamıyla böyle bir tecrübe yaşadım, süperdi :). Gelelim filme artık :). Filmin orijinalini izlemedim izlediysem de çok küçüktüm hatırlamıyorum sadece müziği ve hayal meyal görüntüleri aklımda. O yüzden karşılaştırma yapamayacağım sadece bu karşıt cinsiyet fikri hoşuma gitti. Erkek sekreter (Chris Hemsworth yahu :)) ve kadın başkarakterler güzeldi. Her zaman olduğu gibi bir kötü adamımız ve dünyayı kurtaracak kahramanlara ihtiyacımız vardı. Bunlar klasik aksiyon, komedi filmlerinin zaten vazgeçilmezi. Peki bu filmi eğlenceli kılan neydi diye sorarsanız, mizahı derim. Mizah böyle filmleri her zaman kurtarır ve daha izlenilir kılar benim gözümde. Öyle ki fazla klişeye kaçmadan yapılan espriler beni güldürdü ve ilk yarıda baya eğlendim. Bunun dışında kadınların baş rolde olması her ne kadar az çok Hollywood tarzında olsa da iyiydi. Akademisyen ablamız bana sürekli Zooey Deschanel’i hatırlattı. Sizce de aşırı benzemiyorlar mı? Acaba ablası mı diye film arasında baktım ama değilmiş çünkü “yeni kızımızın” ablası da oyuncudur. Melissa McCartney’i en son yine bir komedi aksiyon filminde baş rolde izledim ve kendini 0 beden olmadan da kabul ettirip baş rolde oynamasının çok iyi olduğunu düşünüyorum. Aslında Kristen Wiig dışındaki hiçbiri bu beden ölçülerine uymuyordu sanırım ama hepsi çekici ve güzel hatunlardı. Bence oyunculukları da fena değildi. Baya eğlenmelik bir filmdi anlayacağınız. İkinci film olursa daha çok dereceleri artmış hayalet ve onların hikayelerini izlemek isterdim :).

Yüce Adalet





Sevgili Keune Reeves’in son filmi. Bir mahkeme filmi :). Beklentimin üstünde bir filmdi. Vauvv pes doğrusu dedirtmese de şaşırtmayı başardı. Filmin konusu ise özetle ünlü bir avukat olan babasını öldürmekle suçlanan bir oğlanın duruşması idi. Ana mekan mahkeme salonuydu ve zaman zaman geri dönüşler ve ileri görüşleri (flash forward) izledik. İzleyici duruşmada resmen jüri görevindeydi ta ki son sahneler kadar o zaman işler biraz değişti. Ama biz de her zamanki gibi kim haklı kim suçlu kendi içimizde o soruları sorduk tanıkları dinlerken. Renee Zelwegeer niye bilmiyorum bana biraz vasat geldi bu filmde. Ve yaşlanmak değil de çökmüş sanki. Keune Reeves zaten hala yakıyor, filmdeki performansı da iyiydi. Onun yardımcısı rolündeki avukat hanım kızımız da başarılıydı yalnız sonlara doğru daha çok aktif olabilirdi nasıl olurdu merak etmedim değil. Güzeldi bence bir bakın derim :).

Suicide Squad





Ben yönetmeni sevsem de Nolan’ın Batman serisini kendime göre bazı sebeplerden ötürü hala izlemedim :). Batman vs Superman’i zaten izlemedim ama anladığım kadarıyla daha doğrusu birbirlerine karşı olmalarından anlıyoruz ki iyi adamımız kötü olmuş en azından biri. Savaştıracak kötü adam kalmayınca iyi adamlar güç savaşına mı girdi, böyle bir şey yapalım mı dedi yapımcılar anlamadım ama önemli de değil. Başka sebepler olabilir olmayabilir saygı duyuyorum :). Bu filme gelirsek devam filmi gibi ama değil gibiydi de. Kendi başına bir film ama bir alakası da var gibiydi yukarıda bahsettiğim filmlerle. Ve iyi adamlar madem kötü oluyor kötü adamlar iyi olamaz mı olur mantığıyla toplama yaptılar bu filmde sanırım ve bir blogda okumuştum sanırım Joker mafya babası gibi olmuş diye evet öyle bir durum vardı sanki. Bir de Joker’in Joker olma sebebi asite düşmesi ve bunu saklaması ama maşallah burada asitten Harley Quinler, dövmeli jokerler çıkıyor hadi hayırlısı :). Ben Burton'ın ilk filminden öyle hatırlıyorum. Onun dışında ben Joker’e bayıldım. Çok doğru bir oyuncu seçimi olmuş keşke bu kadar çok karakter olmasaydı da Joker ve Harley Quinn ile alakalı bir film olsaydı. Zaten film Harley Quinn’in filmi gibiydi onda sıkıntı yok da çok fazla karakter ve onların hikayesinin olması durumu filmi çok yüzeysel kılan bir şeydi. Bunu demekteki kastım şu gerekli görülen karakterler anlatılırken diğer karakterlerin hikayelerinin özet geçilmesi. Bu biraz oldu bittiye getiriş acaba bu kadar çokluk gerekiyor muydu diye düşündürtüyor. Kötü adamların iyi adama dönüşmesi değil de kötü adamların bu iş için seçilmesi fikri bence daha cazipti ama sonuçta bir klasik süper kahraman hikayesi daha doğrusu anti kahraman hikayesi ama bence sonuyla da kanıtlıyor ki ikisi arasında pek bir fark yok bu film için. Joker ve Harley Quinn’de bu ikinci temaya daha yakınlar ki film bittikten sonra en çok onların konuşulması tarzları dışında bundan kaynaklı olabilir. Filmin eğlenceli yanları güzeldi. Şarkı seçimi müthişti. Jokerin silahlar arasına gülerek yatması ve üst çekim (hala izlemeyenleriniz varsa o sahne gelince beni hatırlayın J) çokk güzeldi. Bence harcanmış Joker bu filmde ya. Çok güzel işler çıkardı da sanırım devam filmine saklıyorlar. Neyse fena değildi bence bunu deme sebebimin de çoğunluğunu komedi unsurlarına borçluymuşum gibime geliyor ama sorun yok. Gülmeye ihtiyacımız var. Bu arada nolur ama nolur Cara Delevigne oyuncu olmasın, kampanya başlatalım bıraksın bu işleri. O kenafir gözleriyle kötü kadınken fena durmuyor da diğer haldeyken hiç olmamış ya valla bak. Bıraksın bu işleri yol yakınken.


Benden bu kadar. Siz neler izliyorsunuz bu aralar, iki yorum atın da şenlensin buralar. Kendinize iyi bakın, sanatla kalın :).

Devamını Oku »

15 Ağustos 2016 Pazartesi

Mimlendim #BloggerLife2


Merhaba arkadaşlar J. Bugün sizlere ilk kez bir şey önermek dışında konser anılarımı saymazsak bir yazı yayınlayacağım çünkü mimlendim hem de ilk kez hem de bir yorumda. Yeni bir blog takip ediyordum ve her sevdiğim bloga yaptığım gibi dayanamayıp bir yazısına yorum bıraktım. Kendisi şu tatlı blogun sahibi olur. Ve beni cevaplarken demez mi üstteki yayına bak mimlendin diye. Yaa bir anda mimlenmiş oldum ve ilk kez mimlendim. Bu mim bloggerlık ve blog hayatı ile alakalı kısacık bir mim. Sahibine beni mimlediği için teşekkür ediyorum ve sorulara geçiyorum.

1. Blogger denilince aklınıza gelen ilk şey nedir?

Şimdi şöyle, ben de bir blogger olduğumu ara ara yorumlarda veya yayınlarda bahsederken daha yeni yeni fark ediyorum aslında ucundan kıyısından bir bloggerım diye ama aklıma gelen blogger denilince sen ben o değil de yabancı moda bloggerlar geliyor instagramda falan gördüğümüz. Güzel cici bicilerini giymiş güzel hatunlar, meslek olarak bu işi yapanlar lakin bu sürekli bize gösterilen olduğu için öyle bir yer edinmiş olabilir aklımda. Halbuki birçok alanda çok güzel yazarlar var ki moda blogları dahil instagramda olan olmayan fakat nedense ben de öyle bir algı oluşmuş. Biraz durup düşünce ise aklıma belli başlı bloggerlar geliyor bildiğimiz sevdiğimiz takip ettiğimiz insanlar. Okumayı sevdiğim, takip ettiğim bloggerlar bir diğer deyişle. Ve son olarak ise aklıma ben geliyorum J. Yani tabi bu alanda kendini kanıtlamış, yıllardır blogunu bırakmamış, emek vermiş, ciddiye almış çok yazar var ki onların yanında kendimi düşünmem saçmalık belki de ama arada böyle olduğunu bilmek güzel hissettiriyor J.

2.  Her temadan (kişisel, gezi, kozmetik, kitap vs.) yazılarını en çok beğendiğiniz bloglardan örnek verin desem?

Hımmm çok zor soru açıkcası. O kadar çok sevdiğim, takip ettiğim yazsa da okusam dediğim blog var ki seçim yapıp da buraya yazamam ama bir tanesi benim blogumu açmamda öyle etkili ki onu yazsam kimse gücenmez herhalde J. Ben hep blog açmak istiyordum senelerdir ama tabi ki üşengeç olmak kolay değil hep erteliyordum ve blog açmak isterken örnek aldığım, çok özendiğim bir blog vardı resmen onlar blog açma sebeplerimden biriydi. O kadar seviyordum ki eski yazılarını açıp okuyordum sevdiğim yazıları tekrar tekrar dönüp okuyordum. Aşırı seviyordum anlayacağınız taa blog açmadan önce. Onlar kim diye merak ettiniz dimi? Birçoğunuzun sevip takip ettiği Kediler ve Kitaplar. İşte benim blog açmama vesile şeylerden biri bu güzel blogdur. Hala yazı yazıyorlar fakat eskisi kadar değil ve bu çok üzücü. Onun dışında bloglarının görünüşünden yazılarına her şeyiyle sevdiğim nadir bloglardan ve yeri de ayrı J

3. Yeni blog yazmaya başlayan arkadaşlara verebileceğin öneriler nelerdir?

Valla pek kendimi bu konumda gördüğümü söyleyemem tecrübeli, kendini bu alanda kanıtlamış bloggerlara sormak daha mantıklı geliyor J. Ben sadece diyebilirim ki bir okuyucu olarak bloggerlara yazılarınıza özen gösterin, yorumlarınıza zahmet edip yorum yapan izleyicilerinizi görmezden gelmeyin, yayınlayıp cevapsız bırakmayın, daha fazla blogla iletişim halinde olun ki biz de yeni bloglar tanıyıp sevelim. Öyle yani ben bunları yapan bloguna özen gösteren emek veren ilgi alanıma giren her blogu daha bir severek okuyorum.

Ve mimin sonuna geldik. Başka mimlerde görüşmek üzere J.

Devamını Oku »

Sinema Güzeldir

Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? Bugün sizlerle istedim ki vizyon filmlerine şöyle bir göz atalım. Ben vizyon filmlerini takip ederim ne gelmiş gitmiş diye ama en çok Başka Sinema severim açıkcası J. Şu aralar Başka Sinema şansım çok az lakin vizyon filmleri de bu aralar fena gitmiyor hani. Bu listeyle böylece hem birbirimize film önerelim hem de tartışalım ne dersiniz? Hadi başlayalım!

Evcil Hayvanların Gizli Yaşamı




Fragmanı ilk çıktığından beri bir sene oldu herhalde merakla beklediğm bir film. Konusu öyle hoşuma gitti ki bir de o kadar eğlenceli fragmanla bunu destekleyince ne zaman çıkacak diye sabırsızlıkla bekledim ve sonunda geldi. Çıktığı günün ertesi falan gittik herhalde. Ben çok eğlendim izlerken. Film üç boyutluydu gereksiz bir şekilde. Filmleri üç boyutlu yapıp bir iki hareketle bize fark ettirecekse hiç ettirmesin kanaatindeyim ben. Zaten gereksiz göz yoran bir olay, hakkını verirlerse eyvallah ama ben daha öylesini izlemedim ya da denk gelmedim herhalde. Filmde Max baş karakter köpeğimiz. Sahibine aşık, komşu evcil hayvanlarla dost, tek işi sahibinin dönmesini beklemek olan bir köpecik. Ne zaman ev sahibi akşam yeni bir köpekle eve gelir Max kendini dışlanmış ve ihanete uğramış hisseder. Yeni gelen köpek Duke barınaktan sahiplenilen iri bir köpektir ve kendinin istenmediğini anlayınca aralarında bir rekabet olması kaçınılmazdır. Bu ikisi arasındaki rekabet uzun sürmez çünkü kendi aralarında çatışırken başka bir rakip ortaya çıkar ki bu rakip - aslında rakipler -sahiplenildikten sonra insanların bakamayıp sokağa attığı sokak hayvanlarıdır. Sokak hayvanlarına karşı birlik olmaları ve yardım almaları gerekmektedir ve bu yardım Max’in gizli aşığı tarafından ilginç bir evcil hayvanlar topluluğuyla karşılanacaktır. Hikayemiz anlayacağınız böyle. Arkadaşlığın önemini anlatan paylaşmayı öğretmeyi amaçlayan komik bir animasyon. Çizimler zaten çok tatlı ve güzel.
Fragmanını izlediğimde böyle bir hikaye beklemiyordum fakat gerekliydi. Evcil hayvanların sahipleri yokken neler yaptığı belki büyüklere göre anlatılıp çizilseydi nasıl olurdu merak etmiyorum değil hani. Fikir çok orijinal, doğru yerden yola çıkılıyor fakat asıl anlatılmak hikaye başka burada. Yine de çok eğlenceli ve komik bir animasyon olmuş. Müzikleri de çok güzeldi. Bence hazır vizyondayken alınız yanınıza bir yavru insan gidin. Hatta gerek bile yok tek başınıza veya arkadaşlarınızla bile kafa dağıtmak için gidebilirsiniz. 

Cafe Society




Bir Woody Allen filmi. Yani bir Allen filminden beklentiniz neyse bu filmde hepsi karşılanıyor. Karmaşık ilişkiler, biraz mizah, Yahudi olmak, çoklu olay örgüleri, New York vs vs… 1930'larda geçiyor, kıyafetler ve mekanlar güzel. Beğendim mi? Tekrar izlemem. Daha çok sevdiğim Allen filmleri olmuştu. Peki, bu filmi neden beğenmedim? Şöyle ki, mizah duygusu fena değildi fakat filmin temeline oturtulan aşk hikayesi sönük hatta fazla yüzeyseldi. Oyuncuların performansı vasattı. Jesse Einsenberg’ün oyunculuğundan pek hoşlanmasam da kabul etmeliyim ki bu filmde iyiydi fakat her zaman dediğim gibi Kristen Stewart zorlama bir oyuncu. Birkaç mimik dışında pek bir performans beklememek lazım ki nitekim bizi şaşırtmadı. Steve Carell’a diyecek lafım yok ama senaryoyu o bile kurtaramamış :/. Dayı yeğen aynı kıza aşık olurlar fakat biri kızla evlenir ve herkes hayatına devam eder ama hem kız hem de kız tarafından seçilmeyen eş adayımız birbirinin arkadaşlığını özler ve unutamazlar. Yani karmaşık ilişki duygusal açıdan yeterince karmaşık bile değil.  Eee sonra? Bunu dedirtiyorsa bu hikayeyi bence içselleştiremediler ve eğer inandırsaydılar  o zaman da bunun tam tersini diyebilirdik. Bu film bu hikayeden fazlası diye ama dedik mi? Hayır. Bunun dışında sahneler çok aceleye gelmiş gibiydi. Sona yaklaşmak için idareten izledik sanki bazı yerleri, olayları. Bence olmamış :/.

Veronique’nin Çifte Yaşamı




Bir Kieslowski filmi. Kendisini bu blogda daha önce gördük. Seri Filmler #vol2 yazımdan Üç Renk üçlemesini okuyabilirsiniz. Polonyalı bir yönetmendir ama bu film gibi bazı filmleri Fransızcadır ve Fransa’da geçer. Ben bu filmi sinemada izlemedim ama şu aralar sinemalarda yeniden oynatılıyor ki bence bu çok güzel bir şey. Ben de izledikten sonra baktım yine sinemalarda sanırım bunu da buraya koysam fena olmaz dedim. 1991 yapımı filmin Irene Jacob var ki ben oyunculuğunu kötü bulmamakla beraber pek beğenmem J. Farkındayım özellikle bu yazıda hep beğenmiyorum dedim bazı oyunculara ve hiç mi beğendiğin yok, kimsin sen diyebilirsiniz J ama denk geldi işte. Üç Renk üçlemesinin Kırmızı filminde de kendisini izlemek mümkün. Dediğim gibi orada da iyiydi ama bu filmde eh işte J. Şimdi bu film Üç Renk üçlemesinden hemen önce çekilmiş ve ortak noktaları var. Yaşlı hanımlarımızın görünmesi, hayatlar arasındaki paralellikler, müzikler, gizemli bir hava falan filan. Konusu ise biri Polonya'da diğeri ise Fransa'da yaşayan aynı günde doğmuş iki insanın hayatını işler. Hayatlarındaki benzerlikler ve paralellikler bir şekilde bu iki insanın aralarında bağ oluşturur. Zaten ben kamera açılarını, çekimlerini çok severim yönetmenin bu filmde de o güzel görüntüleri görmek mümkün. Eğer hala devam ediyorsa mutlaka gidin bu filme. Hem biraz nostalji olur hem de gözleriniz şenlenir J.


Şimdilik benden bu kadar. Tabi evde çok film izliyorum, yavaş yavaş blogda önerilecek hepsi sırası gelince. Hatta bu aralar kötü film izlemedim diyebilirim lakin sabır J. Bu arada siz hangi vizyon filmlerini önerirsiniz, son zamanlarda sinemada ne izlediniz yorumlarda yazmayı unutmayın J. Kendinize iyi bakın, sanatla kalın J.
Devamını Oku »