14 Aralık 2014 Pazar

Gone Girl - David Fincher (2014)


Bir David Fincher filmi, modern klasik, müthiş bir film. İşte bence aslında Gone Girl'ün özeti. Filmden çıkıp yurduma dönene kadar sürekli sesli olarak veya içimden "Çok iyi ya" demelerim bitmedi. Düşündükçe filmin başka anlamları olduğunu görmek, yeniden keşfetmek etkisini üzerinizden atamamanızın diğer sebepleri. Kitap uyarlaması olan film, kitabı okumasam da film olarak başarılıydı. Fincher'ın sinemaya bakışını, duruşunu görmek ve muhteşem bir konuyla bağdaşması ayrı bir güzellikti. Zaten bilirsiniz ki iyi bir senaryo kötü bir yönetmenin elinde felakete dönüşmesi hiç de uzak bir ihtimal değildir. En güzel örneklerinden biri çok sevdiğim Harry Potter filmlerinin en vasatlarından olan 5. film "Zümrüdüanka Yoldaşlığı", iyi bir kitabın kötü yorumlanmasına güzel bir örnektir. Ha, bana sorarsanız ben yine Harry Potter der bağrıma basar izlerim.  Aynı zamanda yine aynı seriden 3.film "Azkaban Tutsağı"'da iyi bir uyarlamaya örnektir ki kendisi ödüllü yönetmen Alfonso Cuoron eseridir. Gillian Flynn'in hakkını da yememek lazım. Kitabın yazarı, aynı zamanda senaryolaştıran kişidir de. Böyle bir kitabı da, senaryoyu da ancak zeki bir kadın yazabilirdi. Filmi güzelleştiren o ince detaylar, yüksek dozda sembolizm, ara ara gelen güzel ince espriler, yan anlamlar hep onun eseri. Ben saygı duydum.

Gelelim filmin genel yorumuna. Spoiler vermeden ufaktan anlatmak isterim. Film, ilginç bir monolog ile başlar. Daha ilk sahneden anlatır derdini aslında. Adına da evlilik der. İlk baştan bunun psikolojik şiddet/baskı, modern gerilimin tanımını olduğunun sinyallerini verir. Film sizden hep bir adım öndedir. Bildiğini biliyorum deyip ikinci yarı filmi baştan yazar. Öyle şeyler anlatır ki ağzın açık kalır ama arada gülmeyi de ihmal ettirmez. Fincher'ın o güzel açıları da filmi güzelleştiren diğer bir özellik. Kendisi "The Girl With the Dragon Tattoo" dan sonra yine bir kitap uyarlamasıyla karşımızda. Bildiğiniz üzere kendisi sever zor işleri. Palahniuk uyarlaması "Fight Club"ı hepimiz seviyoruz zaten. Yine en sevdiğim filmlerinden olan "Panic Room" ile bize bir gerilim filminin nasıl olması gerektiğini öğretir. "Seven" ı ilk izlediğim de her ne kadar abartıldığını düşünsem de başarılı bir filmdir. Yine uyarlama "Benjamin Button'ın Tuhaf Hikâyesi" de ortalarında sıkılsam da orijinal konusuyla günlük hayatımızda hala dizi ve filmlere malzeme verir. "Gone Girl"  için bu kadar referans varken, filmin başarısız olması imkânsız. Zaten uyarlama yaparken senaryoyu David Fincher'ın güvenilir ellerine bırakmak yapılacak en doğru şeydir. David Fincher efsane yapsın, alsın çeksin diye kitap yazılır bu saatten sonra :). Genel olarak, Fincher, aslında yönetmenlerin baştan bir sıfır geride başladığı kitap uyarlamalarında, durumu lehine çevirip bir anda bir sıfır önde başlama sebebidir.

Oyunculara gelirsek, Ben Affleck olaylı bir adam zaten. Film çeker Oscar alır, film yazar Oscar alır, film de oynar yine Oscar alır. Kendisi Oscarla baya içli dışlıdır bazı oyuncuların aksine J. Ödüllerden yana şanslıdır. Oyunculuğunu pek beğendiğim söylenemezdi ama bu filmle sempatimi kazandı. Yüz ifadeleri sadece beni değil bütün seyirciyi güldürmeyi başardı. Hala Batman olma konusuna sıcak bakmasam da filmde başarılıydı. Gelelim Rosamund Pike'a. Bu İngiliz hanımı birçok filmden hatırlayabilirsiniz. İtici gibi görünse de oyunculuğu güzeldi (itici dememin sebebi karakterinden dolayı değildir J). Neil Patrick Harris görmek isteyenler biraz hayal kırıklığına uğrayabilirler çünkü kendisi ikinci yarıda ve az biraz görünür. Az göründüğünden midir, rol farklı geldiğinden midir bilmiyorum da kasıntı, tam role girememe bir durumu vardı sanki. Yine de kötü diyemem. Film boyunca bu adamı nerden tanıyorum ya dediğim, aslında Facebook'ta birçok kişinin kapak fotoğrafı olarak görebileceğiniz canımız bağımsız filmlerden "Wristcutters" filmindeki başrol imiş kendisi. Dedektif ve başkarakterimiz Nick Dunne (Ben Affleck)'ın ikizi de güzel yan karakterleri başarıyla yerine getirdi. Ama bu yan rollerde ekstra sempatimi kazanan "Tanner Bolt" karakteriyle Tyler Perry oldu.

Müziğe gelirsek, bence filmi film yapan en önemli özellik/güzelliklerinden biridir. Doğru yerde gerilimi arttıran, sahneyi destekleyen başarılı bir soundtrack olmuş. Bir araba sahnesinde çalan Don't Fear the Reaper- Blue Öyster Cult ü es geçmek olmaz(Dinlemek isteyenler tıktık). Yine film için manidar şarkılardan biri.

Genel fikre gelecek olursak film, sinemada herkeste aynı anda seyirciye aynı tepkiyi verdirtmeyi başardı(en küçük salona koyan Cepa, utan!). Gerilim filmlerini sevenler kaçırmasın. Gerilim dedim diye korku sanılmasın, şahsen ben ne kadar düşkünsem gerilim türüne o kadar uzağımdır korkuya. Bu kadar sebebiniz varken bu filmi es geçmeyin. Tabi ben bu yazıyı hala sinemalardayken yazmıştım ama  eminim izlemeyenlerinizde DVD sürümünü bekliyordur :P. O zaman "common baby, don't fear the reaper" deyip bu yazıyı da bitirelim :).



Fragman




4 yorum:

  1. bitti okudum! hemde hepsini. nasılmıydı? şuan kültür şoku yaşıyorum resmen!!! çok fazla tanıdık şey vardı ama 4 yıl öncesinde terk edilmişlerdi kendıleri. neden mi? bilmem. sanırım en büyük etken bu zevklerımde yalnız olmamdı (azçok biliyon ortamı) sende angaralara gidince hepten bi başıboşluk oldu ve ipin ucu gitti :) o nedenle en çok ilgimi çeken kısımlar kıtap ve fılm önerileri :)) hepsi not edildi.
    bu arada yazı işindede fena değilsin :) ben 2 kelımeyı bı araya getıremeyenlerdenım hala... nesse devam...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok mutlu oldum beğenmene ve hepsini okumana. Bence sen de denemelisin güzel oluyor. Senin de önerilerine ihtiyacımız var. Tabi tek Kore olmasın :(. Senin zevkine hep güvenmişimdir. Şu 4 yıl önceki halin canlamıştır umarım, daha çok o kısımları görmek istiyoruz :).

      Sil
  2. kitabını okumadım ama filme bayılmıştım, büyük ihtimal önce filmi izlediğim için bu kadar sevdim , müthişti ama yaaa :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de okumadım kitabı ama filmi izleyen herkes aynı yorumu yapıyor. Kesinlikle muhteşemdi :).

      Sil