alfred hitchcock etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
alfred hitchcock etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Eylül 2019 Pazar

Atıştırmalık #47 (6 Film Birden)

Booksmart - Olivia Wilde (2019)



Eğlenceli bir gençlik komedisi. Başrol oyuncularından Beanie Feldstein'ın Monica Lewinsky'yi oynayacağı bir film geliyor diyorlar ki bize de merakla beklemek düşüyor. Yönetmen koltuğunda House MD dizisi, Drinking Buddies filmi gibi sevdiğim işlerde yer alan güzeller güzeli Olivia Wilde var. Kendisinin yönetmenlikte de ilerlemesini canı gönülden diliyorum.

Filme dönersek, iki yakın arkadaş liseden mezun olmadan önce çok çalışmalarının acısını çıkaran bol aksiyonlu bir gece geçirirler. Özellikle Feldstein'ın enerjisi bence filmi yükselten bir etken olmuş.  Mini rolünde Lisa Kudrow ise çok tatlıydı.

Long Shot - Jonathan Levine (2019)



Yine eğlenceli bir seyirlik. Charlize Theron'u çok severim, bu filmde de ne yaptılarsa tüm film boyunca Seda Sayan filtresiyle geziyormuşçasına bebek gibi arzı endam etti. Tabi ki romantik komedi klişelerinden nasibini alsa da eğlenceli bir filmdi. En çok da başkan rolü güldürdü beni. O kadar iyi başkan rolü oynamış ki gerçekten ülkenin başkanı olmuş ama dizi oyuncusu olan başkanın daha zor bir görev için başkanlığı bırakmak istemesi ve bu görevin film oyunculuğuna geçme olması muazzamdı :).

İşten yeni ayrılan gazeteci bir adamın artık dış işleri bakanı olan lise aşkı ve komşu kızıyla yeniden karşılaşmasıyla başlayan bir romantik komedi.

Ne tesadüftür ki Lisa Kudrow bu filmde de ufak bir rolde karşımıza çıkıyor hem de Jenifer Aniston'a güzelce laf sokulan bir filmde :). (Friends hayranlığımı kimse sorgulamasın ama komikti :)).

Isn't It Romantic - Todd Strauss-Schulson (2019)



Bu aralar hafif atıştırmalık filmler izlemeyi seviyorum ve bu film de öyleydi. Bonheur yazdıktan sonra aslında izleyeyim dedim ondan önce o kadar bile ilgimi çekmiyordu. Nitekim kafa boşaltmalık bir film. Rebel Wilson'ı ve aksanını seviyorum bu arada :).

Geçirdiği kaza sonrası romantik komedi filminin baş kahramanı olarak uyanan Rebel Wilson'n isyan edip yine de yaşadığı bu hayatın modernize edilmiş romantik komedisi.

Dear White People - Justin Simien (2014)



Geçenlerde bir gerçeği fark ettim ben ergen komedilerine baya bayılıyormuşum. Dear White People his olarak bana geçmişi anımsatan bir film oldu ama yanılmıyorsam günümüzde geçiyordu. Belki de geçmişte hiç yaşanmamış olmasını dilediğimiz olayların hala yaşanıyor olması bu duyguyu uyandırıyor. Filmin sonunda da anlıyoruz ki pek de uzak olmayan bir geçmişte yaşanan olaylardan esinlenilmiş bir film.

Bir grup üniversite öğrencisinin hayatlarına odaklandığımız, adından da anlaşılacağı üzere ırkçılığı konu alan bir gençlik komedi dram filmi. Hala süregelen bir dizisi de var. Filmin başlarında hikayeyi takip etmek benim için zordu. Çok fazla konuşma ve olay vardı üst üste, oradan oraya farklı görüntüler izleyip dinliyorduk. Daha sonra biraz alışınca ve olaylar daha sakin ilerlediğinde filmi daha iyi yakalayabildim.

Appropriate Behaviour - Desiree Akhavan (2014)



Cameron Post'un yönetmeninden kendisinin baş rolde olduğu otobiyografik ögeler taşıdığına inandığım bu bağımsız filmi çok sevdiğimi söylemeliyim. Cameron Post güzel ama bu film bence çok daha güzel. Hele ki sonunda bir şarkı çalıyor ki yönetmenimizin topraklarından psychedelic bir yolculuğa çıkıyoruz.


Sevgilisinden ayrılan ve bunu atlatmaya çalışan Shirin'in eğlenceli ve hüzünlü ayrılık sonrası beş aşamalı halini izliyoruz. Bu arada biseksüel olduğunu bilmeyen bilse de kabullenmek istemeyen ailesiyle olan ilişkisi de filmde önemli bir yer kaplıyor.

Dial M For Murder - Alfred Hitchcock (1954)



Alfred Hitchcock benim ara ara izlediğim ve beni hep memnun eden filmleri olan bir yönetmen. Favorilerimi sanırım şimdiye kadar izledim ama diğer filmleri de beni mutsuz etmiyor tabi ki.

Grace Kelly'nin baş rolde olduğu bir gerilim/cinayet filmi. Aşk, para, intikam ve bir cinayet. Eski bir tenis oyuncusu kendisini aldatan eşini öldürtmeye karar verir ve olaylar gelişir.

Madeo - Bong Joon Ho (2009)



Artık iyice ağır top filmlere geçelim bence. Madeo izlediğim en iyi anne filmlerinden biri, net olarak söyleyebilirim. Genç bir kızın cinayetiyle suçlanan ve olayları sürekli unutma hastalığı olan Do Joon'ın annesinin oğlunun suçsuzluğunu kanıtlama çabası izlemeye değer.

Kurgu ve hikaye gerçekten başarılı. Baş rol oyuncusunun mükemmel performansı ise ayrıca izlenmeye değer. Özellikle JP ile yaptığı hapishane sahnesi öyle etkileyiciydi ki aklıma gelince bile gözlerim doluyor.

Nitekim izleyin ama ruh haliniz müsaitken :).

Spoiler: Bu arada filmde ölen genç kızın hikayesini alıp geliştirmişler, hatta yakma olayı dahil baya bir esinlenmişler onu fark ettim, Şahsiyetten bahsediyorum. Bunu tek ben düşünüyor olamam değil mi?
Devamını Oku »

23 Ekim 2018 Salı

Atıştırmalık #41 (3 Hitchcock)

Notorious (1946)


öneri makinesi

Cary Grant Hitchcock'un sevdiği aktörlerden biri burada kendisine İsveç'in güzeli Ingmar Bergman eşlik ediyor. Romantizmi yüksek bu film noir yani kara filmde Amerika için ajanlık yapmayı kabul eden Bergman ajan Grant'a aşık olunca Grant'ta karşılık verince olanlar olur. Hitchcock'un gerilim ve suç filmlerini daha çok severim özellikle mizahla birleşince ama bu da fena değildi.

Strangers On A Train (1951)


öneri makinesi

Eşinden boşanmak isteyen ünlü tenis oyuncusu Guy Haines eşini ikna etmeye trenle giderken yolda ilginç bir adam, Bruno Antony ile tanışır. Sohbete başlayan ikiliden Bruno varsayımsal olarak yakalanmadan cinayet işleme fikrini ortaya atar ve buna öyle inanır ki kaçınılmaz son maalesef gecikmez. Ustadan başarılı bir gerilim ama Bruno'yu canlandıran Robert Walker'ı anmak gerekir. Öyle güzel ki sinir bozucu. Bruno karakteriyle Psycho tadı almadım da değil :). Çok sevdim.

The Man Who New Too Much (1956)


Öneri Makinesi

1934 Hitchcock yapımı filmin Doris Day ve James Stewart'lı yeniden çevrimi. Doris Day'in ünlü Que Sera Sera şarkısını seslendirdiği film. Fas tatillerinde istemeden bir suikast planını öğrenen Amerikalı bir ailenin oğullarının kaçırılınca, ebeveynlerinin onu aramalarını izleriz. Çok ağır ilerleyen bir film, mizah yönü iyi ama bir şeyler eksikti filmin çok iyi olmasına mani. Yine de ben Hitchcock derim başımın üstüne koyarım tabi o ayrı :). Bir de James Stewart yine Hitchcock'un sevdiği aktörlerden, ikilinin diğer iş birliklerine de bakmanızı öneririm.

Önceki Alfred Hitchcock atıştırmalığına gitmek için tıktık ve tıktık.
Devamını Oku »

6 Mart 2018 Salı

Atıştırmalık #39 (Son İzlediklerim - 6 Film Birden)

Heathers -  Michael Lehmann (1988)



Beğenmedim ya, kara mizah severim de filmi pek sevmedim. Seksenler Amerikan lisesi pop klibine cinayetler dizisi eklemişler. Kötü değil aslında konu da fena değil de niye sevmedim bilemedim :).

North By Northwest - Alfred Hitchcock (1959)



Hitchcock'a bayılıyorum, güzel sıkılmadan izlenilecek bir film daha ve Cary Grant'ın o ikonik sahnesini Emir Kusturica'nın Arizona Dream'inde de izlemenizi öneririm. İkisini de izleyenler sanırım bir tebessümle bu yorumu okuyorlar şu an :).

Phantom Thread - Paul Thomas Anderson (2017)



Daniel Day Lewis'da psikopat bir hava var, her izlediğimde hafiften yusuf yusuf olmuyor değilim. Sağ olsun Anderson da müziklerle gerilimi düşürmemiş. Ara ara komik olması da güzeldi de film neydi ne oldu. Başlarken moda dünyasındaki entrikaları izleyeceğimi sanırken sonunda saplantılı bir aşk hikayesine dönüştü. Filmi sevdim, fena değildi. Sıkılmadan izledim. Sevgili Gürültücüğümün dediği gibi ama fazla abartmaya bence de gerek yok :/. Jennifer Lawrence'ın dediği kadar da değil tabi :). Jen'e bayılıyorum ve yeni filmini de merakla bekliyorum bu arada, gerçi daha izleyemedim Mother'ı bile hala ama olsun :).

The Florida Project - Sean Baker (2017)



İzlediğim ikinci Baker filmi ve yine çok sevdim. Moone ile toplu konutlarda tek odalı evlerde yaşayan insanların dramı, işte Amerika'nın çok da gösterilmeyen ama belki de en çok yaşanılan yüzü. Sonlara doğru film içinde dolduğunuzu aslında renklere rağmen yüreğinize bir ağırlık çöktüğünü o küçük kız ile annesinin son sahnelerinde fark ediyor ve ister istemez gözlerinizde yaşlar ile filmi bitiriyorsunuz. Baker dramın dozunu müzikler, renkler ve tabi ki baş karakter o sevimli minik yeteneğin hayat enerjisiyle dengelemiş. Kendine has yöntemleriyle çok başarılı bir iş çıkarmış Baker. Ben çok sevdim :).

Patti Cakes - Geremy Jasper (2017)



Çok sevdim, bayıldım. Hip hop ve rap sevmiyorsanız hiç bulaşmayın (ya da bulaşın eğlenceliydi, belki seversiniz)  ama birkaç şarkı bile dinliyorsanız çok eğleneceksiniz. İzlerken aklıma Iggy Azelia ve Work şarkısı geldi. Zaten bir gönderme de vardı filmde kendisine. Güzeldi, sevdim.

Ingrid Goes West - Matt Spicer (2017)



Aubrey Plaza'yı çok seviyorum ve sebebi özellikle Parks and Recreation tabi ki ama Safety Not Guaranteed de yine sevdiğim bir bağımsız filmi. Filmi de çok merak ediyordum, Olsen'lardan Elizabeth'i de severim :). Bu filmde birçok mesaj var ve hepsi güzel aslında. Sosyal medyanın pek tartışmadığımız ama bizi belki de tahminimizden fazla etkileyen diğer yüzünü gösteriyor bize, sonu da hoş ve manidardı. Ben bu filmi de sevdim :).

Özlemişim Amerikan bağımsızlarını izlemeyi, özellikle bu türlerde. Son iki film o yüzden çok iyi geldi ve lütfen bana benzer türlerde bağımsız güzel filmler önerin :). Siz en son neler izlediniz, yorum bırakmayı unutmayın :).
Devamını Oku »

4 Haziran 2017 Pazar

Renklerin Beyaz Perdeden Silemediği Bir Klasik: Siyah Beyaz Filmler

Fotoğraf makinesi, ilk kamera, tren, film derken sinema hayatımıza girdi :). Giriş o giriş birçoğumuzun gönlüne taht kurdu ve sanat oldu. Birçok film yapıldı, izlendi, oynandı. Siyah beyaz ile başlayan hareketli görüntülerin serüveni, sessiz sesli sinema derken renklerin de girmesiyle, boyutlar da değişti en son sayamadım kaça çıktı :). Lakin ta o zamandan bu zamana değişmeyen bir şey oldu. Şu an hala birçok ünlü yönetmenin türlü imkanlara sahip olup da yine de vazgeçemediği şey siyah beyaz filmler oldu :). Kimisi maddi kimisi estetik kimisi ise işlevsel açıdan siyah beyazı tercih eden yönetmenlere gelin bir göz atalım. Renkler beyaz perdeye geldi ama siyah beyaz filmleri bitiremedi, işte renklerin geldikten sonra bile ekrandan silemediği siyah beyaz filmler :). Keyifli seyirler :).

Sen Aydınlatırsın Geceyi - Onur Ünlü (2013)




Sondan başa gidersek benim de sevdiğim ödüllü yönetmenlerden Onur Ünlü'nün bol ödüllü filmi "Sen Aydınlatırsın Geceyi" filmi adını Shakepeare'den alır. Euripides'ın "İnsan endişeden yaratılmıştır" sözüyle başlayan film sıradan insanların süper güçleri olduğu bir kasabada geçmektedir. Kara mizah ve dram türlerinde olan bu filmin başrollerinde Demet Evgar, Ali Atay, Ercan Kesal ve Serkan Keskin gibi önemli oyuncular yer alır. Süper güçlerin hayatı kolaylaştırmadığı kimseyi de kahraman yapmadığı bu siyah beyaz film sıradan insanların sıradışı güçleriyle sizi izledikten sonra da fazlasıyla düşündürecek.

İlgili şiir

" Yarayla alay eder yaralanmamış olan,
Bak nasıl da sararıp soluvermiş tanrıça kederlerden,
Sen çok daha parlaksın çünkü,
Sen tüm göklerdeki yıldızın ilki,
Sen aydınlatırsın geceyi"

Frances Ha - Noah Baumbach (2012)




Eğlenceli, komik, bir türlü büyüyememiş bir kadın Frances Ha. Yeteneği olmasa da, fiziği elvermese de dans etmeyi seven Frances'in en yakın aynı zamanda aynı evi paylaştıkları arkadaşı onu bırakıp başka bir eve taşınınca Frances'in kendine yeni bir düzen kurması gerekecektir. Siyah beyaz olup da bu kadar renkli bir film olmayı başaran az film vardır, bu hafta sonu bu filme bir şans verin :).

A Coffee in Berlin - Jan Ole Gerster (2012)




Sıradaki filmimiz Almanya'nın bağımsız filmlerinden. Sadece kahve içmek isteyen Nico'nun absürd, komik, rahatsız edici ve her şeyin üst üste geldiği kahvesiz bir günü :). Bunun yanında da siyah beyaz Berlin'e bir bakış. Kahvesiz güne başlayanların sonu işte böyle olur desek mi yoksa kahvenin 40 yıl hatırı var ilkini reddedersen lanetlenirsin mi desek ne desek :).

Angel A - Luc Besson (2005)




Fransa'da bir köprüden atlamayı kafasına koymuş bir adama göklerden 2 metre boyunda bir melek gelirse işler biraz karışacaktır :). Komik, eğlenceli ve fantastik ögelere sahip bu Angel-A size keyifli bir zaman geçirten güzel bir Luc Besson filmi.

Coffee and Cigarettes - Jim Jarmusch (2003)




Jim Jarmusch'un renklerle arası iyi ama siyah beyaz filmler de ondan sorulur. Bu film dışında da birçok siyah beyaz film yapan yönetmenin bu filmi, kısa hikayelerden oluşan bir kitap gibi. Birçok ünlü oyuncunun bu kahve sohbetine katıldığı film size keyifli dakikalar geçirtecek. Güzel haber Jim Jarmusch da kahve insanı :). Hepsi birbirinden eğlenceli karakterleri olan bu film hakkında daha fazla bilgi için tıktık.

The Man Who Wasn't There - Joel Coen/Ethan Coen (2001)




Coen kardeşlerin de bu güzellikten eksik kalmayıp onlar da siyah beyaza yakışan bir kara film, suç filmi çekmişlerdir. Bir berberin trajikomik hikayesi bizi geçmişe götürüp nostalji tadı verirken bir yandan da absürd olayların birbirini izlemesini seyreder, baş karakterimiz "the barber" gibi kaçınılmaz sonu bekleriz.

25 Watts -  Pablo Stoll/Juan Pablo Rebella (2001) 




Rotamızı Uruguay'a çevirelim, ödüllü 25 Watts üç gencin yaşamına siyah beyaz bir pencereden bakmamızı sağlıyor. Yine komik, hatta belki biraz çatlak bir film :). Bağımsız film severler bu filme bir göz atsın :).

Girl on the Bridge - Patrice Leconte (1999)




Ünlü Fransız oyuncular Vanessa Paradise ve Daniel Auteuil başrolde oynadığı bu siyah beyaz aşk hikayesinin replikleri paylaşımlarınızın altına yazacağınız cinsten :). Ayrıca filmin bize çok da uzak olmayan ezgilerle Fransa'da bir köprüde başlayıp İstanbul'da bir köprüde yine tanıdık ezgilerle bittiğini hatırlatalım :).

Kasaba - Nuri Bilge Ceylan (1997)




Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes öncesi filmlerinden Kasaba'da akla gelebilecek her türlü çatışmayı; insanın kendisiyle, insanla ve doğayla, izleyebiliriz. Kasaba'da kendini sıkışmış hisseden, ne giden ne de kalan baş karakterimizin ormanın içinde ailesiyle olan sohbeti herhalde filmin doruk noktası. İzlediğim en kısa NBC filmi olabilir şu ana kadar. Yönetmenin filmlerini severlerdenseniz bir de siyah ve beyazla neler yaptığını görün :).

Ed Wood - Tim Burton (1994)




Tim Burton bizi 50'li yılların Hollywood'una, başarısız bir yönetmenin trajikomik hikayesini anlatmak için sanki o dönemde film izliyormuşçasına siyah beyazla o zamana götürüyor. Ed Wood, başarısız bilim kurgu ve korku filmleri çeken, zor şartlar altında filmine bütçe sağlayan ama asla vazgeçmeyen, Orson Welles hayranı yapımcı, senarist ve yönetmendir. Biyografik olan bu film başta Johnny Depp ve Martin Landau olmak üzere müthiş oyunculuklarıyla sizi gülmekten kırıp geçirecektir :). Ed Wood ile beraber film yapmak isteyecek, Bela Lugosi ile yeniden Dracula olacaksınız. Başından sonuna temposu düşmeyen en güzel Depp-Burton işbirliklerinden, Burton'ın bu başarısız yönetmenin hayatını çektiği en başarılı işlerinden biri olan bu filmi izlerken keşke yine bu tatta daha çok film yapsa diyeceksiniz.


Film özellikle şu sözüyle de Feud'u ciddi anlamda anımsattı;

"Bu meslek, bu kasaba seni çiğneyip sonra da tükürür"

Berlin Üzerindeki Gökyüzü - Wim Wenders (1987)




Wim Wenders'ın ustalığını konuşturduğu bir film. Şiirsel Gerçekçilik ve Alman Dışavurumculuk akımlarının etkilediği yarı siyah beyaz bu film ikinci yarısında renklere geçiş yaparak siyah beyazın estetik görünümün yanı sıra işlevselliğini de kullanarak bizi şaşırarak filmden alacağımız keyfi de arttırıyor. Siyah beyazın ve renklerin güzelliklerini ayrı ayrı vuguluyor. Zülfi Livaneli ve Nick Cave'i bir arada dinleyebileceğiniz enfes bir soundtracke sahip bu film özellikle sinema aşıkları için nefis bir seyirlik :).

Clerks. - Kevin Smith (1994)




Sundance'ten ödülle dönen Clerks, izin gününde çalışmak zorunda kalan markette satış sorumlusu Dante'nin ve yakın arkadaşı, kendisi film kiralamak için başka dükkana giden ama aslında Dante'nin hemen yan dükkanında müşterilerine film kiralayan Randal'ın bu tek günlük siyah beyaz maceraları; arkadaşları, müşteri tipleri ve müşteri satıcı ilişkileri ile size güzel bir seyirlik sunacak :). Bu siyah beyaz filmi renklendiren anlar ise sizi güldürürken çizimleri ile de hoşnut edecek animasyon olarak çekilen sahneler olacak :).


Psycho - Alfred Hitchcock (1960)



Renkli sinemanın çok da eski olmadığı bir dönemde, yine de bu film öncesi renkli filmler de çeken, "Psycho" ile siyah beyaz bir klasik yapan Hitchcock'un düşük bütçe gibi nedeni olmasına rağmen o ünlü banyo sahnesinin de renklerle fazla kanlı olacağını düşünmesi de filmi siyah beyaz çekmesinde etkili olduğu söyleniyor. Güzel bir film yapmak için ne renklere ne de yüksek bütçelere gerek olmadığını yine de korku/gerilim filmi çekileceğini gösteren Hitchcock; aynı zamanda bugüne kadar güncelliğini korumuş bir klasik bizlere sunmuştur. Film dezavantaj gibi görünen siyah ve beyaz çekimin işlevselliğini ve avantajlarını öyle güzel kullanmıştır ki ortaya zamansız, hala yönetmenlere esin kaynağı olan bir film çıkmıştır. Siyah beyazın kullanımına en güzel örneklerden biri olan "Psycho", siyah beyaz film yapacaklara ders niteliğinde ve bize harika bir seyirlik sunmakta :). Keyifli seyirler, bol sanatlı günler :).


Öneri Makinesi'ni Sosyal Medyada Takip Edin

Twitter
Instagram
Goodreads
Tumblr
Soundcloud
Devamını Oku »

9 Mart 2017 Perşembe

Atıştırmalık #9 (Biraz Nostalji)

Bu sefer atıştırmalığımız biraz nostaljik :).

Taxi Driver - Martin Scorsese (1976)




Güzel film, Robert De Niro eski aşkımdır Al Pacino için bıraktım :). İzledikten sonra "Are you talking to me?" deme garantili :).

The Birds - Alfred Hitchcock (1963)



Sizce kuşlar insanlara zarar vermeyen oradan oraya uçan varlıklar mı? Dünyayı sadece ve sadece güzelleştirmek için mi buradalar? Göç ederken sessizce oradan başka bölgelere mi giderler? Çocuk düşmanı değil de çocuk dostu mu? Kana susamış toplu halde gezen çete değiller mi? Bu filmi izlemeden karar vermeyin çünkü kararınız değişebilir :). Beğendim beğendim, arada baya eğlendim de :). Ya bu adam bu imkanlarla böyle filmler yapmışsa şu imkanlarla neler yapardı ben görmek isterdim.

Psycho - Alfred Hichcock (1960)



Sanırım izlediğim korku filmi adı altında geçen filmler tek Hitchcock'a aittir ama o da izlenir hani. Bu üçüncü filmim ve sanırım çoğunu izlerim yine. Tabi korku filmi hiç izlemedim diyemem ama bilinçli olarak çok nadirdir, sevmediğim tek tür sanırım. Müthiş bir filmdi bu siyah beyaz bir film. Gölgelendirmeler, ışığın kullanımı çok güzeldi. Oyunculuklar çok iyiydi hele ki Norman Bates karakterine bayıldım, süper bir filmdi. Eğer iyi bir seyirci olursanız Hitchcock'u bu filmde görebilirsiniz :).

Frenzy - Alfred Hichcock (1972)



Buram buram İngiliz kokan, aksanı, sokakları, evleri, Scotland Yard'ı ve patatesleriyle bir İngiliz filmi olmuş :). Öyle ki bana Agatha Christie romanlarını hatırlattı, adı da geçiyordu zaten. Pos bıyık Poirot dedektifimiz olmasa da polis memuru vardı :). Mizahi yanı da güçlüydü. Güzel bir film, özellikle Hitchcock severerdenseniz bu filmi kaçırmayın.

The Apartment - Billy Wilder (1960)



Başrol kadın oyuncusuna hayran kaldım maşallah çok güzel bir yüzü var söylemeden edemeyeceğim kendisi Shirley Maclaine olur, iyi bir oyun da sergilemiş :). Filmi çok sevmedim ne yalan söyleyeyim. Komik olması gereken yerlerde gülmeyince pek sevmedim herhalde. Türü romantik komedi dram. Sevdiğim de bir üçlüdür aslında. Kötü bir film değil, özellikle sonu çok tatlı :).


Öneri Makinesini Sosyal Medyada Takip Edin:

https://soundcloud.com/ms-m-5
https://www.tumblr.com/blog/mubblr
https://twitter.com/onerimakinesi
Devamını Oku »