7 Aralık 2025 Pazar

Self Date - Taksim'de Bir Gün - Bale Gösterisi

Ben üniversiteye kadar hatta üniversite de dahil tek başıma sinemaya bile gidemezdim. Bir sürü etkinliğe katılmak isterdim ama benle kimse gelmezse ben de gidemezdim. Sonra o zamanki yakın bir arkadaşım ben tek başıma sinemaya gidiyorum ne var ki gibi bir şey dedi ve ihtiyacım olan motivasyon buymuş gibi o andan sonra film festivalleri, konserler, sergi, tiyatro gitmek istediğim hangi etkinlik varsa kimse gelmese de gitmeye başladım. Hatta artık tek başıma bazı etkinliklerde daha çok keyif aldığımı hissettim ve çoğu zaman tek giderek daha çok zevk alacağımı bildiğimden birini çağırmadım bile. Tek başıma o kadar keyif alıyorum ki bazen de o etkinlikten en az benim kadar zevk almayacak birini çağırıp modumu düşürmesindense tek başıma konsere gidip dans etmek daha çok hoşuma gidiyor mesela. Bir de şunu çok net biliyorum ki bir etkinliğe sırf tek başıma olmayayım diye gitmemektense; tek de olsam o etkinliğe gitmiş olmak beni daha çok mutlu edecek. Ben orada olmak istiyor muyum, evet; her zaman birine muhtaç mıyım, hayır. O yüzden artık bir yere gitmek istiyorsam sorduğum ve fikrini önemsediğim tek kişi kendimim. O zamandan beri hayatım daha renkli ve benim tercihlerimle ilerliyor. 

Bu cumartesi de o günlerden biriydi. Geçen yazımda baleyi sevdiğimi ve tekrar gitmek istediğimi söyledim. Romeo ve Juliet'e de yakın tarihte bilet bulunca hemen biletimi aldım. Taksime doğru yola koyuldum Hava da o kadar güzeldi ki tam bahar havası. Ne terletir ne üşütür apaçık bir gündü. Lakin yerim çok kötüydü, izlerken çok zorlandım. Fotoğraflardan zaten anlarsınız. Bir ara yükseklik korkusu da yaşadım üçüncü katta olunca ama neyse ki çabuk geçti. 

Romeo ve Juliet'i Siyah Kuğu'daki ile aynı balerin ve balet Batur Büklü ve Berfu Elmas yine baş dansçı olarak dans ettiler. Kötü adam karakterinde ise yine Nuri Arkan vardı. Benim favorim ise Matthew Solovieff idi. Çok güzel rol yaptı, çok güldüm. En çok alkışı da o aldı zaten bu fikrimde yalnız olmadığımı düşünüyorum. Bir ay boyunca Romeo rolünde sahne alacakmış. Ben de onun Romeo'suna denk gelmek isterdim. Batur Büklü çok iyi bir balet kendisinin hayranıyım ama daha önce de baş balet olarak izlediğim için Matthew da bu kadar güzel dans etmişken onu izlemek isterdim Romeo olarak.


Genel olarak müzikleri ve hikayeyi beğenmedim. Siyah Kuğu ile karşılaştırdım ister istemez ve orada o kadar çok etkilendim ki hem müziklerden hem de koreografi ve kostümlerden Romeo ve Juliet beni etkilemedi. Yine de yine de bale izlemek güzel, oturup iki saat dans izlemek beni mutlu ediyor, hareketlerini tekniklerini incelemek de. Bu arada ben Shakespeare'in Romeo ve Juliet'ini de sevmem. Bu gösteri de benim için vasattı, ruhu yok gibi geldi. 

Oyun sonrası İstiklal Caddesinde iki metro arası yürüyüp yılbaşı süslerine baktım. Kiliseye girdim, oradaki süslemelere de baktım. Vitrinlerdeki dekorasyonlar içimi açtı. Yeni yıl ruhu gelmiş Taksim'e de. Birkaç işimi hallettim. Benim klasiğim favori balıkçımda midyemi, balığımı yedim. Biraz kitapçıları gezdim, Almanca kitaplar buldum sonunda seviye seviye. Derken keyifli bir gündü benim için. Kalabalık beni rahatsız etmedi; aksine ışıklı cıvıl cıvıl süsler arasında insan sesleriyle yürümek hoştu. Uzun zamandır erteliyordum kendimle date'i ve keyifli bir gün geçirdim kendimle. En az bir buçuk sene olmuştur kendime böyle vakit ayırmayalı. Siz en çok kendinizi nereye götürürsünüz? Dışarıda yalnız yapmaktan hoşlandığınız şeyler neler? En son ne zaman kendinizi date'e çıkardınız? Yorumlarınızı merakla bekliyorum.





Marka görünüyorsa reklam yoktur. 

Devamını Oku »

3 Aralık 2025 Çarşamba

Son Zamanlarda Dinlediğim Albümler/ Şarkılar ve de Festival Anıları

Yeni yıla da yaklaşmışken şöyle bir saydım da yılların sayısı 12 olmuş. Dile kolay 12 yıldır blogda yazı yazıyorum. İlk blog yazmaya başladığımda yurtta kalıyor, üniversitede okuyor ve Ankara'da yaşıyordum. Şimdi İstanbul'da kendi evimde yaşıyor ve çalışıyorum. Hayat çok garip. Daha doğrusu benim hayatımın bu kadar eski dönemini hatırlamam çok garip ya da benim dünyada insan olarak eski olmam. 

Yıllar içinde ilgi duyduğum konular değişse de temelde 12 senedir kitap, müzik, film, dizi alanında hep söyleyeceğim şeyler olmuş. Sanat dalında farklı etkinlikler eklenmiş, yeni hobiler de edinmişim. Bazılarına ara verip bazılarıyla devam etmiş bazılarını da yazmadan takip etmişim. Yapma şekillerim değişse de temelde bu alanlara ilgim değişmemiş ve yazma ihtiyacım. Bir şekilde az ya da çok her sene paylaşım yapmışım. Bununla alakalı ne hissedeceğimden emin değilim ama günün sonunda mutluyum. Beni ben yapan şeylerin bir parçasının bu olması beni mutlu ediyor. 

Sunny Hill Festival

Her gün müzik dinleyip en az bir şarkı keşfetmeme rağmen en az yazdığım yazılar müzik yazıları olmuş. Bu sene sanırım iki müzik festivali ve birçok konsere de gittim burada bahsetmediğim. Tabi bazı aksilikler de yaşandı. Bu sene daha önceki senede olan bir şey yeniden oldu ve bir konsere gitmeyi unuttum hem de uğruna konserlerde çaldıkları şarkılardan playlist oluşturduğum ve gitmeden önce saatlerce dinlediğim Khruangbin'in Harbiye Açık Hava Konserine. Çok üzüldüm ama o da gitmeyi unuttuğum konserler arasına eklendi maalesef. Konser günü tesadüf takip ettiğim hesaplardan birinin hikayesini izleyince bilet aklıma geldi, yıkıldım tabi. Bu sefer hemen bir gün sonraki DIIV konserini neyse ki hatırlamış oldum ve onu kaçırmadım. Daha önce de Bad Bad Not Good ve Blonde Redhead konserlerine gitmeyi unutmuştum takvimde yanlış tarih işaretlediğim için onlar da art ardaydı ve ben iki bilet için de farklı tarihleri bekledim gitmek için. O tarih geldiğinde konser çoktan geçmişti tabi.

Şimdi son zamanlarda severek dinlediğim albümleri ve isimleri paylaşacağım. Biraz da festival ve konser anıları sıkıştırdım araya. Sizin aralarında sevdikleriniz var mı merak ediyorum.

Tame Impala - Deadbeat (2025)


10 yılın sonunda Kevin Parker bizi sonunda Tame Impala albümüne kavuşturdu. Konserden konsere yere kilim serip klavyesini çalıyor. Orada olup bu deneyimi yaşamak için neler vermezdim ama henüz vizem yok. Şimdilik uzaktan ama belki bir gün canlı olarak bu deneyimi yaşamak istiyorum. Ben albümü çok sevdim ve favorilerim Dracula, My Old Ways, Loser, No Reply ve Afterthought. Albüm çıktığından beri bu şarkılar arasında mekik dokuyorum. Albümün ilk şarkısı "Back into my old ways again" ile de açılması yeterince her şeyi açıklıyor ve hoşgeldin Kevin'cım hoşgeldin Tame Impala diyorum. Kendisi bu arada artık iki çocuk babası ve albüm kapağında da kızı ile poz vermiş. Çok tatlı değil mi?


Dua Lipa - Radical Optimism (2024)


Sunny Hill Festival

Bu sene bir çılgınlık yapıp müzik festival deneyimimi bir üst seviyeye ülke dışına taşıdım ve Dua Lipa'nın babasının Priştin'de düzenlediği Sunny Hill Festival'a gittim. Hayatımda verdiğim en iyi kararlardan biriydi. Dua Lipa reklamında oynuyor diye aldığım ayakkabılarla Dua'nın memleketine konserine gitmek de varmış hayatta. 7 Aralıkta 10 yıl olacak ama İki Sınav Arasında Konsere giden kız değişmedi arkadaşlarım. Bu kız yine biletlerini aldı, ayarlamalarını yaptı ve o konsere gitti, iyi ki de gitti. Hem yeni sanatçılar keşfedip hem de Dua Lipa'yı dünya gözüyle sahnede izlemek muazzamdı. Umarım son olmaz çünkü ben ağustostan beri etkisinden çıkamadım sadece bu albümü değil tüm şarkılarını sırayla dinliyorum. Seni seviyorum Dua Lipa, sen Priştin'in başına gelmiş en güzel şeysin. Sahne gösterisi de çok güzeldi, tüm sahne dekorunu getirmiş kraliçe. Çok da güzel dans ettiler. Albümde de en sevdiğim şarkıları sıralamam gerekirse seçemem. Hepsi benim bebeğim seviyorum. 


Manifest - Manifestival (2025)


Big5 izleyicisi olarak ben bu grubun doğuşunu başından sonuna takip ettim. Sen hangi üyesin diye sorarsanız cevabım da hazır; Zoktay ve Minayım. Esin ve Sueda'nın da fanıyımdır. Bu albümü tabi ki çok dinledim. Tek ısınamadığım şarkı "Hayır" onu bir türlü sevemedim ama ezberledik yine de yarın öbür gün konserine gideriz lazım olur. Rüya'yı da beğendim ben şimdi de yeni şarkıyı bekliyorum. 


Aydeed - #SOLO (2025)


Big5 izleyicisi olarak ben de Aydeed dinlemeye başladım tabi hemen. Son çıkardığı EP'yi de beğendim, kendisinin şarkıları güzel, Türkçe'de pek duymadığımız tarzda o yüzden de hoşuma gidiyor. Benim bu EP'deki favorilerim; Tane Tane, İtiraf, On ve Bu Aşk. 


Müzik festivalinden bahsetmişken İstanbul'da da üçüncü kez gittiğim Gezgin Salon Festival'inden de bahsetmek isterim zira üç yıl içindeki en kötü seneydi. Bu iki günlük Parkorman'da gerçekleşen festivalin benim için tek artısı Neil Frances'tır. Çok ama çok eğlendim. Çok güzel çaldılar. Konserden çıkınca da bir süre etkisinden çıkamayıp sayısız kez aşağıda paylaştığım şarkılarını dinledim. Festival ise genel anlamda çok ruhsuzdu; Air hayal kırıklığı, Slowdive iyiydi ama sahne iletişimi azdı. French 79 da yine enerjisiyle en iyilerinden biriydi. Blind'da DIIV konseri vardı ona gittim bu sene, o da güzeldi. Sunny Hill Festival'da da Edis rüzgarı esti. Yani orada olan biri olarak söylüyorum müthiş bir hayran kitlesi var ve festivalde Türkiye'den çok insan gelmişti ama onun dışında yabancı da çok fazla hayranı var. Hak ediyor da ama muhteşem bir sahne şovu sundular Elements of Dance Co. ekibiyle. Arasız üst üste neredeyse tüm popüler şarkılarının hepsini söyledi ve o kadar çok eğlendik ki anlatamam. Edis konserine gidilir ve bolca eğlenilir. Zaten çok istiyordum izlemeyi sahnede, normalde de dinlediğim biri olduğu için bu festivalde de ilk kez izlemek çok güzeldi. 




Bir de Girl Power tadında son çıkan şarkılardan en çok Tyla, Tate Mcrae, Lady Gaga, Sabrina Carpenter, Katseye, Raye, Dojo Cat şarkılarını dinliyorum. Aşağıda da en çok dinlediklerimden bir liste hazırladım bakmak isterseniz diye. Müziksiz gününüz kalmasın, görüşürüz efem. 
 

Devamını Oku »

Yeni Yıl Ruhu, Blogda Güncellemeler ve Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

Yılın en ama en sevdiğim zamanı geldi. Aralık ayı için çok heyecanlı ve umutluyum. Christmas temalı mumlarımı yaktım, kırlent kılıflarımı geçirdim, yavaş yavaş evi de süslemeye başlar, kokinalarımı da alır koyarım köşeme. Kokina hediye etmek de almak da çok güzel. Yeni yıl zamanı birinin evine gidersem kokina alırım, özellikle ilk kez gidiyorsam. Benim yılbaşı hazırlıklarım sonbaharda başlar normalde alışveriş olarak ve abartılı süslerim evi ama bu sene bazı kararlar aldım. Öncelikle eve koltuktan bile önce aldığım yılbaşı ağacını attım ve yenisini de almadım. İki sene önce aldığım minik bir ağacım var, onu süsleyeceğim. Yeni dekorasyon ürünü almayacağım ve bu sene önceki senelerden kalanlarla daha mütevazi bir ev dekoru yapacağım. Sebebi ise bu yılın ilk yazısında yazdığım sebeplerle aynı aslında hayatıma düzen getirmek. Daha çok elimdekilere odaklanmak ve dışarıdan daha az şey almak. Tabi mağazaların önünden geçerken içim gitmiyor değil ama bu sene sadece elimdekileri kullanmakta kararlıyım. İstisnalarım oluyor illaki olacaktık sonuçta sevgim azalmadı bu temaya ama bu seneki planım bu şekilde. 

Kışın en çok sevdiğim şeylerden biri de kokulu mumlar. Öyle güzel koku kombinasyonlarıyla mumlar üretiliyor ki ben her seferinde heyecanlanıyorum. Yılbaşı teması da bunun için ideal. Sıcak ve iç ısıtan kokularla evde mum yakmaya bayılıyorum. Vanilya, şömine, fresh ya da orman kokuları en sevdiklerim ama genelde hangi mum kokusunu sevsem içinde bir vanilya yazısı görüyorum. 

E tabi kışın vazgeçilmezlerden biri de benim için sıcak şarap. Yapmayı da içmeyi de çok seviyorum. Bol meyveli ve baharatlı güzel bir kırmızı şarap her zaman keyfimi yerine getirir. Herkesin mutlaka bir tarifi oluyor ve birbirine benzemiyor ama benim sevdiğim tatlısı az daha ekşi tarafa kayan bir içerik. Sizin tariflerinizi de merak ediyorum. 

Yılbaşı gelmiş ve ben de uzun süredir aynı temayı kullandığım için de blogda da bir kış güncellemesi geldi. Kırmızı ve yeşilin o sıcak uyumunu ben de hem bannerımda hem de genel yazı renklerimde kullandım. Yeni temayı nasıl buldunuz, beğendiniz mi? Bazı küçük değişiklikler de yaptım tabi elim değmişken ve birkaç yeri güncelledim sayfada. Yeni yıl da gelmişken bu değişiklik ve düzenleme iyi geldi. Blogda da kışa girişimi yaptım. Sizin görüşlerinizi de merakla bekliyorum. 

Bir de Toffee Nut Latte sezonu geldi, henüz daha içemedim ama en son aldığım mumlardan birinin kokusu tam da bu en sevdiğim mevsim içeceğinin kokusunu bana hatırlatınca canım istemeye başladı. En yakın zamanda da Toffee Nut Latte sezonunu da açmak istiyorum. 

En son kitap kulübümüzle okuduğumuz kitap Milan Kundera'nın Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'ydi ve ben çok sevdim. Karakter anlatımı çok başarılıydı. Karakterlerin seçimlerinden bağımsız olarak onları tanımak için o kadar güzel detaylar vermiş ki seçimlerinden ziyade neden o seçimleri yaptıklarını çok iyi anladım. Tomas ve Tereza çiftinin hikayesini non linear bir şekilde okumak da çok güzeldi. Kitabın ortasında insan beklemediği anda sonunu öğrenince şaşırıyor. Ülkenin politik gündemini okurken arkada karakterler hakkında bilgi almak da okuma deneyimini heyecanlı kılan şeylerden biriydi. Yazarın daha doğrusu Tomas'ın tabiriyle birkaç tesadüf eseri hayatları birbirine bağlanan iki kişinin yıllara dayanan ilişkisini konu alıyor. Arka planda ise Prag baharının etkileri yoğun bir şekilde devam ediyor ve karakterlere yansımasını da okuyoruz. Bence bu kitap oldukça politik ve aşk hikayesi geride kalıyor diyebilirim. Tarih bilgimi arttırdı ve Çek tarihini de araştırma fırsatı buldum anlamak için olayları. Herkese göre bir kitap olduğunu söyleyemem ama ben çok sevdim. 

Bu yazıya yorum yapan bir kişiye de kitaplığımdan 5 kitap hediye etmek istiyorum. Yorumlarda kendi blog adresinizi paylaşmanız yeterli. İsterseniz blogunuzdan da kısaca bahsedersiniz, çok tatlı olur yeni bloglar keşfetmek için. Kitaplar ikinci el kitaplar olacak bilginiz olsun. Ocak ayının ilk haftası da bir kişiyi seçeriz ve kitaplarını gönderirim. Hangi kitaplar olduğunu söylemeyeceğim Secret Santa gibi sürpriz olsun :). Kendinizi çok sevin ve bugün kendinizle gurur duyduğunuz en az bir şeyi kendinize hatırlatın. Görüşmek üzere!

Devamını Oku »

17 Kasım 2025 Pazartesi

Bir Tiyatro, Bir Film, Bir Müzikal

İki haftadır cumartesi günleri tiyatro ve müzikale gitme şansım oldu. Perşembe günü de Frankenstein'ı izledim. Daha önce İstanbul'da hiç gitmediğim sahneleri de görme şansım oldu. O açıdan da güzeldi. İstanbul'a ilk geldiğimde uzaklık benim için sıkıntı değildi, her yere gidiyordum ama artık yakın çevrelerdeki etkinlikleri tercih edip arada çok istediğim etkinlikler olunca yaka değiştirmek ya da zorunluluktan gider oldum uzak yerlere. Yaşlanıyor muyum zamanım artık daha mı değerli bilmem ama son bir iki senedir bu şekilde tercih ediyorum.

Köpek Kalbi Tiyatro Oyunu


Geçen hafta (8 Kasım 2025) Sadabad Sahne'de Köpek Kalbi oyununa gittik. Mihail Bulgakov'un aynı adlı kitabından uyarlanan bir tiyatro oyunu. Öncelikle sahne dekoru çok güzeldi, köpek kostümü de. Köpek rolünü oynayan Caner Çandarlı da başarılıydı, lakin ben oyunu sıkıcı buldum. Sahne çok karanlık ve hikaye de akmıyordu. Kitabı da okumayan biri olarak ana fikri anlasak da oyunun içine girmek ve duyguları anlamak çok zor. Ben genel olarak beğenmedim.

Oyunun özeti;

"1924 yılı… Sovyet Rusya’nın karanlık atmosferinde, toplumsal düzenin ve bürokrasinin içine sıkışmış Profesör Preobrajenski insan beyni ve gençleşme üzerine çalışmaktadır. Ona dünya çapında şöhret kazandıran, insanların gençleşmesini sağlayan bir teknik geliştirmiştir. Beyin araştırmaları sürecinde yeni bir deney yapmayı tasarlar. Sokak köpeği Şarik’e zor bir ameliyatla bir insandan alınan hipofiz ve testisleri nakleder.

Fakat ameliyattan sonra beklenmedik değişimler baş gösterir, Şarik insana dönüşmeye başlar. Bu değişim Profesör Preobrajenski’nin evinin kurallarını altüst edecektir.

Köpek Kalbi, toplum mühendisliği, çürümüş bürokrasi ve sınıf savaşlarıyla toplumsal barışı yitirmiş bir halk üzerinden, insanı insan yapan şey nedir sorusunu soruyor."

Alıntıdır. 

Frankenstein Filmi


Yakın zamanda Frankenstein kitabını okuyan biri olarak Guillermo del Toro'nun Franskenstein'nını izledim hemen. Del Toro'nun filmi olduğunu bilmesem yine onun filmi olduğunu tahmin ederdim. O yeşil tonunun ağırlığı, canavar hikayesi ve yer altı mekanı ve su teması ile önceki filmlerindeki görsellerle benzer yapıda. Oyunculuklar kötü değil belki ama bana hitap etmedi özellikle Victor'u oynayan Oscar Isaac'i fazla abartılı buldum. Jacob Elordi'nin dans eder gibi yaptığı roller hoşuma gitmedi. Mia Goth iyiydi bence bir tek onu ve amcasını oynayan Christoph Waltz'u sevdim oyunculuk olarak. Kitaptan bire bir uyarlama değil daha çok yorum olarak uyarlanmış bir film.

Yazının bundan sonrası spoiler içerir.

Kitaptan farklı olarak filmde Victor karakterinin geçmişi daha güzel resmedilmiş ve karakterinin gelişimini anlamak daha kolay. Annesi ve babası ile ilişkisinde; sevgi dolu annesine özleminden kaynaklı ölümü yenme isteği ve yarattıktan sonra soğuk ve katı babasına dönüşme hikayesinin anlatımı başarılı. Aynı şekilde kitaptan farklı olarak Victor'un finalde özür dilemesi belki de tüm filmin can alıcı noktası çünkü kitaptaki Victor'un böyle bir kapasitesi yok ama bence sıkıntı şu filmde resmedilen Victor karakterinin de böyle bir kapasitesi yok; o yüzden Canavar'ın onsuz olan hikayesini dinleyip bir anda özür dileyen bir karaktere dönüşmesi çok hızlı ve nitekim inandırıcı gelmedi. Olması gerekeni gelişim olmadan verince çok çiğ kalıyor. Burada benim filmi sevmememin en büyük sebebi olan şey de bu aslında. 

Esas canavarın Victor olması ve bunun birçok şekilde film boyunca Victor'un yüzüne vurulması yine kitapta bunu düşünen sadece biz yani okuyucuyken, filmde çevresinin de bunu görüp kendisine direkt söylenmesi bir nebze de olsa içimize su serpiyor. Prometheus yorumu filmde de karşımıza çıkıyor ve modern Prometheus insanlığa ateşi(bilgiyi) veren el kendini burada da yakıyor. Viktor kitaptan farklı olarak filmde daha olması gerektiği gibi cezalandırılıyor bir nevi ve farkında olarak ölüyor ki bence bu filmin çok sevilmesinde önemli bir etken, benim filmi sevmem için yeterli olmasa da.

Film çok katmanlı, altyapısı güçlü hem psikolojik olarak komplekslerden ve insan ilişkilerinden bahsetmek mümkün hem Yunan mitolojisinden destek alması filmi incelemeye birçok alanda okumaya da açık bırakıyor. Bu yönden film incelemelerini farklı bakış açılarından okumaya yer açması açısından film güzel. Tabi esas kaynağın bu kadar güçlü bir metin olması zaten Frankenstein'ı evrensel bir başyapıt yapıyor. Teşekkürler Mary Shelley diyoruz. 

Spoiler bitti. 

Fosforu Cevriye Müzikali


Suat Derviş'in Fosforlu Cevriye kitabından uyarlanan oyunu canlı orkestra eşliğinde müzikal olarak Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahne'sinde dün gece (15 Kasım 2025) izledik. Ve öncelikle sahne çok güzel. En beğendiğim tiyatro sahnelerinden biri oldu. Yaklaşık arayla beraber 3 saat süren oyun bence uzundu. Lakin müzik güzeldi, oyunculuklar güzel ve hikaye de güzel anlatıldı. Benim özellikle oyunculuklarını beğendiğim karakterler Güllü ve Sümbül karakterlerini oynayan Yağmur Damcıoğu Namak ve Binnur Özpınar oldu. Bence çok ama çok başarılıydılar. Yağmur hanım zaten bu rol ile ödüllerini de almış ve fazlasıyla hak etmiş. Binnur hanımı da Bizimkiler dizisinden Dunkof'un aşkı Dilek olarak hatırlarsınız belki yaşınız yetiyorsa ama benim çok sevdiğim bir dizi olduğundan bu bilgi beni mutlu etti. Oyunda aksanını bir an olsun bile değiştirmedi ve hep karakterde kaldı. Cevriye rolünü oynayan Irmak Örnek'i bu role pek yakıştıramadım. Sesi güzel oyunculuğu da kötü değildi ama nedense tam o karakterin ruhunu yansıttığını düşünmüyorum.

Oyuncular aktif olarak hem şarkı söyledi hem dans etti hem seyirciyle hem de orkestra şefi ile aktif iletişim halindeydi. Sesleri hepsinin çok güzel ama özellikle pembe paltolu bir oyuncu vardı isminden emin olmadığım için yazmayacağım ama izlerseniz Hasret diye de bir şarkı söyledi. Zaten en çok şarkı söyleyen oyunculardan biriydi. Sesi çok güzel. 

Sahne dekoru yine güzeldi ve hem Köpek Kalbi'nde hem de bu oyunda döner bir sahne kurdular ve farklı mekanlarda yer değiştirilmesi çok hoşuma gitti. Fosforlu Cevriye'nin de dekoru güzeldi ve ikisinin de tasarımı Barış Dinçel'e ait. Köpek Kalbi'ndeki ayrıca güzeldi, detaylar hoşuma gitti. Kendisinden de bahsedelim bu kadar beğenmişken iki oyunda da.

Oyun özeti alıntıdır. 

"Anne babasını tanımadığı için gökteki yıldızlardan doğduğuna inanan, denizin kucağında bir sokak çocuğu olarak büyüyen, Galata mevkiinde karnını doyurabilmek için “icra-i sanat” eyleyen Cevriye, sıradan bir sokak kızı değil aslında İstanbul sokaklarının ta kendisidir. Hastalık ve soğuktan ölüme yaklaştığı o gece, karşısına çıkan esrarengiz bir Adam sayesinde hayata ve kara sevdaya tutunur. Cevriye’nin daha önce tanıdığı erkeklere hiç benzemeyen ve ona “siz” diye hitap eden bu Adam aslında gizli yaşayan bir idam mahkûmudur. Cevriye onu tanıdığı günden sonra artık bambaşka bir “insan” olmuştur. Hapis, sürgün, aradan geçen zaman ve türlü belalara rağmen bu aşktan vazgeçmeyen Cevriye, sevdiği için her şeyi göze alacaktır."

Bu aralar White Lotus'a başladım ve 3. sezona girdim. Bir diziyi hem bu kadar itici bulup hem de izleyip merak ettiğim olmamıştı sanırım. Bir şekilde merak edip izlemek istiyorum devamını ama beni çok da rahatsız ediyor karakterler biri hariç, Peppa Pig'imiz Jennifer Coolidge. Kendisine bayılıyorum ama detaylı yorumlarımı yine üçüncü sezonu da bitirince yaparım. Kendinizi sevmeyi ve yeni şeyler denemeyi unutmayın, sevgiler. 

Devamını Oku »

27 Ekim 2025 Pazartesi

Kuğu Gölü Bale Gösterisi, Çorba Mevsimi ve Kitap Kulübü

Öneri Makinesi

Öneri Makinesi

Çorba mevsimi geldi. Gerçekten özlemişim. Sabahları kalktığımda mercimek çorbası içmek bana ayrı keyif veriyor. Mahluta ya da süzme mercimek şeklinde haftada bir yapıp içiyorum sanırım. Kara lahana ve beyran da en sevdiğim çorbalardan. Domates, brokoli ve ezogelinden bahsetmezsek olmaz, onları da çok seviyorum. Erişteli mercimek, yüksük çorbası da yine en çok yaptığım ve severek içtiğim çorbalardan. Ekşili köfte sulu yemek mi çorba mı emin değilim ama yine de çok güzel. E bi de ekşi aşı çorbası var onu da annem anneannem yaparsa yerim çünkü kendim içli köfte yapamıyorum. 

Aynı çorbaları içmekten sıkılınca mevsimin gözbebeği balkabakları ilişti gözüme. İlk kez balkabağı çorbası ve kahve sosu yaptım balkabağından. Hemen tarifler araştırıldı ve bol baharatlı elmalı zencefilli boğazı tatlı tatlı yakan ama tatlı kabağın tadını damakta bitiren o çorbayı yapmaya başladım. En az lifli olan butternut kabağın bu çorbaya uygun olduğunu öğrendiğimden onu tercih ettim. Kesince öyle güzel bir kokusu çıkıyor ki daha yaparken heyecanlandım. Butternut hazır almışken bir kısmı ile de pumpkin spice sosumu da yaptım. Çok sevdim. Yine bol baharat az şeker ile maksimum lezzet. İnsanın içini bir sıcaklık kaplıyor süt ve kahve ile birleşince. Muhteşem de bir koku sarıyor etrafı tam sonbahar gibi. 

Yeni çorbalar denemeye devam ettim. Mevsiminde olunca pırasa aldım ve hemen tarif araştırmaya başladım. Tiktokta gördüğüm tavukla ve makarnayla yapılan bir tarifi merak ettim ve hemen işe koyuldum. Sizle de paylaşıyorum merak eden olursa diye. Bence pırasanın o lezzetli tadını ortaya çıkaran ve peynirle mükemmel ikili olduklarını gösteren çok katmanlı güzel bir çorba. Eğer siz de klasik çorbalardan sıkıldıysanız bir bakın derim.

Tavuklu Pırasa Çorbası

Bir ilk daha yaşandı. Hayatımda ilk kez bale gösterisi izledim. Orkestra eşliğinde müthiş yetenekli insanları izlemek olağanüstüydü. P.İ.Çaykovski'nin müziği eşliğinde bu gösteriyi izlemek de ayrıca çok güzeldi. Çıktıktan sonra yol boyunca mırıldandım. Dört perdeden oluşuyor gösteri. Ben özellikle beyaz kuğuları ve o kostümleri izlemeye bayıldım bayıldım. Çok güzellerdi. Beyaz kostümlere özellikle bayıldım. Üstü ışıl ışıldı ve o kadar güzel estetik duruyordu ki gözlerimi alamadım. Keşke ben de beyaz kuğu olsam...

Hikaye şu şekilde;

Prenses Odette’e aşık olan genç Prens Siegfried’in hikâyesini konu alır. Kötü kalpli büyücü Baron von Rothbart, yaptığı büyüyle Odette ve arkadaşlarını kuğuya dönüştürür. Gündüzleri hep birlikte bir gölde yüzerek zaman geçirir ve sadece geceleri insan formuna geri dönerler. Yalnızca gerçek aşk bu büyüyü bozabilecektir ve Rothbart bunu engellemek için tüm gücünü kullanacaktır. 

Alıntıdır.

Bir haberde başrollerin dönüşümlü olarak farklı dansçıların canlandıracağını okudum. Uzun araştırmalar sonunda da 25.10.2025 tarihindeki gösteride de yazacağım sanatçıların olduğunu öğrendim. 

Odette ve Odile rolünde Berfu Elmas çok güzel bir gösteri sundu. Beyaz ve siyah kuğunun tezatlığını çok güzel bir şekilde yansıttı. Batur Büklü ise Prens rolünde özellikle ilk perdeden sonraki bölümlerin birinde çok güzel dans etti. Büyücü ve soytarı da yine seyirciyi mutlu etti zaten en çok alkış alan karakterlerdendi onlar da. Tabi diğer dansçıların senkronları ve dansları da muazzamdı. Hepsi biblo gibi öyle zarif ve güzellerdi ki çok keyifle izledim. Teknikleri zaten çok başarılı, hayran hayran o esnekliği ve gücü en estetik haliyle izledik. Böyle canlı bir şekilde orkestrayı dinlemek de çok keyifliydi. 

Balenin büyüleyici bir yanı var. Daha ilk izlediğim gösteri karşılaştırma yapamıyorum lakin bundan sonra takipçisi olacağım. 


Koreograf:  Ricardo AMARANTE (M.PETIPA ve L.IVANOV’dan sonra)

Orkestra Şefi : İbrahim YAZICI

Dekor Tasarımı: Ferhat KARAKAYA

Kostüm Tasarımı: Serdar BAŞBUĞ

Işık Tasarımı:  Ahmet DEFNE

Ve bir diğer ilkim de bu ay ilk kez bir kitap kulübüne katılmış olmam. Çok keyifliydi. Farklı görüşleri duymak ve göremediğin ayrıntıları görmek kolektif biçimde bir kitabı yorumlamak bana çok iyi geldi. Frankenstein kitabını okuduk ve kesinlikle tavsiye ediyorum. Adı bile olmayan bu canavarın hikayesini okuduğunuzda asıl canavarın kim olduğunu da fark ediyorsunuz. Klasik olmanın hakkını veren çok güzel bir kitap, herkese de tavsiye ederim. Benim kitapla alakalı eleştirim yaratıcı yani Victor'ın karakterinin zayıf betimlenmesi ve birçok konuda onu ve kararlarını anlamlandıramam oldu. Aynı şekilde ırkçı, kolonyalist ya da soy üstünlüğü yorumları hoşuma gitmedi. Onun dışında Mary Shelley çok başarılı bir yazar. Canavarı anlamak ve empati yapabilmemiz bence çok güzeldi. Çağının ötesinde ve ilk bilim kurgu kitabı olarak kabul ediliyor zaten. 

Şimdi merak ettiğim tek hatta iki soru var. En sevdiğiniz çorbalar neler?  Bana hangi çorba tarifi verirdiniz? Tabi kitabı okuduysanız ya da bu gösteriyi izlediyseniz ya da bale izleme deneyimlerinizi duymak da çok istiyorum. 

Yorumlarınızı okumayı merakla bekliyor ve görüşmek üzere diyorum. Kendinizi sevin. 

Devamını Oku »

13 Ekim 2025 Pazartesi

Bağlantı Dansı - Harriet Lerner

Uzun zamandır bloga yazmadığım gibi kitap okuma konusunda da çok ama çok yavaşım. Arada bir hızlansa da okuduğum kitabın akışkanlığına göre genel anlamda çok okuyabildiğim dönemlerde değilim son birkaç yıldır. Yine de hayatımın belli alanlarında bazı disiplinler getirmem gibi (satranç oynamak ve öğrenmek, her gün Almanca çalışmak, düzenli yoga yapmak, ev işlerinde daha tertipli ve düzenli olmak, daha çok evden beslenmek gibi) kitap okumada da her gün en az bir sayfa ne olursa olsun okuma disiplinini arada boşluklara rağmen sürdürmeye çalışıyorum bir süredir. 

Ha bunlar nasıl mı başladı, itiraf edeyim bir astroloğun doğum haritasındaki elementlere olan bakış açısıyla. Astroloji benim ilgimi çeken ve hobi olarak ilgilendiğim bir alan. Körü körüne ön yargıyla inandığım bir şey değil gözlem ve araştırmayla karşılaştırmalar yaptığım öncelikle kendimi daha çok anlamak için ilgilendiğim bir düşünme yöntemi. Bunca senedir ilgilenmeme rağmen doğum haritasındaki elementlere hiç odaklanmadım ta ki bir seansta elementlerin önemini duyana kadar. Her şey bendeki su elementinin yoğunluğu ve ateş elementinin yokluğunun getirdiği dengesizliği fark etmemle başladı. Yıllardır sizle de paylaştığım harekete geçme ve üşengeçliğimin arkasında aslında bende doğuştan gelen ve desteklenen ateş elementinin eksikliğiymiş. Bunun üzerine bu alana yoğunlaştım ve hayatıma nasıl bu elementi daha çok dahil edebilirim diye araştırmakla devam etti. Sonucunda da hayatıma bu elementi getirmenin aslında bugüne kadar çekindiğim ya da sürdürmekte disiplini kurmakta zorlandığım şeyler olduğunu fark etmemle rutinlerimde değişimler başladı.


       

Sadece ateş elementinin yokluğu değil hava ve toprak elementinin eksikliği de yine birçok şikayetçi olduğum şeyleri etkilediğini öğrendim. Tabi ki bunları öğrendim diye değil gerçekten kendi hayatımda zaten eksikliğini ve düzensizliğini hissettiğim şeyler olduğunu fark edince bende bir ışık yandı. Burada asıl olan bu sebeple yeni rutinlerime başlatıcı güç olarak elementleri almam ve günlük rutinler oluşturmam oldu. Yani anlayacağınız bir kitap okudum hayatım değişti değil de bir astrologla konuştum hayatımı farklı bir şekilde görmemi sağladı diyebiliriz. Burada amacım astrolojiyi övmek ya da reklamını yapmak değil ama bazen astroloji veya değil alıştığımızın dışında farklı bir bakış açısıyla hayatımıza bakmanın bir yolu olduğu ve radarlarımızı bunun için her zaman açık tutmayı unutmamamız çünkü ne zaman nerede bizi ileriye götürecek bir ışık olacağı belli olmuyor. 

Astroloji kadar psikoloji de yeni hobim olmaya başladı. Terapiye yaklaşık düzenli düzensiz 4 yıldır giden biri olarak ilk kez hayatımda psikoloji kitapları okuyorum. Okuduğum kitaplar genellikle ders kitaplarından ziyade daha günlük dilde anlaşılır şekilde yazılan çok satan popüler kitaplar. Tabi bu kitapları yine alanında uzman psikiyatrların yazmış olmasına dikkat ediyorum. Her şey ilk olarak Bağlanma kitabını okumamla başladı. Eğer bağlanma stillerini bilmiyorsanız  öğrenmek için güzel bir başlangıç kitabı. Daha sonrasında ise terapistimin önerdiği Bağlantı Dansı'nı okumaya başladım. İyi bir iletişim kurmanın, bir sese sahip olmanın ve sınırlarımızı korumanın öneminden örneklerle bahsediliyor ve hem kendi hayatındaki eş arkadaş aile ilişkilerinden hem de danışanlarının hayatından örneklerle anlattığı için de anlaması ve uygulaması da kolay oluyor.

Kitap hayatımızdaki tüm ilişkilere odaklanıyor. Anne kız, sevgili, ebeveyn ilişkileri, arkadaşlık; birçok bağlamda ilişki kurduğumuz insanlarla nasıl sağlıklı sınırlarımızı koruyan aynı zamanda duygularımızı da paylaşarak ifade edebileceğimizi ve uzaktan da olsa farklı bağlanma stillerindeki insanlarla nasıl ne şekilde iletişim kurabileceğimiz gösteren bir yol haritası gibi. Konuşmak her zaman iletişim kurmak değildir ve eminim hepimiz bunu yaşamışızdır. Beni anlamıyor neden ben iletişim kurmak isterken o kaçıyor dediğimiz en az bir an olmuştur diye de düşünüyorum. Ve bunları sadece siz yaşamıyorsunuz, yalnız değilsiniz. Hepsinin kitaplarda karşılığı var ve bu kitap da onlardan biri. 

Ben okurken çok altını çizdim ve 'evet ya bunu ben de yaşıyorum dediğim' çok fazla yer oldu. Eminim ki bu kitabı okuyan herkes de kendinden bir parça bulacak ve umuyorum ki kendisini sağlıklı iletişim kurmaya bir adım daha yaklaştıracak bir ifade bulacak. Bir sonraki yazıya kadar kendinize iyi bakın ve kendinizi sevmeyi unutmayın. 

Devamını Oku »