Eski sevdiklerimizden yeni seveceklerimiz <3
Devamını Oku »
25 Aralık 2016 Pazar
24 Aralık 2016 Cumartesi
Ursula K. Le Guin ve Haruki Murakami
Merhabalar, nasılsınız? Ben kendimi kitaplara vermiş
bulunmaktayım ve hazır böyle bir okuma açlığı varken şu aralar bende bunu
değerlendirmeye çalışıyorum. Bildiğiniz gibi bazen bir iştahsızlık, elinin
kitaba gitmeme durumu oluyor. O yüzden böyle anlar gelince de kaçırmamak lazım.
Tabi okudum okudum da dünyaları mı
okudum, yok okumadım fakat kısa sürede birkaç kitap bitirdim. Bu süre zarfında
bitirdiğim iki kitabı sizlere hazır tazeyken anlatmak isterim çünkü iki kitabın
da yazarı uzun süredir okumak istediğim ama bir türlü okumadığım yazarlardandı.
Yani yılın son ayında iki yeni yazar daha haneme eklemiş oldum. Eminim bu iki
yazar da sizin sevdiğiniz ve okumaktan zevk aldığınız yazarlar. Kimden
bahsediyorum; Ursula K. Le Guin ve Haruki Murakami’den tabi ki. İkisini de uzun
süredir okumak istedim ama bu son D&R indirimine kadar elimde kitapları
bile yoktu. Twitter’dan duyurdum bu tüm Türkçe kitaplardaki %30luk indirimi,
sizler de gidip aldınız mı kitaplar? Ben dört kitap aldım ve ikisi bunlardı. İkisini de beğendim, ikisine de bayıldım ama gelin biraz detaylı
olarak aşağıda inceleyelim.
Dünyaya Orman Denir – Ursula K. Le Guin
Yazar gibi yazar adı ya bu insanlara anneleri babaları
önceden biliyormuş gibi böyle cool cool isimler koymuşlar ya, pes, hayret! Bir
kere de kitap yorumuyla başla, alakasız şeylerle değil dediğinizi duyar gibiyim
ama yapacak bir şey yok J.
Yine kitaptan önce kapağından bahsedeyim, müthiş. Bayıldım. Metis Yayınlarından
çıkmış ve ben zaten severim bu yayınevini her ne kadar indirim konusunda cimri
olsalar da J.
Yazarlarına güvenen yayınevlerinden biri, her zaman çok satan kitaplara sahip
bunun etkisi de büyüktür mutlaka. Neyse efenim velhasıl yazarın dünyasına adım
attık bu kitapla çıkmaya da niyetim yok. Arka kapak yazısı olsun, ilk bölümleri
olsun ne güzel kitap ya diyerek başladım. Zaten daha önce yazarı çok okumak
istememe ve bazı kitaplarını bilmeme rağmen kitapçıda arka kapak yazısına
güvenerek bu kitabı aldım, pişman da olmadım. Kapağı ve verdiği mesajla çok güzel olan
bir kitap. Kısa ve öz, olaylar hemen gelişiyor. Bilim kurgu türünde ki ben çok
severim bu da iyi bir örnek. Bir de alıntılar var ki beni çok etkiledi zaten
kitaptaki Athshe halkının değişimi beni derinden yine etkiledi. Bu insanoğlunun
kendini diğer varlıklardan üstün görmesi, diğer varlıklarla birlikte değil de
onlarla savaşarak yaşaması çok güzel anlatılmış. Hele ki sonundaki diyalog vurucuydu. Askerin Athshe halkına cinayeti unutabilir tekrardan eski yaşamınıza dönebilirsiniz, biz gidiyoruz derken Selver’in cevabı
ibretlik. Ama öyle olmuyor işte bir kere o
sözcük girdi mi hayatına değişim başlıyor ve eskiye dönemiyorsun. Yine kitapta
sözcüklerden yola çıkılarak bir halkın tanımının yapılması güzeldi. Adı da zaten
oradan geliyor. Bu halkta dünya ile orman kelimelerinin eş olmasından. Daha çok
yorum yapmak istiyorum ama çok da bahsedip her şeyden tadını kaçırmak
istemiyorum; o yüzden alıntıları paylaşayım.
“Sen geyikler, ağaçlar ve fiberotu için endişeleniyorsun,
çok güzel, senin bileceğin iş. Fakat ben olayları önem derecelerine göre görmek
isterim, yukarıdan aşağıya, ve yukarıda şimdiye kadar hep insan oldu.”
“Geyikler avlanılacaktı, çünkü onların burada olma nedeni
buydu.”
“Kazanan tarafta oynamak gerektiğini, aksi taktirde
kaybedeceğini görmüyordu. Ve kazanan her zaman İnsanoğlu’ydu. Fatih.”
“İlkel ırklar gelişmiş olanlara yer açmalı her zaman. Ya da,
onlara benzemeli.”
“Çokluk içindedir yaşam ve yaşamın olduğu yerde umut
vardır.”
“Fakat, öldürmek için sebepleriniz olduğunu
düşünmemelisiniz. Cinayetin sebebi yoktur.”
“Belki ben öldükten sonra, insanlar ben doğmadan ve sizler
gelmeden önceki gibi olurlar. Yine de böyle olacağını pek sanmıyorum.”
İmkansızın Şarkısı – Haruki Murakami
İşte bir diğer çok okumak istediğim bir yazar. Dünyaya Orman Denir kitabından sonra
hemen bu kitaba başladım. İyi ki de başlamışım, iyi geldi. Biraz aşk, biraz
umut depoladım J.
İlk bölümlerde okurken korktum çok fazla şarkı adı film adı olacak diye ama
beklediğim gibi olmadı. İyi ki olmadı çünkü biraz kitabı benim için itici
yapabilirdi fakat bu kitapta ayarında dozundaydı. Kitapta da bahsedilmiş ben
nedense okurken Gönülçelen bir diğer adıyla Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı
okurken aldığım tadı aldım biraz. Ki bu kitapta favorilerim arasındadır. Bir de
bana Wong Kar Wai filmlerini anımsattı daha sonra neden diye düşündüğümde
Chungking Express geldi aklıma. İki kadın bir adam. Kadını unutamayan bir adam
ve başka bir kadının adama aşkı. Belki de bu yüzden bir bağlantı yaptım,
bilemedim. Biraz daha düşününce de belki hikayede zamanını doldurmuş bazı
karakterlerin ya da sonunu etkilemeyecek karakterlerin sonunu arada bir
paragrafta anlatıp normal hikaye akışına devam etmesi olabilir ki bu tekniğe
bayılıyorum, çok güzel hele ki çarpıcı ise. Bir de betimlemelerde tekrara
düşüldüğünü hissettim. Hatsumi ve Naoko karakterlerinin güzelliğinin tasviri ya
da arkadaşlık ilişkileri bir de intiharların olması. Aslında intiharların
olması tam tekrara girmeyebilir, betimleme tekrarı da olmuyor zaten ve
hikayenin akışı ve anlatılışı bakımından sizi her zaman diyeyim bu hissi
vermiyor yine yukarıdaki “teknik” ile anlatılan biri vardı ki beni çok etkiledi
mesela. Bu detaylar dışında kitabı çok sevdim, öneriyorum. Sizin de yazara
başlangıç kitabınız olabilir şahsen ben diğer kitaplarını daha çok okumak
istiyorum artık. Biraz da korku var içimde aynı şeyleri okuyacağım, hepsi
birbirine benzeyecek diye ama umudumuzu kaybetmeyelim öyle olsa bile belki
severim J.
Kendi kendimi strese sokup çıkarım karışmayın bana J. Ha bir de sonu Wong Kar Wai etkisi verdi.
Chunking Express desem daha doğru olur sanki. Ben bu kitapla o filmin
karşılaştırmasını yapsam yaparmışım şu an fark ettim J. Kısa kısa o zamanın tarihine
de göndermeler de yapılmış.
Normalde dikkat etmem ya da gözüme çarpmaz diyeyim ama bu kitapta yazım yanlışları, baskı hatalarına baya denk geldim, hoşuma gitmedi. Doğan kitap bir de bence bu kağıt için gereksiz bu kadar pahalı yapıyor kitapları. Tabi sebebi bu değildir ama olsun.
Kitabı neden sevdiğimi de birkaç cümlede açıklayayım; bir kere böyle topluma yabancılaşmış, toplumdan izole olmuş baş karakterlerin anlattığı hikayeleri daha önce de sevdiğimi söyledim liste bile yaptım, buyurun bakın J. Kitapta altını çizdiğim böyle afili, kapak fotoğraflarınızın altına yazacağınız sözlerin olması da beni çekti, her zaman işe yarar bir kitabı sevmemde J. Özellikle bir yer vardı ki karakterlerden Midori ve Watanabe'nin ilk konuşmaya başladığı bölüm çok hoşuma gitti, samimi geldi. Gözümde canlandırıp, oynatabildim. Filmi yapılsa bu kitabın baya popüler olur, izlenir eminim. Bunların dışında, hikayeleri sevdim. Birden çok hikaye vardı kitapta ve hepsi de ilgi çekici. Yazar küçük oyunlarını oynayıp merak unsurlarını nerede ne zaman neyi söyleyeceğini bilerek ustalıkla yerleştirmiş. Güzel kitaptı, Gönülçelen ve Muhteşem Gatsby adı en çok geçen kitaplardı ve ben ikisini de severim. Karakterimiz de Fitzgerald hayranı. Yazar referansları kitapta bulabilirsiniz. Sizi çok sıkmadan aralara yerleştirilmiş. Bende fobi gibi oldu nedense çok önem vermeye başladım bu duruma J. Birkaç sevdiğim altını çizdiğim cümleleri de şurada paylaşayım. Sevdiklerinizin sizinle olması dileğiyle, hoşçakalın :).
"Eğer şu anda kendimi bırakacak olursam, paramparça olurum. Ben hep böyle yaşadım ve başka türlüsünü bilmiyorum. Eğer kendimi koyuverirsem, bir daha eskisi gibi olamam. Un ufak olurum ve sonunda da buharlaşırım."
"Ölüm yaşamın karşıtı olarak değil parçası olarak vardır."
"Çağdaş edebiyata güvenim yok demiyorum. Ama değerli vaktimi de zamanın vaftiz etmediği eserleri okuyarak ziyan etmek istemem. Hayat yeterince kısa."
"Herkesle aynı şeyleri okuyunca, ister istemez herkes gibi düşünürsün. Bu, kaba ve zevksiz insanların dünyasıdır."
"Peki insanlar kalbini açınca ne oluyor?"
Normalde dikkat etmem ya da gözüme çarpmaz diyeyim ama bu kitapta yazım yanlışları, baskı hatalarına baya denk geldim, hoşuma gitmedi. Doğan kitap bir de bence bu kağıt için gereksiz bu kadar pahalı yapıyor kitapları. Tabi sebebi bu değildir ama olsun.
Kitabı neden sevdiğimi de birkaç cümlede açıklayayım; bir kere böyle topluma yabancılaşmış, toplumdan izole olmuş baş karakterlerin anlattığı hikayeleri daha önce de sevdiğimi söyledim liste bile yaptım, buyurun bakın J. Kitapta altını çizdiğim böyle afili, kapak fotoğraflarınızın altına yazacağınız sözlerin olması da beni çekti, her zaman işe yarar bir kitabı sevmemde J. Özellikle bir yer vardı ki karakterlerden Midori ve Watanabe'nin ilk konuşmaya başladığı bölüm çok hoşuma gitti, samimi geldi. Gözümde canlandırıp, oynatabildim. Filmi yapılsa bu kitabın baya popüler olur, izlenir eminim. Bunların dışında, hikayeleri sevdim. Birden çok hikaye vardı kitapta ve hepsi de ilgi çekici. Yazar küçük oyunlarını oynayıp merak unsurlarını nerede ne zaman neyi söyleyeceğini bilerek ustalıkla yerleştirmiş. Güzel kitaptı, Gönülçelen ve Muhteşem Gatsby adı en çok geçen kitaplardı ve ben ikisini de severim. Karakterimiz de Fitzgerald hayranı. Yazar referansları kitapta bulabilirsiniz. Sizi çok sıkmadan aralara yerleştirilmiş. Bende fobi gibi oldu nedense çok önem vermeye başladım bu duruma J. Birkaç sevdiğim altını çizdiğim cümleleri de şurada paylaşayım. Sevdiklerinizin sizinle olması dileğiyle, hoşçakalın :).
"Eğer şu anda kendimi bırakacak olursam, paramparça olurum. Ben hep böyle yaşadım ve başka türlüsünü bilmiyorum. Eğer kendimi koyuverirsem, bir daha eskisi gibi olamam. Un ufak olurum ve sonunda da buharlaşırım."
"Ölüm yaşamın karşıtı olarak değil parçası olarak vardır."
"Çağdaş edebiyata güvenim yok demiyorum. Ama değerli vaktimi de zamanın vaftiz etmediği eserleri okuyarak ziyan etmek istemem. Hayat yeterince kısa."
"Herkesle aynı şeyleri okuyunca, ister istemez herkes gibi düşünürsün. Bu, kaba ve zevksiz insanların dünyasıdır."
"Peki insanlar kalbini açınca ne oluyor?"
23 Aralık 2016 Cuma
Sevgili Güllük #13
Etiketler:
Dinlenilesi,
kar,
mektup,
sevgili güllük,
the national
22 Aralık 2016 Perşembe
Bir Film Bir Kitap
Merhaba arkadaşlar. Son zamanlarda izlediğim ve okuduğum
sayılı yayınlardan ikisiyle bir derleme yaptım. Neden mi çünkü ikisinin de bir
ortak noktası var aynı büyülü dünyada geçmesi. Tabi ki çok ortak noktaları var
ama ikisinin de zaman farkı olsa dahi aynı evrende geçmesi durumu, bu evrenin
benim en sevdiğim everenlerden biri olması bu iki yayına da bakmak kaçınılmaz
kılıyor gözümde. Tahmin ettiğiniz üzere bu dünya Harry Potter dünyasına ait ve
film Fantastik Cananakdjlfldkfl ve
Lanetli Çocuk. Benim bunları söyledikten sonra aklıma tek gelen Rowling paraya
yine para demedi J.
Neyse onun bize bahşettiği bu dünya bence paha biçilemez ama kitap ve filme de
bir miktar ödeme yapmadık değil, sıkıntı yok J.
Bu arada ben inceleme falan değil bildiğiniz Potter fanlığı yaptım aşağıda bol
bol da spoiler verdim, izleyip okumayanlar pek bakmasın.
Fantastik Canavarlar Nelerdir ve Nerede Bulunurlar?
Daha uzun bir ad bulamadın mı Rowling ablacım ya, neyse
böyle başlangıç olmaz ama başlığı yazarken yoruldum. Geri sarıp tekrardan
başlayalım. Merhaba efenim nasılsınız? Son zamanlarda izlediğim bırakın
sinemada genelde izlediğim sayılı filmlerden sonuncusu olur kendileri. Büyülü
dünya hele ki Harry Potter dünyası beni benden alıyor. Sayısız kere izlemiş
okumuş biri olarak bu dünyayla alakalı her şey beni çekiyor. Bu filmi de
merakla bekliyordum. Kitabı bulmak mümkün değil sanırım şu aralar baskı
durumundan dolayı zaten 43 sayfalık kitaptan beş film çıkartılması
kesinleştirilmiş bir seri olarak düşünürsek ancak esinlenilmiş diyebiliriz.
Filme gelirsek, özlemişim. Valla özlemişim. Bu büyülü dünyanın alternatifi
farklı karakterler Hogwarts dışındaki büyücü olduğunun farkındalığıyla büyüyen
insanların hayatı, günlük yaşamları ilgimi çekiyor. Bir nebze de olsa bu merak gideriliyor.
Filmde mugglelarla içli dışlıyız ve her zaman olduğu gibi kilise büyü ve
cadılara karşı. Amerika’dayız bu sefer farklı bir Sihir Bakanlığı başta ama
yine bir katılık, en iyiyi ben bilirim havaları. Sonrasında pişmanlık. Amerika
değil de İngiltere’de keşke olsa ben de dedim.
Yönetmen kara büyülere maruz kalacası David Yates. Neden Rowlinggg nedennn diye oralara buralara uçuç tozu serpmeme sebep olan Harry Potter filmlerini mahveden yönetmen burada da yine iş başında. Dumbledore aşkına Potter filmlerine lanetler saça saça birazcık yönetmenlik öğrenmiş hakkını yemeyeyim, 3d kullanmayı da az biraz. Yalnızzz, filmin sonunda sinemada izlediğim ve hatırladığım en az iki filmde olan (Ghostbusters, Suicide Squad) gece sokak ortasında, koca binalar arasında kötüye karşı savaşan iyiler görmekten gına geldi. Mekan aynı ya da benzer, kötü karakter hayalet, büyücü, kötü ruh o bu fark etmez e bir de iyi takımımız varsa savaşacak açın meydanları. Yeni filmlerde denk gelip bir de bu filmde yeni (belki de değil) Hollywood klişesi olan bu sahne hoşuma gitti, Merlin’in sakalı diyemiyorum haliyle.
Yönetmen kara büyülere maruz kalacası David Yates. Neden Rowlinggg nedennn diye oralara buralara uçuç tozu serpmeme sebep olan Harry Potter filmlerini mahveden yönetmen burada da yine iş başında. Dumbledore aşkına Potter filmlerine lanetler saça saça birazcık yönetmenlik öğrenmiş hakkını yemeyeyim, 3d kullanmayı da az biraz. Yalnızzz, filmin sonunda sinemada izlediğim ve hatırladığım en az iki filmde olan (Ghostbusters, Suicide Squad) gece sokak ortasında, koca binalar arasında kötüye karşı savaşan iyiler görmekten gına geldi. Mekan aynı ya da benzer, kötü karakter hayalet, büyücü, kötü ruh o bu fark etmez e bir de iyi takımımız varsa savaşacak açın meydanları. Yeni filmlerde denk gelip bir de bu filmde yeni (belki de değil) Hollywood klişesi olan bu sahne hoşuma gitti, Merlin’in sakalı diyemiyorum haliyle.
Bunun dışında, Dumbledore aşkına Colin Farell sen büyücü
olmak için doğmuşsun da haberimiz yokmuş. Sen ne asa kıvıranmışsın yahu. Valla
bayıldım. O asa tutuşları, hareketler, doğallık, oyunculuk 10 10 10. Ten -
point goes to Colin. Bayıldım bayılmasına da spoiler vereceğim üzerinize afiyet
ya ne güzel bir dünyadır ki Farrel’ın Depp’e dönüştüğü dünya. Tam üzüleceğim
gönlümün asa sallayıcısı gitti diye, Johnny Depp geliyor bembeyaz saçlarıyla.
Adama daha nasıl yükseltir çıtayı, nasıl çeşitler karakter çeşitlemesini bir de
nasıl hepsini güzel giyer hayret. Ya daha dur iki üç dakika ya var ya yoktu
deyin siz ama ben anlarım :P.Bir de Johnny Depp ya cebinden çıkartır böyle
karakterleri. Grindelwald demişken ben Dumbldore’u bekliyorum deli gibi. Kim
oynayacak geçmişlerini, arkadaşlıklarını hatta ve hatta kız kardeşinin ölümüne
sebep olan o geceyi ayrıntılarıyla görebilecek miyiz, ki bu kadar seri
yapılacaksa bence olası, merakla bekliyorum. Tabi bir de şekerlemelerin
arkasına kazınmış o müthiş Dumbledore Grindelwald düellosu var ki, şimdiden
heyecanlandırıyor insanı. Johnny Depp’e yaraşır, karşısına gelecek oyuncuyu
merakla bekliyorum. Tahminleri alayım yorumlara. Ya zaten biliniyor derseniz yazın da
öğrenelim yahu. Johnny Depp demişken Grindelwald’ın son sözü “Biraz ölelim mi?”
nasıl güzel bir sondu ya o. Offf ki ne off. Depp ölelim derse biz zaten seve
seve gülüm deriz. Senden gelecek Avada Kedavralar bize büyücü düğünüdür. Bu
kadar kötü espri yeter. Elitliğime dönecek olursam Grindelwald’ın ortaya
çıkışından sonraki bu birkaç dakika bile paragraf yazdırıyorsa diğer filmlerde
düşünemiyorum. Bu filmlerde Grindelwald Voldemort’u geçecek gibi. Scamander
kahramanımızsa sanırım Grindelwald daha dominant olacak. Şikayetim yok hatta
lütfen olsun. Tabi ki Dumbledore’u da başkarakter olarak bekliyorum. Söz konusu
Potter dünyasıysa daldan dala atlıyorum kusuruma bakmayın J.
Rowling’in çantaları kalp ben. Hayatımda en çok istediğim
şeylerden biri Hermonie’in her acciosunda her şeyi eline veren çantasıdır. Bir
de yanınızda taşıyacağınız, kullanışlı, taşınılabilir, mugglesavar yeni bir çanta
gördük bu filmle. Newt Scamander’in fantastik canavarlarını muhafaza edip,
araştırıp, koruyup kolladığı dört mevsimi barındıran çantasını da oradaki
hayvanat bahçesini de sevdim. Daha çok şaşırmak ve benimde olsun, aman ne de
ilginçmiş diyebileceğim daha çok canavar isterdim ama bu da güzel. Scamander
neden sürekli sol profilden bakıyor, aşık olduğu kız neden bu kadar soğuk bir
oyuncu, ikiz kardeşin bu yeteneği nerden ötürü, her şeyi unutan muggle amcamız
diğer filmde olacak mı, babam böyle pasta yapmayı nerden öğrendi? Kafamda deli
sorular diğer filmleri bekliyorum.
Bunlar dışında komik bir filmdi, sıkılmadım, çok bir
beklentim olmadığındandır eğlendim, beğendim, sevdim. Hatta biri izlemedim gel
bir daha gidelim dese gider izlerim. Harry Potter döneminden önce ve farklı
olacağını biliyordum o yüzden beklentilerim bu doğrultuda değildi. İlk film
olduğundandır, çok fazla karakter olay oluyor gibiydi, takip ederken bir dakika
yavaş gidin diyordum ama sonra tabi ki hepsi bağlandı ve tembel seyirciniz ben
biraz rahatladım :P. Yani Hollywood filmi olmuş demek istemiyorum ama biraz
olmuş. Hollywood’dan güzel filmler çıkmıyor değil ama aynı şeyleri de üst üste
bu kadar benzer şekilde kullanmayalım yahu. Bunun dışında John Williams'ın muhteşem
Potter bestesini duymak çok güzeldi. Nostaljik anlar yaşadım, gözlerim doldu.
İzleyeli de zaman oldu kesin unuttuğum şeyler vardır da artık konuştukça
hatırlarım. Yorumlarla kapatırız arayı. Biz geçelim asıl Harry Potter kitabına.
Harry Potter ve Lanetli Çocuk
Yani Rowlingcim Harry Potter’ı böyle ebeveyn olarak yaşatmak
için Voldemort’u baba yapmak zorunda değildin. Tam bir Yeşilçam sineması. Bu
nedir yahu. Hayır ben Albus’un Hogwarts yıllarını ve o değişme sürecini,
Draco’nun dokunaklı ebeveynliğini, Scorpious’un tam teferruatlı hayatını,
karakterini okumak isterdim. Yeniden Hogwarts koridorlarında dolaşmak ve derslere girmek isterdim. Hem de seve seve, bayıla bayıla. Tiyatro
oyunlarını zaten çok nadirdir böyle okuyup sevdiğim, izlemek eminim daha
farklıdır ama böyle bazı şeylerin içi çok boş kalmış. Bir de Rowling’in
yazmadığı çok belli. Üstün körü olmuş, keşke Rowling ablacım baştan yazsaymış
off çok güzel olurdu ya. Yalnız Voldemort’un işi gücü yok Bellatrixle çocuk
yapacak yok artık daha neler. Hiç inandırıcı gelmedi bana. Bir de ne ara doğdu
o çocuk Bellatrix ölmeden ne ara doğurdu kafamda yine deli sorular. Bir de
birkaç yerde mantık hatası sezdim şu an hatırlamasam da belki de benim
dikkatsizliğimdendir. Ona tekrar bakacağım, o zaman tartışalım Potter fanlar. Snap'i tekrardan okumak ve onun o espritüelliği süperdi. Çok özlemişim onu da. Güldüm, güzel yerler vardı ama beğenmedim. Ben
kitap isterdim oyun değil. Kitap olarak basılacaksa yeniden yazılsaydı keşke.
Böyle olmamış. Yine Harry Potter der bağrıma basarım ama ısınamadım. Belki tiyatro
oyununun kaydını izleme şansım olsa fikrim değişir, sanmıyorum ama böylesi biraz
satış işi olmuş. Sırf adını duyup gelenler çoktur ki Harry Potter adı her
şekilde satar. Neyse bu kitabı da filmden sonra çıkıp hemen aldım. Bu dünya
gerçekten büyülü bir başladın mı bırakamıyorsun. Hep daha fazlası olsun derdi.
Yine de uzun zaman sonra yeni şeyler okumak izlemek güzeldi. Ben çok sevindim
ve zevk aldım. Umarım Harry Potter da alternatif büyücü dünyaları da
yayınlanır.
14 Aralık 2016 Çarşamba
Yılbaşı Çekilişi 2017 (Kapandı)
Merhabalar efendim, nasılsınız görüşmeyeli? Biliyorum iki aydan fazla oldu ve Öneri Makinesi’ne
ne oldu ne bitti çok merak ettiniz; yorumlar, mesajlar, mailler durmak bilmedi
ama işte buradayım geldim (yalan tek bir yorum bile gelmedi J). Dönüşüm de her
zamanki gibi muhteşem olsun istedim J.
Çekilişle geldim. Yılbaşı yaklaşıyor ben de istedim ki benden size güzel
hediyeler gitsin ben de elimde olan ve takas etmek istediğim kitaplardan birini
sizlerle paylaşayım. Bu arada normal yayınlarımız da devam edecek bu sadece
başlangıç. Takas demişken önerileriniz üzere ukitap’a üye oldum yavaştan kitap
eklemeye başlayacağım. "Onerimakinesi" adıyla beni bulabilirsiniz, gelin takas
yapalım. Film ve kitap yok denecek kadar azdı bu iki ayda ama bir müzik
keşfi yapmışım, oradan buradan toplamışım ki güzel abur cuburları bekleyin,
değecek.
Hediyelere gelirsek üç seçeneğiniz olacak efenim. Birini seçersiniz artık okuma zevkinize göre. Bir Noel baba yollayacağım 2017’de ne kadar kitap istediğiniz varsa hepsini getirecek, anlaştık. Bir de benim yapacağım Christmas ayracı var o da sürprüz olarak gelecek. Şu ana kadar yaptığım iki çekilişte de kendi yaptığım ayraçlardan yolladım, bu senenin son çekilişinde de elimde yılbaşı temalı decotapeler varken yollamadan olmaz. Ben hediyelere özellikle kitap hediyelerine bayılıyorum. Siz de seviyorsanız yapmanız gereken blogu takip etmiyorsanız etmek, ediyorsanız veya yeni ettiyseniz de aşağıda yorum olarak yazmak. Tabi ki güzel dilekler dileyip, ben de hediye göndermek istiyorum demek serbest :). Şansımı arttırmak istiyorum diyorsanız da şartlar aynı, herhangi bir sosyal medyada paylaştıktan sonra yorumlarınızda bu linki paylaşıp çekiliş sonuna kadar görünür kılmak. İşte bu kadar basit. Çekiliş tabi ki yeni yılda son buluyor. 2017'ye girdiğimiz an çekiliş bitiyor :). Hadi bakalım bekliyorum J. Görüşürüz gençlik.
Hediyelere gelirsek üç seçeneğiniz olacak efenim. Birini seçersiniz artık okuma zevkinize göre. Bir Noel baba yollayacağım 2017’de ne kadar kitap istediğiniz varsa hepsini getirecek, anlaştık. Bir de benim yapacağım Christmas ayracı var o da sürprüz olarak gelecek. Şu ana kadar yaptığım iki çekilişte de kendi yaptığım ayraçlardan yolladım, bu senenin son çekilişinde de elimde yılbaşı temalı decotapeler varken yollamadan olmaz. Ben hediyelere özellikle kitap hediyelerine bayılıyorum. Siz de seviyorsanız yapmanız gereken blogu takip etmiyorsanız etmek, ediyorsanız veya yeni ettiyseniz de aşağıda yorum olarak yazmak. Tabi ki güzel dilekler dileyip, ben de hediye göndermek istiyorum demek serbest :). Şansımı arttırmak istiyorum diyorsanız da şartlar aynı, herhangi bir sosyal medyada paylaştıktan sonra yorumlarınızda bu linki paylaşıp çekiliş sonuna kadar görünür kılmak. İşte bu kadar basit. Çekiliş tabi ki yeni yılda son buluyor. 2017'ye girdiğimiz an çekiliş bitiyor :). Hadi bakalım bekliyorum J. Görüşürüz gençlik.
2 Ekim 2016 Pazar
Caramel – Nadine Labaki (2007)
Hikayemiz Lübnan/Beyrut’ta geçiyor. İsmi Karamel, adı gibi hayatın, kadın olmanın
acı tatlı yanını gördüğümüz bir film. Bir kuaför salonunda çalışan üç kadının,
oyuncu olmak isteyen samimi müşterilerinin ve terzi teyzelerinin hayatına
odaklanmış. Başrol oyuncumuz Layale afeti devran, genç ve güzel. Neşeli, cıvıl
cıvıl bir kadın ama o evli bir adama umutsuzca âşık. Onunla beraber çalışan
arkadaşı Nisrine Müslüman bir gençle nişanlı ve yakında gerçekleşecek düğününün
stresi ve baskısı altında. Rima, kuaförde çalışan kadınlardan hoşlanan genç bir
kız. Sesi de öyle güzel ki yüreğinize dokunur. Bir de iki çocuk annesi,
boşanmış, oyuncu olmak isteyen orta yaşlarındaki Jamale. Oyuncu seçmelerine
gidiyor ve sık sık arkadaşlarının olduğu bu kuaföre geliyor, gençlik döneminin
geride kaldığını kabul etmek istemiyor. Ve bir de teyzeleri terzi Rose. Yaşlı
annesi Lili ile yaşıyor, Lili , yollardan kağıt toplamayı seviyor. Kızını
kızdırmak ve müşterileri rahatsız etmek başlıca hobileri arasında :). Rose kendini unutmuş
belki de kendinden vazgeçmiş bir kadın. Kendini annesinin bakımına vermiş ve
geçinme derdine düşmüş. Aşk, süs, bakım onun için uzak ihtimal, lüks. Kendine
layık görmüyor. Filmde mekan, kostümler ve müzik şahane. Filmin ahengi, rengi güzel. Bu küçük ayrıntılara bayılmamak
elde değil, konusuna da. Filmde dram var ama dedik ya adı gibi acı tatlı bir
film, karakterlerle ağlarken onlarla gülebiliyoruz. Kadın olmak zor çok zor
fakat aynı zamanda eşsiz ve eğlenceli de. Filmde erkek karakterler yok denecek
kadar az. Layale’in aşık olduğu adamı görmeyiz hatta sesini bile duymayız ama
karısının dünyasına az çok hakim oluruz. Gördüğümüz erkeklerden ikisi dışında
diğerleri konuşmaz bile doğru dürüst. O ikisi de aşıktır belki sevilen belki de
sevildiğini bilmeden. Bu filmde kadınlar ön planda. Onların anlatacakları,
dertleri, sıkıntıları baş rolde. Stereotip olmadan farklı karakterlere,
inanışlara, görüşlere sahip kadınlar bu filmde. Hepsi biz, hepsi gerçek. Hepsi
birbirinden farklı ama bir o kadar da bir.
Özgürlüğü
de anlatır film. Rima’nın saçını yıkadığı güzel kadının saçınızı keselim sözü
üzerine verdiği cevap keşkedir. Keşke kestirebilsem; önyargıları, bana olan
bakışları, insanların düşüncelerini ve istediğimi yapabilsem bir kere. Bari bir
kere kimsenin ne dediğini umursamadan kestirebilsem der işte o keşke. Ve
“evdeki” herkes delirdiğimi düşünür diyor. Herkes kim, başından beri gözümüze
çarpan altın halkanın sahibi mi? Bilemeyiz ama sonunda “keşke”’nin ”iyi ki”’ye
biliriz dönüştüğünü. Filmin sonunda da yönetmen “Benim Beyrut’uma” der
birbirinden farklı bu kadınların saygı ve sevgiyle beraber yaşamalarına
referans vererek. Ve son sahne gelir. Anne kız sokaktan kağıt toplarlar renk
çaprazlamasıyla ve muhteşem bir final müziğiyle. İstemsizce gözlerinizden
yaşlar akar yavaş yavaş. Onlar bizsiz de hayatlarına devam eder, biz ise bu acı
tatlı hayatların arasında ağzımızda karamel tadı gözyaşlarıyla süslenmiş yüzümüzdeki
tebessümle bakarız ekrana.
Etiketler:
caramel,
inceleme,
İzlenilesi,
karamel,
Nadine Labaki
1 Ekim 2016 Cumartesi
Hikayeler #3
Merhaba sevgili okuyucularım(sanırsın çok okunan köşe yazarı, girişe bak girişe). Bugün sizlere
daha önce de haberini verdiğim bir liste paylaşacağım. Son zamanlarda okuduğum
yazarlardan ve öykülerinden bahsetmeye devam edeceğim. Ben bu türü çok seviyorum, ne
kadar varsa nerede bulursam alıp okuyorum. Hikaye okumak da dinlemek de harika
bir şey. Sizin bloglarınızdaki hikayelerinizi de okumayı çok seviyorum. Eğer
sizin de yazdığınız hikayeler varsa linkini yorumlarda paylaşırsanız seve seve
okurum :).
Bugün iki isimden bahsedeceğim çünkü ilkinden o kadar çok alıntı var ki üç
kitap yapmak istemedim fazla uzun bir yazı olmasın diye. Listede yeni
keşfettiğim isimler var her ne kadar birinden emin olamasam da nedenini
yazacağım :).
Yine önerdiğiniz isimler, kitaplar varsa paylaşın ben de inceleyeyim ve
listemiz başlasın :).
Esneyen Adam – Feryal Tilmaç
YKY’nin kitabevinde öykü bölümün
keşfettiğim isimlerden biri. YKY gerçekten öykü yazarları bakımından bana çok
güzel isimler keşfettiriyor. Yeni yazarları görmek ve okumak mümkün.
Desteklemeleri ve yayınlamaları çok güzel. Genelde hepsini de beğeniyorum
okuduklarımdan; Yalçın Tosun, Ömür İklim Demir burada da önerdiğim isimler.
Feryal Tilmaç’a gelirsek bu kitap çok güzel başlayıp ortalarda zayıflayıp son
öyküyle daha doğrusu kısa bir drama örneği var tekrar yükselen bir grafiğe
sahip bir kitaptı bana göre. Yedi öykünün olduğu ince bir kitap. Genel olarak
dikkatimi çeken öykülerde ve benim üst üste en azından aynı kitap içinde
okumaktan hoşlanmadığım şey karakterlerin yazar olması ya da olmak istemesi
durumu. Dört öyküde üst üste aynı tip karakter okumak benim için can sıkıcıydı.
Aynı karakter dememin sebebi kısacık öykülerde sürekli başkarakterin yazı
işleriyle alakalı olması durumu. Benim kişisel huysuzluğum da olabilir ama
sürekli ya da üst üste yazar olmak isteyen, olan, hisseden ya da kalanları
okumak bana hepsi aslında aynı karaktermiş hissini veriyor. Yekta Kopan’ın Aşk
Mutfağında Yalnızlık Tarifleri öykü kitabını da sırf bu sebepten sevememiş
olabilirim (içinde sevdiğim öyküler olmasına rağmen). Bu benim şahsi fikrim
diyelim neyse onun dışında bir de çok fazla resim, film vesaire örneği
vermesinden hoşlanmadım. Belki arada kullanılabilirdi ki ben severim öyle
şeyleri ama ben çok olmasından ya da direkt olarak verilmesinden hoşlanmadım.
Ruhi Mücerret’te de çok vardı bu olay belki de hoşlanmamın nedeni bu olabilir o
kitaptan, fazlaca gözüme çarparsa bu alıntılar veya anlatım tarzıyla da alakalı
olabilir sevmiyorum herhalde. Bu iki şeyden dolayı kitaba bayıldım diyemiyorum
fakat kitabı sevdim aslında.
Bunların dışında, eleştirel bir yanı var
yazarın, öykülerinde bunu hissetmek mümkün. Gerçekdışı hatta bilim kurgu öğeleri
de görmek mümkün ki hikayeler güzelleşmiş. Son hikaye tek perdelik oyun diye
geçiyor ama yazarın gözlem gücünün yüksek olmasından kaynaklı çok güzel bir yazı
çıkmış ortaya. Sonu da sonsuz diye bitiyor zaten ki müthiş bir düşünce,
okuyunca anlayacaksınız. Bir de bilerek yapılmış bu yazım hali çok hoşuma
gitti; Ayselatun, hocanım … gibi. Okuyan Us’tan çıkan bir öykü kitabı var
Tilmaç’ın, ben tanıtım yazısını çok beğendim ve onu da kesinlikle alıp okumak
isterim.
“Düşünüyorum da beni en çok kasaba halkının
yıkımı da aynı büyük heyecanla izlemesi yaraladı. Görünen oydu ki sanat, form,
mükemmellik, aşkınlık, hakikat zaten sözü edilmeye değmez kavramlar, ağza alınmayan
kelimelerdi.”
“Sanat ruhu yüceltmek için, daha iyi
insanlar olabilmemiz için…”
“Ben üzülmedim sanki. Ama hayat bu.
Şişelerin dibini bulduğumuzda gör sen. Mutlu bile oluruz.”
“Bu sefer de memnun musun diye soruyor. Sen
hiç işinden memnun olan birini gördün mü Ayça?”
“Şimdi sana yazmaya karar verdiğime göre
bütün bunları bir kenara bırakabilir, sadece seni düşünebilirim. Yaza yaza sen
olabilirim, senle beni biz yapabilirim. Karışmasen.”
“Öyle
bir uzaklaş ki karda kalmasın izin… Seni düşünerek dinlediğim şarkılardan
kaçıp geldi bu sözler. Buyursunlar!”
“Fazlasını anlamak hastalıktır dememiş
miydi birisi?”
“Sevgiler, arkadaşlıklar, dostluklar değil
de alıntılar mı biriktirmişim ne?”
“Korku tek dilini damağını mı kurutur
adamın? Duyduğun sessiz dehşet ruhunu kurutuyor.”
“Bazen sevdiğiniz şeye gerçekten sahip
olmanın tek yolu onları yok etmekten geçer.”
Kız – O.Henry
Kitabı tanıtmadan önce ben kitabın
yapısından bahsetmek istiyorum :).
Evet, baya bildiğiniz kitabın kapağı ve sayfalarından. Neden mi? Çünkü
bayıldım. Böyle bir doku, sayfa ve kapak olamaz. O yumuşaklığı, esnekliği o
elinizi değdirdiğinizde hissettirdikleri… Anlayamazsınız! Tamam, saçmaladım
fakat gerçekten abartmıyorum ben böyle bir kitap okumadım. Harika yapılmış.
Yayınevine böyle bir kitap çıkardıkları için teşekkür ediyorum zaten başka
türlü incecik kitaba on beş lira istemelerinin açıklaması olamaz. Ama ben neyse
ki D&R indiriminden 9.90’a almış bulunmaktayım. Bir de kapak tasarımı çok
hoşuma gitti. Sonra inceledim tüm kitaplar öyleymiş, tarz meselesi
anlayacağınız. Ben o üç rengin birleşimini çok sevmesem de kitapta hepsi doğru
orantılıydı. Moda bloggerına döndüm kitapların stillerini inceliyorum, kendimi
şaşırdım unuttum kültür sanat bloggerı olduğumu :).
Ne oluyor anlamadım kitaptan kombin çıkardım hadi hayırlısı.
Kitaba geleyim artık o ilk kez okuduğumdan
emin olamadığım ama sonradan kesinkes emin olduğum kitap bu kitaptı arkadaşlar.
Ben kitap halinde değil ama içindeki en az üç öyküyü net biçimde okuduğumu
hatırlıyorum. Zaten siz de okuduğunuzda eminim aşina gelecektir. Tarz olarak
Maupassant’ı severler benim gibi bu öyküleri de sevecektir. Eğlenceli kısa
öyküler ben sevdim kitabı. İçinde zayıf bulduğum, sevmediğim öyküler de var ama
bu kitabı size kesinlikle öneririm çünkü çok güzel hikayeler var. Arka kapak
yazısı beni çok etkiledi ayrıca, çevirmen Zeynep Avcı tarafından yazılan bu
yazı kitabı almamda büyük etki. Alıntı paylaşmayacağım çünkü kitap o kadar
güzeldi ki (bknz.üst paragraf) kıyamadım çizmeye :).
Etiketler:
esneyen adam,
feryal tilmaç,
hikayeler,
kız,
o. henry,
Okunulası
29 Eylül 2016 Perşembe
Gençlik - Paolo Sorrentino (2015)
Merhaba arkadaşlar nasılsınız? Ben fena sayılmam. Buralarda çok anlaşılmasa da, en çok film izliyorum. Ne dizi, ne kitap ne de müzik bu yaz en çok film izledim. Hala izlenecek o kadar çok film var ki hem klasik hem tür hem de sevdiğim yönetmenlerin filmleri derken liste uzadıkça uzuyor bir de bunlara yeni gelen filmler eklenince off mu ohh mu bilemedim. Bomba gibi bir Filmekimi geliyor fırsatı olanlar koşsun koşsun gitsin, twitter’da sürekli paylaşıyorum haberlerini aşina olanlar vardır. Bu sene maalesef ve maalesef gidemeyeceğim ve aşırı derecede üzgünüm. Her sene bir iki film bile olsa giderdim ki bakınız 2015’te istediklerimden, zamanı uyanlardan ve gelen filmlerden denk gelen 3 filme gidebildim (ders ekmem bile gerekmişti :)) ama bu sene gidemeyeceğim, hele ki geçen dönem hiçbir film festivalini kaçırmazken. Neyse hayallerimi ve kırıklarımı bir kenara bırakırsak bu yazıyı yazmadan önce blogumuzda yeni sezona girerken sizlerle yeni kararımı da paylaşayım. Artık daha çok film incelemesi, tanıtımı tek tek yapmaya karar verdim. Büyük çoğunlukla üşengeçlikten blogda çok ama çok az inceleme var. Listelerimiz zaten var, onlar devam edecek ama o listeler koyacağımız filmlerin tek tek tıkları olsa güzel olmaz mı? Bence mis gibi olur şöyle merak edenlere detaylı, spoilerlı/sız incelemeler paylaşsam. Yani listelere devam ama liste dışı/içi fark etmez incelemelere yoğunlaşma olacak. Yazdan başlayarak birçok yeni bölüm oldu blogda ve devamı gelecek başka alanlarla da. Şimdilik bu kadar. Eski konseptlere de devam ediyorum, merakta kalmayın sadece yeni fikirler, yeni eklemeler daha çok kişiye hitap etmeyi düşünüyorum. Umarım hoşunuza gider. Yeni sezona başlayan tv kanalları gibi oldum :). Jeneriğim eksik ama ondan da eksik kalmıyorum ve müziksiz asla sloganıma devam ederek bu yazıyı okurken dinlemeniz için müthiş bir şarkı koyuyorum buraya. Bu arada sakın korkmayın sevgili okuyucularım, her yazıda böyle çenem düşmeyecek, sadece inceleme olacak eskisi gibi, gerek yok bu kadar laubaliliklere sonuçta ciddi bir kültür sanat blogu burası (?), kendimize gelelim :). Hadi o zaman başlayalım.
Gençlik - Bir Yaşlılık Hikayesi
Her şeyin bir zıddı
vardır ve biri varlığını diğerine borçludur. İyi kötü olduğu için kendini
gösterir, çalışkan tembelin yanında belli olur ve gençlik yaşlılık olduğu için.
Biri diğerini var eder, tamamlar ve aslında zıddını da içinde barındırır.
Filmin adı belki de bu yüzden gençlik çünkü gençliğin olmadığı yerde yaşlılığı
anlatamazsın. Gençken her şey kolay, hata yapmak, sorumlulukları üstlenmemek,
keyfince düşünmeden yaşamak, endişelenmek ve tabi ki yaşlılığı, geleceği,
yaptıklarınızın sonucunu düşünmemek tabi bu durum ilerleyen yaşlarda değişiyor.
“ Düşüncesizlik
baştan çıkarıcıdır”
Festivallerin en çok
sevilen filmlerinden bir olmayı başaran Youth,
gençlikte önemi olan şeylerin artık önemli olmadığı ve önemli olmayan
dikkat edilmeyen şeylerin önemini, bu tezatlığı gösteren bir film. Fred, acı
çeken bir adam. Eski bir müzisyen, orkestra şefi. Kraliçeye konser vermektense hayalinde
ineklere şeflik yapmayı tercih ediyor. Arkadaşı yönetmen Mick, genç ekibiyle
vasiyetini yani son filmini yazıyor. İkisinin çocuklarının evliliği adamın
başka bir kadına aşık olmasıyla bitiyor. Kadın perişan, adam mutlu. Kadın şimdi
acı çekiyor. Bu acı önemli. Bir de yeni filmi için hazırlanan genç oyuncumuzun
geçmişte yaptığı düşüncesizlikleri var kendine göre. Dünya çapında birçok filmde oynayıp da sadece
yüzünün bile görünmediği robot filmiyle tanınması mesela. O da önemli. Ya
bundan yirmi yıl sonra?
“ Her biriniz
gözlerimi açtınız. Sayenizde korku saçmalığıyla vaktimi harcamamız gerektiğini
anladım.”
“Senin benim
arzularımdan bahsetmek istiyorum. Saf, imkansız ve edepsizler fakat bunların
önemi yok çünkü bizi insan kılan onlardır.”
Peki, önceden önemli
olup da şimdi önemli olmayan neydi? Anlık heveslerdi. Fred ve Mick’in aynı kıza
vurulmaları, günübirlik ilişkiler, çocuğunuza ayırmadığınız bir saat,
ön yargılar. Peki önceden önemli olmayıp da şimdi önemli olan neydi? Gün
içindeki ürin miktarı, küçük kaçamakların sonuçları, çocuk diye anlamaz
sandığınız yavrularınızın her şeyi bilmesi daha doğrusu hissetmesi, popülerlik.
Artık genç vücutlar asla ulaşılamayacak bir hayal, sigara içmek zararlı, saat
artık geç, tuvalete gitmek önemli ama arkadaşının senin beraber olmak için feda
edemeyeceğin kızla berber olup olmadığını hatırlayamaması bile önemli değil.
Gençken yaptığın şeyler önemli ama önemsenmeyecek kadar da önemsiz çünkü hepsi
düşüncesizliklerimizin, gençliğimizin, arzularımızın bir parçası, sonucu.
Düşünmeden atılan adımlar ilerde canınızı sıkabilir, pişman olmanıza neden
olabilir ama bizi insan yapan da bu değil mi? Her şeye rağmen devam etmek,
yaptıklarımızın iyi veya kötü sonuçlarına katlanmak, hepsi önemli. Genç
oyuncumuzun, robot olarak tanınmaktan dert yanarken yanına gelen küçük bir
hayranı belki de yaptığı her şeyi, o memnun olmadığı robot olmayı bile haklı
çıkarabilir, ona kendine farklı bir şekilde bakmasını sağlayabilir. Aslında o
kadar rolde oynadığı halde kendisini bir robot olarak görenin yine insanın
kendisi olduğunu gösterebilir. Geçmişte yaşadığın tüm düşüncesizlikleri
kabullenmek önemli. Filmde bu çatışmaları fiziksel ve zihinsel olarak göstermek
de önemli.
Peki, gençlikte ve
yaşlılıkta da değişmeyen ne? İkisinde de önemli olan ve hep aynı kalan ne? Bizi
biz yapan, hatalara sebep olduğu kadar dengi olmayan mutluluklara da sebep olan
o şey ne? Her olumsuzluğa, acıya, yaşadığın iyi kötü her şeye değen? Cevap
basit. Cevap aşk. Sevgiliye olan aşk, çocuğuna duyduğun aşk, müziğe olan aşk,
sanata olan aşk, yaptığın işe olan aşk, aşk aşk aşk. Sevmek önemli, sevilmek
önemli. Aşk önemli. Hafızan seni olaylar konusunda aldatabilir, yanıltabilir, en
ihtiyacın olduğu yerde seni yalnız bırakabilir ama hislerin asla.
“Tüm tükenmişliğe,
zorluklara ve acılara rağmen o zamanlar birlikte olduğumuzu bilmiyorlar. Melanie! Her şeye rağmen birbirimizi basit bir şarkı olarak
düşünmeyi sevdiğimizi bilmemeliler.”
Fotoğraflar benim tarafımdan hazırlanmıştır.
Fotoğraflar benim tarafımdan hazırlanmıştır.
Etiketler:
gençlik,
inceleme,
İzlenilesi,
paolo sorrentino,
youth
27 Eylül 2016 Salı
Mimlendim #hayalmimi
Merhaba arkadaşlar, keyifler nasıl? Bugün
yine bir mim ile karşınızdayım. Bu da ikinci mimim olur. Severek takip ettiğim
Arrakis blogunun sahibi beni etiketledi sağ olsun, onun mimine buradan bakın çok güzel bir playlisti de var. Çekindiğim bir mimdi, fazla
kişisel geldiği için ama ben onu kırmak istemedim her ne kadar kibar şekilde
kırılmayacağını söylese de ben bir kere yapacağım dedim ve yapacağım :). Zaten bu mim ve
challengeların çok iyi olduğunu düşünüyorum, yeni blogları tanımak, keşfetmek
hatta sevmek için. Samimiyeti de arttırıyor sanki biraz, hoş ya güzel şeyler.
Ben blogum yokken de özenirdim böyle şeylere. Yalnız size ilginç bir detaydan
bahsetmek istiyorum :),
biliyorsunuz ilk mimimi yine yakın zamanda yaptım fakat o kadar ilk mim olduğu
ve benim acemi olduğum belli ki milleti mimlemeyi unutmuşum :). Hala aklıma geldikçe
gülüyorum. Mimin kilit noktalarından birini unutmuşum heyecandan, cevaplayıp
bırakmışım. Neyse bu sefer etiketlemeye çalışacağım sizi, beni kırmayacağınızı
umuyorum deyip sizi zorluyormuşum J.
Yok yok sonunda düşüneceğim bir şeyler.
1. Hayal kurmaktan hoşlandığınız bir yer ya da
zaman dilimi var mı?
Amannn canım, hayal kurmanın yeri zamanı mı
olurmuş. Yani istesen de olmaz, çok çok uyumadan önce kafanızda laf lafı açar
ve birdenbire hayal kurarsınız ama yolda gördüğünüz bir tabela, bir şey aramak
için baktığınız albümünüzde karşılaştığınız bir fotoğraf, izlediğiniz filmdeki
bir sahne ve bilumum saçma veya anlamsız şey o an sizi bambaşka diyarlara,
paralel evrenlere, geçmiş zamana, umulmadık yerlere götürebilir. Yani kısaca
sevgili okuyucum, bence biraz da istem dışı oluşan hayal kurma eyleminin pek
yeri ve zamanı yok ya da benim gibi kafası karışık biri için belki de öyledir :).
2. En
çok nelerin hayalini kurarsınız?
Yani dönem dönem değişen bir durum, o an ki
isteğim, ihtiyacım veya hali ruhiyatım neyi isterse onu kurarım herhalde. Özel
olarak bir örnek düşünemedim ama hayal kurmak güzeldir ya. Her şeyin özellikle
çok istediğiniz şeylerin hayalini kurun bence. Ben mesela eskiden ve hala yani
önceden beri şu kafadayım, en kötüsünü düşün kötü olursa üzülmez iyi olursa
sevinirsin ama şöyle bir şey de var artık hayatımda sen hayalini kur,
yapabiliyorsan yapmak için elinden geleni de yap. Olursa ne ala olmayacaksa da
o an için mutlu olursun en azından. Hayal de parayla değil ya :). Yani öyle işte, hangi
kafada olacağım da dengesiz ruh halime göre değişen bir durum. Bir öyle bir
böyle. Canım ne çekerse :).
3. Şimdiye dek çok hayalinizi
gerçekleştirdiniz mi?
Maalesef aranan kan bulunamadı. Nerede
bende o şans. Ben biraz aslında baya şanssız bir insanımdır, bazen hiç olmaz
bazen kapıya kadar gelir yine olmaz. O içe oturan öküz çoğunlukla zamanını
bekler yanı başımda yeri geldiğinde hazır olmak için :). Pessimism mode on :). Yani olan oldu tabi
ama olmayan daha çok olabilir. Bilemiyorum aslında. Belki de hayal ettiğim
dışında benim için daha güzel şeyler de olmuş olabilir emin olamadım. Bir de
zamanında şanssızlık dersin sonradan iyi çıkar, belli olmaz. Yine karıştı
kafam. Bu saatten sonra cevapların mesuliyetini üstlenmiyorum, beni bırakın.
Beni bırakın bu caddelerde.
4. Henüz gerçekleşmemiş ama illa da
gerçekleşecek dediğiniz bir hayaliniz var mı? Sakıncası yoksa anlat çabuk nedir?
Hem de çok :), çünkü ya o uzaya gidilecek ya o uzaya gidilecek :).
Bol sevgiyle, arkadaşlıkla, güzellikle ve
aşkla kalın. Bu mimi beğenen herkese benden bu mim gelsin, aşağıya da yorum
bıraksın. Soran olursa Öneri Makinesi gönderdi dersiniz :) (Arrakis/Paul stayla).
26 Eylül 2016 Pazartesi
Bilim Kurgu Filmleri
Selam arkadaşlar :). Sabah sabah sizlere bir
paylaşım yapayım dedim, ben sinek yüzünden uyuyamaz ve vızıltısı hala kulağımı
ağrıtmaya devam ederken siz mışıl mışıl uyuyorsunuzdur umarım :). Ben bu yazıyı
yazdığımda bilim kurgu türü kuyusuna düşmüştüm diyebilirim. Hem o beş kitabın
beraber olduğu Otostopçunun Galaksi Rehberi’ne başladım ve iki kitap bitti, tüm
kitapları bitirdiğimde de hakkında bir yazı yazmak isterim (kısa bir ara verdim
seriye ama bu yazıyı yayınlayana kadar tekrar başladım :)). Bir de baya bu türde
film izlemeye başladım. Zaten bilim kurgu benim en sevdiğim türlerden.
Bayılırım. Öyle ki izledikçe izleme isteği, okudukça okuma isteği oluyor. Tabi
benim en çok ilgimi çeken filmler, kitaplar herhalde içinde zaman makinesi
geçen hikayelerdir ama tabi ki o ekstra keyif için :). Madem bu kadar izliyorum
neden şöyle havamızı bulacağımız kısa bir liste yapmayayım ki dedim. Böyle on
filmlik uzun bir liste yapmak istemedim. Bu sefer beş film olsun ardından yine devam
ederiz. Hepsini yeni izledim beni kınamayın :),
ne de olsa geç olması hiç olmamasından iyidir. Hadi başlayalım.
Predestination – Michael/Peter Spierig (2014)
Bu filmin fragmanını izleyip merak ettiğimi
hatırlıyorum ama gitmemişim ancak yeni izledim. Müthiş bir kurgu, çok güzel bir
film. Hikaye içinde hikaye aslında tek hikaye. Daha fazla spoiler versem tadı
kaçar izlemezsiniz. Filmi izlerken neredeyse tahmin ettiğim şeyler olmasına rağmen
büyük resim çok güzel. İzledikten sonra da bir düşündürtüyor. Robert A. Heinlein’ın
“All You Zombies” hikayesinden uyarlama. Bulursam kesinlikle okumak isterim.
Ethan Hawke zaten başarılı bir oyuncu. Güzel seçimler, filmler yapıyor. Valla
ne diyeyim karizmatik adam, aynen devam. Tabi sevgili Sarah Snook’u da es
geçmek olmaz. Sesini kullanmasını bilen bir arkadaşımızmış, güzel olmuş. Zaten
ona göre seçtiklerini düşünüyorum. Güzel film olmuş.
-Hangisi önce gelir? Tavuk mu yumurta mı?
- Horoz
Gattaca – Andrew Niccol (1997)
Yine bir Ethan Hawke filmi. Madem başladık
öyle devam edelim. Çok iyi filmlerde oynuyor demiştim zaten. Bir de ben bu
adama çok üzülüyorum; bir ödül töreni vardı “Boyhood” da herkes aldı da bu
gariban millete sarıldı. Çok gördüler bir ödülü :) Neyse biz onu seviyoruz böyle devam Ethancım, Chet Baker rolünle bence bu sene
alıp yürüyeceksin. Filme geçersek, benim aşırı beğendiğim bir film. Uzak bir
gelecekte geçse bile ayrımcılığın geçmediği bitmediği bir zaman, distopyaya da
göz kırpan bir film. Aşırı güzel belki hakkında yazdığım inceleme yazısını
burada da paylaşırım bir gün, harika bir film. Her şeye rağmen umudunu kaybetme, imkansız diye bir şey yoktur diyen bir film, mutlaka izleyin.
Twelve Monkeys – Terry Gilliam (1995)
Bir Burus Villis filmi. Brad Pitt’in de
oyunculuğuyla göz doldurduğu,” noluyor lan!” dedirten film. Zamanda oynamalar,
bir aksiyonlar, hastaneler, geçmiş, gelecek ve iç içe geçen hikayeler. Ben bu
filmi Gattaca gibi baya geç izledim ama hiç izlememekten iyidir. Birkaç yerde
çalan harika bir müziği var duydukça kulaklarınız şenlenir. Pitt’in
karakterinin yaptığı o “delice” konuşmalarla yani eleştirilere de dikkat.
2001: A Space Oddysey - Stanley Kubrick (1968)
İzlemekte geç kalınan bir Kubrick filmi. Liste pişmanlıklar listesi gibi oldu, kusura bakmayın artık :). Görüntü kalitesi üst düzey olan bir uzay filmi. Kesinlikle kendinden sonra
yapılan birçok filmi etkilemiş bir film. Açıkça görebilirsiniz. İlk aklıma
gelenler Interstellar ve Ex Machina, bana çokça anımsattı belli ki etkilenilmiş
veya esinlenilmiş. Tabi ki bu filmden onlar esinlenmiştir :).
Coherence – James Ward Brykit (2013)
Muhteşem bir film. Predestination gibi şok
etkisi yaratıyor. Bilim kurgu olması için ekstra yapılan hiçbir şey yok. Sade
bir bilimkurgu, her şey kafamızda. Gerçeği sorgulatan film bana, gerçek kime
göre neye göre. Bir kuyruklu yıldız
geçiyor ve herkesin hayatı değişiyor. Değişiyor demek doğru mu bilmiyorum,
filmin tadını da kaçırmak istemiyorum ama spoilerlı bir yazı yazmayı
düşünüyorum, izleyenlerle bir güzel tartışalım konuşalım. Son zamanlarda
izlediğim en güzel filmlerden biri. Etkisinden çıkmak kolay değil. Filmdeki
amatör ruh, ilk başlarda kamera kullanımıyla kendini hissettiriyor ama o kadar
güzel konusu ve işlenişi var ki her şeyi unutturuyor. Müthiş. Nasıl bu kadar az
duyulmuş hayret şey. Bir an bile kaybetmeden izleyeceğiniz sıradaki filmi bu
yapın. Pişman olmazsınız :).
Benden bu kadar, kendinize iyi davranın ve
güç sizinle olsun, hoşçakalın :).
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)