28 Mayıs 2021 Cuma

Friends The Reunion

Bazı diziler vardır iyi hissetmek için izlersiniz, gülmek için, rahatlamak için bilirsiniz ki sizi ilk anından kendi dünyasına çeker ve o an bulunduğun andan alır ve o büyülü dünyaya seni götürür. Senin ne kadar kötü hissettiğinin bir önemi yoktur. Sen artık bulunduğun yerde değilsindir. O evde, kafede onlarla oturup lazanya yiyorsundur, kahve içiyorsundur, yılbaşı için hediye düşünüyorsun ya da şükran günü için yemek hazırlıyorsundur. Sihirli bir el seni bulunduğun en zor anında bile oradan çekip alır ve o mor duvarların arasında en yakın arkadaşlarının yanındaki koltuğun en yumuşak köşesine oturtur. Dertlerinin bir önemi kalmaz çünkü artık bilirsin ki hayat zor olsa da artık yalnız değilsin. 

Friends de benim o dizilerimden. En özel yere sahip olanlardan. Hala el işi ile uğraşırken arkada Friends olur hatta ve hatta o kadar diziye dalarım ki hiç izlememişim gibi elimdeki iş bir anda odağımdan çıkar ve ben adım gibi bildiğim sahnelerin gelmesini ağzım açık beklerim ve beni her zaman güldürür. Benim konfor alanım, ne izleyeyim diye düşünürken açıp izlediğim dizidir. Bir bölüm derken bütün sezonunu bitirdiğim, canım çekince açıp izlediğim dizidir. 

Friends The Reunion'u duyunca bok gibi olacağını düşünsem bile olsun dedim. Sanıyordum ki doğaçlama olarak 17 yıl sonraki karakterlerini oynayacaklar ama öyle olmadı. Daha çok bir anı gibiydi herkes yaşıyorken. Evet insanız ve bir yerde ömrümüz sonlanacak. Ünlü ünsüz birçok insanın konuk olduğu ve dizi hakkında anılarını anlattığı, efsane yan karakterlerin sürpriz olarak katıldıkları mini bir defilenin olduğu çok tatlı bir reunion olduğunu söylemeliyim. 

İlk dakikasını doldurmadan (baktım, kesin ve net) ağlamaya başladım. Dizi 1994 yılında başlamış ve 2004'te bitmiş. Ben iki yaşındayken başlamış ama öyle zamansız bir dizi ki ne zaman izlerseniz izleyin sizi yakalıyor ve bir anda onları benimsiyorsunuz. Aileniz arkadaşınız gibi. Dünyanın birçok yerinde yayınlanan ve birçok dile çevrilen dizinin farklı ülkelerden izleyicilerini dinlemek ve farklı kültürlerde büyüsek hatta farklı dönemlerde doğsak bile aynı şeylere gülüp aynı hisleri yaşamamız tesadüf olamaz. Katılan herkesin anlattıklarında kendimden bir parça buldum. Hepsini anladım çünkü ben de aynı sebeplerle izliyorum ya da izlediğimde aynı hisleri yaşıyorum ve iyi ki böyle bir şey yapmışlar dedim. 

Mr. Heckles, Richard, Gunther, Mr. ve Mrs. Geller ve Janice geldiğinde o kadar mutlu oldum ki. Hepsi özel bir yere sahip hem dizide hem kalbimizde. James Corden'a bir yerde çok sinir oldum o da Gellerlara söz verirken tatlı adamcağız Elliout Gould elinde mikrofon bir şey söyleyecekken bir anda sözünü kesti. Daha doğrusu konuşmasına izin vermedi. Ben böyle şeylere çok sinir oluyorum, adamcağız gelmiş bir kelam ettir bari. Aynı şekilde Mr. Heckles da keşke kalsaydı biraz daha iki söz söyleseydi ama en azından bu Corden ile alakalı değil :).


Gelelim Jen ve David'in hiç yaşanmamış aşkına. Gerçekten öyle mi bilmiyorum ama ben David Schwimmer'da o ışığı gördüm özellikle eskiye gittikleri sahnelerde. Üzüldüm ya, olmayanların ihtimali beni üzdü. İhtimallerin heyecanına üzülüyorum sanırım :). Bir yerde de Matt ile Jen'nin aslında dateleştiklerini okudum, fotoğrafları falan var. O da doğru mudur ki? Ahh hiçbir zaman bilemeyeceğiz sanırım ama David sanki hala o ışığı taşıyor. Jen'e hayran gibi geldi. Dizide de ikisi ile de yakınlaştığını düşünürsek neden olmasındı? 

Ahh Mathew Perry, bağımlılık ile uğraştığını ve zor zamanlardan geçtiğini biliyoruz geçmişte ve en çok o bu yılların ağırlığını taşıyor gibi geldi. Aralarında hafızası en zayıf  da oydu sanki. Diğerleri maşallah çok net hatırlıyor her şeyi. Özellikle Matt ve Jen. Çok az konuştu Matthew ama dizi zamanı stresten nasıl zorlandığını o kadar iyi anladım ki kolay geçmemiş onun için, hala izlerini taşıyor sanırım. Matt LeBlanc doğuştan komik ve Uncle Matt gibi birisi, tonton komik çok tatlı. Birçok küçük detayı hatırlıyor ve özel bir çaba sarf etmeden güldürüyor. Lisa Kudrow, bayıldım, bence gerçekte de harika bir insan ve harika görünüyordu. "My Eyes" sahnesini o kadar güzel oynadı ki yeniden, elinde senaryonun olmasının hiçbir önemi yok, o gün oradaydım. David Schwimmer müthiş bir oyuncu, aşırı komik. Filmi izlerken bir kez daha anladım Ross benim en çok güldüğüm karakterlerden biri ve David profesyonelliğini her dakika hissettiriyor. Courtney çok az konuştu ama tam bir Monica gibi son ve uzun konuşmalardan birini o yaptı ve yine ağladık. Öyle ki partneri Matthew bile bu Courtney'den mi diye sordu. Jennifer yine Jennifer olarak oradaydı, onu diğerlerine göre daha sık gördüğümüzden herhalde her zamanki gibiydi. Çok olgun bir insan ve ustalıkla birçok sorunun ve durumun altından kendi yoluyla sıyrılıyor ve aynı heyecanı taşıdığını hissettiriyor. 

Hep güzellikler hep yeşillikler sadece bir kez sevmedikleri bir şey oldu mu diye sorduklarında diziden eğlenceli bir karakterden bahsetti David (Marcel, maymun olan, hihihi). Mutlaka her şey mükemmel değildi ama onlar artık belli dönemlerden geçmiş yaşını almış insanlar ve bu kadar güzel etki bırakmış ve hala bırakmaya devam eden bir dizi de kimse kötüyü hatırlamaz veya hatırlamak hatta hatırlatmak istemez. Onlar bence öncelikle bu konuda seyirciyi kırmak istemedi ki hala para kazandıkları bir iş unutmayalım, ahaha! Çocuklarının geleceğini garanti altına alan ekmek kapını tabi ki güzel hatırlarsın :D. 17 yıl sonra yeniden bu ekibi toplamanın kolay olduğunu sanmıyorum. Hala Türkiye'de hiçbir dijital platformun henüz alamadığını ve Friends serisinin Netflix'te bile bazı zamanlar yok olduğunu düşünürsek, ehh fena bir iş sayılmaz değil mi :). Gerçi terapistleri bu paranın belli kısmını alıyor gibi ama bilemeyiz tabi :). 

Yine de aralarında ne yaşanırsa yaşansın iyi veya kötü bence de Matthew'ın dediği gibi bir yerde gruptan herhangi biri biriyle karşılaşsa en çok onlar hiç araya mesafe ve zaman girmemiş gibi konuşmaya başlarlar. Bu his en azından bana geçti. Her gün görüştüklerini yakın arkadaş olduklarını sanmıyorum ama herhangi bir arkadaş olmadıkları da net. 

İzler izlemez ilk hislerimi yazmak bir nevi kendime bir anı bırakmak istedim bugün. Hiçbir şey yapmadan hemen buraya geldim ve döküldü kelimeler ve şimdi de sizlerle. Şahsen ben bir Friends sever olarak takım tutar gibi Friends tişörtüm ve Central Perk'te kullanılan mugım ile tekrar izlemek isterim. Hatta bu yazıyı yazmadan önce tekrardan başlayasım geldi. Bir şeyin özellikle sevdiğim bir şeyin sonunu izlemek beni kırıyor o yüzden bir seriyi bitirirsem hemen ilk bölümünü yeniden izlerim ve Friends ilk bölümünü sıklıkla izlediğim bir seri. Aynı dönemde yaşayıp yaşamamamın bir önemi yok. Kimse için yok. Eğer hayatınızın bir döneminde bu diziyi izlemiş ve sevmişseniz The Reunion çok tatlı bir film. Sizi asla hayal kırıklığına uğratmayacak ve bu ekipten her zaman daha fazlasını izlemek için orada olacaksınız. Eğer benim gibi comfort/feel good diziniz ise filme başlamadan yanınıza bolca peçete alın ihtiyacınız olacak ayrıca hazırlıklı olun seriye yeniden başlamak için bir sebebiniz olacak sanki bir sebebe ihtiyacınız var gibi, mehh!

Devamını Oku »

26 Mayıs 2021 Çarşamba

Pink Flamingos ve Paris Is Burning

Bazı filmleri izlemek için geç kalmamışsınızdır sadece doğru zamanı beklemişsinizdir. Ben de kendimi bu iki kült filmi izlemek için geç kalmış hissetmiyorum. Son zamanlarda film izleyemiyorum, şöyle söyleyeyim aylardır film izlemiyorum. Pink Flamingos ise hep izleme listemdeydi ama doğru zaman bu zamanmış. Birçoğunuz o ünlü "eating shit" sahnesi ile aklınızda kaldığına eminim. Benim öyleydi en azından ama film bundan fazlası. Kendini en pis insan olarak ilan eden Divine'nın bu unvanı korumaya çalışırken izliyoruz. Divine'dan daha pis olduğunu düşünen bir çift onun elinden bu unvanı almak için Divine'a meydan okurlar. Ve birçok sınırın zorlandığını söyleyebilirim bu uğurda. Filmi beğensem de benim için bazı yerlerde izlemenin zor olduğunu inkar etmeyeceğim ki bilinçli yapılan bu tercih de başarıya ulaşılmış. Daha çok John Waters izlemek istiyorum ama nereden izleyeceğimi bilemiyorum. Aynı şekilde Divine'ı da daha çok izlemek istiyorum. Hairspray'i ise hala izlemediyseniz öneririm, çok iyi bir film o da yine bu ikiliden. 

Paris Is Burning ise 1980'lerin Ball kültürünü belgesel olarak bize sunuyor. Farklı evlerin anneleri ve katılımcıları ile röportaj yapılmış ve yapılan yarışmalardan da görseller izleyerek onları ve Amerika'da ötekileştirilmenin ve hissettikleri gibi yaşamanın nasıl olduğunu ve hatta bunun için ne bedeller ödediklerini ufaktan da olsa kendi ağızlarından dinliyoruz. Ayrıca vogue, reading, shady gibi birçok terimi de detaylı olarak öğrenme şansına erişiyoruz. Kökenleri, nereden geldikleri ve anlamları gibi. Harika bir belgesel, iyi ki yapılmış, iyi ki izlemişim. Birçok yerde ağlamaktan kendimi alamadım. Sırf  saçma sapan yapay bir şekilde oluşturulan tiplere uymadıkları için dışlanan insanların hayallerinin yok sayılmasına, acı çekmesine tahammülümün kalmamasından. Şimdi de durumun daha farklı olmamasından, hala ama hala bu gereksiz görünmez kanunlara sıkı sıkıya bağlanılıp insanların hayatlarının hiçe sayılmasından bıktım ve bence birçok insan bıktı. İzlediğimiz karakterler gerçek ve bunlar yaşandı ve yaşanıyor. Hala yaşanıyor. Üzülüyorum, çok üzülüyorum. İnsanların dünyayı değiştirmese bile kendi dünyalarını ve bakış açılarını değiştirmesini istiyorum. Hiçbir şey yapmasak bile bir şey yapabiliriz, en azından pesimist bakış açım ve umudumun son kırıntılarını tutmak ile tutmamak arasında kaldığım şu son zamanlarda buna inanmak istiyorum. 

Devamını Oku »

7 Mart 2021 Pazar

Çekiliş Sonucu

 Merhaba arkadaşlar, nasılsınız?

Bir önceki yayınımda mini bir kitap çekilişi yaptım ve şimdi sonucunu paylaşacağım. Kazanan arkadaşımız Dode oldu Kendisini tebrik ediyor ve 5 gün içinde adresini aşağıdaki mail adresine yazmasını rica ediyorum. 5 gün sonunda ulaşmazsa yedek talihlimiz de aşağıdadır. Ben de en kısa sürede söz verdiğim Kar Kirazı Kuşu kitabını ve bunun yanında kitaplığımdan hediye bir kitap ile yollayacağım. Tekrardan kendisini tebrik ediyor ve yeni çekilişlerde görüşmek dileğiyle sevgilerimi yoluyorum <3.

onerimakinesi@gmail.com



Devamını Oku »

7 Şubat 2021 Pazar

Kar Kiraz Kuşu - Sibel Karabulut (Çekiliş)

Öneri Makinesi

Selamlar herkese, bugün neredeyse bir yıl önce aldığım gibi okuduğum sonra da yazdığım ama bir türlü paylaşamadığım yazımı yayınlıyorum. Geç tanıtacağım için üzgün ama size hediye edeceğim için ayrıca mutluyum <3. 

Kar Kiraz Kuşu, 94 sayfacık bir novella. Yazarı Sibel Karabulut ile bizzat tanışma şansına eriştim bir kitap kulübü sayesinde. Kendisi bana kitabını hediye etti ve hatta sizlere de bir tane imzalı olarak hediye edeceğini söyledi ama bildiğiniz sebeplerden ötürü uzun süredir görüşemedik. Yine de ben bu yazıya yorum yapan bir arkadaşıma kitabı hediye etmek istiyorum. İlle bir tarih olacaksa da martın ilk haftasına kadar diyelim. Bu arada Sibel'in yeni kitabı da çıktı. Uçaryüzer ile İlkyaz, bir çocuk kitabı. Yine konusu o kadar güzel ve naif ki ben çok merak ettim. Kendisi ile tanıştığımız gün zamanını bekliyor demişti kitap için, demek zamanı bu zamanmış! Kitap çıkmış, ne güzel olmuş.

Gelelim kitap yorumuna. Özellikle bu dönemde daha da bir anlam kazanan bu kitabı ben çoğu zaman üzülerek ama aynı zamanda umutla okudum. Hayvan türünün gözünden insan türünü bu kadar empati yaparak görmek inanın kolay değil. İnsanlığın dünyada diğer canlılar üzerinde üstünlük kurma çabasının acı sonuçlarını bu kitapta maalesef belki de en hafif haliyle görüyoruz. Ders çıkarmadığımızdan daha da çok göreceğiz gibi duruyor.

Öneri Makinesi
ayraç tesadüfi bir şekilde denk geldi

Küçük Kara Balık ya da Nemo karakteri gibi özgür olmak için sürüsünden ayrılan ve memleketine ulaşma hayali ile yola çıkan bir kuşun hikayesi bu. Yolda karşılaştığı birçok arkadaşının hikayesine onun uçtuğu yerler vesilesiyle dahil olduğumuz güzel bir yol hikayesi. Bir bölümde düştüğünde onu kaldıran ezeli düşmanı nankör dediğimiz kedinin olması ve dinlediği hikayelerde asıl kötü kahramanın insan olması tesadüf olmasa gerek.

Kitap çok akıcı, sade bir dille yazılmış. Okurken zorlanmıyorsunuz. Olumsuz tek eleştirim, sonunun zayıf kalması olabilir. Yine de anlatım şeklinden çok anlattığının ön plana çıktığı bu novellayı herkese öneriyorum. Sırf biraz da bu dünyada yaşayan ve en az insanlar kadar burada yaşamaya hakkı olan farklı bir canlının gözünden insanları ve dünyayı görmek için bile okunabilir.

Yorum yapmayı unutmayın, sevgiler :).
Devamını Oku »

6 Şubat 2021 Cumartesi

Crashing - Phoebe Waller Bridge (2016)

Öneri Makinesi

Phoebe Waller Bridge'e bayılıyorum. Çok gülüyorum. Bu mini diziye de bayıldım. Her ne kadar eksikleri olsa da bence şu anki bana göre en iyisi Fleabag için müthiş bir ön hazırlık olmuş. 

Filmin konusu, eski bir hastanede yaşayan bir grup orta yaş iş güç sahibi bir arada yaşayan insanların rutin yaşamlarının hayatlarına giren yeni insanlarla değişimi dönüşümü. Hepsinin kendi odası ve hikayesi var bu hastanede. Biraz İngiltere'nin farklı kesimlerinin toplamı gibi. Farklı kültürden insanlar var ve hepsi de "property guardians" olarak bu toplu yaşam alanlarında kalıyor. Property guardians 'ı benim gibi ilk kez duyduysanız açıklayayım kısaca vikipedi kopyası olarak :D, "Mülkiyet vesayetlerine, genellikle arzu edilen yerlerde ve publar, ofisler, polis karakolları ve hatta tarihsel olarak önemli ve alışılmadık mülkler gibi esnek yaşamak karşılığında ucuz konaklama imkanı verilen bir düzenlemedir."

Bu dizideki mekan hastane! Birbirleri ile iletişimde olan birkaç karakter öne çıkıyor ve dizi onlar ve hayatlarına aldıkları insanlar etrafında ilerliyor. 4 kişilik grubumuz yeni gelen iki üyesiyle ilk bölümde tamamlanıyor ve hikaye başlıyor. Filmdeki esas olayımız da Lulu'nun, uzun süredir beraber Kate ile Anthony'nin hayatına girmesi ile sarsılan ilişkileri. Lulu ile Anthony birbirine aşık ama o kadar yakın arkadaş ki asla birbirlerine açılamamış iki eski arkadaş (bir önceki yazımda bahsettiğim hadise).

4 kişilik grubun alfası ve hastanenin en kurallarına sadık kişisi Kate, aşçı sevgilisi Anthony ile yaşıyor. Anthony'nin en yakın arkadaşı Lulu bir anda ortaya çıkıp hastanede yaşamaya başlamasıyla Anthony'nin ilgisi Lulu'ya kayıyor. Kate ile Anthony'nin sevgili olmasına rağmen Lulu gelince ilişkide dışarı kalan Kate'in hali maalesef çok komik :D. Kate'in dönüşümü de izlemeye değer, özellikle hastanenin ve grubun bir diğer şahsına münhasır karakteri ressam Melody ile olan sahnesi çok güzeldi.

Öneri Makinesi

Madem Melody'den konu açıldı bence o da hem komik hem de kendi hikayesi olan çok tatlı bir karakter. Kate'e yardım etmesi dışında Lulu ile aynı gün tanıştığı ve ilham kaynağı Colin ile olan diyalogları onun hakkındaki düşünceleri olsun, harika ve tabi ki yine çok komik! Colin orta yaşlarında eşi ve eşinin yeni sevgilisi ile yaşamak zorunda kalan boşanmak üzere olan bir adam. Onun acısını betimleme şekli her seferinde Melody'yi daha da komik bir karakter yapıyor.

Grubun kalan diğer iki üyesinden bahsedeceğim. Çekingen ve kendi halinde olan Fred grubun en hareketli ve neredeyse tacize varan şekilde sözlü ve fiziksel şakalarda bulunan Sam'e bir yakınlık hisseder ve Sam'in kendini keşfetmesine ve bu davranışların altında yatan sebebi bulmasına yardımcı olur. Ve gelelim bence dizinin bence starı hem oyuncu hem karakter olarak Sam'e. Her girdiği sahnede güldüm sanırım ve bu ne güzel bir rol kesmektir dedim. 

Lulu'nun gelmesiyle hikaye başlar ki bence harika bir sahne ile Lulu gelir ama karakter diğerlerinin yanında zayıf kaldı. Nereden geldi, nereye gidiyor, Anthony dışında hayatı nasıldır ya da karakter ile alakalı biraz fikrimiz olsa da karakter daha çok grubu tetiklediği çatışmalar dışında bir derinliği maalesef yok. Belki bir sezon daha sürse farklı olabilirdi ama diğer karakterler hakkında az çok fikir sahibi olup Lulu hakkında bu kadar az şey bilmemiz haksızlık gibi. Yine de Lulu karakterinin aşırılığı çok komikti. 

Yan karakterler çok başarılı. Kendi içlerinde hikayelerini izleyebilmemiz çok güzel ve komik! Arada tutarsızlık olsa da ben genel anlamda karakterleri sevdim ve güldüm. Mini bir dizi, kısa sürede bitiyor ve tadı damağınızda kalıyor. Kısacası ben çok sevdim ve keşke devam etse dedim. Fleabag sevenler bu diziye baksın derim. Keyifli seyirler!

Devamını Oku »

31 Ocak 2021 Pazar

Biz Böyleyiz - Caner Özyurtlu (2020)

Öneri Makinesi

Filmde, eski bir arkadaş grubu sevdikleri büyükleri Neziş'in rahatsızlanması dolayısıyla yeniden bir araya gelir ve bu bir araya geliş eski defterlerin açıldığı bir toplantıya dönüşür. Sıcak tonlarda renkleri ile tatlı, yer yer de güldüren bir film olmuş lakin beğendin mi diye sorarsanız cevabım aşağıda incelememde. 

Öncelikle Caner Özyurtlu'nun kendisini dinlemeyi çok seviyorum. Birçok konuda da düşüncelerimde yalnız olmadığımı hissettirdiğinden kendisinin youtube kanalını zevkle takip ediyorum. Kendisi bir loş sohbetinde filme 6 verdiğini söyledi ki az verdiğini söyleyemeyeceğim :). Ben kendisini çok sevdiğimden ve iyi bir sinefil olduğunu bildiğimden ondan daha da güzel işler izlemek isterim. Gelelim filmin yorumuna. 

Filmdeki ana hikaye, çocukluktan beri iki en yakın arkadaşın "yakın arkadaşına aşık olma" mottosu ile bir türlü birbirine açılamamasını konu alıyor. Her ne kadar yeni kişilerle ilişkileri olsa da bir türlü farklı ilişkilerinde süreklilik sağlayamıyor, yaşanmamışlığın olasılığı akıllarını çeliyor ve sonu olmayan bir loopa bağlanıyor ilişkileri. Hani derler ya ne senle ne de sensiz! 

Bir de yan rollerde izlediğimiz ablalar, kardeşler ve arkadaşlar var. Filmdeki komedi düzeyini arttırmak için kullanılan en belirgin çatışmalardan biri; eski iki arkadaşın ayrılan farklı yolları ve geleneksel ile modern ilişkilerin çatışması. Yine komedi kısmına destekte bulunan ve bence en güzeli umursamaz yeni kuşağın eski kuşak ile iletişimi ve ölüm şakaları. İkincisi işe yararken ilki yapay kalıyor.

Çok fazla karakteri olan filmlerde son zamanlarda en dikkatimi çeken şey yan karakterler hikayeyi ne kadar destekliyor, amaçları ne, neye hizmet ediyorlar, kısacası neden varlar. Bunu film için netleştirmediklerinde, yani yan hikayeler ana hikayeyi desteklemeyip filme katkı sunamadıklarında işler sarpa sarıyor, Azizler'de olduğu gibi. Bu filmdeki bazı yan karakterlerde de aynı sıkıntı var; lakin Azizler'den bu konuda daha iyi diyebiliriz. Tabi bu karakterler, alışagelen tipleri oynamaktan kendilerini alamıyorlar. Mesela, Özge Özpirinççi'in oynadığı karakterin tek görevi modern ilişkinin temsili olarak eski arkadaşını kışkırtıp çatışma yaraması ki onda da çoğu zaman diyaloglarda bir yapaylık mevcut. Arkadaşını sürekli eleştirmek dışında fikrini savunduğu kısımlar daha çok ezberden okunan sözcüklere dönüşüyor. Böyle tatlı bir arkadaş hikayesinde mesela ben güldüğünü bile hiç hatırlamıyorum. Neziş ile olan sahneleri saymazsak karakteri savunduğu hayat içinde mutlu değil ama umursamaz görüyorum. Bu da yapay kalıyor altını dolduramadığında. Bir diğer yan karakter, Gökçe'nin ablası biraz daha aktif rol alıyor, inişi çıkışı var ama bir yere de pek bağlanmıyor gibi. 

Berrak Tüzünataç'ın oyunculuğunu pek beğenmiyorum kişisel olarak ama bu role çok uyduğunu düşündüm :). Genel olarak da oyunculuklar vasat diyebilirim ama hikaye içinde zaten ne kadar alanları vardı ki. Kendilerinden beklenenleri yapmışlar. 

Gelelim ana hikayenin Crashing dizisi ile aynı olmasına :). Netflix bile Biz Böyleyiz'den sonra Crashing öneriyor ki benzemekten öte baya bir aynılık mevcut ama bu benim için sıkıntı mı değil. Birçok hikaye bugüne kadar tekrar edildi, çekildi. Mesela Bluberry Nights filmindeki yan hikayelerden biri "Paris, Texas"'taki hikayeye çok benziyor. Lakin biri aldığı ile hem görsel olarak hem de oyunculuklarla yeni bir şey yaratmış ve ben izlemekten keyif alıyorum. Önemli olan hikayenin ya da fikrin aynı olması değil. Bugüne kadar binlerce hikaye sandığımızdan daha fazla yeniden çekildi, alınıp yeni bir şeye dönüştürüldü. Bazıları o kadar başarılı oldu ki yere göğe koyamadık, ödüllere boğduk. Sorun hiçbir zaman fikrin aynılığı olmadı, sorun bunu almakla kalıp kalmadığı! Fikre bir şey katamadığında sıkıntı oldu. Filmdeki sıkıntı ve yapaylık da bu bence. Fikri dönüştüremedi, yarım kaldı. Bize "orijinali" var, daha güzel diye düşündürttü ki orijinal diye bir şey kaldı mı tartışalım, benim hala üzerine düşündüğüm bir konudur. Sonuç olarak filmin başarısını kesen en önemli mesele bu bence. Bir de Loş Sohbet'i ne zaman izlesem çok finali var diye eleştiri geliyor ama sonu bence tamam, filmdeki asıl sıkıntı o değil.

Sonuç olarak, filmi izlediğime pişman değilim ama ille izleyin demem :). Boş zamanda izlenebilecek tatlı bir film, o kadar. Size kalmış :)!

Devamını Oku »

24 Ocak 2021 Pazar

Azizler - Yağmur Taylan, Durul Taylan (2021)

Öneri Makinesi


Taylan Kardeşlerin son filmi Azizler şu an en çok izlenen ve konuşulan filmlerden biri! Konuşuluyor konuşulmasına ama bu yorumların çoğu övgü mü, sanmıyorum. En azından ben övmeyeceğim. Bir Başkadır'ın yazarı ve yönetmeni Berkun Oya bu filmin de yazarı. Kutsal Motor'dan Utku Ögetürk'ün Neler İzledik videosundan öğrendiğime göre aslında Azizler de yazarın dizi olarak düşündüğü bir projeymiş ki bu bilgi filmdeki bu dağınıklığın ve amaçsızlığın nedeninin büyük bir kısmını açıklıyor gibi. 

Absürt ve kara komedi benim en sevdiğim komedi alt türleridir. Benim için de her zaman artıdır. Lakin film güzel bir giriş yapmasına rağmen öyle dağılıyor ki nerede toparlayacak diye beklerken film bitiyor. Film bir iki yerde güldürüyor ama daha çok amaçsızlık ve neden öyle ki soruları ağır basıyor ve sadece oradan oraya atlayan bir hikaye istiyoruz. 

Öneri Makinesi

Oyuncular iyi ve Bir Başkadır'dan da aşina olduğumuz herkesi en çok güldüren ve beğenisini kazanan Caner karakterini canlandıran çocuk oyuncu da başarılı lakin hikaye iyi anlatılamıyorsa oyunculuklar da parlamıyor. En azından bu filmde iyi olan birkaç detay da sönüyor. 

Yazana kadar bu kadar sevmediğimi fark etmemiştim açıkçası :). Filmde iki sahneye çok güldüm (spoiler olmasın diye söylemeyeceğim), Erbil abinin evini beğendim, ölüm şakalarını sevdim, Engin Günaydın'ı yine sevdim, film Vavien'i hala izlemediğimi hatırlattı ki bu iyi bir şey olsa gerek çünkü film çok seviliyor. 

Sevmediklerimi tek tek saymayayım uzun sürer :) ama genel olarak kötü ile vasat arası bir film olduğunu düşünüyorum. Sevgiler saygılar! 
Devamını Oku »

18 Ocak 2021 Pazartesi

4 Yıl Sonra Yeniden, Meydan Okuma Yaptım/Yapıyorum

Gece saat 03:38, ben blogda yorum var mı diye artık el alışkanlığı olmuş bir şekilde istatistiklere bakarken içimden 2014'ten beri yazdığım bloğumda en çok okunan yazılara bakmak geldi. Tüm zamanlar içerisinde tıklanma sayısı beni gerçekten çok şaşırttı. Hiç bu kadar çok olmasını beklemiyordum :D. Aslında çok çok değil ama bana göre oldukça çok. En çok okunan yazı ise bir meydan okumanın ilk gün sorusunun cevabı :D. İlginç gerçekten ilginç ama tarih 18.01.21 ve ben o yazıyı 17.01.17'de yazmışım. Asla planlı değil, bilinçli değil ve bu tür rastlantılar beni gerçekten hayatta heyecanlandıran ve belki de gereğinden fazla anlam yüklediğim şeyler ama voila! Şimdi bu yazıyı yazmama ilham oldu. Yazıyı tekrar okurken aklıma bir anda şöyle bir fikir geldi. Soruları tekrar 2021 yılındaki ben cevaplayacak ve daha sonra ikisini de okuyup nasıl değiştiğimi göreceğim. Eğer siz de zamanında bu meydan okumayı yaptıysanız siz de benim gibi 2017 ve 2021'deki kendinizi karşılaştırabilirsiniz :D. Çok büyülü değil mi? Aşırı heyecanlıyım. Paralel evren, zamanda yolculuk gibi! Yazının güzelliği ve kalıcılığı burada işte. Bir kez daha söz uçtu yazı kaldı :). 17 soru var, bu sefer 17 günde değil kısa kısa şimdi cevaplayacağım.

Yazının orijinali aşağıda ama maalesef meydan okumanın orijinal yazısının linki artık çalışmıyor. 

Orijinal yazı linki: https://onerimakinesi.blogspot.com/2017/01/meydan-okuma-yaptim.html

+ O zaman her cevapla bir şarkı paylaşmışım. Bu sefer Spotify'da en son yaptığım listeyi paylaşıyorum. Okumadan önce shuffle'a almayı unutmayın :). Sayılarla alakalı biraz ürkmeye başladım çünkü listeyi 12 gün önce yaptım ve tahmin edin kaç şarkı, 18 :D. Neler oluyordu... 


1. Beş sözcükle kendini anlat!

İlk yazının birazını okudum ve şimdi olsa daydreamer/hayalperest derdim diye düşünürken bu fikir doğdu aslında. Sonra diğer cevaplara bakmadım ve hemen bu yazıya geçtim. Gerçek bir hayalperestim, aklım sürekli havada, bir şey düşünürken diğerine atlıyorum ve odaklanma sorunu yaşıyorum çokça. İkincisi, hala çok sıkılıyorum. Her şeyden ve herkesten :). Sıkılmadığım nadir şeylerden biri bloğum, diğeri de mektup arkadaşlığı olayı. Üçüncüsü, oburluk. Aşırı boğazıma düşkünüm, hem yapmayı hem yemeyi seviyorum. Ama çok seviyorum. Antakyalı olunca default olarak geliyor sanırım :). Bir anda parlamam ve sönmem maalesef değişmedi. Bu sene daha çok üzerine odaklanmak istediğim şeylerden biri bu aslında. 4 sene sonra bu meydan okumayı tekrar yaptığımda görüşürüz :). Onun yerine daha güzel bir sözcük gelecek :D. Azimliyim, istediğim şeylerin peşinden gidiyorum. Her zaman elde edemiyorum hatta çoğu zaman ama yol arıyorum. 

2. Kalbini kazanmanın 5 yolu.

Yılbaşı çekilişinde bir arkadaşım bana hediye almanın çok zor olduğundan bahsetti ama gerçekten çok yanılıyordu. Ben çok çabuk heyecanlanırım ve biri beni düşünerek bir şey yapıyorsa onu mutlaka seviyorum. Hediye olmasına bile gerek yok. Günlük sohbetlerde bana yapılan küçük jestler benim kalbimi kazanmaya yeter. Bu jestler her şey olabilir. Doğum günümü kutlaması, sevdiğim bir kitabı gördüğünde aklına gelmem, seveceğimi düşünerek alınan hediyeler, sırf ben seviyorum diye sevdiğim şekilde yapılan yemekler her şey olabilir. Bir de ufak bir sır vereyim. Eğer laf arasında kendim hakkında verdiğim detayların başka sefer doğal yollarla karşı taraftan bana dönmesi beni aşırı mutlu eder :D. Bu çok ince bir detay. İtiraf etmem gerekirse uzun zamandır da yaşamadığım bir duygu ama istisnasız her zaman da kalbimi fetheden bir duygu. 

3. Hayatın bir kitap/film olsa türü ve adı ne olurdu?

Absurd / kara komedi, adı da "bir adet ben" olurdu :D. Nuri Bilgeler, Zekiler kendi işine baksın telifi patenti bende :D. 

4. Etrafındakiler hangi sorunun çözümü için sana gelirler?

Bu aralar en çok cevapladığım sorular, mektup arkadaşlığı nasıl olur ve aliexpress alışveriş soruları :D. Birinin videosu var diğeri de yakında gelecek umarım :D.

5. Her zaman ve bazen özlediğin iki şey

Artık geri gelmeyecek yıllar ve gençliğim, 20li yaşlarım, özellikle başları; bazen de Hırvatistan'daki gönüllülük ya da Hacettepe yıllarımın ilk iki senesini özlüyorum. 

6. Hatırladığın en eski anın.

Anaokulundan var net anılarım. Okul öncesi evde olan dönemlerden babaannemin evini hatırlıyorum. Babamın babası ben çok küçükken vefat etti. Onun ile olan birkaç anımı hatırlıyorum. Evde rakı içmesini, beni sevdiğini falan. En eski o olabilir. 

7. Eğer bir hayvan olsaydın hangisi olurdun?

Yani köpek olurdum :). Hatta bazen olduğumu da düşünüyorum :D. Köpek kelimesini kendime karşı hakaret olarak algılamıyorum, biri köpek gibi derse iltifattır bana. Aşırı seviyorum onları. Farklı olacaksa da üşengeç hayvanlardan biri olurdu :).

8. Bir dahaki hayatında kim olmak isterdin?

Pufff, ben olmak istemezdim çünkü ben şu an benim zaten. Ne yaşanacaksa yaşıyorum :). İkinci kez yaşamak yerine farklı biri ile yola devam edip farklı bir dünyada yeni şeyler tecrübe etmek isterim. Aslında türüm de farklı olsun isterim. Madem reenkarne oluyoruz tam olsun :D. Refah içinde uzun yaşayan bir varlık olmak isterdim. Spesifik bir şey söyleyemeyeceğim insan olmadığım hatta dünya dışı bir varlık olduğumdan. Hemen de benimsedim, bknz 1. soru, ilk sözcük hayalperest, adskdfklfj!

9. Göç etmek zorunda kalsan yaşamak için seçeceğin ülke.

Off o kadar çok var ama yok da. Beni dışlamayacak ve eşit haklara sahip olduğum bir yer seçerdim. 4 mevsim yaşanan, su kenarı, bol yeşillikli bir yer olsun isterdim. Bir de refah seviyesi yüksek olduğu kadar insan, hayvan ve doğanın da haklarının değerli olduğu bir yer tercih ederdim. Ben bir yer seçemedim ama bu tercihlere göre yorumlara açığım :D.

10. Asla unutmak istemediğin anın. 

Şu an aklıma bir şey gelmiyor demek 4 yıl önce unutmak istemediğim şeyi unutmuşum :D. Bu yazı bitince ilk bu sorunun cevabına bakacağım, adsadnfj.

Bulamadım, yazı bitti, döndüm ve no! 

Bu Harry Potter'ın partonus büyüsünü yaparken seçemediği anı sorusu gibi :D. 


Patronusuma kavuşacak anıyı bulamadım :D. Yayınlamadan önce tekrar geleceğim. Saat: 05:50.

Yayınlamama çok az kaldı, editlemeye devam ederken hala aklıma bir şey gelmedi. Evreka! Buldum, yaşasın :D. Acaba o zamanki ile aynı anı mı çok merak ediyorum ama ulusal bir parka gittim Plitvice göllerine. Orada çok mutluydum, kaybolduk ve daha çok kaldık falan. Çok sevdim. Oradaki o anımı unutmak istemem hatta her mevsim gitmek isterim. Hadi bu çabanın hatırına sizle bir fotoğrafımı da paylaşayım. 6 kadın üç dört gün gezdik Hırvatistan'ı kiraladığımız arabayla. Çok güzel bir geziydi, genel olarak unutmak istemem o geziyi.

Öneri Makinesi

11. Dolabındaki en eski kıyafet. 

Sanırım orta son ya da lisede anneannemin bana ördüğü bordo kazak. Ben kilo aldım, verdim ama hala bozulmadı ve hala bana oluyor. Yıllardır giyiyorum ve hala çok seviyorum. Comfort kazağımdır kışın :D. 

12. Son 10 yılda hayatında neler değişti?

Yani ne değişmedi ki :D. 2011 yılında Adana'daydım, ondan sonra 3 farklı şehirde daha yaşadım. Yeni hobilerim oldu. Bloğum oldu :). İş tecrübelerim, diplomam, gönüllü projelerim, gezilerim, anılarım oldu. Enstrüman çalabiliyorum, yoga yapıyorum :). Her şey değişti. En önemlisi ben değiştim. Değişmemek beni üzerdi, 4 yıl sonra sorulduğunda yeni cevaplar vermek ve yine iyi anlamda değişmek isterim. 

13. 10 yıl sonra nerede nasıl yaşamak istiyorsun?

Çıkmazda olduğum ve en çok düşündüğüm şeylerden biridir bu konu. Planlı değilim ve biraz gelişine yaşıyorum hissi var. Sıkışmışlık hissini de ekle. Pufff, 30'ların sonundayım ve umarım hayallerimi gerçekleştirmiş yenileri için azimle çalışarak ve keşfederek, doğaya yakın şehre göz kırpan bir yerde kendi evimde, ailemin yakınında, the one and only'im ile happily ever after diyorum :D. Sahiplendiğim minnoş tatlı köpeklerimi unutmayalım :D. İsimleri Harry Potter karakterlerinden huylarına göre esinlenilip konulmuş ve büyük ihtimalle sembolleri ya da suretleri vücuduma işlenmek üzere sıralarını bekliyor olacaklar :).

14. Keşke arkadaşım olsa dediğin ünlü kim?

Ahahah, önceki cevabımı net hatırlıyorum. Geçenlerde yine aklıma geldi hatta. Bu sefer cevabım o değil ama. Jim Jarmusch diyorum :D. En sevdiğim yönetmenlerden ve o sigara ben kahve içerek iki lafın belini kırardık. Zevklerimiz de ortak, anlaşırdık bence. Bir de çok minnoş ponçik biri ya! Instagram'da doğum günü falan kutluyor. 

15. On beş yaşındaki birine vereceğin tavsiye ne olurdu?

Oku, gez, ye, iç, izle, konuş! Açık fikirli ol, asla kimseyi yargılama! Gönüllü ol, doğa için! Gidebiliyorsan yurt dışına git, dil öğren, farklı kültürlerden arkadaşlar edin, sohbet et! Bir de her durumda umutlu ve mutlu olmanın bir yolunu bul! 

16. Kağıda bir şey çiz ve bize göster!

Maalesef saat 4:50 ve ben hala çok üşengecim :).

17. 2021'de olmasını çok istediğin bir şey! 

Üç hayalim için üç mucize :D.

Teşekkürler! Olur da siz de meydan okumayı yaparsanız lütfen yazın! Sevgiler, saygılar!

Devamını Oku »

15 Ocak 2021 Cuma

Street Food: Latin America

Öneri Makinesi

Netflix ağına er geç ben de düştüm! Uluslararası yemek programları izlemek istemem sonucu kendimi üye olurken buldum. Umduğumu bir nevi buldum da. Street Food serisi beni aşırı mutlu eden bir belgesel oldu. 6 ülke ve 6 şehirde adından da anlaşıldığı üzere sokak yemeklerine odaklanan programda bir ana hikaye etrafında ülkenin birçok sokak lezzetlerine ağzımızın suyu aka aka bizi götürüyor. 

Ben yemek delisi, yemek için yaşayan biri olarak izlerken resmen ağladım. Şu an hepsine gidip tüm lezzetleri tatmak için yanıp tutuşuyorum. Zor bir dönemdeyiz ama hayallerimi henüz alamadılar :) o yüzden oralara gitmek, gezmek ve yemek istiyorum. 

Yemekler üzerinden kültürlere dokunması ve anlatması beni en çok etkileyen şeylerden biri oldu. Odaklandığı hikayeler de özenle seçilmiş, çok belli! O kadar güçlü kadınlar var ki bir kez daha umut doldum. O kadınların mücadeleleri ve azimleri beni yine çok etkiledi, yani ağlattı :). Bir kez daha gördük ki hiçbir şey mücadele etmeden, çalışmadan kazanılmıyor. Bir de kadınsan dünyanın neresinde olursan ol maalesef ki maalesef ayrımcılığa maruz kalıyorsun! Acı ama olan bu! Bunun değişmesini sadece kadınlar için değil tüm ayrımcılığa ve ötekileştirilmeye maruz bırakılan topluluklar ve insanlar için diliyorum. 

Yemeklere gelirsek, balık ve et başrolde. Karbonhidrat olarak el açması mısırdan ya da kuru libiye (siz börülce diyorsunuz biliyorum) unundan yapılan hamurlar ve patates var. Sade un da vardır belki ama bunlar ilgimi çekti. İçecekler var çeşitli, hiç duymadığım. Tarçın sorbe var. Kurutulmuş etler, hindistan cevizi sütünde pişirilmiş balıklar var. Çeşitli baharatlardan yapılmış çorbalar, ballı donutlar da var. Bir de ilgimi çekti, bir ülkede hangisi hatırlamıyorum, konuşmacı şöyle söyledi; burada hiçbir fast food zinciri yaşayamadı. İnsanlar yine yerel lezzetleri ve içecekleri tercih etti. Kolombiya olması yüksek muhtemel. Ben de Kolombiya'ya ya da Bolivya'ya gitsem Burger King değil oranın yerel lezzetlerini tatmak isterim. Yemek bir kültürdür! Bunun korunması ve sahip çıkılması çok değerli.

İster istemez ben de Türkiye'de İstanbul'a gelseler sokak lezzetleri ne seçerler diye düşünmeden edemedim. Aklıma lokma, simit, köfte ekmek, sucuk ekmek, balık ekmek gibi şeyler geldi. Sizce neler olurdu? Hadi daha da ileriye gidelim, hangi mekanlar, noktalar olurdu?

Zamanınız varsa siz de yemekler vesilesi ile güçlü kadınların hikayelerine ortak olun, ilham dolun, umut dolun! Ben bu seriye bayıldım. Sırada gözümün bebeği canımın içi Asya var. Aslında planım ilk onu izlemekti ama Netflix'te seçerken acemilik yaşadım, ahaha! Önemi yok sırada güzeller güzeli, hayalimin odağı Asya var. Siz bu aralar ne izliyorsunuz?


Devamını Oku »

25 Aralık 2020 Cuma

Çekilişle Geldim!

Mutlu yıllar! Hepimiz için zor bir yıldı. Daha güzel günleri ummak ile beraber bu yıldan en azından daha kötüsünü yaşamadığımız bir yıl diliyorum. Karamsarlığım kendini bir kez daha gösterdi sanırım ama ben de yeni yıl gelince ya abi geçen yıldan daha kötü olmayacağını kim nerden biliyor, belki de en iyi günümüzü yaşadık diye düşünenlerdenim :). Pandemiye has değil maalesef bu düşüncem ki bu benim için üzücü sanki biraz, ne dersiniz :). 

Ben ve "umut dolu" yeni yıl dileklerim bittiğine göre güzel habere gelelim. Instagram'da bir çekiliş haberi ile geldim. İlginizi çeker diye düşündüm, buradan da yazayım dedim :). Sadece kırtasiye severlerin değil herkesin ilgisini bir çeken bir çekiliş olduğunu düşündüğümden siz canım bloggerdaşlarıma da duymadıysanız  haber etmek istedim. 

Link aşağıda efem, siz de aşağıya bir dilek bırakın ama bu sefer biraz egoist olun ki fazlasıyla hak ettik ve kendiniz için güzel bir dilek yazın, size özel olsun!

Tekrardan mutlu yıllar güzel insanlar! Seneye de bol önerili bir yıl diliyorum! 


Devamını Oku »