27 Temmuz 2017 Perşembe

Atıştırmalık #24 (Karayip Korsanları 4, Night on Earth, Arizona Dream, Wild Strawberries)

Karayip Korsanları 4 - Rob Marshall (2011)



Yine aynı Jack Sparrow yine karada başlayan komedi denizde devam eden macera. Penelope'yi de severim sizden iyi olmasın. Bir de Sam Claflin var gamzelerini sevdiğim lakin rolü biraz gıcık olsa da seviyorum kendisini :). (Bangır bangır spoylır ama yani pek de önemli değil bence filmin amacı macera, o süreç zaten o yüzden; neyse spoylır diyorduk) Bu arada keşke son filmde Barbossa ölmeseydi bir kız muhabbeti çıkardılar bu filmdeki Blackbeard'ın iyi versiyonu gibi üst üste yapmasalarmış iyiymiş. Hem Sparrow ile atışmalarını seviyordum ben, neyse gelir belki. Eminim Sparrow'a da gelecek film olmadı sonraki filmlerin birinde bu çocuk muhabbetini yapacaklar dedi dersiniz, hatta bahisleri arttırıyorum kızı oynayacak rol olarak da ya da oğlu :) :). Bir de bu film ara film gibi ben ilk üçten sonra beşi izlemişim yani Bloom'da kalıp Bloom ile devam etmişim :).

Night on Earth - Jim Jarmusch (1991)




Yaa Jarmuch'a bayılıyorum. İzleyince o olduğunu bilmeseniz bile evet onun filmi diyebileceğiniz bir isim. Bu film siyah beyaz değil söyleyeyim :). Beş farklı şehirde beş farklı taksi şoförüyle yolcu alıp evlerine bırakana kadar geçen ortalama 25'er dakikalık sürede biz de onlarla yolculuk ederiz. Cannes listesi hazırlarken bu tarz bir film de vardı seçtiklerim arasında ilginç geldi diye ekledim ama canım Jarmusch böyle bir film yapmış zaten. Yine de o filmi de izlerim çünkü bu fikri seviyorum. Bu filmde de çok sevdiğim "Coffee and Cigarettes" gibi kısa filmlerin birleşimi ve bir ortak noktaları var. O filmde daha çok hikaye var bunda daha az. Yine bazı oyuncular bu filmde de yer almış, Tom Waits müziklerin başında. İlk filmde benim canım tatlım Gene Rowlands var. Çok seviyorum onu, bu filmde de bir güzel arzı endam etmiş. Bayıldım bayıldım kendisine. Filmi de genel anlamda sevdim, hiç sıkılmadan izleyeceğiniz beş farklı hikaye :). Kaçırmayın!


Arizona Dream - Emir Kusturica (1993)



Ayy ne güzel ne güzel film. Bayıldım. Johnny Depp'i her türlü severim de bu filmdeki hali en güzel dönemlerinden biri herhalde, çok iyi :) (şu ömrü hayatında ne güzel işlere imza atmış beee <3).Söylemezsem olmaz :). Tüm oyuncuların da çok başarılı olduğunu söylemek gerek. Filmde dayısının düğünü için yanına dolaylı yollardan dönen genç bir delikanlıyı oynayan Axel (Depp) araba satıcısı olmasını isteyen dayısını kıramaz ve bu işe başlar. Bir haftalığına denemeye karar veren bu karakterimiz sorunları olan bir anne kız ile tanışıp onlarla yaşamaya başlayınca bu bir haftalık süreç tahmininden daha uzun olacaktır. Çok güzel film biraz çatlak, komik ve hüzünlü. Müzikler deseniz söylememe gerek yok, çok güzel. İzleyin!! <3

Wild Strawberries - Ingmar Bergman (1957)



Bergman'dan yaşlılığa bir yorum. O iklimin katılığını üzerinde taşıyan kibar ama mesafeli Borg'un hayatının son demlerindeki hayal kırıklığını, ölüm korkusunu, sevincini, iyiliklerini, insafsızlığını, gençlik aşkını, oğlunu, annesini, gelinini izliyoruz :). Borg birdavet için yola çıkar anılarıyla beraber. Yine güzel bir iş. Bergman'ın izlediğim hiç bir filmine kötü diyemeyeceğim herhalde, demek de istemem. En sevdiğim yönetmenlerden, tavsiye ederim :).

Gördüğünüz gibi ben bu aralar aşırı doz Johnny Depp aldım ki bu hiç iyi değil çünkü gün gelecek filmleri bitecek :(. Yine de o zamana kadar olanlarla sevinebilirim :). Bir de Arizona Dream'deki Depp derim de susarım :). Ya da susmam çünkü konu Depp olunca yaşıma başıma bakmadan fangirl oluyorum :), ama güzel oyuncu :).

Üşengeçlikte dünyanın önde gelen markalarından biri olduğum bu kısa kaçamak yazılardan da anlaşılıyor, iyi alıştım :). Yakında bir film listesi yapayım diyorum ne derseniz :). Bir de sevmek yazısı bu yılın keşfini yaptığım yazardan :). Ohh mis mis :).
Devamını Oku »

25 Temmuz 2017 Salı

Sevgili Güllük #42 (Alvvays - Dreams Tonite)

Hani diyorum ya yeni çıkan sevdiğim albümleri yazacağım ama yazamıyorum hala bitmiyor diye işte onlardan biri. İlk şarkı ve klibi art arda yayınlayan Alvvays ikinci şarkıyı da yayınladı ve bayıldım <3.

Gruba buradan sesleniyorum, yahu yeter elinizi korkak alıştırmayın artık, salıverin tüm şarkıları :).

(Albüm tarihi 8 Eylül :()

Alvvays - Alvvays albüm yazım için tıktık.

Alvvays - Dreams Tonite


Devamını Oku »

Kütüphane Günlükleri

Sonunda gittim. Kaydımı yaptırdım ve sınır olan üç kitabı aldım :).

Lakin önce belirtmem gereken şeyler var, onlardan biri telefonum servise gitti büyük ihtimal uzun süre eski telefonumla haşır neşir olacağım ki bu da demektir ki telefonun icat amacına uygun yaşayacağım. Yani şöyle; mesaj çekebilir, arayabilir hafıza kartı olmadığı için fotoğraf çekemez, Instagram'a bağlanamaz ama gmail açık olur :). O yüzden maalesef Instagram'da pek aktif olamayacağım günler başladı aynı zamanda fotoğraf çekemeyeceğim günler de. Dua edelim de çabuk yapılsın telefon ya da elime fotoğraf çekebilen bir telefon geçsin. Bu fotoğrafı nasıl çektiğimi sorarsanız da kardeşim iyi ki var derim :).

İkinci olarak evet sonunda gittim kütüphaneye. Çok istiyordum ve kitap arattırdım buldum hatta daha fazlasını buldum. Beş kitap seçtim ama üç kitap sınırıyla çıktım. Bunlar bitsin göz koyduklarım bile var yani. Hem de bedava. Kayıt ücreti bile yok :).

İşte bunlar da aldıklarım :);




Kütüphane çok kalabalıktı. Lise öğrencileri yazık bu yaz sıcağında klimalı yer bulunca çökmüşler ders çalışıyorlar harıl harıl :(. O kadar güzel hayal dünyaları barındıran kitapların arasında o test kitaplarının arasında sıkışıp kalmışlar. Çalışsınlar tabi ama böyle güzel bir yaz gününde tatilde o kadar genci açık alanda zaman geçirirken değil de kapalı alanda birbirinden bağımsız kopuk endişeli yüzlerle ders çalıştıklarını görünce üzüldüm :(. Ahh şu sınav sistemi, neyse.

Yalnız güzel bir yaz günü dedim de insan olarak çıkıp pancar olarak döndüğümü söylemiş miydim :). Bizim burada pancar dışında güzel bir ifade var da söylemeyeyim şimdi :). Gerçekten çok sıcaktı ve şu Antalya'da başıma işler geldi dedim ya, kırk yılda bir denize gittim, bronzlaştım diye sevinemeyip güneş alerjisi oldum, yüzüm gözüm Hermonie'nin Harry Potter'a tanınmasın diye yaptığı büyü çarpmışa döndüm. Ahanda böyle;



Sabah bir kalktım abartmıyorum böyleydim. Aynaya baktığımda kendimi değil Harry Potter'ı gördüm. Sonunda Potterhead oldum ama ne bileyim Hogwarts'daki mutlu Harry de olabilirdim Felix Felicis içen ama muggle hayatımda neyim ki Potter dünyasında ne olayım. Çok da şe yapmamak lazım. Sonra işte acile gittik, bayramdı da, serum takıldı daha da şişip ölmeyeyim diye, nefes alamayabilirmişim daha da şişerse. Şanssızlıkta bir kez daha level atlamanın haklı gururuyla sıradaki olayımı bekledim akan damla damla serumda. Şimdi bugün güzel kızardım yarına yine böyle uyanmam umarım ya da hiç uyanmam bilmiyorum, tehlikeli güneş alerjisi dikkat edin :(.

Ben kütüphane anlatıyordum nelere geldim. Laf lafı açtı resmen. Şu aşağıdaki başlık da tam benlik çekirge gibi sıçramalarıma devam edersek :). Sadece gece değil günlük hayatta ve anlaşılan yazılarımda da böyleyim :).



Bu arada şu aralar Puslu Kıtalar Atlası ankette önde konumuza dönersek ve son beş gün. İtirazınız var ise oylamaya sağ üst köşede bekleriz. Kararsız kalırsanız birden fazla oy kullanabiliyorsunuz hatırlatayım :).

Kitap önde ya ben de önce kütüphaneye bakayım zaten çoktandır gitmek istiyorum, bahanem olur diye gittim ve kitabı buldum. Çokkk sevindim :). Hatta o kadar güzel kitaplar buldum ki ikisini bıraktım bu üçüyle çıktım. Hangi kitap kazanırsa kazansın zaten bir ara hepsini alıp okumak istiyorum, beş gün sonunda bu kitap kazanmasa da yine de benim için bu liste güzel bir okuma listesi oldu. Diğer kitaplar için de aynı şey geçerli. Onları da kütüphane de araştırmalarım devam edecek olmadı alırım artık :), çünkü önerilerinizin hepsini okumak istiyorum.

Sevgi Soysal'ın Tante Rosa'sına bayılırım ve Tutkulu Perçem/Hoşgeldin Ölüm'ü de okuyup sevmiş biri olarak İletişim'in çok az indirim yaptığını düşünürsek bu çokk okumak istediğim kitabını görünce hemen kaptım. Valla kütüphane güzel şey :).

Yusuf Atılgan'ın iki romanını okuyup sevdim hatta birini çok sevdim bu yarım kalmış romanı görüp arka yazısını da okuyunca alayım bir günde biter zaten dedim.

Kitapları teslim tarihi 9 Ağustos ve bu durum bana iyi gelecek diye düşünüyorum, son tarih olması kısıtlayıcı olsa da okuma hızını arttırabilecek bir şey o yüzden bu da hoşuma gitti :). Sonuç olarak memnun olarak ayrıldım. Herkese tavsiye ediyorum. KÜTÜPHANELERE GİDİN!
Devamını Oku »

24 Temmuz 2017 Pazartesi

Atıştırmalık #23 (The Double, The Butterfly Effect, Source Code)

Ay noldu bize bilmiyorum, kankam Riri yakın dostum Johnny (Depp herhalde Depp oyuncu olan) bu aralar biraz kilo aldık ama söyleyen söyleyene (burada ben de söyledim :')). İnsanların ağzı torba değil ki büzesin, konuşsunlar. Neyse ki kankamızı boşuna Riri yapmadık verdi bir güzel cevap hepimizin yerine. Hayır umursadığımızdan değil, görüyoruz ama eğlencemizi bölmüyoruz manasında. O yüzden konuşmaya devam :).

Ben bu aralar filmlerle bozdum kafayı ama şikayetçi değilim :). Biliyorum ki gün gelecek bu kadar izleyemeyeceğim o yüzden hazır iştahım varken izliyorum art arda filmleri. Hani öğrendikçe cahilliğin artar ya benim ki de o hesap izledikçe izleyecekler çoğalıyor. İzlenecek güzel çok film var ve zaman az. Yine de bu karamsarlığı bırakıp önümüze bakarsak film izlemek güzel şey :). Hele ki güzelse :). Sinemalar da bir hareketlenmeye başladı şu an iki film var izlemek istediğim gidince yazarım :). Gelelim bu yazının filmlerine :).


The Double - Richard Ayoade (2013)




Yine izlenilesi bir film ve yine sevmediğim Jesse Eisenberg. Yine de hakkını yemeyeyim güzel iki karakter canlandırmış. En sempatik bulduğum filmi diyebilirim. Yönetmenin "Submarine" filmini çok sevince, "The IT Crowd"'da izleyip daha da çok sevince bir diğer filmini izlemek istedim ve sevdim. Şöyle ki film kara komedi ve gerilim ama beni sinirden öyle gerdi ki artık duvarları yumruklayasım geldi baş karakterden dolayı. Bu kadarı da fazlaydı ama neyse ki mizahla güzel dengelenmiş bir filmdi. Hatta güzel bir kara komedi.

Dostoyevski'nin Öteki romanından senaryosu yazılmış bu filmde Eisenberg iki karakter canlandırıyor. Biri içine kapanık, naif, sesi çıkmayan vur ensesine al ekmeğini tarzı evden işe işten eve giden Simon James. diğeri de bu kişiliğinin her şeyiyle tam tersi James Simon. Fight Club'ı anımsatıyor değil mi :)? Yavaş yavaş kendisinden yararlanan ve cana yakın kişiliğiyle hızla yükselen James, Simon'ın takıntı derecesinde sevdiği kızı da elinden alır. Simon o kadar içine kapanıktır ki kıza sevdiğini söyleyemez hatta uzaktan evini dikizler ki bu sahne bana Kieslowski'nin "Aşk Üzerine Kısa Bir Film"'ini hatırlattı. Bu benzerliklere rağmen filmin o filmlerden ayrı kendi başına güzel bir hikayesi var. Filmde şöyle de bir güzellik var, hem"Submarine" filmindeki  oyuncular, hatta hepsi konuk olarak yan rollerde oynarlar, hem de dizisi "The It Crowd"'dan canım Chris O'Dowd ve Christopher Morris yine küçük rollerde karşımıza çıkar :).


The Butterfly Effect - Eric Bress, J. Mackye Gruber (2004)




Şu laftan da sıkıldım ama  doğru, yine izlemekte baya geç kaldığım bir film. Bir ara ne çok söylüyordu herkes :). Filmin genel havası "Mr. Nobody", sonu "Looper"'a benziyor :). İki filmde bu filmden sonra yapılmış gerçi ama bence bu filmden daha iyiler :). Film zamanda yolculuk, zamanda atlamalar, paralel evrenler, alternatif hayatlar üzerine bir film. En çok sonunu sevdim :). Yalnız oyunculuklar fena, hiç beğenmedim. Genel olarak da filmin puanını ciddi düşürdüğünü düşünüyorum. Yine de kendini izlettiren bir film, başı sonu tutarlı çok güzel olmasa da iyi film. Benim gibi zamanda atlamalı zıplamalı sıçramalı film severler izlesin :).


Source Code - Duncan Jones (2011)




Güzel bir zamanlı aksiyon filmi. Evet biliyorum zamanında çok sükse yaptı  ve ben yine baya geç izledim :). Bu sefer bilimsel olarak bir bombacıyı tespit etmek amaçlı 8 dakikalık trene dönüşü sağlanan bir askerin bu çabasını izleriz. Yine paralel evrenler, başka hayatlar falan filan. Aksiyonu da var, içinde dramı da var ama abartılı değil o yüzden bence güzel film. Filmde bir şey merak ediliyor ve hiç bekletmeden hemen cevap geliyor :). Sıkılmadan izlersiniz :).

Bu tarz konulu filmleri her zaman çok sevmişimdir. Zaman konusu her zaman ilgimi çeker. Zamanda yolculuk, paralel evren, alternatif hayatlar, zamanda sıçramalar, atlamalar tek kelimeyle bayılıyorum :).
Devamını Oku »

22 Temmuz 2017 Cumartesi

Öneri Makinesi'ne Önerdiler #4 (The Green Butchers)


Yaz Abur Cuburu Mimi için tıktık :).

The Green Butchers - Anders Thomas Jensen (2003)



Sevgili Deeptone'un bana önerdiği filmlerden biri. Ben de açtım, izledim ve sevdim :). Çaylak Kasaplar diye Türkçe'ye çevrilen bu filmimizde kendi işini kurmak isteyen iki yamak kasabımızın yeni kurdukları iş yerlerinde müşterileri olmayınca ve kazara dondurucuda ışıkçıyı unutunca olaylar başlar. Eski patronlarının dükkana onları ezmek için gelip misafirleri için et almasıyla da olaylar tahmin ettiğiniz gibi olur :). Daha başından buraya kadar olayları tahmin edebiliyoruz aslında. Bundan sonrası kara komedi ve bu yamak kasaplarımızın geçmişi ve bugüne bu duruma nasıl geldikleri filmi değerli yapıyor.



Karakterlerimizin ikisi de geçmişte yara almış ve sorunlu. Svend'in çocuk yaşta ailesini kaybedip daha sonra sevilmemesi ve hep başarıya, sevgiye aç bir yetişkin olması onun ikili ilişkilerinde karşı tarafı ezme psikolojisiyle zaten görülüyor. Ona takılan terli lakabı sevgili Yurdagül'ün son işlediği konulardan biri olan kalıplar ve etiketler videosunu getirdi aklıma (bir kısmını dinleyebildim fakat Yurdagül'ün ablasının şu sözü aklımda yer etti. Bir insana sürekli ne dersen insan kendini o konuda yetersiz görür ve öyle olduğunu düşünür). Burada da Svend'in küçükken arkadaşları tarafından fiziksel ve psikolojik olarak baskısı, ailesinin yokluğu ve bu yaşına kadar kimse tarafından takdir görüp sevilmemesi onu sırf başarılı kılınıp sevilmesi için insan öldürmeye kadar iter. Yani ona yakıştırılan bu olumsuz etiketler onun tüm yaşamını etkiler. Dükkanın açılması ve başarılı olması Svend için dükkanın maddi açıdan kara geçmesinden çok yıllarca üstleri ve arkadaşları tarafından gördüğü baskı sonucu manevi anlamda da kendine bir şeyleri ispatlama ve çevreye ne kadar başarılı olduğunu gösterme amacıdır. Filmdeki yan karakterlerimizden birinin söylediği "işi kimlik haline getirmemek lazım" cümlesi sanırım onun için uygun çünkü Svend işinde başarılı olursa herkesin onu seveceğini ve saygı duyacağını düşünür ve bunun için çabalar. Bu çaba onun kendi emeğinin bile önüne geçer, kendini başkalarına beğendirmeye çalışmaktan kendini asla yeterli göremez doğal olarak kendi başarısını da göremez. Söylediğimiz sözlerin etkilerini de bu karakterde böylece görüyoruz.

Diğer karakterimiz Bjarne ise ailesinin ve yeni eşinin trajik ölümünden sonra komada kalan zihinsel engelli kardeşi ile beraber hayatta kalmıştır. İkiz kardeşi yedi yıldır komadadır ama Bjarne'nin de yaşayan ölüden bir farkı yoktur. Ne ailesinin canını alan geyikten ne de kardeşinden alamadığı intikamı bunca yıl boyunca kendini hayattan izole edip önüne gelen tüm hayvanları öldürerek almaya çalışmıştır. Ailesinin hayatına sebep olan geyiğin yaşayıp ailesinin ölmesi onu bunca yıl boyunca fiziksel olarak yaşadığı halde içeride komaya sokmuştur. Bu kazadan iki kardeş de sağ kurtulmamış koma da kalmışlardır ta ki kasap dükkanı açılana ve beyin ölümü gerçekleşen kardeşinin mirasını almak için "fişinin çekilmesine" izin verene kadar. İşte kasap dükkanın açılmasıyla başlayan bu komadan çıkış kardeşinin uyanmasıyla da devam eder. Onunla iletişimi reddeden Bjarne aşkı yeniden hissettiği Astrid ile de bu yedi yıllık komanın bir şekilde bitmeye başladığının sinyallerini verir.



İşte bu iki karakterlerimizin kasap dükkanının açılmasıyla kendileriyle ve geçmişleriyle yüzleşecek asıl başarılı olanın kasap dükkanı değil kendi başarıları ve emeklerinin olduğunu er geç anlayacak ve geçmişin yüklerinin tamamen kaldırmasalar da onları affedip yollarına devam edip ileri gitmeye hazır hale geleceklerdir :).

Çok sevdiğim Reconstruction filminde izlediğim Nikolaj Lie Kaas, ikiz kardeşleri başarıyla canlandırır. Hatta engelli kardeşi o kadar başarılı oynar ki ağzınız açık kalır benim gibi. Hollywood'un kötü adamı Mads Mikkelsen ise benim her türlü ödümü kopartmaya yeten bir oyuncu bu filmde de o saçıyla bunu başarmıştır. Yine de rolünden dolayı neyse ki kötü şeyler yapsa da kötü niyetli biri değildir :). Güzel oyuncudur, güzel oynar. Film İskandinavya'da geçmesi ve konusu bakımından da soğuk kasvetli havasını içinde taşır. Ara ara müzikle desteklenen bu gerilim ve mizah güzeldir. Özellikle kara komedi ve İskandinav filmleri izlemeyi severler bu dramı kaçırmasınlar :) :).
Devamını Oku »

21 Temmuz 2017 Cuma

Atıştırmalık #22 (Robot ve Frank, Fahrenheit 451, Sleepy Hollow)

Ayyyhh yeter, hep atıştımalık hem atıştırmalık yok mu başka yazın senin diyenler oluyordur herhalde :). Lakin yazın böyle akşam üzeri serin havada limonata içmek gibi kısa kısa yazılan bu atıştırmalıklar iyi oluyor sanki :). Önceki gün üç film izleyince de bir yazı daha çıktı :). Yanlış bilmiyorsam günlük film rekorum dört ama ne zaman niyetlensem geçemedim 5. filme. Dün 5 film izleyeyim demedim de öyle söyleyeyim dedim belki yazınca olur :). İzlediklerim genel olarak güzeldi ya da öyle düşünmek istiyorum :). Yine de kötü demeyeceğim hiçbir filme orada tamamız :). Yeter gevezelik hadi yaz filmleri artık diyenler de vardır herhalde o zaman onları kızdırmayalım :).

Yaz Abur Cuburu mimi başlattım, katılmak isterseniz buraya
Öneri Makinesi Yarıyıl Reading Challenge için şu kitabı okusun diyorsan sağ üst köşeye gidebilirsin :).

Robot ve Frank - Jake Schreier (2012)



Frank yaşını başını almış eski tamirci/hırsız. İki evladı olan Frank için anlıyoruz ki hırsızlık bir yaşam biçimi. Onunla yaşıyor veya yaşadığını hissediyor. Alzheimer hastası da olan Frank kısa süreli unutkanlık yaşıyor ve bir anda geçmişten konuşabiliyor. Oğlunun kendisine yardımcı "Robot" almasıyla Frank başta istemese de kendisine ikinci mesleği için bir yardımcı bulmuştur :). Film fena değil başlarda durgundu sonra hızlandı. İyi diyebilirim, değişik bir filmdi :). Sanki baş rolü başkası oynasa daha iyi olur gibi ama yine de fena film değil :).

Fahrenheit 451 - François Truffaut (1965)



Yakın zamanda Godard izledik kankası eksik kalmasın dedim ve bir de Truffaut sıkıştırdım araya :). Bu yeni dalgacıları çok seviyorum :) (Şu iki cümlemi okuyan Yeni Dalga Akımının güzide yönetmenleri ağlıyor şu an). Ray Bradbury'nin güzel konulu ama anlatımı zayıf kitabından uyarlama bu film kendini baştan sona güzel izlettiriyor. İçim acısa da kitap sahnelerinin yakımında gerçek olmadığını düşünmek istiyorum belki de değildir, bilmiyorum. Lakin o Penguin kitapları rengarenk hepsi alevlerde kaldı. Neler yanmadı ki; Anna Kareninalar, Dostoyevskiler, Nietzscheler neler neler. Güzel filmdi, mesajı çok güzel.

Montag! O kadar çok söylendi ki itfaiyecimizin adını yazayım dedim :). Kendisi ateş söndüren değil kitap yakan itfaiyecilerden. Sorgulamadan ne denirse onu yapan terfi almak üzere bir itfaiyecidir Montag ta ki kendisine bir gün komşusunun hiç yaktığın kitapları okudun mu diye sormasıyla. O andan itibaren bir kitap okudum hayatım değişti diyen Montag'in hayatı cidden eskisi gibi olmaz, yakmadan kitap çalmaya devam eder. Okumam gerek çok okumam, karısına beni rahat bırak diyen ve yaşadığı hayatı sorgulamaya başlayan Montag'in iş, evlilik, özel hayatı tümden değişir :).

Şu an aklıma çok saçma bir soru geldi. Bu distopyada yangınları kim söndürüyor peki? Hiç yangın çıkmıyor mu buralarda, biri beni aydınlatsın :).

Sleepy Hollow - Tim Burton




Ayyy çok güzel çok tatlı film. Gotik tatlısı ama 18. yüzyılın 19. yüzyıldan gün aldığı bir zamanda adli tıp alanında çalışmak isteyen bir adet yarı dedektif yarı doktorumuz olunca başsız atlının aldığı canların hesabı sorulacak, nedeni araştırılacaktır. Çok güldüm, çok sevdim. Hem efsane hem cadılık ile harmanlanmış güzel bir suç gerilim polisiye filmi. İşlediği zamandan ötürü de daha çekici. 

Özlemişim Burton Depp'in böyle filmlerini. Keşke diyeceğim de sonra vazgeçiyorum. Acaba Depp kimsenin oynamadığı kadar karakter oynadım, anti kahramanlığı da tattım, şöhretin en büyüğünü yaşadım, yaşım da ilerledi, ben yoruldum sadece çoluğum çocuğumun rızkı çıksın diye oynuyorum mu diyor? Günahı boynuna bilemem ama neden Transcendence? Neyse onu o kadar seviyorum ki bende kredisi yüksek hatta böyle güzel rollerini filmleri izleyince işte Depp diyorum :). Burton'a gelince sen hayırdır yani. Nerede o Ed Wood'la, Makas Eller, Sleepy Hollowlar. Bayan Peregrine'i beğenmemiştim en son. İki kanka beni arada sinirlendiriyorlar lakin seviyorum kendilerini :). (Bu kanka lafı nereden yapıştı bana inanın bilmiyorum, kusuruma bakmayın :/)
Devamını Oku »

20 Temmuz 2017 Perşembe

Mim: Yaz Abur Cuburu

Merhabalar :). Ben geldim ve yine yerimde duramadım, sıkıldım ve mim meydan okuma arası bir liste hazırladım. İstedim ki şöyle yazın biz bize kalanlar bir mim yapalım şarkı alışverişinde bulunup, eğlenelim, keşifler yapalım. Hatta bir de şöyle düşündüm Öneri Makinesi'nde bildiğiniz gibi 40 civarı müzik listesi var (bknz: Abur Cubur). Orada ilk yayınlar hariç yedi şarkılık listeler paylaşıyorum. Şimdi bu listede de bu yaza dair en sevdiklerimizden oluşan yedi soru var onlardan bir abur cubur listesi yapacağız :). En son 30 Şarkı Meydan Okumasında böyle listeler hazırladık ve çok güzel şarkılar keşfettik. Bu soruları da ben hazırladım ama inanın çok zorladım tek şarkı seçerken :).

Bu sefer dediğim gibi bu listeyi kendim hazırladım, bakalım beğenecek misiniz :)


1. Yazın çıkan çok sevdiğin sanatçıdan/gruptan bir şarkı


Bu sene en sevdiğim isimler dönüş yaptı, albüm çıkardı. Sevdiğim albümler listesi hazırlayacağım zaten ama bu yaz çok bereketli geldi daha tam albümler çıkmadı :). O yüzden bekliyorum hala. Bu madde için de onlardan bir tanesini seçmem gerekirse;

Beach Fossils - Down the Line



2. Bu yaz en yeni keşfin


Bu yaz geç keşfettiğim birçok grup oldu ama Cherry Glazerr grubu sanırım birçok şarkısıyla kalbimi kazandı. Onların o asi müziği sözünü sakınmayan şarkılarını dinlerken en çok eşlik ettiğim gruplardan biri oldular. Zoe Kazanlı bu klibe bayıldığımı da söylemem gerekir :).

Cherry Glazerr - White's not my color this evening




3. Bu yaz sürekli dinlediğin bir şarkı


Bu yaz Son Takıntılarım abur cuburunda yazdığım gibi bu aralar en çok onları dinliyorum, bir de geçenlerde eski olmasına rağmen bir şarkı keşfettim sürekli yeniden oynat tuşu o şarkıya ait :).

Dua Lipa - Be The One



4. Bu yaz en çok duyduğun şarkı


Yani benim de severek dinlediğim ve her yerde en çok duyduğum şarkı tabi ki Tarkan'dan Yolla :). Bıktırana kadar dinletecekler sanırım ama daha zamanı var benim için :).

Tarkan - Yolla


5. Bu yaz eski de olsa dinlemekten vazgeçemediğin bir şarkı


Ohooo bir sürü bir sürü. Hangisini seçsem öbürü küskün kalacak lakin Nick Cave abimizi seçiyorum. "Berlin Üzerindeki Gökyüzü" filminden sonra kendisine bildiğiniz düştüm, şarkılarında yüzüyorum. Ben susayım da en çok dinlediğim şarkısı konuşsun :).

Nick Cave and The Bad Seeds - Spell




6. Sence bu yazın en favori hiti


Çok var yine ama bu yazın şarkılarından biri olduğunu düşündüğüm müziği ve klibiyle Feels'i bence daha çok duyacağız.

Calvin Harris - Feels ft Pharrell, Katy Perry, Big Sean


7. Senin bu yazını anlatan bir şarkı


Tarkan Yolla olabilir. Sabır taşı, dert babası kıvamında :). Lakin bu seçtiğim şarkı daha uygun olur herhalde :).

Nisan ayında Bon Voyage albümünün yayınlanan bir numaralı şarkısıyla Melody's Echo Chamber'dan Cross My Heart. Şu sözleriyle yazımı anlattığı gibi kalbimi de delip geçiyor "the seasons passing by and I'm still sad" (mevsimler geçiyor ama ben hala üzgünüm).

Bir kaza geçirdiği ama durumunun veya detaylarının bilinmediği şarkılarını bayılarak dinlediğim Melody Prochet'ın bir an önce iyileşmesini umarak onun yeni albüm öncesi yayınladığı bu şarkıyı paylaşıyorum. Bir an önce sağlığına kavuşur ve albümünün tüm şarkılarını dinleriz umarım. We love you Melody <3.

Melody's Echo Chamber - Cross My Heart



Seçecekleri güzel şarkılarla kulaklarımızı şenlendirecek mimlediğim blogger arkadaşlarım;

Mariposa
Sibelynka
Deeptone
Kağıttan Dünyam
Belle'nin Kütüphanesi
Zihnin Arka Sokakları
Daha Mutlu Yaşam
Periodic Library
Entel Karınca
Devrik Cümleler
Şule Uzundere
Oytunla Hayat
Fermina Daza
Okuyan Muggle
Momentos

Uzun zamandır yazmayan artık yazsınlar diye bu mimle dönüş yapmalarını istediğim Bonheur ve Sinemarquez. Onlara baskı yapın :). Bir de moraline iyi geleceğine düşündüğüm Ezgi. Yapmak isteyen herkes bu mime davetli. Adınızı yazmamış olabilirim ama bu demek değil yapmanızı istemiyorum. Keşfedilecek çokkk şarkı var, sen de katıl ve bol bol mimle :).
Devamını Oku »

18 Temmuz 2017 Salı

Atıştırmalık #21 (Bisiklet Hırsızları, Alphaville, Kieslowski)

Merhabalar, nasılsınız? Tatilde misiniz? Çalışıyor musunuz? Nasıl geçiyor zaman :).

Ben bu aralar siyah beyaz eski klasiklerden izlemişim. Bir tane de sinema ile ilgili kitap okumuşum. Size de kısaca bahsetmek istedim. Gönül ister ki uzun uzun incelemeler listeler yapayım ama yok elim gitmiyor bu aralar :).

Bisiklet Hırsızları - Vittorio De Sica (1948)




Neden bütün iyi klasik filmler dram olmak zorunda hem de böylesine. Valla içim çıktı. Ben yoruldum hayat :'):'). İkinci Dünya Savaşı sonrası işsizlik ve onun getirdikleri. İtalyan yeni gerçekçilik akımından bir film ve katıksız bir dram. Zar zor bulduğu bisiklet isteyen bir işten bisikleti çalınınca sevinci kursağında kalan iki çocuk babası karakterin dramı. Hele bir de çocuk oyuncu var ki hem ağlatıyor hem güldürüyor, çok fena rol kesiyor :). Siyah beyaz muazzam bir film. İzleyin. Beş yıldız on yıldız <3.

Alphaville - Jean Luc Godard (1965)




Godard tarzı siyah beyaz bir bilim kurgu. Alphaville dünyası Orwell'in 1984 dünyasına benziyor sanki. Duyguların olmadığı bir yer. Duygu taşıyanların öldürüldüğü bir yer. Kelimelerin kaldırıldığı bir yer. Oraya dış bölgelerden gelen bir ajan. Kelimeleri ve geçmişi unutmuş bir Anna Karina <3. Ağır bir film ama çok güzel. Godard severler kaçırmasın.

Kieslowski - Slavoj Zizek




Aslında bir yazı yazmayı planlıyordum hala yazabilirim ama şimdilik kısaca bahsedeyim. Kieslowski'nin Decalogue'nin bir okuması. Yönetmenin diğer filmleri ile de ilişkili, başka filmlerden de örnekler var. Ben o örnekler yerine sadece Kieslowki filmlerinden bahsedilmesini tercih ederdim, bence diğer örneklemeler biraz fazla olmuş yoksa örnek verilmesi güzel daha iyi anlatılması için. Çok ilginç yorumlar, tespitler var. Benim gibi Kieslowski seviyor ve biraz daha bilgi diyorsanız okuyun. Küçücük bir kitap. Encore Yayınlarından çıkmış ve yine yazarın başka yönetmen filmlerinin okumaları da var yayınevinden çıkmış, meraklısına duyurulur :).
Devamını Oku »

17 Temmuz 2017 Pazartesi

Abur Cubur #40 (Son Takıntılarım)

Bu aralar en çok dinlediğim sevdiğim listesi. Çok öznel birbirinden bağımsız kendine has aynı ben anlayacağınız :). Farklı farklı milyon tane kafa. Bazen mutlu bazen hareketli bazen melankolik bazen hüzünlü ama hep güzel :). Ben değil canım şarkılar :).

1. Deeperise - Raf ft Jabbar


Yerli malı yurdum malı herkes onu dinlemeli. Çokk başarılı.



2. Calvin Harris - Feels ft Pharrell, Katy Perry, Big Sean


Bayıldım. Bayıldım. Yazın en gözde şarkılarından olabilir. 70ler havası hissettim ben, yanılıyor muyum bilmem ama bayıldım. Pharrell olması ayrı bir güzel.



3. Paramore - Passionfruit


Bu şarkıya genel olarak takığım ama bu yorumu da çok güzel :). Paramore çok sevmem ama güzel söylemiş :).



4. Anne Marie - Ciao Adios


Bu kızın sesine bayılıyorum.



5. Tarkan - Yolla 


Yolla yolla kaderim yolla :). Adını duymam yetiyor :).



6. Kungs vs Cookin' on 3 Burners - This Girl


Taktım, resmen takıntım çok seviyorum.



7. Goran Bregovic - Ederlezi


Sadece bu değil birkaç sevdiğim Balkanlardan şarkılar var taktım, çevirip çevirip dinliyorum. Çok güzel beee.


Sizin bu aralar takıntılarınız neler?
Devamını Oku »

16 Temmuz 2017 Pazar

Atıştırmalık #20 (Komik Bir Hikaye, Transcendence, Tree of Life)

Ben atıştırmaya devam :). Bakalım sizler neler atıştırıyorsunuz? Bu filmleri izleyip kitabı okudunuz mu? Ya da bu aralar neler izleyip okuyorsunuz? Yorumlarınızı merakla bekliyorum :).

Komik Bir Hikaye - Ned Vizzini



Yazın rahat kolay okunacak kitaplar listesinde aldığım kitaplardan biri. Filmini ortalama bulduğum bu kitabın kendisini de ortalama buldum. 15 yaşında depresyona giren bir çocuğun yaşadığı sıkıntıları onun ağzında bu konuma nasıl geldiğini ve intihar düşüncesine nasıl takılıp kendi rızasıyla hastaneye yatışını okuyoruz. Craig depresyonda ve ciddi derecede bu yaşamını etkiliyor. Uzun paragraflarla bunu anlatmasında onun neler hissettiğini ve nasıl buraya geldiğini çok iyi anlatmış yazar. (Spoiler başladı) Sonundaki yapay mutluluk ya da umut bana pek inandırıcı gelmedi çünkü diyaloglar baştaki anlatımın aksine oldukça didaktik ve yapaydı. Sonu iyi gibi görünse de karakterinde dediği gibi yaşam bu ne olacağını bilemiyoruz ancak tahmin ederiz. Yine de umutlu bir sonla bitmesi beni sevindirdi.

Öğrendim ki yazar ağır depresyon geçirmiş ve yaşamına son vermiş. Craig'in anlatımındaki bu gerçekçilik buradan geliyor sanırım. Bunu okuduğumda çok üzüldüm ve kitaptaki olumlu sonun yazarda görülmemesi beni çok üzdü. (Spoiler Bitti)

Kitapta çeviri ve isim hataları var. Johnny bir anda Tommy oldu mesela. Onun dışında çeviri tam anlamı karşılamıyor ve kitapta o orijinal addaki (It's Kind of a Funny Story) tadı hissetsek de kitaptaki o komik durumu hissedemedim. Bir çeviride Komik Bir Hikaye diye çevrilince olmamış sanki çünkü komik bir hikaye ile alakası yok. O orijinal adı gibi bir durum var. Hatta ben o kadar bile komik bulmadım, hiç bulmadım. Filmi izlediğim için ne olduğunu biliyordum şaşırmadım ama söylemek istedim :).

Transcendence - Wally Pfister (2014)



Yok ya olmamış. Ortalamanın biraz altı bilim kurgu. Sanki filmi yazanın aklına bir fikir gelmiş (ama dünyanın en orijinal fikri de değil) ve olduğu gibi çekmiş. Ne bir kurgu ne güçlü bir hikaye, yok. Şaşırtmadı ya da güzel dedirtmedi. Öylesine bir film olmuş. Vermek istediği mesajı da öyle alelade vermiş. Başarılı bulmadım, üzgünüm Johnny Depp ama olmamış. Senin suçun yok gerçi de yani niye seçtinse oynamayı daha doğrusu ses dublajını bilemedim. Çok yüzeysel bir film. Konusu da şu; bir çift var kendini bilime, teknolojiye adamış bir de onları engellemeye çalışan bir grup. Yan karakterlerin sadece adı geçiyor hiçbir katkıları yok. Filmde karakterler sanki gruplara ayrılmış ve her grubu göstermelik bir kişi temsil ediyor. Karakter yazımı da sıfır. Galiba kötüydü ya, içimden gelmiyordu kötü demek ama yok yani olmamış.

Tree of Life - Terrence Malick (2011)



Yine izlemekte geç kalınmış bir film. Deneysel bir drama ve bayıldım. Çok güzel olmuş. Kullandığı çekim teknikleri, müziğiyle birleşince daha da etkileyici olmuş. Bana çokça Kubrick'in 2001: A Space Odyssey'ini anımsattı. İşte o karakterin iç çatışmaları, hayatın anlamı, hayatın kendisi, doğa, inanç, elementler her şeyi her şeyi düşündürttü. Çok katmanlı bir film. Bir kere daha izlesem başka bir şeyler çıkarırım herhalde ama yakın zamanda izlemem çünkü çok etkiledi beni. Kısaca sinemayı sevenler hemen izleyin. Bu arada gönül isterdi ki uzun uzun yazayım ama şu an kendimde o gücü hissetmiyorum. Bir gün belki lakin hemen izleyin.
Devamını Oku »