Merhabalar :). Madem Instagram hesabından sonra YouTube'da da kağıt işlerimi paylaşıyorum buraya da kalıcı bir yapılası bölümü eklenmeli diye düşündüm ve artık bu etiket altında sizlerle her türlü mektup, kartpostal, günlük, kırtasiye ve bilimim paper crafts dediğimiz kağıt işlerini paylaşacağım.
Aşağıdaki videoda sadece mektup gönderenlerin değil bu tarz kağıt işlerini sevenlerin de ilgileneceği A4 kağıttan nasıl zine yapılır onu gösteriyorum. Unutmayın ki malzemenizin çokluğu değil yaratıcılığınızın çokluğunun önemli olduğu bir alan el işleri. O yüzden isteyen herkes bu basit zine çeşitli amaçlarla farklı malzemelerle yapabilir :). Şimdiden elinize sağlık :).
Merhabalar, daha aktif bir 2020'de görüşmek dileğiyle benden son izlediğim filmlerin yorumlarını almadan önce şuraya son iki Youtube videomu koyuyorum belki ilgilenenler bir bakar :).
The Nun - Jacques Rivette (1966)
Anna Karina bebeğim artık bu dünyada bizle değil, hala çok üzgünüm. Diderot'un tartışmalı eserinden uyarlanan çıktığı yıl yasaklanan ve yasaklanma haberinin bile yasaklandığı tartışmalı bu film Roman Katolik Kilisesi'ne rahibe olarak kabulü sırasında yemin etmeyen bir genç kadının öyküsü. Film bir kadının özgürlüğünü yeniden elde etme çabası ve hikayesini anlatıyor. Tabi bu sırada kilisenin içinde olan olaylar ve değişen dengeler ile Susanne (Anna Karina) üç farklı baş rahibenin gözetimi altında farklı davranışlara maruz kalıyor. 140 dk boyunca Susanne'nın öyküsünü izlemek çoğu zaman üzse de onun özgürlüğünün peşinde tüm bu ağır süreçlerle başa çıkmaya çalışmasını sıkılmadan izliyoruz.
Les Miserables - Ladj Ly (2017)
Uzun metraj filmi Cannes'dan ödülle dönen Les Miserables'in kısa filmini çok sevmedim ama uzun versiyonu belki daha etkili olabilir. Yine de içim daralacağından izlemeyi tercih etmem gibi :). Suça karşı kendi metotlarıyla karşı çıkan silahlı bir çeteye yeni katılan Pento'nun çete ile ilk sokak gezintisini (?) izliyoruz.
Thick Lashes of Lauri Mantyvaara - Hannalleena Hauru (2017)
İki yakın arkadaş içinde gerçek aşkın olmadığını düşündükleri tüm gösterişli düğünleri sabotaj ederler ta ki içlerinden biri aşık olana kadar. Daha eğlenceli ve komik olabilirdi ama bana çok kesik ve dağınık bir anlatıma sahip o yüzden beğenmedim :/.
Hotel America - Andre Techine (1981)
Başroldeki iki güzel oyuncunun hatırına izlediğim ama asla beğenmediğim bir film oldu. Gerçek bir melodram ve benim içim sıkıldı. Bir arada mutlu olamayan bir çiftin bunalımı falan filan :).
Pan's Labyrinth - Guillermo Del Toro (2006)
Bu filmi Mubi olmasa daha da ertelerdim herhalde ama sayesinde izledim. Güzeldi bir de güzel ağlattı. Shape of Water filmi ile baya benzerlikler var bu filmde de ama bu film daha güzel tabi. Filmi izleyeli baya oldu, daha yakın zamanda yazsam daha güzel yorum yapabilirdim ama işte. Bir çocuğun gözünden vahşi dünyaya fantastik bir bakış açısı sunulmuş.
Viaje - Paz Fabrega (2015)
Dönem sonu bitirme tezi gibi bir film olsa da tatlı bir yolculuk filmi Viaje. Bir partide tanışan iki gencin kısa tatil kaçamağı anlatılmış. Başroldeki bey dikkatimizi çekmeyi de başardı hani :).
Black Coal Thin Ice - Diao Yı'nan (2014)
Güzel bir gerilim polisiyeydi ama alışıldık türden değil. Oldukça sakin ve durgun ilerleyen bir film. Geçmişte kapanan bir dosyanın izini süren bir polisin hikayesi.
Under the Sand - François Ozon (2000)
Kayıp üzerine yapılmış güzel bir film. gittikleri yazlıkta kaybolan kocasını arayan ve hayaliyle yaşamaya başlayan bir kadının öyküsü, baya güzeldi.
Ve liste devam eder ama bazılarını ya yorumlayacak kadar hatırlamıyorum ya da farklı bir yazıda yazacağım. O zamana kadar kendinize iyi bakın ve sinemayla kalın :).
Sevgili Eslem yine yaratıcılığını konuşturup harika bir maraton hazırladı aylar önce. Onun yaratıcılığından esinlenen ayrıca yaratıcı arkadaşımız Sibel durur mu o da yapıştırmış maratonu ve film versiyonunu yapmış haftalar önce. Süre kısıtlaması olmadan 4 film izlemece demiş ve ben de durur muyum, katıldım tabi ama cadı, hayalet, kurt adam ve vampir temalı değil; Mubi'nin "Günbatımı Neredeyse Üzerimizde: Halloween Serisi" ile. Farklı türde kısa korku filmleri (B-movies olarak da duymuş olabilirsiniz) olarak tanıtılan bu serinin son filmi hariç tüm filmlerine yetiştim. O yüzden üç filmi yazıp bir sonraki maratona "Romantik Film Etkinliği"'ne yetişmek için izninizle koşacağım :).
Korku filmleri sevmem, korkma eylemini de sevmem ama gerilime bayılırım. Bu filmlerin çoğu da o şekil diyebiliriz içinde mizah barındıran kısa filmler. Gerilim olarak da çok başarılı değildi gerçekçi olmak gerekirse ama işte :). Gelelim filmlere, hatta sonda sürpriz bir yorum da var.
The Wasp Woman - Roger Corman-Jack Hill (1959)
Güzellik ürünleri satan şirketin marka yüzü ve sahibi artık yaş almaya başlayınca gençliğin peşine düşer. Bu yolda alamayacağı risk olmayan karakterimizin "fantastik" dönüşümü gülsek mi ağlasak mı bilemediğimiz bir sona götürüyor. Roger Corman B-filmlerin önemli yönetmeni bu filmde korku ve bilim kurguyu sentezliyor.
The Little Shop of Horrors - Roger Corman (1960)
Komedi yanına odaklanırsak daha çok zevk alacağımız bir film olan The Little Shop of Horrors, genç Jack Nicholson'ın konuk oyunculuğu ile ilk seferde onu tanıyanlara 10 puan ve tatlı bir gülümseme veriyor. Yeni bir bitki türü üreten sakar çiçekçi çırağı ise bu ilginç bitki ile ödül bile alır lakin bitkinin büyümesini sağlayan şey ne su ne de güneştir.
The Last Screening - Laurent Achard (2011)
Filmin yapım yılına baktığımda küçük bir şok geçirdiğim filmdir zira 2000leri olduğunu asla düşünmedim. Kapanmak üzere olan bir sinemada işletmeci olarak görev yapan ve orada yaşayan Slvian'ın sinema gösterimlerden sonra farklı bir kişiliği ortaya çıkar. Geçmişinde yaşadığı dram onun hayatını ele geçirir ve asla elde edemediği huzuru farklı insanlarda "aramaya" devam eder. İşletmeci olarak sakin ve kibar mizaca sahip olan Slvian'ın bu dönüşümü en iyi haliyle ve derin bir şekilde yansıtılmasa da fena bulmadım ben filmi.
Son filmi izleyemedim ama bonus olarak Midsommar yazabilirim.
Midsommar - Ari Aster (2019)
Ari bey ile pek uyuşamıyoruz sanırım. Filmde en sevdiğim şey ancak Heide ve Milka ineklerinin koştuğu o çimenlik alanlarda günlük güneşlik havada korku filmi çekme fikri. Kızın yaşadığı dram da gerçekten iç parçalıyor ama onun dışında hikaye ile ilgili ciddi açıklar var bence. Bazı şeyler fazla üstün körü anlatılmış. O yüzden Ari beyi farklı ritüel filmleri ile baş başa bırakıyor ve bir sonraki ritüelli filmi için yine çok övülür yere göğe koyulmazsa belki bir şans verir izlerim diyerek uğurluyorum.
İlişkileri çıkmaza giren genç bir çift, arkadaşlarının daveti üzerine festivale davet edilmeleri ile beklemedikleri bir yola çıkarlar.
Merhabalar, bugün sizlere blogda bugüne kadar önerdiğim gruplar arasında tarz olarak görmeye alışık olmadığınız iddialı bir grup tanıtacağım. Zaten her gün aynı yolu yürüsek aynı yere gitsek aynı kişileri görsek de farklı bakabilmek; ayrım yapmadan sınırlamadan ve kategorize etmeden güzel olanı görebilmek bizim ayrıcalığımız değil mi? O yüzden içine sıkıştığımız günlük rutinde bile bakış açımızı geniş tutup alışkanlıklarımızı kırmayı unutmamak dileğiyle sizleri bu melankolik kış gününün tadını beş şarkıdan oluşan Damnation ile çıkartmaya davet ediyorum.
Bugün önereceğim EP'nin sahibi Baseborn, 2009 yılında Kocaeli'nde kurulan bir metal grubu. 2018 yılında çıkardığı ilk EP'si Damnation ile müzik dünyasına sağlam bir giriş yapıyor. Dört kişi yola çıkan grup üyeleri, şimdilik üç kişi yoluna devam etmekte. İkinci EP'leri In Perpetual Motion ise Aralık ayında bizlerle olacak.
Sadece yerli gruplar arasında değil dünya genelinde de sayılı ve özel vokal türlerinden brutal vokali ile dikkatleri üzerine çeken Baseborn, metal severleri memnun ederken kulağınızı daha da şenlendirecek ezgileri ile ise sadece metal dinleyenleri değil tüm müzik severleri cezbediyor.
Açılış şarkısı Memoria, ruhumuzun en karanlık köşelerinde bizi gezintiye çıkarırken sıradaki şarkılar için bizi heyecanlandırmayı da ihmal etmiyor. Ardından gümbür gümbür ben de buradayım diyen brutal vokalin sahneye çıkmasıyla işler iyice kızışıyor. Memoria'dan gelen o sakin ama etkili müzik Casualty of Truth ile yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır diyor. Daha fazlasını beklediğimiz anlarda Volition'ın gelmesi de tesadüf olmasa gerek zira burada olan oluyor ve artık biz de Damnation'ın bir parçası oluyoruz. The Inhumed ile çıktığımız bu yola tam gaz devam ediyoruz.
Klasik kemençenin konuk olduğu "Ripples" ile dalgalanan ve isyan eden ruhumuzu dinlendiriyor ve bu sefer yaşadığımız gerçeklikteki hayatın hüznüne yeniden kapılmamıza neden olan o kadar güzel bir kapanış yapıyoruz ki aç aç dinle ve kişisel favorim olan bu son şarkı ile Damnation'ın sonuna geliyoruz.
Şarkıların sözlerine ayrı bir parantez açalım çünkü liriklere baktığımızda Homeros eserinin tanrılara yakaran bir karakterinin sözlerini mi yoksa 18. yüzyıl İngiliz şairlerinden birinin içimizi dağlayan bir şiirini mi okuyoruz emin değilim. Kesin olan bir şey varsa o da sözlerin ahenge sahip şiirler gibi bizi sarstığıdır (bir de benim en son Norton Antolojisinden bir şiir okurken sözlüğe bu kadar bakma ihtiyacı hissetmem :)).
Alternatif ve yerel sahneyi desteklemek ama sadece bu nedenle değil güzel müzik dinlemek için Baseborn'u her yerden takip edin, dinleyin ve dinlettirin. Müzikle kalın!
Çok kültürlü, karma karışık, dört mevsimi yaşayan, doğa harikalarıyla dolu, sanatın yoğun olduğu, bol etkinlikli, denizinde yüzebileceğin bir şehir ama aklınıza ilk geldiğini tahmin ettiğim İstanbul değil. Ben bu kadar kalabalık ve pahalı olmazdım. Böyle bir şehre gitmedim daha ama bulursam evim belleyeceğim kesin :). Sizce bu özelliklere sahip hangi şehir var?
7. Hayatında seni yönlendiren en belirgin duygun nedir?
O an ki ruh halim :).
8. Neden blog yazıyorsun? Bloğu sevme sebebin nedir?
Sizlerle iletişimde olmayı, izlediğim okuduğum bir şeyi yazıya dökmeyi seviyorum. Özellikle çok sevmişsem bunu paylaşma ihtiyacı duyuyorum. Hemen yazmalı, benim gibi izleyen varsa onlarla konuşmalı, yoksa da hemen önermeliyim diyorum.Aradan yıllar geçip hatırlamak istediğimde de dönüp bakmak güzel oluyor.
9. Soğuk kış günlerine geçiş yapıyoruz artık. Bu kış günlerinde pişirip yemekten keyif aldığın bir tarifini paylaşır mısın? Mesela meşhur bir kekin, ya da kurabiyen var mı?
Brokoli olan her yemek. Kereviz de güzel. Havuçlu cevizli tarçınlı kek de güzel. Normal bir sebze yemeğini nasıl yapıyorsak aynısını brokoli ile yapıyorum, güzel oluyor. Yanına da makarna tabi ya da pilav. Beşamelli ve peynirli fırında da güzel oluyor, kremalı da. Çorbası zaten güzel. Yoğurlu ve ekşili salatasından bahsetmiyorum bile :).
10. En son gördüğün en güzel manzara neydi? İstersen anlat istersen fotoğrafını bırak.
Bayadır güzel manzara görmedim desem. O kadar aynı güzergahlar içine sıkıştım ki, farklı istasyonlarda insem bile mutlu oluyorum.
Meydan okumaya günü gününe katılamasam da keyif alarak soruları cevapladım. Devamı gelirse ona da zevkle katılırım. Sizin cevaplarınızı da pek okuyamadım ama mutlaka geriye dönük bakacağım. Herkes harika aşk dolu bir hafta geçirsin <3. Mutluluklar!
Gözünü kapat ve hayal kur, şu an nerede olmak ne yapmak istiyorsun, anlat bize.
Anlatayım canımın içleri, şuan ardı arkasını düşünmeden İtalya'da uzun ama upuzun bir tatil yapmak istiyorum. Hatta mümkünse tatil serisi yapmak istiyorum, İtalya'da başlayan. Deniz kenarında yaşıyorum. Hava sıcak ama terletmeyen, tatlı bir rüzgar esiyor ama üşütmeyen. Çeşit çeşit makarna yiyorum, şarap tadıyorum. Kitap okuyorum ve sokak sinemasında orijinal dilinde filmler izliyorum. Akşamları tatlı eşliğinde şeker gibi insanlarla sohbet ediyorum. Bilmediğimiz gerçekliklerden, hayatta karşılaştığımız ya da karşılaşmadığımız olasılıklardan ve paralel evrenlerden konuşuyoruz. En sevdiğimiz filmleri sonuna kadar savunuyor ve ihtimallerden konuşuyoruz. Paralel evrenlerde yaşadığımız hayatların muhakemesini yapıyoruz en sevdiğimiz kitap, film alıntılarıyla. Yorgun düşüyoruz ama biliyoruz en huzurlu uykuyu çekeceğiz küçük ama huzurlu evimizde. Bir de müzik, bol bol müzik dinliyoruz, şarkılar söylüyoruz yollarda çekinmeden, içimizden geldiğince. Sonra sabahlıyoruz belki ama en güzel ve huzurlu uykuyu çekiyoruz. Sabah uyandığımızda hızlı bir yüzme keyfi dalgasız berrak bir denizde, sonrasında bol otlu taze peynirli sapsarı bir yumurta ile hazırlanmış ev ekmeği eşliğinde mükemmel bir kahvaltı yapıyoruz ki yorgun düşün kitap okuyarak uyuyakalıyoruz, günün en sıcak saatlerinde. Uyandığımızda yine deniz, yine yemek, yine sinema, ol muhabbet, sanat ve doğa. Bildiğin aylaklık işte :).
Ben yine mektup yazıyorum, belki hobilerimden birini minik bir işletmeye dönüştürmüşüm uğraşıyorum. Sürekli yeni hobiler keşfediyorum, öğreniyorum, gözlemliyorum.Aslıda hayatım tatil olmuş o da hayatım. Böyle bir hayal işte.
4. Bugün seni mutlu eden küçük sevinçleri yazar mısın?
Sonunda evime geldim, tatlı kurabiyeler atıştırdım ve klavyemin başına geçtim. Özellikle gün sonunu bekliyordum yazmak için ve tam da uygun zamanı bulmuşken hemen sıcağı sıcağına yazayım.
- Koroya gitmek
- Akşam yemeğini tatlı insanlarla ve hoş sohbet eşliğinde yemek
- Bel çantamı kullanmak (aşırı rahat bir şey, uzun zamandır denemek istiyordum)
- Limon yaprağı koklamak
- Blogdaki yorumlarınızı okumak (o kadar özlemişim ki güzel enerjinizi <3)
Gün yine çok yoğun ve stresliydi ama kapanışı en sevdiğim kurabiyelerden biri olan yağ deposu bol kalorili balayı kurabiyesi ile yaptım şu an mutluluk hormonlarım tavan :).
Hafta içi yazılarınızı okumakta sıkıntı çekebilirim ama hafta sonu sizi mutlu eden şeyleri okumayı sabırsızlıkla bekliyorum. Görüşürüz :).
Herkese merhabalar! Sevgili Zeynep'in yayını ile bu meydan okumaya katılmış bulunmaktayım ama iki gün boyunca yazmayı unuttuğum için biraz geriden başlıyorum :). Sorular çok tatlı, mevsime uygun ve iç ısıtan türden. Sanırım arada set halinde cevaplasam da bir sıkıntı olmaz çünkü genel olarak aşırı yoğun günler geçirdiğimden her gün yetiştiremeyebilirim.
Bu arada bolca film izliyorum ve yavaş yavaş yazıları düzenleyip yayına koymaya da başlarım umarım. Biliyorum ihmal ettim buraları ama asla unutmadım. Sizde durumlar nasıl?
1. Günaydın kartı hazırlar mısın?
Hazırlarım tabi. Tarkovski'nin en sevdiğim polaroidlerinden birinin üzerine Sufjan Stevens şarkı sözü yazardım ve en içten dileklerimle sabahınızı kutlardım :).
Ayy o kadar çok ki nereden başlasam bilemiyorum. Kahve kokusu, temiz ferah serin sabah kokusu, yasemin kokusu, taze pişmiş anne yemeği kokusu, temiz çarşaf kokusu, fırından yeni çıkmış kurabiye kokusu, taze limon/mandalina kokusu, çilek kokusu, eski kitap kokusu, tatlı kokular ve bilimum şu an aklıma gelmeyen tatlı güzel kokular :).
Hafif rüzgar sesi ve sebep olduğu sesler, ormanda gezerken çıkan sesler, saksafon sesi, hang drum/handpan sesi, karizmatik insan sesleri, deniz dalgalarının sesi, kağıt sesi ve günlük hayatta sevdiğim şeyleri yaparken çıkan sesler genel olarak sevdiğim sesler :).
3. Şu an ilk aklına gelen seviyorum dediğin şeyler neler?
Cumartesi, yemek yapmak, mektup hazırlamak, huzurlu olmak ve film izlemek. İlk aklıma bunlar geldi :).
IF Bağımsız Film festivalinin ilk ve umuyorum ki son olmayan filmini izlemiş bulunmaktayım. IF benim Ankara'dayken de kaçırmadığım ve çok sevdiğim bir festival, bağımsız film aşığı biri olarak. İstiyorum ki sizle de sıcağı sıcağına yorumumu paylaşayım. 13-22 Eylül tarihleri arasında siz de İstanbul'daki çeşitli sinema salonlarında festival filmlerini izleyebilirsiniz.
Linear şekilde ilerlemeyen plotı ve akılda bıraktığı sorularla çok güzel bir film izledik. Özellikle benim gibi izleyici olarak sizi düşünmeye iten ve sorgulatan bir film izlemek isterseniz End of the Century'i mutlaka izleyin.
İki adamın farklı noktalarda kesişen hayatlarını anlatan ve sakin bir şekilde ilerleyen tatlı bir film. Amerika'da yaşayan ve İspanya'yı gezmeye gelen Ocho ile burada tanıştığı Kiss lakaplı Javi'nin beraber geçirdiği günleri izledik. Manzarası ve minimalist duruşu filmi daha da güzel kılmış. Hayata bakış açınıza göre şekillenecek sonuyla da izleyici için hoş bir Inception sonu sunmuş yönetmen bayıldım. Cesur sahnelerden kaçınmayan bir film olmuş ki aslında o sahnelerin de anlattığı bir şey vardı.
Filmdeki en sevdiğim yan ikinci hikayenin sonundaki alıntı oldu. David Wojnarowicz'in kitabından alıntılanan ve filmi özetleyen hatta belki de sonu için çıkarım yapmamızı sağlayan o alıntı beni çok ama çok etkiledi. Hikaye ile ve karakterler ile bu kadar özdeşleşen bir alıntı olması daha etkileyici kıldı bu sözleri. Aşağıya da bırakıyorum.
“Transition is always a relief. Destination means death to me. If I could figure out a way to remain forever in transition, in the disconnected and unfamiliar, I could remain in a state of perpetual freedom.”
Filmi üç bölüm olarak düşünürsek her bölümde kafamızı karıştıran ama bir o kadar da belirsizliği ve aynı gibi görünse de farklı geçmişteki hikayeleri ile güzel bir seyirlik!
Kendinize iyi bakın, sinemayla kalın!
IF Bağımsız Filmler Festivali programı öğrenmek için aşağıya tıktık.