6 Mart 2018 Salı

Atıştırmalık #39 (Son İzlediklerim - 6 Film Birden)

Heathers -  Michael Lehmann (1988)



Beğenmedim ya, kara mizah severim de filmi pek sevmedim. Seksenler Amerikan lisesi pop klibine cinayetler dizisi eklemişler. Kötü değil aslında konu da fena değil de niye sevmedim bilemedim :).

North By Northwest - Alfred Hitchcock (1959)



Hitchcock'a bayılıyorum, güzel sıkılmadan izlenilecek bir film daha ve Cary Grant'ın o ikonik sahnesini Emir Kusturica'nın Arizona Dream'inde de izlemenizi öneririm. İkisini de izleyenler sanırım bir tebessümle bu yorumu okuyorlar şu an :).

Phantom Thread - Paul Thomas Anderson (2017)



Daniel Day Lewis'da psikopat bir hava var, her izlediğimde hafiften yusuf yusuf olmuyor değilim. Sağ olsun Anderson da müziklerle gerilimi düşürmemiş. Ara ara komik olması da güzeldi de film neydi ne oldu. Başlarken moda dünyasındaki entrikaları izleyeceğimi sanırken sonunda saplantılı bir aşk hikayesine dönüştü. Filmi sevdim, fena değildi. Sıkılmadan izledim. Sevgili Gürültücüğümün dediği gibi ama fazla abartmaya bence de gerek yok :/. Jennifer Lawrence'ın dediği kadar da değil tabi :). Jen'e bayılıyorum ve yeni filmini de merakla bekliyorum bu arada, gerçi daha izleyemedim Mother'ı bile hala ama olsun :).

The Florida Project - Sean Baker (2017)



İzlediğim ikinci Baker filmi ve yine çok sevdim. Moone ile toplu konutlarda tek odalı evlerde yaşayan insanların dramı, işte Amerika'nın çok da gösterilmeyen ama belki de en çok yaşanılan yüzü. Sonlara doğru film içinde dolduğunuzu aslında renklere rağmen yüreğinize bir ağırlık çöktüğünü o küçük kız ile annesinin son sahnelerinde fark ediyor ve ister istemez gözlerinizde yaşlar ile filmi bitiriyorsunuz. Baker dramın dozunu müzikler, renkler ve tabi ki baş karakter o sevimli minik yeteneğin hayat enerjisiyle dengelemiş. Kendine has yöntemleriyle çok başarılı bir iş çıkarmış Baker. Ben çok sevdim :).

Patti Cakes - Geremy Jasper (2017)



Çok sevdim, bayıldım. Hip hop ve rap sevmiyorsanız hiç bulaşmayın (ya da bulaşın eğlenceliydi, belki seversiniz)  ama birkaç şarkı bile dinliyorsanız çok eğleneceksiniz. İzlerken aklıma Iggy Azelia ve Work şarkısı geldi. Zaten bir gönderme de vardı filmde kendisine. Güzeldi, sevdim.

Ingrid Goes West - Matt Spicer (2017)



Aubrey Plaza'yı çok seviyorum ve sebebi özellikle Parks and Recreation tabi ki ama Safety Not Guaranteed de yine sevdiğim bir bağımsız filmi. Filmi de çok merak ediyordum, Olsen'lardan Elizabeth'i de severim :). Bu filmde birçok mesaj var ve hepsi güzel aslında. Sosyal medyanın pek tartışmadığımız ama bizi belki de tahminimizden fazla etkileyen diğer yüzünü gösteriyor bize, sonu da hoş ve manidardı. Ben bu filmi de sevdim :).

Özlemişim Amerikan bağımsızlarını izlemeyi, özellikle bu türlerde. Son iki film o yüzden çok iyi geldi ve lütfen bana benzer türlerde bağımsız güzel filmler önerin :). Siz en son neler izlediniz, yorum bırakmayı unutmayın :).
Devamını Oku »

4 Mart 2018 Pazar

Atıştırmalık #38 (Son Okuduklarım - 5 Kitap Birden)

Merhabalar, harika mis gibi bir hafta sonu var buralarda. Yormadan yorulmadan kendi halinde bir müzik listesi çalıyor arkadan, kuşların cıvıltısı eşlik ediyor :). Bahar geldi, arada hava bozsa da sanırım geldi :). Çok uzun sürmez yaza geçeriz biz hemen, bahar yaşamayız bile pek ama bugün tam bir bahar havası <3. Bu aralar izlediklerim ve okuduklarım birikti ben de ikiye ayırdım, ilk başta okuduklarımı paylaşacağım sonra da izlediklerimi. Siz bu aralar neler okuyorsunuz? Önereceğiniz çok sevdiğiniz bir kitap var mı, varsa nedir nelerdir? Yorumlarınızı merakla bekliyorum :).

Kahve ve Şiir - Mark Opsasnick



Aslında alt başlığın bu kısacık kitabı yeterince açıkladığını düşünüyorum ve eğer bu konuyla ilgiliyseniz bir göz atmanızı öneririm :).

60'larda Radikal Sanat Manifestoları - Kolektif


Kapak tumblr'dan fırlamış gibi değil mi <3
Ehh işte, pek beğenmedim ama kötü de değil :). Subpress'i Richard Brautigan sayesinde keşfettim ve Sarah Kane çevirdiklerini de öğrenince kanım ısındı, denk geldikçe okurum kitaplarını :).

Bunny Munro'nun Ölümü - Nick Cave



Nick Cave'in şarkılarına bayılırım. Kitabı için de çok heyecanlıydım. İlk çıkardığı kitaptan 20 yıl sonra yazdığı bu kitapla başlama sebebim diğer kitabın tükenmiş olması. Baş karakterin huyu suyu rahatsız edici uyarayım, okuması yer yer çok zordu. Öyle bir baş karakterden öyle tatlı ve duyarlı bir çocuk çıkmış ki kitapta bu canınızı daha çok yakıyor ve istemeden üzülüyorsunuz. Onun dışında kitabı pek sevemedim, ama yine de ilk kitabını okumak istiyorum Cave ustanın. Zira o daha iyi yorumlar alan bir kitap.

Adınla Çağır Beni - Andre Aciman



Ayy bir daha anlatıp üzülmek istemediğimden Goodreads yorumumu kopyala yapıştır yapacağım ve söyleyebileceğim tek şey ise hem kendisi hem uyarlaması güzel olan nadir kitaplardan. Ha bir de bildiğiniz içim çıktı, aklıma getirmemeye çalışıp kitaptan uzak durup geçmesini ya da hafiflemesini bekliyorum. Niye bu kadar etkilendim pek fikrim yok :(.

"Kitabı bitirmemden biraz zaman geçtiğine göre yazabilirim. Aciman çok vicdansızsın, yok böyle bir son ve dördüncü bölüm. Üç bölüp dolup dolup son bölümde boşalıyorsunuz hazırlıklı olun. Film daha insaflı kitaba göre çünkü kitap filme nazaran çok ama çok daha can yakıyor. Evet, filmde de canınız yanıyor. Yine de bu deneyimi yaşamaya değer.

Aciman’a vicdansız dedik ama güzel kitap yazmış. Her şey yerli yerinde ve unutmamak lazım ki bu sadece Elio’nun bakış açısı, duyguları ve yanılsamaları... Belki bir gün Oliver’ın gözünden okur muyuz ki, bu kadar etkiler mi yine bizi?"


Koleksiyon - Harold Pinter



Pinter İngiliz tiyatrosunda çok önemli bir yere sahip bir oyun yazarı. "Doğum Günü Partisi" oyununu zamanında okudum ve bu aralar aşırı oyun okuma isteğimden kaynaklı kitaplarının çevrildiğini görünce bu kitabı sepete attım ve yarım saatte bitti lakin öyle kolay bir kitap değil. Pinteresk kelimesini bilenler anlayacaktır, yazarın kendine has tehdit unsurlarını ve belirsizlik temalarını ya da uzun duraklamalarını. Asla gerçek ne emin olamıyorsunuz ve karakterler sizi geriyor. Eminim sahnede izlemesi de güzel bir oyundur. Önerilir.

Sizin de bana başarılı oyun önerileriniz varsa seve seve okurum. Bu aralar çok seviyorum oyun okumayı, alışveriş yaptıkça da her seferinde sepetime eklemeyi düşünüyorum. Özlemişim :).
Devamını Oku »

28 Şubat 2018 Çarşamba

Seviyorum #Mim

Bir güzel kıvırcık kız varmış, blog dünyasında yaşarmış :). Canım Ezgi yeni bir mim başlatmış ve beni de mimlemiş. Elimden geldiğince tüm mimlendiğim mimleri yapmaya çalışırım ama fazla kişiselse biraz kaçarım :). Bu mim hem kişisel hem değil, biraz bilmediğiniz biraz bilseniz de ne gerek vardı diyeceğiniz kendim hakkındaki gereksiz bilgileri sunayım sizlere :). O zaman bakalım benim hakkımda bilmeseniz olur bilseniz ne olur listeme :).

Instant Light: Tarkovski Polaroids


Seviyorum;

- doğayı, doğayı ve her harikasını
- yeni müzikler, sesler keşfetmeyi
- müzik aletleri çalmayı
- seyahat etmeyi, başka hayatlara misafir olmayı
- yeni yerler mekanlar keşfetmeyi ve onların parçası olmayı
- limon <3 ve yeşil fıstığın kendilerini ve barındırdığı her şeyi
- mayonez ve turşuyu
- çileği <3<3<3
- mayhoş yeni çıkmış çekirdeksiz mandalinayı
- karpuzun göbüşünü
- çok kızarmamış pofuduk hamur işlerini
- yemek yapmayı, yeni tatlar, içkiler denemeyi, yapmayı; eski sevdiğim tatları doya doya yemeyi (yemek için yaşayanlardan olduğum doğrudur :))
- tatlıyı <3 (baklava, künefe, cheesecake, güllaç ve cupcake'e kalbimde özel yer ayırdım)
- milka tuc'u
- doğal parkları
- yeni şeyler denemeyi, maceralar yaşamayı
- kitapçıları, sahafları ve kitapları
- sinemayı ve ile ilgili her şeyi
- vintage, bohem, indie, retro ve hippie ile ilgili akla gelebilecek her şeyi
- üretmeyi, yaratıcı olmayı
- denizde yüzmeyi
- ne sıcak ne soğuk havalarda akşam üzeri esen tatlı rüzgarı
- çarşı pazar gezmeyi
- dans etmeyi, şarkı söylemeyi
- illüstrasyonları, resimleri
- sanatı ve her dalını
- keşfetmeyi
- kahve kokusunu, kahveyi ve her çeşidini bknz: kahve ve ben
- çeşit çeşit festivallere katılmayı
- kara ve absürt başta olmak üzere her türlü mizahı
- kötü esprileri
- mektup arkadaşlarımı ve mektup yazmayı
- mutlu olmayı ve etmeyi
- konserlere gitmeyi
- salatayı ve her türlü yeşilliği
- alışveriş yapmayı
- güzel sürprizleri
- eğlenmeyi, gülmeyi
- gönüllü olmayı
- kelime oyunlarını ve her türlü masa oyunlarını
- güzel kokuları
- farklı aromalı çayları
- melankoliyi
- kırtasiyeyi
- fal baktırmayı
- aksesuarlarımı ama en çok yüzüklerimi, gözlüklerimi, şallarımı ve şapkalarımı
- ne olursa olsun öğrenmeyi
- bana ilham veren mutlu eden yaratıcı pozitif umut dolu insanlarla iletişim halinde olmayı
- uyumayı, rüya görmeyi
- hayal ve umut etmeyi
- baharatçılar çarşısını, sosyete pazarını
- doddle yapmayı
- fotoğraf çekilmeyi, bakmayı (polaroidlere özel ilgim var)
- DIY projelerini
- özgür hissetmeyi
- blogumu , siz canımın içi blog arkadaşlarımı <3

ve daha saymadığım unuttuğum denemediğim tanışmadığım birçok şeyi ve kişiyi seviyorum :).

Yapmak isteyen herkes ben tarafından mimlidir :).
Devamını Oku »

25 Şubat 2018 Pazar

R.W. Fassbinder'den Aforizmalar: Petra Von Kant'ın Acı Gözyaşları (1972)


Fassbinder'i daha önce blogda da bahsettiğim Ali:Fear Eats The Soul filmiyle tanıdım ve çok sevdim. Filmlerini de izlemeye devam ediyorum. Kısa hayatına birçok film sığdıran bu Alman yönetmenin filmografisinde en çok öne çıkan filmlerden biri şüphesiz Petra Von Kant'ın Acı Gözyaşları. Kendi oyunundan filme çekilen bu filmde Petra, kocasından boşanmış annesine bakan yatılı okulda bir kızı olan ünlü bir moda tasarımcısı. Karin ise genç ve güzel geçmişinde acılar yaşamış evli bir kadın. Bir de Marlene var, her şeyi gören duyan ama orada yokmuş gibi davranılan sadece ihtiyaç duyulduğunda var olan ve sonra tekrar kaybolan uysal bir asistan. Filmde Petra'nın arkadaşı, kızı ve annesi de küçük ama etkili rollerle film boyunca çıkmadığımız Petra'nın odasında, hayatında kısa bir an var olurlar, bir de filmde yokluğuyla var olan eski kocası var Petra'nın.

Filme çekilen bu oyunun film hali oyun halinden pek uzaklaşmamış bunun nedenlerinden biri tek mekanda geçen bir film olması ve karakterlerin tiyatro oyunlarındaki gibi ekran karardığı/perde değiştiğinde kıyafetlerinin değişmesi gibi birçok tiyatro ögesini barındırır. Petra karakterini başarılı şekilde canlandıran Margit Carstensen başta olmak üzere oyuncuların sahnede oynuyormuşçasına kamera karşısında da oynamaları bu teatral havayı arttıran ögelerden biri. Tabi bu teatral havada Fassbinder'in gözümüzü gönlümüzü mest eden ve güzel görüntüler izlememizi sağlayan estetik bakış açısını unutmamak gerek. Uzun monolog ve diyalogların olduğu bu filmde Fassbinder'den birçok hafızalarımızda yer edecek notlar yakalarız. Şimdi ben de sizlerle kendimce bu üzerine düşünülecek sözleri paylaşmak isterim. Keyifli seyirler.



Hepimiz kendi tecrübelerimizi yaşamalıyız.

Hayatta öğrendiğin şeyleri kimse senden alamaz. Aksine seni olgunlaştırır.

En başından sonunu görebildiğinde tecrübe için zahmete girmeye değer mi?

Evlilik insanlardaki en kötü yanları çıkarıyor.

Istırap verici şeylerin hissettiğin güzel şeylerden bir hayli fazla olduğunu anlaman çok üzücü inan bana.

Artık geri dönemediğin ve baştan başlayamadığın o an çok korkunçtur.

Bir insanı anlamaya başladığında acımak için bir sebep kalmaz ortada.

Zor biri gibi görünüyorum çünkü kafamı kullanıyorum.

Şüphesiz bazı şeyler ters gittiğinde ilişki bıkkınlığa ve nefrete dönüşür.

Sadece bu dünyada kendime ait küçük bir yer istiyorum.

Filmlerden çok hoşlanırım. Özellikle tutkuyu ve acıyı anlatan filmlerden.

Bence insanlar birbirlerine ihtiyaç duyarlar. Bu şekilde yaratılmışlar ama onlara nasıl birlikte yaşanacağını öğretmemişler.

İnsanlar korkunçlar Karin, Her şeye dayanabiliyorlar. İnsanlar zor ve acımasızlar. Herkesin yeri doldurulabiliyor. Bu insanların öğrenmek zorunda oldukları bir şey.

Ona aşık değildim, sadece ona sahip olmak istedim. 
Devamını Oku »

17 Şubat 2018 Cumartesi

Atıştırmalık #37 (Genç Bir Doktorun Anıları, The Disaster Artist, Doğu Ekspresinde Cinayet)

Genç Bir Doktorun Anıları - Mihail Bulgakov 



Kitapkurtlarımızdan Şule'nin çekilişinden gelen bu kitaba bir pazar günümü ayırdım ve hemencecik bitti. Gayet akıcı ve kolay okunabilir bir kitap. Adı zaten her şeyi özetliyor, hikaye tadında kısa kısa anılarını paylaşmış bizimle. Otobiyografik bir kitap olabilir çünkü yazar ile karakterin benzer özellikleri var, ikisinin de doktor olmaları gibi :). İyi bir klasikti sıkılmadan okudum.

The Disaster Artist - James Franco (2017)



Filmi izlerken aynen şunu düşündüm, Franco kardeşlerin anneleri gurur duymuştur filmde kardeşleri karşılıklı oynarken izleyince :). Filme bayıldım, çok güzeldi. Ed Wood'a benziyordu, onu da çok severim. Dave Franco canlandırdığı oyuncuyu oynamakla kendi oyunculuğunu göstermek arasında sıkışıp kalmış gibiydi başlarda da sonrası daha iyiydi ama James Franco baya başarılıydı. Bahsi geçen filmi çekerken kendisi aslından daha güzel oynamış o konuda biraz daha az efor sarf etmeliydi bence ama çok başarılıydı :). Ve bence James Franco Tom Wiseo'dan çok Tom Hiddleston'a benzemiş, hatta Only Lovers Left Alive'daki haline :). Çok güzel filmdi ya ben baya sevdim, eğlendim bu kadarını beklemiyordum :). Konusunu da pek bilmiyordum açıkçası güzel sürpriz oldu :). The Room'u izlemeli şimdi bu bilgilerle :). 

Doğu Ekspresinde Cinayet - Kenneth Branagh (2017)



Hem yönetmeni hem de baş rolü olması dolayı ile Branagh'ı merak ediyordum çünkü kendisini severim :). Tabi bir de Christie romanı olması daha da cezbediyor. Johnny Depp'in olması da ballı kaymak dedim ama tahmin ettiğim gibi ölen adam kendisiydi :). Pek kalmadı. Zaten o kadar çok oyuncu vardı ki hepsine düşen süre çok çok azdı bir de  filmin süresini oyunculara bölsek kendisine düşecek süre kadar bile görünmeyenler vardı. Güçlü bir kadro, yolcuların hepsi ünlü oyuncular. Lakin film motamot bir uyarlamadan öteye gidemedi, heyecanla sıkılmadan izledim ama çok başarılı bir film olarak görmüyorum. Keyifli bir seyirlik ama bu kadar :). 
Devamını Oku »

12 Şubat 2018 Pazartesi

Atıştırmalık #36 (4:48 Psikoz, Shampoo, Bir Dakikalık Öyküler)



Merhabalar, ben yine atıştırmalıklarımla izninizle yayın akışınıza dahil olacağım :). Umarım keyifli günler geçiriyorsunuzdur ben ise biraz şans istiyorum kendime :). Bu aralar Richard Brautigan'ın toplama şiirlerini okuyorum, instagram hikayelerden izleyenler bilir Sub Press bugüne kadar yayınlanan Brautigan'ın tüm şiirlerini toplamış. Onun dışında drama okumayı çok özlemişim, yine bir kitap alışveriş yaptım, birkaç oyun ekledim. Onun dışında en son keşfettiğim isimler var müzik listemde genelde onları dinliyorum :). Fırsat buldukça da film izlemek en büyük zevkim zaten biliyorsunuz, bir de hoşuma giderse tadına doyum olmuyor hak verirsiniz ki :). Bir de mektup arkadaşlığı maceralarım var sosyal medyada sürekli sizlerle paylaştığım. Hem gelenleri sevmek hem sevgi dolu mektuplar göndermek de vaktimi severek verdiğim en güzel uğraşlarımdan :). Bir şeyler üretmek küçük de olsa mutluluk verici, birilerinin sizin için uğraşması da tabi :). Yeni insanlar tanımak, bir şeyler paylaşmak çoğalmamı sağlıyor, mutlu oluyorum. Üzüldüğüm zamanlar da oluyor ama bardağın dolu kısmını buraya yazmak da iyi geliyor :). Ukulelem ve küçük ailemizin yeni üyesi melodikamla çok ilgilenemedim ama ilk fırsatta yeni şarkılar öğrenmek istiyorum özellikle melodikamla :). Almanca'ya tam çalışmaya başladım derken geri dönemedim, ona da bakmalı tekrardan. Günler böyle geçip gidiyor, ben bazen yoruluyorum, umudum da çokça kırılıyor, üzülüyorum, üzüyorum ama c'est la vie! dostlar, hayat bu, yaşıyoruz, yaşayalım!

4.48 Psikoz - Sarah Kane



Yazarın intihar etmeden önce yazdığı son oyunu. Parçalı bir anlatıma sahip, belirli bir oyuncu listesi yok oyunun. Yazarın ruh halini biz de okurken hissederiz. 4:48'n de onun her gece kalktığı saat olduğunu ve adının buradan geldiği söyleniyor. Kane okuması kolay olmayan bir yazar. Çok çarpıcı ve rahatsız edici. Blasted adlı oyunu da çok başarılıdır ama bu kitap daha da ağır, çok ağır. Sarah Kane herkesin sevebileceği tarzda oyunlar yazmıyor ama biraz rahat ortamından çıkmak isteyenlere önerebileceğim kitaplar.

Shampoo - Hal Ashby (1975)




Ashby'den politik dokundurmalı bir komedi daha. Ashby'i seviyorum adam tam bir hippie :). Kendisi gelmiş geçmiş en sevdiğim filmlerden biri olan Harold and Maude'un yönetmeni. Bu film de eğlenceli, 70'lerdeyiz ve kendi salonunu açmak isteyen bir adamın trajikomik hikayesi var. Sonlara doğru bir dengesini kaybetti sanki film ama yine de ben sevdim. Güzel komediydi.

Bir Dakikalık Öyküler - İstvan Örkeny 




Kara komedi olması, öykü kitabı olması, kısa olması ve tanıtım yazısı bu kitabı almaya ben ittiyse de çeviri olmasından ya da kültürüm yetmediğinden bu kitabı pek anlamadım. Anladıklarım da güzeldi :). Macaristan'da derslerde okutulan bir yazarmış, sanırım ben mizahı anlayacak yeterli bilgiye sahip olmadığımdan pek anlamadım.

Gif Tumblr'dan alıntıdır.
Devamını Oku »

11 Şubat 2018 Pazar

Zaman Asla Ölmez, Çember Yuvarlak Değildir: Yağmurdan Önce - Milcho Manchevski



Filmde kısacık bir an görünen bu duvar yazısını felsefe edinmiş Yağmurdan Önce, hem anlatımı hem hikayesiyle herkesin izlemesi gereken zamansız bir film.

Susma yemini etmiş bir keşiş, kaçak bir kız, aşık bir adam ve kararsız bir kadının zaman sıralamasına uyulmamış "Kelimeler, Yüzler ve Resimler"'den oluşan üç parçalı hikayesi. İnsanların bize kondurduğu etiketleri değil insanlığımızı düşündüren bir film. Birbirinden bağımsız gibi görünse de bir çember gibi hepsi birbiriyle ilişkili ve belki de sebebi üç hikaye. Öyle ki işte bu yüzden çember tamamlandığında biz hikayenin tamamını gördüğümüzde ne izleyici ne de karakterler aynı kişiler olmuyor.

Savaşın etkilerinin görüldüğü Makedonya'da geçen bu hikayede bir manastırda susma yemini etmiş Kiril ile çobanı öldürmekle suçlanan Zamira'nın hikayesi ile başlar film. Kiril, Zamira için yemini bozar ve aşk kelimelere ihtiyaç duyar, suskunluğa galip gelir.

İkinci hikaye Londra'da iki savaş fotoğrafçısını anlatır. İkisi de bu savaştan sağ çıkamamıştır ve birbirlerini seviyordur ama engeller veya kısaca hayat olur.

Son hikayede 16 yıl sonra memleketine dönen ödüllü bir fotoğrafçı ve bıraktığı yerden devam etmek isteyen bir adam vardır. Lakin kendi ne kadar öyle davranmak istese de  hiçbir şey aynı değildir. Dünya daha acımasızdır ve savaş sadece şehirleri değil insanların ruhlarını da harap etmiştir.

Bize insan olmayı, sevmeyi hatırlatan nadir filmlerden biri Yağmurdan Önce, izleyin izlettirin, sevgiyle kalın.
Devamını Oku »

10 Şubat 2018 Cumartesi

Atıştırmalık #35 (Sleepless in Seattle, Diabolo Menthe, Blow-Up)

Sleepless in Seattle - Nora Ephron (1993)



Ayy uykumu getirdi, adı ile tezat olarak. Çok sıkıcıydı ve spoylır veriyorum baş roldeki iki aşık filmin sonunda sadece bir araya geliyorlar. Hiç sevmedim. Meg Ryan filmlerini sevmeme rağmen :/. Cık, sıradaki.

Diabolo Menthe - Diane Kurys (1977)



70'lerde Fransa ve ben bu ikilinin uyumunu çok seviyorum hele bir de işin içine güzel bir mizah girerse. Bu filmde de iki kız kardeşin bir yaz tatilinden diğerine geçen zamanda yaşadıkları var ama mekan, dekor, müzikler falan harika. Çok tatlı film. Lütfen bu tarz filmler biliyorsanız bana önerin. 70'lerde çekilen her komedi içerikli filmi önerebilirsiniz, bayılıyorum :).

Blow Up - Michelangelo Antonioni (1966)



Deeptone'un profil resmi ile özdeşleşmiş film. Orada sürekli görünce izleyeyim izleyeyim diyordum geçen izledim sonunda ve sevdim. Yönetmenin filmlerini izlemişliğim var, zaten tanıyordum. Bu film de güzeldi, önerilir :).

Bir atıştırmalığın daha sonuna geldik, diğeri yolda hem de kitap önerim de olacak onun içinde :). Siz neler atıştırıyorsunuz en çok; kitap, film veya dizi? Benimle paylaşın, sanatla kalın :).
Devamını Oku »

8 Şubat 2018 Perşembe

Atıştırmalık #34 (I, Origins, Minority Report, Gravity)

Bilim kurgu ağırlıklı üç film atıştırmalığımla buradayım :). Eminim birçoğunuz bu filmleri izlemişsinizdir, ben baya geç kaldım :). Siz bu aralar neler atıştırıyorsunuz? Benimle paylaşmayı unutmayın :).

I, Origins - Mike Cahill (2014)



Güzel başlayan ama sonunu getiremeyen bir film. Yine de bilim kurgu severler bir baksın. Sıkılmadan merakla izledim ama sonu hiç tatmin etmedi :/.

Minority Report - Steven Spielberg (2002)



Filmin sonunda yönetmeninin şipilbörg olduğunu fark ettiğim film :). Ben sevdim valla, güzel bir aksiyondu. İrlanda'nın bıçkın delikanlısı Colin Farrell gençliğiyle tomkruza eşlik ediyordu. Yalnız tomkruz da boşuna can yakmamış, bu filmde onu hissettim :). Filmde baş karakter fellik fellik her yerde aranır kaçarken en müdavimi olduğu yerden yetkilerinin alınmayıp hala elini kolunu sallaya sallaya bir değil iki değil girip çıkmasıyla ya biri de kapatmaz mı arandığı an dedirtse de görmezden gelip aksiyona kaptırdım kendimi. Güzeldi :).

Gravity - Alfonso Cuaron (2013)



Bu filmin çok sevildiğini hatırlıyorum çıktığı yıl ama beni maalesef etkilemedi. Hatta yanlış hatırlamıyorsam Sandra Bullock ödül falan aldı da ben beğenemedim, Cuaron'u çok çok başarılı bulsam da Children of Men ve Azkaban Tutsağı'nda, üzgünüm, tek hayırla yolladım :/.
Devamını Oku »

6 Şubat 2018 Salı

Rebel in the Rye/Çavdar Tarlasındaki Asi - Danny Strong (2017)


Bir Çavdar Tarlasında Çocuklar sever olarak söylemeliyim ki, J.D Salinger'ın bu biyografisini merak ediyordum. Filmi sevdim, bence sanatçının bir genç veya asi veya yazar olarak portresini, çelişkilerini, dramını güzel yansıtmış, eksikleri olsa da. Salinger'ın yazar olmak istemesine karar vermesinden başlayarak aşık olduğu Nobel ödüllü Eugene O'neill'in kızı Oona ve onun Salinger savaştayken Charlie Chaplin ile evlenmesi dahil ilişkileri, inancı, dünya çapında üne kavuşan Holden Caulfield karakterini yaratma süreci,  kitabın en sonunda yayımlandıktan sonrasını ve yazmaktan değil ama yayınlamaktan vazgeçişini anlatan ve özellikle Holden üzerinde durulan bir Salinger biyografisi olmuş.

Salinger, Holden karakteri gibi birçok okuldan atılmış lakin en son yazar olmaya karar verip hocası ve arkadaşı Whit Burnett ile dersler vasıtasıyla tanışmasıyla kendini yazar olarak keşfetmeye başlar. Bu dersler sırasında başlayan yazım süreci savaş yıllarında biraz sekteye uğrasa da yazmak onun hem ilacı hem yarası olmaya devam edecek ancak kesin bir şey var ki savaş onu tamamen değiştirecektir. Kitabı yayımladıktan sonraki aşırı ilgi ve şöhret de onun bu psikolojisine iyi gelmeyip kendisini başkaları hakkında daha takıntılı bir insan yapacak ve insanların oluşturduğu bu güven sorunu belki de onun yayımlamayı bırakıp inzivaya çekilmesinin başlıca nedeni de olacaktır. Kitaplarında çoğunlukla gençleri seçmesinin bir nedeni olarak da masumiyeti göstermesi de bundandır. Daha dünya tarafından mahvedilmemesi onu çeken yanıdır çünkü kendisinin de bir yanı masum kalmak isterken bir diğer yanı artık asla masum olamayacağını bilir çünkü masum olamayacak kadar çok şey görmüştür.

Çok da tartışmalı bir kitap olmasının sebebi birçok insanın kendini Holden sanması dışında John Lennon'ın katilinde ve Ronald Reagan'ı öldürmeye çalışan saldırganda da kitabın bulunması ve kitap hakkında acaba suikasta mı teşvik ediyor diye araştırılmasıdır. Bu suikast düzenleyen saldırganların J.D Salinger gibi üç isme sahip olması da başka bir ayrıntı.

Hayatımın kalanını yazarak geçireceğim ve karşılığında hiçbir şey almayacağım diyen Salinger sözüne sadık kalmış ve bu karardan sonra herhangi bir şey yayımlamamıştır.

Çavdar Tarlasında Çocuklar, hiç şüphesiz çok sevilen ve okunan kitaplardan biri. Eğer hala okumadıysanız bir şans verin derim. Üzerine de çerez niyetine bu filmi izleyebilirsiniz. Sayfalarda okuduğunuz karakterin yaratım sürecini kitaptan alıntılarla izlemek keyif verecektir, her ne kadar yazar için zorlu bir süreç olsa da. Sevgiyle kalın :)
Devamını Oku »