İzlenilesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İzlenilesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Haziran 2017 Pazartesi

Sevgili Güllük #37 (Doğu Ekspresinde Cinayet 2017)

Biraz geç oldu ama paylaşmasam olmaz :). Kenneth Branagh hem yönetip hem en sevdiğim dedektiflerden Hercule Poirot'u oynayınca bir de yetmezmiş gibi canımın içi gözümün nuru Johnny Depp olunca bu ikisinin döktürmesini bekliyorum. Gerçi tahminimce Johnny Depp baştan ölecek, belki konuk oyuncu gibi bile olabilir lakin napayım seviyorum oynadığı karakterleri, filmlerini (kendisini:)).

Branagh'ın Hamlet'ini hala izlemediyseniz çok şey kaçırıyorsunuz. Bu film de Agatha Christie uyarlaması bir de en güzel romanlarından. Yine hem yönetip hem başrolü kimselere vermiyor. Sarışın Poirot diğer Poirot tiplemelerine veya benim kafamda oluşturduğum Poirot figürüne uymuyor ama kendisi muhteşem bir oyuncu, tiyatrocu o yüzden güzel şeyler yapacağını biliyorum :). Yani bir de hem de ile oluşan bir yazı oldu ama çok heyecanlandıran bir film :). Kadro süper, merakla bekliyorum. Tesadüfe bakın uzunnn yıllar sonra tekrardan şu an Agatha Christie okuyorum, hem de (<-bknz.) Poirotlu bir roman, o yüzden de baya bir heyecanlıyım :).


Devamını Oku »

4 Haziran 2017 Pazar

Renklerin Beyaz Perdeden Silemediği Bir Klasik: Siyah Beyaz Filmler

Fotoğraf makinesi, ilk kamera, tren, film derken sinema hayatımıza girdi :). Giriş o giriş birçoğumuzun gönlüne taht kurdu ve sanat oldu. Birçok film yapıldı, izlendi, oynandı. Siyah beyaz ile başlayan hareketli görüntülerin serüveni, sessiz sesli sinema derken renklerin de girmesiyle, boyutlar da değişti en son sayamadım kaça çıktı :). Lakin ta o zamandan bu zamana değişmeyen bir şey oldu. Şu an hala birçok ünlü yönetmenin türlü imkanlara sahip olup da yine de vazgeçemediği şey siyah beyaz filmler oldu :). Kimisi maddi kimisi estetik kimisi ise işlevsel açıdan siyah beyazı tercih eden yönetmenlere gelin bir göz atalım. Renkler beyaz perdeye geldi ama siyah beyaz filmleri bitiremedi, işte renklerin geldikten sonra bile ekrandan silemediği siyah beyaz filmler :). Keyifli seyirler :).

Sen Aydınlatırsın Geceyi - Onur Ünlü (2013)




Sondan başa gidersek benim de sevdiğim ödüllü yönetmenlerden Onur Ünlü'nün bol ödüllü filmi "Sen Aydınlatırsın Geceyi" filmi adını Shakepeare'den alır. Euripides'ın "İnsan endişeden yaratılmıştır" sözüyle başlayan film sıradan insanların süper güçleri olduğu bir kasabada geçmektedir. Kara mizah ve dram türlerinde olan bu filmin başrollerinde Demet Evgar, Ali Atay, Ercan Kesal ve Serkan Keskin gibi önemli oyuncular yer alır. Süper güçlerin hayatı kolaylaştırmadığı kimseyi de kahraman yapmadığı bu siyah beyaz film sıradan insanların sıradışı güçleriyle sizi izledikten sonra da fazlasıyla düşündürecek.

İlgili şiir

" Yarayla alay eder yaralanmamış olan,
Bak nasıl da sararıp soluvermiş tanrıça kederlerden,
Sen çok daha parlaksın çünkü,
Sen tüm göklerdeki yıldızın ilki,
Sen aydınlatırsın geceyi"

Frances Ha - Noah Baumbach (2012)




Eğlenceli, komik, bir türlü büyüyememiş bir kadın Frances Ha. Yeteneği olmasa da, fiziği elvermese de dans etmeyi seven Frances'in en yakın aynı zamanda aynı evi paylaştıkları arkadaşı onu bırakıp başka bir eve taşınınca Frances'in kendine yeni bir düzen kurması gerekecektir. Siyah beyaz olup da bu kadar renkli bir film olmayı başaran az film vardır, bu hafta sonu bu filme bir şans verin :).

A Coffee in Berlin - Jan Ole Gerster (2012)




Sıradaki filmimiz Almanya'nın bağımsız filmlerinden. Sadece kahve içmek isteyen Nico'nun absürd, komik, rahatsız edici ve her şeyin üst üste geldiği kahvesiz bir günü :). Bunun yanında da siyah beyaz Berlin'e bir bakış. Kahvesiz güne başlayanların sonu işte böyle olur desek mi yoksa kahvenin 40 yıl hatırı var ilkini reddedersen lanetlenirsin mi desek ne desek :).

Angel A - Luc Besson (2005)




Fransa'da bir köprüden atlamayı kafasına koymuş bir adama göklerden 2 metre boyunda bir melek gelirse işler biraz karışacaktır :). Komik, eğlenceli ve fantastik ögelere sahip bu Angel-A size keyifli bir zaman geçirten güzel bir Luc Besson filmi.

Coffee and Cigarettes - Jim Jarmusch (2003)




Jim Jarmusch'un renklerle arası iyi ama siyah beyaz filmler de ondan sorulur. Bu film dışında da birçok siyah beyaz film yapan yönetmenin bu filmi, kısa hikayelerden oluşan bir kitap gibi. Birçok ünlü oyuncunun bu kahve sohbetine katıldığı film size keyifli dakikalar geçirtecek. Güzel haber Jim Jarmusch da kahve insanı :). Hepsi birbirinden eğlenceli karakterleri olan bu film hakkında daha fazla bilgi için tıktık.

The Man Who Wasn't There - Joel Coen/Ethan Coen (2001)




Coen kardeşlerin de bu güzellikten eksik kalmayıp onlar da siyah beyaza yakışan bir kara film, suç filmi çekmişlerdir. Bir berberin trajikomik hikayesi bizi geçmişe götürüp nostalji tadı verirken bir yandan da absürd olayların birbirini izlemesini seyreder, baş karakterimiz "the barber" gibi kaçınılmaz sonu bekleriz.

25 Watts -  Pablo Stoll/Juan Pablo Rebella (2001) 




Rotamızı Uruguay'a çevirelim, ödüllü 25 Watts üç gencin yaşamına siyah beyaz bir pencereden bakmamızı sağlıyor. Yine komik, hatta belki biraz çatlak bir film :). Bağımsız film severler bu filme bir göz atsın :).

Girl on the Bridge - Patrice Leconte (1999)




Ünlü Fransız oyuncular Vanessa Paradise ve Daniel Auteuil başrolde oynadığı bu siyah beyaz aşk hikayesinin replikleri paylaşımlarınızın altına yazacağınız cinsten :). Ayrıca filmin bize çok da uzak olmayan ezgilerle Fransa'da bir köprüde başlayıp İstanbul'da bir köprüde yine tanıdık ezgilerle bittiğini hatırlatalım :).

Kasaba - Nuri Bilge Ceylan (1997)




Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes öncesi filmlerinden Kasaba'da akla gelebilecek her türlü çatışmayı; insanın kendisiyle, insanla ve doğayla, izleyebiliriz. Kasaba'da kendini sıkışmış hisseden, ne giden ne de kalan baş karakterimizin ormanın içinde ailesiyle olan sohbeti herhalde filmin doruk noktası. İzlediğim en kısa NBC filmi olabilir şu ana kadar. Yönetmenin filmlerini severlerdenseniz bir de siyah ve beyazla neler yaptığını görün :).

Ed Wood - Tim Burton (1994)




Tim Burton bizi 50'li yılların Hollywood'una, başarısız bir yönetmenin trajikomik hikayesini anlatmak için sanki o dönemde film izliyormuşçasına siyah beyazla o zamana götürüyor. Ed Wood, başarısız bilim kurgu ve korku filmleri çeken, zor şartlar altında filmine bütçe sağlayan ama asla vazgeçmeyen, Orson Welles hayranı yapımcı, senarist ve yönetmendir. Biyografik olan bu film başta Johnny Depp ve Martin Landau olmak üzere müthiş oyunculuklarıyla sizi gülmekten kırıp geçirecektir :). Ed Wood ile beraber film yapmak isteyecek, Bela Lugosi ile yeniden Dracula olacaksınız. Başından sonuna temposu düşmeyen en güzel Depp-Burton işbirliklerinden, Burton'ın bu başarısız yönetmenin hayatını çektiği en başarılı işlerinden biri olan bu filmi izlerken keşke yine bu tatta daha çok film yapsa diyeceksiniz.


Film özellikle şu sözüyle de Feud'u ciddi anlamda anımsattı;

"Bu meslek, bu kasaba seni çiğneyip sonra da tükürür"

Berlin Üzerindeki Gökyüzü - Wim Wenders (1987)




Wim Wenders'ın ustalığını konuşturduğu bir film. Şiirsel Gerçekçilik ve Alman Dışavurumculuk akımlarının etkilediği yarı siyah beyaz bu film ikinci yarısında renklere geçiş yaparak siyah beyazın estetik görünümün yanı sıra işlevselliğini de kullanarak bizi şaşırarak filmden alacağımız keyfi de arttırıyor. Siyah beyazın ve renklerin güzelliklerini ayrı ayrı vuguluyor. Zülfi Livaneli ve Nick Cave'i bir arada dinleyebileceğiniz enfes bir soundtracke sahip bu film özellikle sinema aşıkları için nefis bir seyirlik :).

Clerks. - Kevin Smith (1994)




Sundance'ten ödülle dönen Clerks, izin gününde çalışmak zorunda kalan markette satış sorumlusu Dante'nin ve yakın arkadaşı, kendisi film kiralamak için başka dükkana giden ama aslında Dante'nin hemen yan dükkanında müşterilerine film kiralayan Randal'ın bu tek günlük siyah beyaz maceraları; arkadaşları, müşteri tipleri ve müşteri satıcı ilişkileri ile size güzel bir seyirlik sunacak :). Bu siyah beyaz filmi renklendiren anlar ise sizi güldürürken çizimleri ile de hoşnut edecek animasyon olarak çekilen sahneler olacak :).


Psycho - Alfred Hitchcock (1960)



Renkli sinemanın çok da eski olmadığı bir dönemde, yine de bu film öncesi renkli filmler de çeken, "Psycho" ile siyah beyaz bir klasik yapan Hitchcock'un düşük bütçe gibi nedeni olmasına rağmen o ünlü banyo sahnesinin de renklerle fazla kanlı olacağını düşünmesi de filmi siyah beyaz çekmesinde etkili olduğu söyleniyor. Güzel bir film yapmak için ne renklere ne de yüksek bütçelere gerek olmadığını yine de korku/gerilim filmi çekileceğini gösteren Hitchcock; aynı zamanda bugüne kadar güncelliğini korumuş bir klasik bizlere sunmuştur. Film dezavantaj gibi görünen siyah ve beyaz çekimin işlevselliğini ve avantajlarını öyle güzel kullanmıştır ki ortaya zamansız, hala yönetmenlere esin kaynağı olan bir film çıkmıştır. Siyah beyazın kullanımına en güzel örneklerden biri olan "Psycho", siyah beyaz film yapacaklara ders niteliğinde ve bize harika bir seyirlik sunmakta :). Keyifli seyirler, bol sanatlı günler :).


Öneri Makinesi'ni Sosyal Medyada Takip Edin

Twitter
Instagram
Goodreads
Tumblr
Soundcloud
Devamını Oku »

28 Mayıs 2017 Pazar

Yazınıza Renk Katacak 10 Mini Dizi

Bu yaz tatile gidemiyor musunuz? Arkadaşlarınızın deniz kum güneş fotoğraflarını beğenmekten sıkıldınız mı? Herkes gezerken siz çalışmak zorunda mısınız? Üzülmeyin! Öneri Makinesi ayağınıza geldi, yazın ne yapacağım derdine son. Sıkıntınızı giderecek 10 farklı tarif burada. Tükenmeden alın :).

Merhabalar, her yazıya böyle halı, kilim, paspas ayağınıza geldi; yolluklarınıza overlok yapılır tarzında giriş yapsam nasıl olur? Bu kadar goygoy yeter siz de diyorsanız konumuza dönelim :). Biliyorsunuz ki yaz geldi ve bizim için güzel de bir tema izleyip okumak için. Yazı siz de evde veya çalışarak geçireceksiniz ya da tatile daha çok varsa günlerinizi bir nebze olsun güzelleştirecek, size evde olduğunuzu unutturacak 10 mini/midi dizi önermek isterim :). Yine yukarıdaki yazıya benzedi insan moda girdi mi çıkamıyor herhalde :). Mini diziler yaz için ayriyeten biçilmiş kaftan. Hem sizi sıkmadan hem de film tadında az bölümlü sezonlarıyla fazla zamanınızı da almadan güzel vakit geçirmenizi sağlıyor. Hele ki sonunda ne oluyor ya da ben uzun uzun dizi izleyemiyorum diyenlerdenseniz sonu için çok da fazla beklemeniz gerekmeyecek (eğer bir Sherlock değilse:)). Bir başladınız mı diğer bölüme geçmek için çok beklemeyeceğiniz işte güzel mi güzel on dizi.

1. The Night of (2016)



Polisiye türünde güzel sürükleyici bir yeniden yapım. Geceyi birlikte geçirdiği  kızın vahşice öldürülmesinden suçlanan üniversite öğrencisi Nasir'in mahkeme sürecini, ailesini, hapisteki yaşamını ve toplumun ön yargılarını izleriz; ayrıntılı yorumumu şuradan okuyabilirsiniz. Bir başladınız mı bırakamayacağız dokuz bölümden oluşan bu diziyi özellikle türü sevenlere öneririm :).

2. Big Little Lies (2016)



Reese Witherspoon, Nicole Kidman, Alexander Skarsgard, Shailene Woodley gibi film yıldızlarından oluşan kadrosuyla sizi çekecek bu mini dizi bir kitap uyarlaması. 3 farklı kadının yaşam mücadelesini ve her gün nasıl sorunlarla boğuştuklarını anlatan bu dizi sizi etkisi altına alması uzun sürmezken, güzel şarkıları ve manzarasıyla da büyülemeyi ihmal etmeyecek :). Bu açıklama bana yetmez biraz daha bilgi ver diyorsanız burada daha fazlasını bulabilirsiniz :).

3. Feud (2017)



60'lar Hollywood'una gidiyoruz. "What Ever Happened to Baby Jane" filminin yapım sürecine. Dönemin iki rakibi Joan Crawford ve Bette Davis'in entrikalarla dolu film sürecini, geçmişle hesaplaşmalarını, nasıl şirketler ve yönetmenler tarafından kullanıldıklarını anlatan bu dizi sizi sekiz bölümüyle Hollywood'un diğer yüzlerini ve kadının yerini bir kez daha düşündürecek. Siz bu bölümlerle dizinin keyfini sürerken biz de ikinci sezonun başlaması için sabırsızca beklerken sizin için yanımızda yeriniz hazır olacak :). İncelemesi için sizi buraya alalım.

4. And Then There Were None (2015)



Agatha Christie'nin "On Küçük Zenci" romanını bilmeyeniniz yoktur. İşte o filmin BBC tarafından birebir uyarlanmış bu mini dizisi gerilim türünü sevenler için biçilmiş kaftan. Issız bir adada çeşitli yerlerden çeşitli sebeplerle çağrılmış on farklı kişinin tek bir ortak noktası vardır. Bu ortak nokta onları bu ıssız adadaki malikaneye hapseder ve unutmak istedikleri geçmişleri ile yüzleşmek zorunda kalırlar. Özellikle kitabı okumadıysanız soluksuz izleyeceğiniz bu dizi hakkında detaylı yorumum için tıktık.

5. 13 Reasons Why (2017)



Sonunda kız ölüyor. İşte sonu bildiğimiz bir hikayeyi bize ölen kızın gözünden anlatan bu dizi lisede geçse de sadece genç kesime hitap etmiyor. Neler olup bittiğini merak edip başrol Clay'in aksine art arda izleyeceksiniz. Her bölüm en az bir şarkı keşfiyle de sizi mutlu eden dizilerden. Detaylı yorumum şurada ve dizide hikayede eleştirdiğim bir kısım vardı o da Clay'in tek tek kasetleri dinlemesi ve hesap sorması ama kitaptan uyarlama bu dizide kitapta gerçekten bir günde dinliyormuş. O yüzden siz de bu noktaya takılırsanız orijinalinin öyle olduğunu bilip dizinin tadını çıkarın :).

6. Sherlock (2010-)



Bitti mi bitmedi mi derken biz Sherlock severlerin "bitmedi"'ye olan inancımızla sizlere bu diziyi öneriyorum. Psikopat değil sosyopat; aşırı zeki bunun getirdiği ukalıkla sözünü sakınmayan modern zamanın Sherlock'una bir şans verin :). Sizi hem güldürecek hem de cinayet çözecek. Bir de ezeli düşmanı kendisi kadar zeki azılı suçlu Moriarty ile olan kapışması var ki sizi daha da diziye bağlayacak. İzlediyseniz burada, şurada ve orada son sezonu yorumladım. Eğer hala izlemediyseniz şanslısınız çünkü bir sezon için iki yıl beklemediniz, keyfini çıkarın :).

7. Black Mirror (2011-)



2 sezonla bitti derken gelen taleplere kayıtsız kalmayıp 3. sezonu da yayınlayan her bölümü birbirinden bağımsız, farklı yönetmenler tarafından çekilmiş bu bilim kurgu dizisini türü sevmeseniz bile çok seveceğinize eminim. Her bölümüyle ağzınızı açık bırakan yok artık dedirten bir dizi. Size farklı bir bakış açısı kazandırıp distopik bir geleceği önünüze seren bu dizi izlemeye değer.

8. The Night Manager (2016)



İki İngiliz beyinin; Hugh Laurie ve Tom Hiddleston, köstebek tarzı bir filmde izlemeyi istiyor, ajan filmlerine de meraklıysanız bu dizi tam size göre. Altı bölümden oluşan yardım adı altında silah kaçakçılığı yapan bir adamı yakalamak için yakınına atanan bir gece müdürünün nasıl ajana dönüştüğünü izliyoruz. Senaryosu sizi şaşırtmasa da art arda izleyebileceğiniz keyifli bölümleri var ve dizinin küçük bir bölümü de İstanbul'da geçiyor.

9. Dead Set (2008)



BBG evini hatırlamayan yoktur herhalde, Öykü Serter'in sunumuyla hayatımızı bir girdi ve senelerce kaç sezon yapıldı. Yarışmacılar dışarıdan kameraların önünde yaşamaya devam ettiler. Onlar içerideyken dışarıdan nasıl göründüklerini düşünürken hiçbir sezonda dünyamız zombi istilasına maruz kalmamıştı. İngiltere'de yayınlanan BBG evinde (BigBrotherHouse) büyük elemede yapımcısının hiç istemediği bir şey olur ve yayın saatleri yerine ana haber bülteni girme ihtimali haberi gelir. Haberi kaynağı ya da nedeni sorgulanmazken ne olduğunu anlamadan stüdyoda virüsün yayılmasıyla işle evde de biraz değişecektir. Bu tarz programlara hafiften dokundurup eğlendirirken zombi saldırılarıyla ve trajik dönüşümlerle 45 dakikalık üç bölümle yerinizden kalkamayacaksınız.

10. Dekalog (1989-1990)



En güzelini sona sakladım çünkü ünlü yönetmen Krzysztof Kieslowski'nin bu on bölümlük dizisi şahane. Filmlerini de eminim izlemişsinizdir ya da duymuşsunuzdur. Sinemayla ilgili olanlar için filmleri ders niteliğinde. Bu her bölümü 10 emri işleyen serisi zamansız. Sizi etkileyen hikayeler ve düşünmenizi tetikleyen sorularla dolu. Her bölümü ayrı bir sanat filmi olan bu diziyi özellikle sinema severler es geçmesin :).

10 dizilik önerimizin sonuna geldik, diziler süreyi kısaltıp kaliteyi arttırdıkça bu seri de devam edecektir :). Alınan tepkiler güzel olmuş ki mini diziler 2017'de de bu yükselişine devam edecek gibi. Ben bu durumdan gayet memnunum. Bu yükselişten çokça güzel şeyler izleyeceğiz gibi :).

Bu mini dizi önerilerinden izledikleriniz var mı? Hangilerini gözünüze kestirdiniz? Yorumlarınızı bekliyorum :).

Küçük bir hatırlatma; sağ taraftan anketime katılabilirsiniz :).
Devamını Oku »

26 Mayıs 2017 Cuma

Cannes Film Festivali 2017

Daha şuradaki Ankara, İstanbul Film festivallerine gidemezken, gitsem bile bilet bulamazken Cannes'a gitmek hayal gibi ama bir gün gerçek olabilecek bir hayal çünkü "why not" (neden olmasın) :). Bu seneki yarışma filmlerinden ilgimi çekenleri aşağıda listeleyeceğim. Festivalin jürisini sevdiğimiz isimler oluştururken başkanlığı da canımız Pedro Almodovar üstlenmiş.



Festivalde ilk dikkatimi çeken filmler bunlar ama yorumlara bakarım yine ilgimi çeken gözden kaçırdığım olursa diye. Zaten bazı filmlerin tam fragmanı ya da açıklaması yok, oldukça liste uzayacaktır. Şimdilik seçtiklerim bunlar, bakalım hangileri mutluluk hangileri hüsranla sonuçlanacak :)



Aus Dem Nichts - Fatih Akın 

Diana Kruger'in başrolü oynadığı bu film tahmin edilebilir gibi görünse de etkileyici sahneler vardı fragmanda. Fatih Akın ve Kruger'in hatırına izlerim. Bakalım uzun zamandır bizi çok da şaşırtmayan Akın'ın bu filmi izledikten sonra mutlulukla mı yoksa hüsranla mı sonlanacak :).

The Meyerowitz Stories - Noah Baumbach

Baumbach severim blogda da yazdım birçok kez filmlerini. "Francis Ha" en sevdiğim filmi. Filmin oyuncuları sevdiğim güzel isimler. Bakalım yönetmen bizi mutlu mu edecek bu güzel kadroyla yoksa ah be mi dedirtecek, merak ediyorum. 

Okja - Bong Joon Ho 

Konusuyla ilgimi çeken bir film. Bir de oyuncu kadrosu var ki ben deyim Tilda Swinton, Paul Dano; siz deyin Jake Gyllenhaal, Giancarlo Esposito. Macera ve hareket vadeden bu film, kadrosuyla da göz doldururken bakalım istenileni verecek mi? 

The Beguiled - Sophia Coppola

Yönetmeni severim, bu filmde de gözde oyuncularından Kirsten Dunst, güzel oyuncu Nicole Kidman, gümbür gümbür gelen yeni nesilden Elle Fanning ve İrlanda'nın bıçkın delikanlısı Colin Farrell ile kadro hayallerimizi süslerken bakalım ortaya nasıl bir iş çıkmış. 1971 yapımı aynı adlı filmin yeniden çevrimi. Etkileyici de bir fragmanı var biraz tırstım, tırsmadım değil :). Yine de merak ettiklerimden :).

Happy End - Michael Haneke

Resmen son zamanlarda altın çağını yaşayan, her oynadığı filmde övgüyle söz edilen Isabelle Huppert Haneke'nin son filminde de boy göstererek ikili olarak beklentileri arşa çıkartıyorlar. Yine tırsa tırsa beklediğim bir film. Acun bey büyük hissediyorum.



Wonderstruck - Todd Haynes

En son "Carol" ile adından sıkça söz ettiren (bence biraz fazla abartıldı güzel ama abartıldı) yönetmenin son filmini ve neler yaptığını merak ediyorum :).

Le Redoutable - Michel Hazanavicius 

İşte en çok merak ettiğim filmlerden biri. Cannes'dan da birçok kez eli boş dönmeyen isimlerden Jean Luc Godard'ın Anne Wiazemsky ile olan ilişkisini konu alan ve Wiazemsky'nin kitabından uyarlanan bu filmi tabi ki Jean Luc Godard'ı sevdiğimden merak ediyorum. Kendisine filmdeki makyajıyla benzettiğim ve sevdiğim Louis Garrel'ı bu filmde izlemeyi de.


The Killing of a Sacred Deer - Yorgos Lanthimos

"The Lobster" ile kalbimizin en nadide köşesinde yer alan Yunan yönetmen Lanthimos'un son filmi yine en merak ettiklerimden. Yanlış hatırlamıyorsam The Lobster'da ilk sahnede bir kadın geyik öldürüyordu. Yönetmenin bu filminin adının bu olması da tesadüf değildir herhalde :). Oyuncular "The Beguiled"'de de beraber oynayan Nicole Kidman ve Colin Farrell var. Farrell "The Lobster"'da da başroldeydi hatırlatalım. En çok "Clueless" ve Aerosmith'in "Crazy" klibiyle aklımızda kalan Alicia Silverstone'un da neler yapacağını merakla bekliyorum. 

A Gentle Creature - Sergei Loznitsa

Konusu ilgimi çekti, gizem türünde. Yönetmen "Sislerin İçinde" filmiyle daha önce ödülle dönmüş Cannes'dan. Daha önce yönetmenin hiçbir filmin izlemedim fakat bu neden ilk olmasın :).



Jupiter's Moon - Kornel Mundruczo

Yönetmenin "White God" filmi Cannes'dan ve Antalya Altın Portakal film festivalinden ödülle dönmüş. Macaristan yapımı bu filmin konusu ve adı ilgimi çekti bakalım neler çıkacak :).

L'amant Double - François Ozon

Aslında yönetmeni hiç izlemedim ve merak ediyorum. İlk bu filmini mi izlemeliyim emin değilim ama bir yerden başlamak gerek :). Önerilerinizi alırım :).

The Square - Ruben Östlund

Sanırım listeme eklemek ve filmleri izlemek istemem için içinde komedi kelimesi geçmesi yetiyor. Çok ağır dram kaldıramıyorum. İzliyorum yine de izlenmesi gerekenleri, beğeniyorum da ama her zaman ruh hali kaldırmıyor insanın, en azından benim. Bu film hakkında iyi yorum okudum, komedisi de varmış daha ne olsun :).

Until the Birds Return - Karim Moussaoui

Yorumların birinde merak uyandırıcı bir film olduğundan bahsediliyordu. Bir de dans sahnesi paylaşılmış afişte resmi olan. Bakalım ileride daha uzun bir fragmanı paylaşılırsa daha çok mu izlemek isterim, vazgeçer miyim göreceğiz :).

Wind River - Taylor Sheridon 

Polisiye, suç, gizem türünde. Güzel bir seyirlik olabilir. Elizabeth Olsen'ı da severim zaten, bakalım nasıl bir film :).



Patti Cake$ - Geremy Jasper

Fragmanı hoşuma gitti :). Rapçi olmak isteyen bir kadının hikayesi. Müzikli falan filan, dram yazıyor ama eğlendirir gibi de :).

Ava - Lea Mysius

Görme yetisini yakında kaybedecek olan genç bir kızın bu süreci anlatılıyor. Fragmanı ve konusu güzel gibi bakalım nasıl olacak :)

Oh Lucy - Atsuko Hirayanagi

Bu filmin kısasını Gezici Film Festivali'nde izleyip çok beğenmiştim. Hatta keşke uzun olsa demiştim, olmuş meğersem :). Bir yerde okudum, "Hello My Name is Doris"'in Japon versiyonu diye :). Onlar öyle desin önemli değil ben izlediğimde sevdim kısasını, çıktığı zamanda izleyeceğim. Komikti ve ben uzakdoğu filmlerini de severim zaten. Güzel bir uzun versiyon bekliyorum :).

Tehran Taboo - Ali Soozandeh

Adı ilgi çekici, animasyon olması ilgi çekici.çizimleri güzel duruyor, İran'ın underground yaşamını animasyon olarak anlatıyor gibi.  Merak ettim, bakalım nasıl?



Posoki - Stephan Komandarev 

Yönler diye çevrilmiş İngilizce'ye, altı farklı taksi şoförünün ortak kaderlerine doğru yol aldıklarını söylüyor fragmanda. Bence yeterince ilgi çekici, sıradaki :).

Before We Vanish - Kiyoshi Kurosawa

Akira Kurosawa ile akraba değilmiş, baktım :). Bilim kurgu dram türünde, şimdilik puanları düşük ama ben bir şans vereceğim :).

They - Anahita Ghazvinizadeh

Cannes'ın 2010 yılında eklenen bölümü Queer Palm'a aday olan bu filme bir şans vermek istiyorum.

How to Talk to Girls at Parties - John Cameron Mitchell

Listemizin ve doğal olarak Cannes'ın vazgeçilmezi olmaya aday Nicole Kidman - Colin Farrell - Elle Fanning üçlüsünden Fanning ve Kidman ikilisinin oynadığı bu filmde punk, müzik, dans, uzaylılar ve bol acayiplik göreceğiz gibi, valla heyecanlandık :). Isabelle Huppert'ın altın çağı dedik ama Kidman'da geride kalmıyor maşallah, dizisi filmleri derken bu aralar çokça görmeye başladık :). Bir Farrell- Fanning ikilisi eksik kalmış bu üçlüden festivalde :). 

Marlina the Murderer in Four Acts - Mauly Surya

Adı ilgimi çekti, suç filmi. Fragmanı fena, yine de merak ettim. Yorumlara göre yine bakarız :).


Şimdilik ilgimi çeken filmler bunlar, yorumlara ve ödüllere göre bir daha göz atar, eklerim çıkarırım zaman gösterecek. Bir de ben belgesel izlemeyi pek sevmem o filmleri yorumlara göre seçerim seçmem ya da konusu falan ilgimi çekerse bakarım, bu yüzden bu listede yarışan belgeseller yok. Keşke Sundance için de bu tarz bir liste yapsaydım, izleme haritası çıkardı ama bir dahakine artık :).

Sizin merak ettiğiniz filmler neler, aralarında ilginizi çeken oldu mu? Sizce hangileri ödül alır? Yorumlarınızı bekliyorum :). Sanatla kalın <3.
Devamını Oku »

La Tortue Rouge (The Red Turtle) - Michael Dudok de Wit (2016)

Kırmızı Kaplumbağa - Michael Dudok de Wit (2016)



Geçtiğimiz yılın ödüle en çok aday olan ve hatırı sayılır miktarını kazanan "Kırmızı Kaplumbağa" sizi 1 saat 20 dakikalığına gerçek dünyadan alıp animasyonun güzel renk ve çizimlerine götürüyor.



Geçirdiği bir kaza sonucunda ıssız bir adada mahsur kalan baş kahramanımız adadan gitmek için sal yaparak kurtulmaya çalışır ama her seferinde sal yıkılır.



Yıkılan sallara inat bir daha bir daha yapıp tekrar adadan kurtulmaya çalışan kahramanımızın kasıtlı engellenen bu gidişinin bir nedeni vardır.


Tabi bu arada muzip yengeçler, sesleriyle filme katkı sağlayan martılar, avlanan balıklar ve zamanı gelince giyecek olarak işlev gören foklar da filme katkı sağlar.



Filmin en başında tüm ana renkler ve beyaz, siyah, gri vardır lakin biri dışında; kırmızı. Gök ve deniz mavi; kumlar kahve sarı; adamın kıyafetleri beyaz; gece ve rüyalar siyah, gri; orman ve çalılar yeşildir. Hepsi de belirgindir işte adamın, adanın ve doğanın eksik bu ana rengi kırmızı bu kaplumbağa ile tamamlanır :).


Filmde diyalog yok, ama buna gerek de yok. Bazen hayvanların bazen ise klasik müziğin desteğiyle bu masal akıp gidiyor.


Doğanın her halini; büyüklüğünü, acımasızlığını ya da bağışlayıcı yanını, insan - doğa çatışmasıyla beraber gördüğümüz bir film "Kırmızı Kaplumbağa". Animasyon bile olsa doğanın güzelliklerini ve renklerini fantastik ögelerle gösterdiği için bile izlenir. Küçük büyük herkese hitap eden bu masalsı "Kırmızı Kaplumbağa" filmini izlemenizi şiddetle öneriyorum. Pişman olmayacaksınız :).

Görsellerin hepsi imdb'den alınmıştır. 
Devamını Oku »

25 Mayıs 2017 Perşembe

Atıştırmalık #17 (Bir Android Parodisi - P-Android Paranoid)

Blade Runner - Ridley Scott (1982) - Bıçak Sırtı


Ayyy çok sıkıldım. Uzun zaman sonra film izleyeyim dedim, kitabını okudum filmine bakayım dedim bakmaz olaydım. Kitapla filmi karşılaştırmıyorum bile, filmi kendi içinde değerlendirip şöyle özet geçeyim. Bir baş kahramanımız var, dünyayı androidlerden koruyor ama çok da havalı hani ben mesleğe geri dönmem ayaklarında özgürüm ben diye takılıyor sonra şefi ikna ediyor sana ihtiyacımız var, sen keskin nişancısın (blade runnersın) kendine gel diyor kabul ediyor ve başlıyor android avına. Böyle karışık kuruşuk oradan oraya geziyor buluyor imha ediyor derken, bir androide de aşık olmayı ihmal etmiyor. Android bunun için başka android öldürüyor falan bildiğiniz gibi değil büyük aşk :). Sonra ev androidiyle mutlu dışarıdaki kötü androidlere karşı savaşan polisimiz baya badireler atlatıyor işte. O arada onlar kaçıyor, yaratıcılarını bulup "sohbet ediyorlar" sonra işte kötü emellerine alet ediyorlar iyi insanları derken meğersem onların ikisi de birbirini seviyormuş bak sen androide. İnsan olmuş da aşık da olur, sevdiğinin ardından ağlarmış. Bu nexus 6 (android son sürümü) bir harika dostum. Sen duygu testi yap insan çıkmasın ama sevdiğinin ardından gözyaşı döksün. Başlarım öyle teste ben, sen koy en sevdiğini karşısına bak nasıl insanlık yapıyor. O zaman anlıyor musun aradaki farkı, koy koy ama yok o teste göre insan çıkmalı ki ilk testten sonra önemi kalmıyor zaten filmde de. İmha etmek için dayandıkları testi de öyle başta tanıtım amaçlı gösteriyor. Sonrası keskin nişancı süper kahramanımız gözlerinden tanıyor androidleri, test falan hikaye insanlık öğretiyor resmen. Öğretemezse vay haline. Zaten bu androidler çok zeki, anlayan anlıyor bak ev androidine.

Bir de sonu var ki bak anlatayım nasıl tanıdık gelecek sene 1982 hala Hollywood aynı, değişiklik olmamış o zamandan bu zamana. Zamanda ileriye gitmişler ama polis süper kahraman hikayesinin ötesine geçememiş. Zaten şu anda da ileri gittiği söylenemez pek. Neyse olay mahaline tekrar dönelim. Şimdi gece, böyle açık alan alengirli yerler yani ben deyim kule sen de binanın 464854854. katı. Öyle yüksek. İyi adam nasıl olduysa bir anda kurban oldu, ava giderken avlandı avlanacak nedense yine de en zor yerlere gidiyor. Yani o öldürmese kendi kendini öldürecek, tutana aşk olsun. Büyük adam o insan o akıllı olsun herkes, o öldürülmez ölür; seçilmez seçer; kovulmaz istifa eder öyle biri o sipirmin o. Yalnız hava şartları da tabi ki bol sulu, yağmurlu zemin kaygan yani. Gerekli ortam yavaştan hazırlanıyor. Kötü adam bu sefer iyiyi kovalıyor onu tekrar hatırlatalım o önemli ama bir farkla. O nasıl bir yiğittir ki resmen varlığıyla insanlık dağıtıyor kahramanımız, en azılı androidi bile insana çeviriyor. Nedenini ve nasılını anlayamadığım niyesini sorgulamadığım göğsü bağrı açık haldır huldur çorap, ayakkabı ve boxer üçlüsüyle uluyarak peşine düşen kötü android nasıl oluyorsa afili sözlerle insanlık dersi veriyor bu kahramanımıza bir de hayatını kurtarıyor. Hey yavrum hey siz bilmezsiniz o ne insandır o onu bir gören andriodliğini unutur en insandan daha insan olur anlamazsınız. İşte öyle bir kahraman bu Decker ama ismin önemi yok zaten, sen de süpermen ben diyeyim spaydırmen (sevdiğim nadir herolardandır not düşeyim) öyle yani. Özel gücü ne derseniz kaç satırdır ne anlatıyorum insanlık insanlık insanmen o insan! Çevresine öyle bir insanlık yayıyor ki 100 metre insanlık 50 metreden yakını direkt insan oluyor. Engel olamıyor artık hangi androide denk gelirse. İyi adam iyilik saçıyor. İşte sonunda da kötü android bunu çok güzel kurtardıktan sonra afili sözlerle ebediyete kavuşuyor, bir süre önce yaratıcısını ve masum bir adamı acımadan öldüren adam insanmene gelince dalgalanıp duruluyor, dedik ya adam insanlık saçıyor sen yaklaştıkça insanlığı da aşıp daha üst mertebelere yükseliyorsun, iyilik saçıyorsun. Artık kötü olmayan eski kötü androidimiz de böyle gitti androidlerin güzel dünyasına. İyilikle. İşte sonunda da zaten ev androidiyle uzak diyarlara iyilikler ülkesi, androidlerin insan insanların androidlik dersi verdiği güzel diyarlara doğru yol alıyorlar. Ne diyelim onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine. Biri insanmen diğeri ev androidi olunca (kendisinin 4 yıl gibi sınırlı süresi var ama olsun) birbirlerinin açıklarını kapatıp mükemmel bir çift olarak hayatlarını iyilik saçıp androidlerin elektrikli koyun değil insanmen düşlediği diyarlara yol alıp mutlu sona ulaşıyorlar.

Her zaman derim siz karar verin diye de yok ya, izlemeyin bu filmi. Hayır bunca yıllık android izleyicisiyim yok önermiyorum; gidin Bergman olmadı Jarmusch biraz da Burton falan izleyin. Daha güzel android, yapay zeka filmleri var onları izleyin. Bir de kitap okuyun, kitabı daha güzel :). Bu da böyle bir yayın oldu, geldi durduramadım ama eğlendim de. Biraz saçmaladım, abarttım lakin eğlendim. İnsanmen değilsek de bir parodimen olma yolunda ilerleriz belki kimbilir. Hayır çevremizde şöyle insanmenler vardı da biz mi olamadık? Yoktu olsaydı şöyle bize de verseydi biraz, artık olduğu kadar. P- androidlik ile idare edeceğim bir süre olmadı paranoidlik ne güne duruyor :). İnsanlıkla kalın :).


Radiohead - Paranoid Android

Devamını Oku »

22 Mayıs 2017 Pazartesi

Atıştırmalık #16 (Ortalama Film ve Kitaplar)

Anarşist Bir Film Teorisi - Nathan Jun




Kitap değil makale desek daha doğru olur. Üç bölümden oluşan küçücük bir kitap, fotoğrafa aldanmayın :). Şuradan okuyabilirsiniz, fuardan aldım. Son bölüm hariç pek beğenmedim, hatta son bölümü de pek beğendiğim söylenemez, fena değildi. Yüzeysel geldi bana. Öyle yani :).

One, Two, Three - Billy Wilder




Yine ne sevip ne sevmediğim bir film. Başrol oyuncusu harikaydı onu belirteyim de bir baştan. Genel anlamda güldüm mü evet çok mu hayır. benim için ortalarda, vasat diyebileceğim bir film. Sunset Bulvarı'ndan beri pek barışamadık yönetmenle bir de Some Like It Hot'ı severim onu şuradan okuyabilirsiniz. Garsoniyer'e de çok gülmedim buna da ama bu Garsoniyer'den bir tık daha komik olabilir. Yine de ne izleyin derim ne de izlemeyin :). Müziği çok güzeldi bir de :).

Birinci Kötü Adam - Miranda July




Goodreads'te 3 verdim ama tam üç buçuk olduğundan dörde elimin gitmediğinden :). Miranda July'nin filmlerini severim o yüzden kitabını da okumak istedim bence çok özel bir kadın. Eksantrik filmlerini tanımlamak için güzel bir kelime bence, kitabı da öyleydi. Bu kitapla Lena Dunham'ın kitabıyla internet alışverişimde beraber aldım ve sonradan fark ettim ki ikisi yakın arkadaş ve birbirlerinin kitapları hakkında yorum yapmışlar. Bir eyvah dedim eğer Dunham'ın kitabı gibiyse diye ama türleri bile farklı zaten. Ki Miranda July geçmişim var ve sevdiğim bir isim. Kitap da akıcı ve güzeldi. Lakin bazı yerler çok eksik, kesik kesikti. Başta o eksantriklik daha çok hissedilse sonradan kayboldu ve sonunda hiç tahmin edemediğim bir yere gitti kitap. Yine de kendini okutturdu hem de merakla. Bu kitapta ortalamanın bir üstü. July'nin diğer kitapları da umarım orijinal kapakla basılır buradan fuarlarda indirim yapmayan Everest'e sesleneyim :).

Genel anlamda vasat şeyler okuyup izlemişim bu yayında. Güzelleri sonraya sakladım, sırasıyla gelecek :). Siz neler atıştırıyorsunuz bu aralar? Bu kitapları okunuz mu, filmi izlediniz mi? Yorumlarınızı merakla bekliyorum :). Sanatla kalın <3.
Devamını Oku »

11 Mayıs 2017 Perşembe

Atıştırmalık #15 (3 Film)

Bir şey diyeceğim nisanda o kadar film izlememiş o kadar izlememişim ki, bu ay açığı kapatayım dedim ama zor yetişirim çünkü o kadar izlememişim yani. En azından bir iki dizi bitirdim bu da bir şey. Yine son zamanlarda izlediğim filmlerden kısaca derledim, bakalım siz hangilerini izlediniz? :).

Silence - Martin Scorsese (2016)




Ayy ne reklamı yapıldı ne, ben de dedim eksik kalmayayım, izleyeyim denk gelirsem hala izlemedim demem diye :). Yani sondaki bir diyalog hariç benim ilgimi çeken bir film olmadı. Tarihi filmleri sevmem zaten genelde bu filmi de sevdim diyemem. Yine de hristiyanlık, yahudilik, müslümanlık, budizm ya da başka bir din fark etmez; herkesin özgürce inancını istediği gibi yaşayabildiği bir yer istiyorum. Sanane ondan bundan herkes kendine baksın. Bu filmdeki işkenceler; fiziksel ve psikolojik gerçekten çok zor.

Rear Window - Alfred Hitchcock (1954)




Valla bu adamı seviyorum, çok iyi :). Canım Hitchcock seyretmek istiyor arada mesela bazen Godard izleyesim gelir onun gibi. Neyse ki ikisinin de bolca filmi var :). Bu filmde de bacağı kırılan baş karakterimizin sıkıntısını gidermek için internette dolaşıp netflixten dizi izleyemeyince tiyatroya taş çıkartan komşularının hayatlarını arka pencereden izler ve şüpheli bir durumla karşılaşır. Zaman zaman sevgilisi, hemşiresi ve dedektif arkadaşından yardım alarak bu şüpheli durumu çözmeye çalışır. Yine gerilim ve komedinin dozu beni kendine hayran bıraktı. Yine iyi bir çocuk olursanız yönetmeni bu filmde de görebilirsiniz :). Söylemeden edemeyeceğim Grace Kelly'nin zarafeti, güzelliği ve moda anlayışı gerçekten müthişti :).

The Man From Earth - Richard Schenkman (2007)




Coherence'ı izlediniz mi bilmiyorum ama o tarz bir film. Bence Coherence bu filmden daha iyiydi gerçi ama bu da güzel. Böyle birkaç akademisyen, arkadaşlarının aniden işini bırakmasını merak ederken gitmeden bir veda kutlaması yapmak isterler ama arkadaşlarının gidiş nedeni onları başka dönemlere götürecek, birçok konuyu konuşacak ve sorgulatacak, geçmişten merak ettikleri soruları sorup beyin fırtınası yapacaklar. Oturduğun yerden bilim kurguyu çok yaratıcı buluyorum ve bu zaman kavramı resmen kafamızda, hiçbir alet edevata gerek yok, bir buçuk saatliğine her şeyin mümkünatına inanıp sohbet edebiliyorsunuz işte. Daha inandırıcı olabilirdi bence, yine de gerçekten ilgili akademisyenlerle bilim kurgu yazsak nasıl olurdu diye düşünce aşamasını yazsan ve filme alsan böyle olurdu herhalde ama güzel, izleyin yani :)

Devamını Oku »

9 Mayıs 2017 Salı

Öneri Makinesi'ne Önerdiler #3 (Feud)



Son zamanlarda izlediğim en iyi yapımlardan biri. Gerçekten birçok yönden incenilesi, güldüren, ağlatan ve idol olarak gördüğümüz ya da star yakıştırması yaptığımız insanların Hollywood'daki "şaşalı" yaşamına olan bu yaklaşım ve fikir gerçekten çok güzel. Çok iyi bir iş çıkmış.

Konusu, oyunculuğu şusu busu onlara geleceğim de Hollywood'u bir kez daha neden sevmediğimi görmemi de sağladı. Kullan-at politikası, en güzel, genç dönemlerinde zirveye oynatıp, star muamelesi yapıp işi bitince yüzüne bakmayan, iyi işten çok önce ceplerini doldurma isteği, ne tutarsa ona yapalım, kim oynar nasıl seçilir umurlarında olmayan, tek ama tek derdi para olan ve bu uğurda birçok yönetmeni, oyuncuyu harcayan sektörün ve yapım şirketlerinin ufakta olsa bir yüzünü gösterdiği için;
kadının sinemadaki oyuncu olarak ve yönetmen ol(amay)arak değerini gösterdiği için;
erkek egemen bu sektörde ciddiye alınmak için bir yere sahip olup hayallerini (bunların çoğu içi boş Amerikan Rüyası olsa bile) gerçekleştirmek isteyen kadınların çektiği zorlukları gösterdiği için;
medyanın da bu işlere nasıl da çanak tuttuğunu gösterdiği için;
Bir de bunların hiçbiri yetmez gibi, bu kadar kurum ve insanla cebelleşmek az buz işmiş gibi arkadaş veya birbirine destek olup seni en iyi anlayabilecek zor yollardan senin gibi geçmiş bu ikiyüzlü sektörde bir yere gelebilmiş bir başka hemcinsinle düşman olmak zorunda olmak zorunda bırakıldığını, beraber güçlü olursunuz diye böl ve fethet politikası uyguladığı için;
tüm bunlara rağmen yine de sürekli rakip olarak gösterilip kendinin yetersiz hissedilmesini gösterdiği için bile bu diziyi izlemelisiniz!

Peki o zamanlar öyle şimdi farklı mı? Bence değil, kaç tane gençliğini geride bırakmış başrol görüyoruz belirli isimler dışında ya da kaç tane bildiğiniz Oscar alan hatta aday olan kadın yönetmen var? Hollywood bence hala bu düzende ve belki de bu yüzden bu dizi bu kadar etkili.


Çok güzel bir ilk bölümle giriş yaptı. Ben zaten bu tarz filmleri severim Entourage'yi de çok severdim mesela :). Joan Crawford gerçekten çok benzemiş ama Susan Sarandon Susan Sarandon işte çok şahsına münhasır, ses benzetmesi iyi ama Bette Davis'i göremedim ona bakarken. Gözleri ve küçük nüansları dışında Davis'i görmekte zorlansam da çok iyiydi. Lakin Joan Crawford rolünü oynayan Jessica Lange için aynı şeyi söyleyemeyeceğim Joan'dan daha yapılı ve küçük gözlere sahip olmasına rağmen ilk andan o rolü oynadığı belliydi, çok iyi seçim. Öyle başarılıydı ki bence Sarandon'ın önüne geçti, Whatever happened to baby jane'de oyunculuğu ile öne çıkan Davis olsa da dizide Crawford başroldeydi. Daha çok empati kurabildim ve onu anladım hatta onun için o kadar üzüldüm ki, Sarandon biraz sönük kaldı ama onun karakteri de anlatılıp geçilmemiş, derinine Joan kadar inmesek de güzel anlatılmış. Aralarındaki bu kin veya düşmanlık ne derseniz deyin anlatılırken Joan hep ön plandaydı bana göre. Sanırım Bette yeteneği, Joan ise tırnaklarıyla kazıyarak bu yerlere gelebildi. Bette kadar yetenekli değildi belki ama çok çalışkan bir oyuncu olduğunu bu filmden çıkardım.

Bu iki kadının arasındaki anlaşmazlığı anlatıyor dizi. Ve kariyerlerinin son dönemlerine geldiklerinde nasıl birbirlerine ihtiyaçları olduğunu yine de eskiden gelen rekabet ve çevrenin (medya, yönetmen, yapım şirketleri) de nasıl bu anlaşmazlıktan beslendiğini ama sonunda iki iyi arkadaş olabilecekken nasıl birbirlerinin en büyük düşmanı olduğu işlenmiş. Şunu belki hissetseler de kabul etmiyorlar ama onlar arkadaş olabilirlerdi ve beraber bu sektörde daha güçlü ve başarılı olabilecekken farklı yönlere kayan belki de kaydırılan hayatları görüyoruz.

Source:http://starsandletters.blogspot.com.tr/

Bu iki karakteri, star olarak, kaprisleriyle, en zayıf anlarıyla, profesyonel halleriyle, anne olarak, rakip olarak, kıskançlıklarıyla, zaaflarıyla, yaşlılıklarını, yalnızlıklarını, acılarını, sevinçlerini, hayal kırıklıklarını, zirvedeki hallerinden en dipteki hallerine kısaca her şekilde ele alınan bu karakterleri çok seveceksiniz. Yan rollerde; Mamacita(en çok onu sevdim herhalde), Jackie Hoffman; Warner'ı oynayan Stanley Tucci (en çok güldüklerimden, müthiş bir performans); Robert Aldrich'i oynayan Alfred Molina; keşke daha çok iyi yapımda görseydik, görsek dediğim Catherine Zeta Jones; Judy Davis ve adını yazmadığım birçok isimle harika bir iş çıkmış. Susan Sarandon çok iyi ama Jessica Lange parlamış.

Muzaffer haklıymışsın izle diyerek milleti darlamakta :). Diziyi daha önce izledim ama bir şey eksik kalmasın diye beklettim aklıma gelir sonra diye :). Yine de gelirse güncellerim :).

Söyleyecek çok şey var, söylenecek çok şey yok; Feud izleyin!!!

Dipnot: Görsellerin hepsi Google görsellerden alınmıştır.
Devamını Oku »

5 Mayıs 2017 Cuma

Öneri Makinesi'ne Önerdiler #2 (13 Reasons Why + What Ever Happened to Baby Jane?)

Merhabalar yine sizin önerilerinizden ikisini izledim, ikisi de şu aralar çok popüler :). Bu arada 30 Şarkı Meydan Okumasına davetlisiniz, yarın başlıyoruz ona da aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz :).

http://onerimakinesi.blogspot.com.tr/2017/05/sevgili-gulluk-32-30-sarki-meydan-okumasi.html

13 REASONS WHY





"Bir kızın aklında ya da kalbinde ne olduğunu bilmiyoruz. Bunu neden yaptığını bilmenin hiçbir yolu yok"

İşte bu cümle dizinin son bölümünde söylenen bir söz ve bence dizinin asıl fikri. Bu sözü duyduğum an ampül yandı ve aklıma "Virgin Suicides" filmi geldi. Ne tesadüftür ki ikisi de kitaptan uyarlama :). İntihar eden beş kız kardeş. Aklından geçenleri asla bilmeyen insanlar, aileler ve ölen beş genç kız. Orada da komşu çocuk bu tarz bir şey söylüyordu, onların aklından geçenleri ve nedeni asla bilinmeyen beş genç kızın intiharı. İşte bu dizi (ve kitap) belki de bilebiliriz ve nedenleri vardır diyor. İşte bu kitap ve dizi iddia ediyorum bu fikirden ve filmden veya kitaptan yola çıktı ve bize en az 13 neden verdi.

Dizinin genel fikrini sevdim, böyle bir yol izlemesini de. Sırf meraktan diziye başladığınız gün benim gibi tek oturuşta 7 - 8 bölüm izleyebilirsiniz. Bir süre sonra artık anlaşılıyor ve siz de Clay Jensen'dan önce dinleyenler gibi bir çırpıda nedenleri ve sorumluları merak edebilirsiniz. Clay Jensen'ın tarzı kasedi dinleyip sorumlusunun hesabını sormak, neden hepsini dinleyip harekete geçmedi? Bu durum benim için inandırıcılığını bir süre sonra yitirdi. Hikayeyi yine aynı şekilde anlatabilirdi, sadece kasetleri her bölüm için bir tane değil sadece bize dinletirken, geriye dönüşlerle ve diğer tekniklerle. En azından bir süre sonra. Diziyi genel olarak sevdim ama daha iyi olabilirdi. Birçok hikaye iç içe ve izlemesi hiç de kolay bir dizi değil söyleyeyim. Sonunu sevdim, birçok noktayı açık bırakmışlar ama Troy'un dediği gibi "We'll see" :). İkinci sezonu yapacaklar gibi de ama bence yapmasınlar, gereksiz uzar eğer öyle bir planları varsa. Yine yaparlarsa meraktan bakarım :).

Kostüm seçimlerine bayıldım; özellikle Jessica, Alex, Skye, Sheri stillerini en sevdiklerim oldu. Her karakterin belli bir tarzı var ve onun dışına çıkmıyor. Biraz tek tip olmuş ama çok riske girilmemiş seçilen kıyafetlerin renk ve desen gibi farklılıklarına gidilmiş ama yine de güzeldi.

Müziklerine gelirsek tek kelimeyle öneren arkadaşımın dediği gibi müthiş. Klasiklerden, modern klasiklere, az bilinen çok sevilenler derken birçok yeni isim de keşfettim. Her bölüm en az bir şarkıyla ayrıldım. Özellikle ilk bölümde Joy Division'ın en sevdiğim efsane şarkısı "Love Will Tear Us Apart" ve finalde çalan Angel Olsen'ın en sevdiğim şarkılarından "Windows"'un çalması beni çok mutlu etti. Yerinde ve güzel kullanılan bir müzik vardı, seçene koyana tebrikler, alkışlar. Zevkine sağlık. Bir de izleyenler anlayacak Monet's der susarım <3.

Başrol oyuncusunu hiç sevmedim, oyunculuğunu yapmacık ve özenti buldum ama 13 bölüm idare ettim :). Hannah'ya gelirsek onu Kat Dennings'e çok benzettim bence bağımsız filmlerin yeni prensesi o olabilir :). Bir de yakışıklı Justin Foley var ona her baktığımda aklıma James Franco geldi :), Franco'nun renkli gözlüsü diyebilirim :). Kendisini başarılı rollerde görmek isteriz, yetenekli, doğal bir oyunculuğu var. Genel olarak oyuncu seçimini de beğendim, 30'lu yaşlarında liseli yapılmaya çalışanlar gibi değiller, yaş ortalamasına da baktım oyuncuların 20'lerin başında gençler ve genel olarak kimse liseli değil gibi değildi. Dizide belki de bundan dolayı çok sevdiğim karakterler oldu, empati kurabildim en azından bir kısmıyla. Eklemeden geçemeyeceğim nedense ben de daha önce izlemişim etkisi bırakan bir dizi oldu en başlarda özellikle, daha önce bir tarz bir şey yapıldı mı, bilen var mı merak ediyorum.

Bir de bir daha dünyaya gelirsem bu hayatlarımdan birini Amerika'da liseli olarak geçirmek istiyorum. Ne bereketli topraklardır ki insanlar yazıyor da yazıyor, oynuyor da oynuyor. Bir tecrübe etmek lazım :):):).

Bu diziyi birçok kez reklamını gördüm ama asıl izlememe sebep olan esseve rin' e çok teşekkür ediyorum, önerilerinin devamını bekliyorum :).

What Ever Happened to Baby Jane? - Robert Aldrich (1962)




Şu aralar en çok denk geldiğim dizilerden biri olan Feud'un kaynağı bu filmi ben de merak ediyordum çünkü Feud'u izleyen herkes övüyor. Bana da bu diziyi ama öncesinde bu filmi izlememi öneren Muzaffer'e teşekkür ediyorum, filmi izledim, sıra dizi de :).

Film çok güzeldi, her ne kadar Blanche karakterinin aşırı gereksiz soğukkanlılığına sinir olsam da sonunda nedeni de çıktı, film güzeldi. Bette Davis'e özellikle ba-yıl-dım. Müthiş bir oyuncu. Yalnız benim kafamı karıştıran tarihler oldu, dün dedi sonra baya gün atladı sanki bir günü anlatıp şimdiye gelecek gibi ama bir değişikti belki benim izlediğim yerden kaynaklı bilmiyorum.

Filmde çocukken tiyatro oyunculuğuyla ünlenen Jane Hudson'ın şöhretini büyüyünce ablasına kaptırmasıyla; iki kız kardeş arasında kıskançlık ve rekabet ön plana çıkar. Çocukluk, gençlik ve yaşlılık hallerinden ilk ikisinden önemli notları aldıktan sonra olgunluk çağındaki bu iki kız kardeşten ünlü ablanın trafik kazası sonucu tekerlekli sandalyede olduğunu ve kardeşinin ona baktığını görüyoruz ama kıskançlık, asla bitmemiştir ve soğuk savaş devam eder. Çocuk oyuncunun şöhreti kaybetmesi sonucu bunu atlatamaması ve kendisi tanınmazken ablasının hala akıllarda kalması da işleri kolaylaştırmaz.

Bu filmde iki kız kardeş arasındaki bu ilişki ve psikolojik gerilim güzel yansıtılmış. Dizi de anladığım kadarıyla bu iki kız kardeşi canlandıran oyuncuların yani Bette Davis ve Joan Crawford arasında anlaşmazlığı anlatan bir dizi. İzleyen övüyor en de yakın zamanda izlemeyi umuyorum :). Yönetmenin de diğer filmlerini izlemek isterim. Teşekkürler sinemarquez yine müthiş bir öneri devamını bekliyorum :).
Devamını Oku »

24 Nisan 2017 Pazartesi

Atıştırmalık #14

Kendini Tutan Su - Yalçın Tosun




Yazarın öykülerinin hayranıyım. En sevdiğim yazarlardan bknz. Ben şiirden pek anlamam ama bu kitap ortalamaydı bence. Güzel şiirler de var olmayanlar da. Kişisel bir şey bu şiir olayları da zaten. Ben başka diyarlara dalarım o hiçbir şey anlamaz ki genelde şiirde "o" ben oluyorum :).

Paterson - Jim Jarmusch





Jarmusch film yapar da ben sevmez miyim? Bayılırım bayılır. Çok güzel olmuş, zaten Adam Driver genelde sinir bozucu rollerde oynasa da bir severim bu adamı. Bu rolde de çok iyiydi yine sevdim. Cool ve entellektüel bir duruşu var filmlerinde de genelde o tarz rollerde izledim. Bu sefer de otobüs şoförü ama şiir sevdalısı, teknoloji sevmeyen, kendi halinde bir adam. Şiirlerini okuma şansına hatta okuma ve dinleme şansına film boyunca erişiyoruz. Filmde gördüğümde beni mutlu eden şey, Paterson'ın yolcularından ikisinin Wes Anderson'ın sevdiğimiz filmi Moonrise Kingdom'ın iki başrolünin olmasıydı :)  Çok güzel bir sürprizdi, Bir de ben bu çift kadar sakin bir ikili görmedim :). Sade, sizi sıkmayan güzel bir film. Ben çok sevdim filmi, size de tavsiye ediyorum :).

Bildiğin Kızlardan Değil - Lena Dunham




Bu kitabı merak edip aldım ama neden merak ettim bilmiyorum :). Etmesem de olurmuş, adı ilgi çekici, yazar da aynı şekilde, çizimler de çok güzel ama istediğimi alamadım. Daha derinlikli, mizahi bir kitap bekliyordum ama ikisi de yoktu. Bir de bildiğin kızlardan değil diyor ama ne kadar kitapta bunu destekliyor emin değilim :/. Yine de bir şekilde merakım gitmiş oldu, en azından fikrim var kitap hakkında :).
Devamını Oku »

15 Nisan 2017 Cumartesi

Öneri Makinesi'ne Önerdiler #1 (The Private Lives of Pipa Lee + Big Little Lies)

Merhabalar, nasılsınız? Bugün sizlerin karşısında yeni bir bölümleyim. Bu sene baya yeni seriler başlatıyorum ve devamı da gelecek :). Bu arada eski listelere devam ediyorum; incelemeler, abur cuburlar, atıştırmalıklar ve HP Yazı serisi vb. Bir Yayınevi Beş Yazar/Kitap için de listeler hazırlanıyor :). Hepsi sırasıyla :). Gelelim şimdiki yazımıza. Bugüne kadar hep ben önerdim şimdi sıra sizde :). Sizin önerileriniz benim için çok önemli, siz de yorum yapıp bana önerilerde bulunuyorsunuz ben de bakacağım deyip geçmiyorum. Önerdiklerinizden bir liste çıkardım ve ruh halime göre sizden gelenleri izledim, izliyorum. Şimdi de onları paylaşacağım bu başlık altında. Şimdilik film ve dizi oldu ama müzik ve kitap da zaman zaman olacaktır. Benim için yorumlarınız çok değerli, böyle bir yayınla da tescillensin istedim. İllaki gözümden kaçan olmuştur, şimdiden kusura bakmayın Bu sefer ben değil siz öneriyorsunuz yani :). Özellikle belireyim bloga yorum olarak yapılan önerilerden listem var ve onlar arasından izlediklerimi yazıyorum. Önerilenlerden izlediklerimden ikisini aşağıda yorumladım. Önerenlere benimle fikirlerini paylaştıkları için bir kez daha teşekkür etmek istiyorum, çok değerlisiniz. İyi ki varsınız, lütfen daha çok önerin :).

The Private Lives Of Pippa Lee - Rebecca Miller




Pippa Lee kendini evine ve kocasına adamış bir ev hanımdır. Kendisinden yaşça büyük Herb ile evlidir. Pippa'nın yaşamı sıradan gibi görünse de bu konuma gelene kadar birçok şey yaşamıştır. Yaşamını anlatmaya doğumundan itibaren başlar ve şimdiki hayatına kadar yaşadıklarının kısa bir özetini geçer. Aynı zamanda zaman tabi ki akmaya devam eder ve şimdiki zamanda da özel yaşamını izleriz. Başta daha fantastik bir şey anlatacak gibi dururken sonra normal büyüme evrelerini gösterdi.  Film kötü değil fakat karmaşık. Şöyle ki bence aynı anda birden çok şey anlatmak isteyip üzerine eğilmesi gereken konularda yüzeysel kalmış. Keşke tek bir yolu seçip ondan da biraz alayım şundan da bahsedeyim demeseymiş daha başarılı bir film olacağını düşünüyorum. Bazı konularda yüzeysel değil de daha derin yaklaşsaydı daha güzel olabilirdi yani. Oyuncular hep tanıdık. Yalnız Winona Ryder'ın oynadığı karakter beni baya güldürdü :). Onun sahneleri eğlenceliydi. Keune Reeves gibi bir karizma vardı mesela ama keşke sadece bahsedilip geçilmeseydi o karakter. Az görünmesine rağmen daha öz olsaydı eminim film daha etkileyici olurdu. Müzik ile de desteklenebilirdi bazı sahneler ama cimri davranılmış o konuda. Genel olarak seyirlik bir film. Öneren Momentos'a çok teşekkür ediyorum :).

Big Little Lies




Yorumlarda önerdiniz de önerdiniz, övdünüz de övdünüz ben de tabi ki kayıtsız kalamadım ve hemen izledim. Bu diziyi kolektif olarak önerdiniz :), isim vermem gerekirse Eren izlediğini söyledi, Muzaffer direkt önerdi ve Şule de izlememiş ama çok iyi yorumlar duymuş :). Herkese teşekkür ediyorum iyi ki yazmışım o yazıyı güzel diziler izliyorum sayenizde. Bu dizi de güzeldi. Öyle ki iki günde hemencecik bitirdim. Sonraki araştırmalarımdan öğrendim ki kitaptan uyarlama bir senaryo. Yazarın kitapları da Türkçe'ye çevrilmiş.

Oyuncu kadrosu efsane söylemeliyim, çok güzel bir beşli olmuş. Özellikle sevdiğim karakterler; Reese Witherspoon'un oynadığı Madeline karakterine ilk andan itibaren ısındım :), aklında neyse dilinde, bir de Renata karakteri Laura Dern'in oynadığı beni güldürenlerdendi. Şöyle baktığımızda komedi kısmını bu iki karakter taşıdığından da olabilir ama Renata karakteri diğerlerine göre daha az ama özdü, bayıldım. Witherspoon zaten mimikli yüzü ve sempatikliğiyle kalbimi kazandı :). Dizi geçmiş ile gelecek bir arada sürüyor ve başından beri asıl olay tahmin ettiğim gibi oldu sonunda çok şaşırmadım ama bu demek değil izlemesi sıkıcı aksine süreç önemli ve bu dizide de süreç ön planda sonucun başta gösterilip gösterilmemesi pek de önemli değil aslında. Bu yüzden böyle bir yol seçilmiş varsayıyorum lakin yinede tahmin edilebilir.

Dizi mükemmel bir hayat mükemmel bir yalandır sözünden yola çıkarak beş farklı kadının hayatından bize kesitler sunuyor. Nicole Kidman, Reese Witherspoon ve Shailene Woodley 'nin oynadığı karakterler ön planda ve onların görünen hayatlarıyla özel hayatları arasındaki fark bu sözü desteklediği gibi diyaloglarla da bu motto sürekli destekleniyor. Kan kusup kızılcık şerbeti içtiğini söyleyen atasözümüzün bu dizinin Türkçe'ye çevrilirken ki tanıtım mottosu olmasını ciddi bir şekilde öneriyorum. Misal Nicole Kidman'ın oynadığı karaktere cuk oturacak bir atasözüdür kendisi. İşte beş farklı kadın, beş farklı hayat, yaşam mücadelesi, kadınlar arasındaki görünmez savaşlar, çekişmeler ama yine de en sonunda birbirleri için yine bir arada, beraber olmaları temalardan bazıları olabilir. Bu ön planda olan üç kadın dışında Laura Dern'ün oynadığı ve Zoe Kravitz'in oynadığı karakterlerde daha az ama etkiliydi. İtiraf edeyim Zoe'nun oynadığı karakter Madeline'den de etkileniş olabilirim :),o kadar mükemmeldi  ki sinir bozuyor :) ama sonunda azıcık pişman oldum :). Baştan beri gerçekten çok cool ve mükemmel bir profil çiziyordu ki mottomuzu hatırlayacaksınız, mükemmelliği büyük yalanlar oluşturuyor. Aslında onunda bir nedeni vardı tabi ki bu mottoyu desteklemek için.

(Bilmiyorum dikkat ettiniz mi ya da bilginiz var mı ama Revenge diye bir dizi vardı, oradaki kafe ve evleri anımsattı bana bu dizinin mekanı. Aynısı olma ihtimali var mıdır acaba?)

Genel olarak akıcı, güzel bir mini dizi, sıkılmadan izleyebilirsiniz. Şarkılarla güzel desteklenmiş, dizinin genel havasına uygun. Ben zevk aldım, çok fazla olay olması farklı hayatlar görmek güzeldi. En sonuna da bayıldım, deniz kıyısında olana, çok güzeldi. Tek bir şey söyleyeceğim Skarsgard gibi bir adamdan nefret ettirmek için elinden geleni yapan senaristler var :), şaka yapıyorum tabi ki kendisi ben sadece über yakışıklı bir adam değil aynı zamanda iyi bir oyuncuyum, arkada oyuncu akademisi kuracak kadar ailem var diyen bir insan olduğunda tek tip rollerde oynamıyor ve her rolü üstüne çok güzel giyiyor. Psikopat görünen bir yanı da var inkar etmeyeceğim :). Zaten komple ailesinin işlerini severek takip ediyoruz :). Bu aile hakkında full konuşabilir aslında her bireyin nasıl oyuncu yeteneğiyle doğduğundan falan ama gereksiz uzatmasam iyi olacak :). Güzel dizi, izleyin. Böyle güzel mini dizi önerileriniz varsa diğer öneriler gibi her zaman açığım :).

Bu bölümün ilki sonlansın diğerleri gelsin, görüşmek üzere <3.
Devamını Oku »

10 Nisan 2017 Pazartesi

İki Mini Dizi (And There Were None + The Night Of)

Merhabalar, genelde dizi yorumu yapmıyorum ama artık yavaş yavaş başlayacağım :). Ben çok dizi izleyen bir insandım ama son zamanlarda filmlerle daha çok haşır neşir olup dizileri bir kenarda bekletiyor sadece birkaç devam eden dizimi usulca takip ediyordum. Severek takip ettiğim iki blogda üst üste iki mini dizi önerisine denk geldim ve hemen izledim. İkisi de polisiye, gerilim biri çok sevdiğim Agatha Christie'nin On Küçük Zenci kitabından birebir uyarlama diğeri ise İngiliz bir dizinin Amerikan uyarlaması.

And There Were None




Çok güzel kurgusu olan bir dizi. Kitaptan birebir BBC uyarlaması. Sevgili Fermina Daza'nın blogunda görünce dedim kitabı da unutmuşumdur artık iyi olur izlerim diye ama unutmamışım :). Başından beri her şeyi hatırladığım için pek şaşırmadım ama son bölümde yine de acaba mı dedirtmeyi başardı. O yüzden eğer kitabı yeni okuduysanız tekrarı olacaktır. Tabi görsel olarak uyarlanması çok iyi bir kitap izlerseniz de pişman olmazsınız. Çok etkileyici öyküler var içinde. Onları unutmuşum mesela baya güzel izledim onları. Ama katili biliyordum sürprizi kaçtı her şeyin :). Yine de güzel bir dizi, izlemeyenlere bir kez de ben önereyim.

The Night Of




Bu diziyi de sevgili Sibelynka'nın blogunda gördüm, konusu da ilgimi çekince hemen bakayım dedim. İyi ki izlemişim, iyi geldi valla. Hele John Turturro 'nun avukat rolüne ba-yıl-dım. Müthişti. Oyunculuğu çok güzel, karakter çok güzel kesinlikle serinin devamı olmalı bu karakterle çünkü çok devamlılığı olan bir karakter, daha birçok bölüm taşıyabilir tek başına. Zaten daha açık yerler var hayatında, onları da dolduracaklarını düşünüyorum.

İzlerken fark ettim ki dizinin orijinali İngiliz yapımıymış. Bilsem önce onu izleyebilirdim o da beş bölüm ama bunu izlediğim için de pişman değilim tabi ki Turturro'nun etkisi büyük. O dizi de iki sezon olmuş bu uyarlamanın da ikiden aşağı olmamasını umuyorum.

Bu dizi de insanların ön yargılarını ve bu ön yargılarla nasıl bir suçlu yarattıklarını görüyoruz. Irkçılığı, kendiden olmayanı dışlayanı, kafamızda oluşturduğumuz kalıpları ve bunları sorgulamadan nasıl korumak istediğimizi gösteriyor film bize. Tabi bunlar temaların bazıları ve mesajlarından biri. Çok yönlü bir dizi. Komedi hatta kara komedi de var ki çok güzel. Avukatın katkısı yadsınamaz. Finalle alakalı birkaç soru işaretim hala var ama genel olarak ben daha alternatif çarpıcı son hayal ediyordum ama yine de etkileyiciydi. Umarım devamı gelir, tabi aynı avukatla :). Soundtrack'i az ve öz; kuvvetliydi. Her bölüm bir şarkı keşfetmeniz muhtemel :).

Ben iki blog arkadaşıma da buradan teşekkür edeyim, sayelerinde dizi dünyasına hızlı bir giriş yaptım özlemişim, hepsi de güzeldi. Devamını bekliyoruz :).
Devamını Oku »