İzlenilesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İzlenilesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2018 Pazar

R.W. Fassbinder'den Aforizmalar: Petra Von Kant'ın Acı Gözyaşları (1972)


Fassbinder'i daha önce blogda da bahsettiğim Ali:Fear Eats The Soul filmiyle tanıdım ve çok sevdim. Filmlerini de izlemeye devam ediyorum. Kısa hayatına birçok film sığdıran bu Alman yönetmenin filmografisinde en çok öne çıkan filmlerden biri şüphesiz Petra Von Kant'ın Acı Gözyaşları. Kendi oyunundan filme çekilen bu filmde Petra, kocasından boşanmış annesine bakan yatılı okulda bir kızı olan ünlü bir moda tasarımcısı. Karin ise genç ve güzel geçmişinde acılar yaşamış evli bir kadın. Bir de Marlene var, her şeyi gören duyan ama orada yokmuş gibi davranılan sadece ihtiyaç duyulduğunda var olan ve sonra tekrar kaybolan uysal bir asistan. Filmde Petra'nın arkadaşı, kızı ve annesi de küçük ama etkili rollerle film boyunca çıkmadığımız Petra'nın odasında, hayatında kısa bir an var olurlar, bir de filmde yokluğuyla var olan eski kocası var Petra'nın.

Filme çekilen bu oyunun film hali oyun halinden pek uzaklaşmamış bunun nedenlerinden biri tek mekanda geçen bir film olması ve karakterlerin tiyatro oyunlarındaki gibi ekran karardığı/perde değiştiğinde kıyafetlerinin değişmesi gibi birçok tiyatro ögesini barındırır. Petra karakterini başarılı şekilde canlandıran Margit Carstensen başta olmak üzere oyuncuların sahnede oynuyormuşçasına kamera karşısında da oynamaları bu teatral havayı arttıran ögelerden biri. Tabi bu teatral havada Fassbinder'in gözümüzü gönlümüzü mest eden ve güzel görüntüler izlememizi sağlayan estetik bakış açısını unutmamak gerek. Uzun monolog ve diyalogların olduğu bu filmde Fassbinder'den birçok hafızalarımızda yer edecek notlar yakalarız. Şimdi ben de sizlerle kendimce bu üzerine düşünülecek sözleri paylaşmak isterim. Keyifli seyirler.



Hepimiz kendi tecrübelerimizi yaşamalıyız.

Hayatta öğrendiğin şeyleri kimse senden alamaz. Aksine seni olgunlaştırır.

En başından sonunu görebildiğinde tecrübe için zahmete girmeye değer mi?

Evlilik insanlardaki en kötü yanları çıkarıyor.

Istırap verici şeylerin hissettiğin güzel şeylerden bir hayli fazla olduğunu anlaman çok üzücü inan bana.

Artık geri dönemediğin ve baştan başlayamadığın o an çok korkunçtur.

Bir insanı anlamaya başladığında acımak için bir sebep kalmaz ortada.

Zor biri gibi görünüyorum çünkü kafamı kullanıyorum.

Şüphesiz bazı şeyler ters gittiğinde ilişki bıkkınlığa ve nefrete dönüşür.

Sadece bu dünyada kendime ait küçük bir yer istiyorum.

Filmlerden çok hoşlanırım. Özellikle tutkuyu ve acıyı anlatan filmlerden.

Bence insanlar birbirlerine ihtiyaç duyarlar. Bu şekilde yaratılmışlar ama onlara nasıl birlikte yaşanacağını öğretmemişler.

İnsanlar korkunçlar Karin, Her şeye dayanabiliyorlar. İnsanlar zor ve acımasızlar. Herkesin yeri doldurulabiliyor. Bu insanların öğrenmek zorunda oldukları bir şey.

Ona aşık değildim, sadece ona sahip olmak istedim. 
Devamını Oku »

17 Şubat 2018 Cumartesi

Atıştırmalık #37 (Genç Bir Doktorun Anıları, The Disaster Artist, Doğu Ekspresinde Cinayet)

Genç Bir Doktorun Anıları - Mihail Bulgakov 



Kitapkurtlarımızdan Şule'nin çekilişinden gelen bu kitaba bir pazar günümü ayırdım ve hemencecik bitti. Gayet akıcı ve kolay okunabilir bir kitap. Adı zaten her şeyi özetliyor, hikaye tadında kısa kısa anılarını paylaşmış bizimle. Otobiyografik bir kitap olabilir çünkü yazar ile karakterin benzer özellikleri var, ikisinin de doktor olmaları gibi :). İyi bir klasikti sıkılmadan okudum.

The Disaster Artist - James Franco (2017)



Filmi izlerken aynen şunu düşündüm, Franco kardeşlerin anneleri gurur duymuştur filmde kardeşleri karşılıklı oynarken izleyince :). Filme bayıldım, çok güzeldi. Ed Wood'a benziyordu, onu da çok severim. Dave Franco canlandırdığı oyuncuyu oynamakla kendi oyunculuğunu göstermek arasında sıkışıp kalmış gibiydi başlarda da sonrası daha iyiydi ama James Franco baya başarılıydı. Bahsi geçen filmi çekerken kendisi aslından daha güzel oynamış o konuda biraz daha az efor sarf etmeliydi bence ama çok başarılıydı :). Ve bence James Franco Tom Wiseo'dan çok Tom Hiddleston'a benzemiş, hatta Only Lovers Left Alive'daki haline :). Çok güzel filmdi ya ben baya sevdim, eğlendim bu kadarını beklemiyordum :). Konusunu da pek bilmiyordum açıkçası güzel sürpriz oldu :). The Room'u izlemeli şimdi bu bilgilerle :). 

Doğu Ekspresinde Cinayet - Kenneth Branagh (2017)



Hem yönetmeni hem de baş rolü olması dolayı ile Branagh'ı merak ediyordum çünkü kendisini severim :). Tabi bir de Christie romanı olması daha da cezbediyor. Johnny Depp'in olması da ballı kaymak dedim ama tahmin ettiğim gibi ölen adam kendisiydi :). Pek kalmadı. Zaten o kadar çok oyuncu vardı ki hepsine düşen süre çok çok azdı bir de  filmin süresini oyunculara bölsek kendisine düşecek süre kadar bile görünmeyenler vardı. Güçlü bir kadro, yolcuların hepsi ünlü oyuncular. Lakin film motamot bir uyarlamadan öteye gidemedi, heyecanla sıkılmadan izledim ama çok başarılı bir film olarak görmüyorum. Keyifli bir seyirlik ama bu kadar :). 
Devamını Oku »

12 Şubat 2018 Pazartesi

Atıştırmalık #36 (4:48 Psikoz, Shampoo, Bir Dakikalık Öyküler)



Merhabalar, ben yine atıştırmalıklarımla izninizle yayın akışınıza dahil olacağım :). Umarım keyifli günler geçiriyorsunuzdur ben ise biraz şans istiyorum kendime :). Bu aralar Richard Brautigan'ın toplama şiirlerini okuyorum, instagram hikayelerden izleyenler bilir Sub Press bugüne kadar yayınlanan Brautigan'ın tüm şiirlerini toplamış. Onun dışında drama okumayı çok özlemişim, yine bir kitap alışveriş yaptım, birkaç oyun ekledim. Onun dışında en son keşfettiğim isimler var müzik listemde genelde onları dinliyorum :). Fırsat buldukça da film izlemek en büyük zevkim zaten biliyorsunuz, bir de hoşuma giderse tadına doyum olmuyor hak verirsiniz ki :). Bir de mektup arkadaşlığı maceralarım var sosyal medyada sürekli sizlerle paylaştığım. Hem gelenleri sevmek hem sevgi dolu mektuplar göndermek de vaktimi severek verdiğim en güzel uğraşlarımdan :). Bir şeyler üretmek küçük de olsa mutluluk verici, birilerinin sizin için uğraşması da tabi :). Yeni insanlar tanımak, bir şeyler paylaşmak çoğalmamı sağlıyor, mutlu oluyorum. Üzüldüğüm zamanlar da oluyor ama bardağın dolu kısmını buraya yazmak da iyi geliyor :). Ukulelem ve küçük ailemizin yeni üyesi melodikamla çok ilgilenemedim ama ilk fırsatta yeni şarkılar öğrenmek istiyorum özellikle melodikamla :). Almanca'ya tam çalışmaya başladım derken geri dönemedim, ona da bakmalı tekrardan. Günler böyle geçip gidiyor, ben bazen yoruluyorum, umudum da çokça kırılıyor, üzülüyorum, üzüyorum ama c'est la vie! dostlar, hayat bu, yaşıyoruz, yaşayalım!

4.48 Psikoz - Sarah Kane



Yazarın intihar etmeden önce yazdığı son oyunu. Parçalı bir anlatıma sahip, belirli bir oyuncu listesi yok oyunun. Yazarın ruh halini biz de okurken hissederiz. 4:48'n de onun her gece kalktığı saat olduğunu ve adının buradan geldiği söyleniyor. Kane okuması kolay olmayan bir yazar. Çok çarpıcı ve rahatsız edici. Blasted adlı oyunu da çok başarılıdır ama bu kitap daha da ağır, çok ağır. Sarah Kane herkesin sevebileceği tarzda oyunlar yazmıyor ama biraz rahat ortamından çıkmak isteyenlere önerebileceğim kitaplar.

Shampoo - Hal Ashby (1975)




Ashby'den politik dokundurmalı bir komedi daha. Ashby'i seviyorum adam tam bir hippie :). Kendisi gelmiş geçmiş en sevdiğim filmlerden biri olan Harold and Maude'un yönetmeni. Bu film de eğlenceli, 70'lerdeyiz ve kendi salonunu açmak isteyen bir adamın trajikomik hikayesi var. Sonlara doğru bir dengesini kaybetti sanki film ama yine de ben sevdim. Güzel komediydi.

Bir Dakikalık Öyküler - İstvan Örkeny 




Kara komedi olması, öykü kitabı olması, kısa olması ve tanıtım yazısı bu kitabı almaya ben ittiyse de çeviri olmasından ya da kültürüm yetmediğinden bu kitabı pek anlamadım. Anladıklarım da güzeldi :). Macaristan'da derslerde okutulan bir yazarmış, sanırım ben mizahı anlayacak yeterli bilgiye sahip olmadığımdan pek anlamadım.

Gif Tumblr'dan alıntıdır.
Devamını Oku »

11 Şubat 2018 Pazar

Zaman Asla Ölmez, Çember Yuvarlak Değildir: Yağmurdan Önce - Milcho Manchevski



Filmde kısacık bir an görünen bu duvar yazısını felsefe edinmiş Yağmurdan Önce, hem anlatımı hem hikayesiyle herkesin izlemesi gereken zamansız bir film.

Susma yemini etmiş bir keşiş, kaçak bir kız, aşık bir adam ve kararsız bir kadının zaman sıralamasına uyulmamış "Kelimeler, Yüzler ve Resimler"'den oluşan üç parçalı hikayesi. İnsanların bize kondurduğu etiketleri değil insanlığımızı düşündüren bir film. Birbirinden bağımsız gibi görünse de bir çember gibi hepsi birbiriyle ilişkili ve belki de sebebi üç hikaye. Öyle ki işte bu yüzden çember tamamlandığında biz hikayenin tamamını gördüğümüzde ne izleyici ne de karakterler aynı kişiler olmuyor.

Savaşın etkilerinin görüldüğü Makedonya'da geçen bu hikayede bir manastırda susma yemini etmiş Kiril ile çobanı öldürmekle suçlanan Zamira'nın hikayesi ile başlar film. Kiril, Zamira için yemini bozar ve aşk kelimelere ihtiyaç duyar, suskunluğa galip gelir.

İkinci hikaye Londra'da iki savaş fotoğrafçısını anlatır. İkisi de bu savaştan sağ çıkamamıştır ve birbirlerini seviyordur ama engeller veya kısaca hayat olur.

Son hikayede 16 yıl sonra memleketine dönen ödüllü bir fotoğrafçı ve bıraktığı yerden devam etmek isteyen bir adam vardır. Lakin kendi ne kadar öyle davranmak istese de  hiçbir şey aynı değildir. Dünya daha acımasızdır ve savaş sadece şehirleri değil insanların ruhlarını da harap etmiştir.

Bize insan olmayı, sevmeyi hatırlatan nadir filmlerden biri Yağmurdan Önce, izleyin izlettirin, sevgiyle kalın.
Devamını Oku »

10 Şubat 2018 Cumartesi

Atıştırmalık #35 (Sleepless in Seattle, Diabolo Menthe, Blow-Up)

Sleepless in Seattle - Nora Ephron (1993)



Ayy uykumu getirdi, adı ile tezat olarak. Çok sıkıcıydı ve spoylır veriyorum baş roldeki iki aşık filmin sonunda sadece bir araya geliyorlar. Hiç sevmedim. Meg Ryan filmlerini sevmeme rağmen :/. Cık, sıradaki.

Diabolo Menthe - Diane Kurys (1977)



70'lerde Fransa ve ben bu ikilinin uyumunu çok seviyorum hele bir de işin içine güzel bir mizah girerse. Bu filmde de iki kız kardeşin bir yaz tatilinden diğerine geçen zamanda yaşadıkları var ama mekan, dekor, müzikler falan harika. Çok tatlı film. Lütfen bu tarz filmler biliyorsanız bana önerin. 70'lerde çekilen her komedi içerikli filmi önerebilirsiniz, bayılıyorum :).

Blow Up - Michelangelo Antonioni (1966)



Deeptone'un profil resmi ile özdeşleşmiş film. Orada sürekli görünce izleyeyim izleyeyim diyordum geçen izledim sonunda ve sevdim. Yönetmenin filmlerini izlemişliğim var, zaten tanıyordum. Bu film de güzeldi, önerilir :).

Bir atıştırmalığın daha sonuna geldik, diğeri yolda hem de kitap önerim de olacak onun içinde :). Siz neler atıştırıyorsunuz en çok; kitap, film veya dizi? Benimle paylaşın, sanatla kalın :).
Devamını Oku »

8 Şubat 2018 Perşembe

Atıştırmalık #34 (I, Origins, Minority Report, Gravity)

Bilim kurgu ağırlıklı üç film atıştırmalığımla buradayım :). Eminim birçoğunuz bu filmleri izlemişsinizdir, ben baya geç kaldım :). Siz bu aralar neler atıştırıyorsunuz? Benimle paylaşmayı unutmayın :).

I, Origins - Mike Cahill (2014)



Güzel başlayan ama sonunu getiremeyen bir film. Yine de bilim kurgu severler bir baksın. Sıkılmadan merakla izledim ama sonu hiç tatmin etmedi :/.

Minority Report - Steven Spielberg (2002)



Filmin sonunda yönetmeninin şipilbörg olduğunu fark ettiğim film :). Ben sevdim valla, güzel bir aksiyondu. İrlanda'nın bıçkın delikanlısı Colin Farrell gençliğiyle tomkruza eşlik ediyordu. Yalnız tomkruz da boşuna can yakmamış, bu filmde onu hissettim :). Filmde baş karakter fellik fellik her yerde aranır kaçarken en müdavimi olduğu yerden yetkilerinin alınmayıp hala elini kolunu sallaya sallaya bir değil iki değil girip çıkmasıyla ya biri de kapatmaz mı arandığı an dedirtse de görmezden gelip aksiyona kaptırdım kendimi. Güzeldi :).

Gravity - Alfonso Cuaron (2013)



Bu filmin çok sevildiğini hatırlıyorum çıktığı yıl ama beni maalesef etkilemedi. Hatta yanlış hatırlamıyorsam Sandra Bullock ödül falan aldı da ben beğenemedim, Cuaron'u çok çok başarılı bulsam da Children of Men ve Azkaban Tutsağı'nda, üzgünüm, tek hayırla yolladım :/.
Devamını Oku »

6 Şubat 2018 Salı

Rebel in the Rye/Çavdar Tarlasındaki Asi - Danny Strong (2017)


Bir Çavdar Tarlasında Çocuklar sever olarak söylemeliyim ki, J.D Salinger'ın bu biyografisini merak ediyordum. Filmi sevdim, bence sanatçının bir genç veya asi veya yazar olarak portresini, çelişkilerini, dramını güzel yansıtmış, eksikleri olsa da. Salinger'ın yazar olmak istemesine karar vermesinden başlayarak aşık olduğu Nobel ödüllü Eugene O'neill'in kızı Oona ve onun Salinger savaştayken Charlie Chaplin ile evlenmesi dahil ilişkileri, inancı, dünya çapında üne kavuşan Holden Caulfield karakterini yaratma süreci,  kitabın en sonunda yayımlandıktan sonrasını ve yazmaktan değil ama yayınlamaktan vazgeçişini anlatan ve özellikle Holden üzerinde durulan bir Salinger biyografisi olmuş.

Salinger, Holden karakteri gibi birçok okuldan atılmış lakin en son yazar olmaya karar verip hocası ve arkadaşı Whit Burnett ile dersler vasıtasıyla tanışmasıyla kendini yazar olarak keşfetmeye başlar. Bu dersler sırasında başlayan yazım süreci savaş yıllarında biraz sekteye uğrasa da yazmak onun hem ilacı hem yarası olmaya devam edecek ancak kesin bir şey var ki savaş onu tamamen değiştirecektir. Kitabı yayımladıktan sonraki aşırı ilgi ve şöhret de onun bu psikolojisine iyi gelmeyip kendisini başkaları hakkında daha takıntılı bir insan yapacak ve insanların oluşturduğu bu güven sorunu belki de onun yayımlamayı bırakıp inzivaya çekilmesinin başlıca nedeni de olacaktır. Kitaplarında çoğunlukla gençleri seçmesinin bir nedeni olarak da masumiyeti göstermesi de bundandır. Daha dünya tarafından mahvedilmemesi onu çeken yanıdır çünkü kendisinin de bir yanı masum kalmak isterken bir diğer yanı artık asla masum olamayacağını bilir çünkü masum olamayacak kadar çok şey görmüştür.

Çok da tartışmalı bir kitap olmasının sebebi birçok insanın kendini Holden sanması dışında John Lennon'ın katilinde ve Ronald Reagan'ı öldürmeye çalışan saldırganda da kitabın bulunması ve kitap hakkında acaba suikasta mı teşvik ediyor diye araştırılmasıdır. Bu suikast düzenleyen saldırganların J.D Salinger gibi üç isme sahip olması da başka bir ayrıntı.

Hayatımın kalanını yazarak geçireceğim ve karşılığında hiçbir şey almayacağım diyen Salinger sözüne sadık kalmış ve bu karardan sonra herhangi bir şey yayımlamamıştır.

Çavdar Tarlasında Çocuklar, hiç şüphesiz çok sevilen ve okunan kitaplardan biri. Eğer hala okumadıysanız bir şans verin derim. Üzerine de çerez niyetine bu filmi izleyebilirsiniz. Sayfalarda okuduğunuz karakterin yaratım sürecini kitaptan alıntılarla izlemek keyif verecektir, her ne kadar yazar için zorlu bir süreç olsa da. Sevgiyle kalın :)
Devamını Oku »

1 Şubat 2018 Perşembe

Atıştırmalık #33 (Lady Bird, Call Me By Your Name, The Shape of Water)

Lady Bird - Greta Gerwig (2017)




Greta Gerwig severim, kalemini de severim. Güzel bir film yazıp yönetmiş ama çok çok beğenip açıp açıp izleyeceğim bir film değil açıkcası. Yine de izlemesi keyifli, sıkılmadan izleniyor lakin sanki biraz abartılmış :/. Yine de Gerwig bence güzel bir film yapmış, severek izledim :). Kendisini zaten çok sevdiğimden kredisi çoktur ben de :).

Call Me By Your Name - Luca Guadagnino (2017)




Nasıl güzel bir filmdi, abartıldığı kadar varmış. En merak ettiğim filmlerden biriydi yorumlarından ve her yerde görmemden kaynaklı. Çok sevdim, bayıldım. Hele o Timothée yok mu o Timothée nasıl bir rol kesmektir öyle, aşık oldum. Harikaydı. Kendisinin "Lady Bird"'de de küçük bir rolü olduğunu hatırlatayım ama bu filmde ışıldayan bir karaktere bürünmüş. Filmde Sufjan Stevens ve "Love My Way" detayları çok hoşuma gitse de müziğin kullanımında bana göre yönetmenin yanlış tercihleri mevcuttu. Onu da görmezden geldim çünkü harika bir film olmuş. Bana "Carol" ve "Weekend"'i hatırlattı bazı sahnelerde. Sonuç olarak bildiğimiz bir hikayenin güzel bir yorumu. Bir şans verin :).

Bu filmi izlerken film boyunca sizin de aklınızdan sürekli Ege'den Yaz Aşkım çalmadı mı? Şahsen ben filmi o şarkıyla resmen özdeşleştirdim :).

The Shape of Water - Guillermo del Toro (2017)




Sıkılmadan izledim mi? İzledim. Beğendim mi? İşte ona karar veremiyorum. Bana konu ya da işleyiş bakımından ya da herhangi bir bakımdan daha ilgi çekici ya da orijinal gelmedi. Büyülenmedim de. Sadece sıkılmadan iyi bir film izledim. Nedense adından kaynaklı daha farklı bir şey bekliyordum çünkü bence adı çok güzel :).

Şimdi şu üç film arasında şöyle bir ilişki kuracağım ve beni sadece bu üç filmi izleyen ya da araştıran anlayacak. Sırasıyla;

Timothee Chalamet ve Michael Stuhlbarg

Ne gereği vardı, yoktu ama okudunuz artık yapacak bir şey yok :).

Filmler her yerde karşıma çıkınca yorumlardan geri kalmamak amaçlı öncelik verdim :). Sonuçta kambersiz düğün olmaz :). Çoğunu da sıkılmadan izledim açıkçası. Ben bu atıştırmalığın üstüne iki atıştırmalık daha izledim onlar da gelir yakında. Sinemayla kalın :).
Devamını Oku »

29 Ocak 2018 Pazartesi

Kedi - Ceyda Torun (2016)


Bir köpek insanı olarak söylemeliyim ki kedilerin baş rolde olduğu bu belgesel filmi mutlaka izleyin!

Kediler ilginç hayvanlar, anlaması zor ve karmaşık. Ceyda Torun da bu kedileri daha dar bir alanda İstanbul'un sokak kedilerini incelemeye almış ve ortaya İstanbul gezisi eşlinde harika bir playlistten oluşan sürekli yüzünüzde tebessümle izleyeceğiniz çok tatlı bir film çıkmış ortaya.



Filmde birçok kedinin hikayesini onların peşinde bir öğleden sonra geçirerek takip ederek öğreniyoruz ve onların doğasını biraz da olsa anlamaya çalışarak. Hepsi ayrı bir karakter ve hepsinin hikayesi farklı. Kedi deyip geçmeyin hepsinin huyu da farklı :). Kediler üzerinden konuşulan konular yapılan sohbetler bu kedilere yaptığımız eşlikte bizi çokça düşündürecek; sadece kedi olmak hakkında değil insan olmak hakkında da.


Kediler ilginç yaratıklar ve bize çok şey öğretiyorlar. Kendimiz hakkında, sevmek hakkında. Bu filmi izledikten sonra her sokak kedisini gördüğünüzde aklınıza filmdeki Bengü, psikopat veya gamsız gelecek. Belki bir yerlerde yavruları vardır diye düşünecek bu yaşına gelene kadar neler yaşadığını düşünerek üzüleceksiniz. Belki bir yere yerleşmiştir deyip umutlanacaksınızdır. Kesin bir şey var ki asla eskisi gibi sokak kedilerine aynı gözle bakmayacağınız ve empati gücünüzün biraz daha artıp kedilere saygı duyacağınız :). Kedi filmini izleyin, izlettirin <3.

Devamını Oku »

27 Ocak 2018 Cumartesi

Bu Soğuk Kış Günlerinde İçinizi Daha Da Üşütecek Film Listesi

Malum havalar soğudu. Battaniye, terlik ve pijama üçlüsüne ek çeşit çeşit kahve ve çaylarımız eşlik ederken sizin içinizi ısıtacak filmler tabi ki önermeyeceğim. Ben sizi ruh emiciler çarpmış gibi içinizin soğumasını ve sonunda sizden kutuda bile son kalan umudunuzu sizden esirgeyecek filmlerle buradayım. Keyifli pardon huzursuz seyirler dilerim :).

1. 1984 - Michael Radford (1984)




Gelecekte geçen bir distopya. Artık ne kadarı distopik ne kadarı gerçek tartışılır. Kurulmuş robot gibi sorgulamadan her şeyi uygulayan ve ne denirse itiraz etmeden gerçekleştiren bir toplum ve bu dünyada yalnız olduğunu düşünme lüksüne sahip bir adam. Herkes okumalı izlemeli, yalnız unutmayın big brother is watching you (Büyük birader sizi izliyor).

2. Tarafsız Bölge - Danis Tanovic (2001)




Konusuyla ve konuyu işleyişiyle harika bir savaş karşıtı film. O kadar etkileyici bir film ki tek söyleyebileceğim izleyin. Sonunda ise içinize bir şeyler oturacak ve etkisinden kolayca çıkamayacaksınız.

3. Beni Asla Bırakma -  Mark Romanek (2010)




Yine bir distopya ve yine bir bilim kurgu. Ya bencil amaçlarla ürettiğin insanların duyguları olursa? Canı acır, aşık olursa? Kazuo Ishiguro'nun harika kitabından uyarlama güzel bir distopya. Kaçınılmaz son değişmese de o zamana kadar sahip olduğumuz zamanı en iyi şekilde değerlendirmek elimizde. Biraz umut verir gibi oldum o yüzden diğer filme geçiyorum :).

4. Çoğunluk - Seren Yüce (2010)




Bireyin değil çoğunluğun düşünüp uyguladığı hayatlar ve bu düzene karşı koyamayan bir genç. Babasının gölgesinde yaşayamayan ama o gölgeden de çıkamayan Mertkan sonunda kendi kararlarını alıp birey olmayı mı seçecek yoksa çoğunluğun yanında güvenli bölgesinde mi kalacak?

5. Nightcrawler - Dan Gilroy (2014)




Jake Gyllenhaal sizi oldukça rahatsız eden bir rol ile arzı endam ederken bir adamın hırsını ve bu hırs için neler yapabileceğini ağzımız açık izleyeceğiz.

6. Aç Gözünü - Alejandro Amenabar (1997)




Rüyalarda buluşuruz diyen film. Orijinali ve tomcruzlu versiyonu olmak üzere iki versiyonu olan bu filmde tam hayatının aşkını bulmuşken kötü bir kaza sonucu yakışıklılığını eski sevgilisi yüzünden kaybeden bir adamın dramı ama nasıl dram. Penolope Cruz iki versiyonunda aynı rolü oynarken sıkılmadı mı acaba diye düşünürken iki filmi de sıkılmadan izleyebilirsiniz :).

7. Sarı Sıcak - Fikret Reyhan (2017)


Sarı Sıcak, o yazın sıcağına rağmen size mesafeli duruşuyla içinizi üşütmeye yetecek bir atmosfere sahip. İbrahim'in değişen düzen karşısındaki duruşu ve hayalleri için verdiği uğraşı en minimalist haliyle bu filmde görmek mümkün.


Bunu seven bunlara da baktı;

Rahat Battı Biraz Diken Üstünde Oturayım Diyenler İçin Film Listesi
Bu Sonbahar da Kasımda Aşk Başkadır İzlemeyin Diye Hazırlanmış Liste
Renklerin Beyaz Perdeden Silemediği Bir Klasik: Siyah Beyaz Filmler
En Çatlağından 10 Tatlı/Komik Film
Başka Aşk
İlk Aşk/Ergen Aşkları
Queer Sinema
Devamını Oku »

25 Ocak 2018 Perşembe

#Mim Sinema ve Ben

Merhabalar :). Nasılsınız? Bakıyorum uzun zamandır bloglarda mim yazısı yok ve hemen bir tane yapayım dedim :):). Daha önce müzikli bir mim yapmıştım (bknz.) bu sefer sinema ile alakalı hiç ya da seyrek film izleyenlerin bile cevaplamaktan hoşlanacağı sinema ile ilgili anılarımızdan konuşurken biraz nostalji yaşayacağımız, film izleme alışkanlıklarımızdan bahsedeceğimiz bir mim hazırladım :). Sorular altında sinema hakkında sohbet edeceğiz anlayacağınız. Eğleneceğiz biraz :). Cevaplarınızı merak ettiğim sorular var, bakalım beğenecek misiniz? <3

Sorular iki bölümden oluşuyor. Üç ana soru ve 5 tane çıtır çerezlik sorular :).



1. Sinemada izlediğin ilk film :)?


Ben vcd çocuğuyum, o jenerasyondan gelmeyim. O yüzden evde çokça film izledim. Hani şu haftalık cd kiraladığımız dönemler :). Evde çokca film izlemişimdir bu sayede ama sinemada ilk izlediğim film hala defalarca severek izlediğim Harry Potter ve Felsefe Taşı filmidir. Hiç unutmam cuma okuldan eve geldiğimde apar topar annem beni hazırlayıp amcamla sinemaya göndermişti. O zaman Antakya'da tek sinema var o da Konak. Hani şurada yazdığım :). Orada mavi salonda (o zaman ki en büyük salondu sonra genişlettiler :)) ilk sinema deneyimimi Harry Potter ile yaşadım ve harika bir deneyimdi :). (Zaten ondan sonra serideki tüm filmleri de sinemada izledim, gelmesini sabırsızlıkla bekledim :)). Film izlemeyi zaten severim de sinemada ayrı sevmeye başladım. O gün bugündür sinemaya giderim anlayacağınız :).

2. Film en güzel ..............'de/a izlenir.


Valla bana göre film güzelse her yerde izlenir :). Ev, sinema, sınıf, açık hava, bilgisayar ekranı, televizyon ya da projeksiyon aletiyle gösterilmiş olması fark etmez. Ortamın sessiz olması ve herkesin filme odaklanmış olması yeterli :). Benim film zevkim zaman mekan tanımaz yani :).

3. Film izlerken olmazsa olmazın var mı? Varsa neler?


Film izlerken istediğim şey sessizlik aslında. Dikkatimin dağılmasını istemem. Bir de filmi en başından izlemeyi severim, ortasından başlamayı pek sevmem. Onun dışında olmazsa olmazım dediğim bir şey yok herhalde :).

Gelelim çerezlik anket sorularına :).

a. Tek başına mı kalabalık mı?


İkisi de, zaman mekan fark etmez dedik ya :):):). (kendim soruları hazırlamamış gibi cevaplıyorum, kişilik bölünmesini göze alarak :)).

b. Mısır mı cips mi?


Yani şimdi ben de Isabelle Huppert gibi cool olup sadece film demek isterdim ama bazı filmler tam atıştırmalık o yüzden ikisi de :).

c. İki boyutlu mu üç boyutlu mu?


Şimdiye kadar iki, sonrasına bakarız.

d. Avm sineması mı sokak sineması mı?


Tercihim her zaman sokak sineması olur ama yeri geldi mi diğerine de gidiyorum.

e.  Filmden önce filmin fragmanını izlemek mi, yorumlarını okumak mı?


Yani yerine filmine göre değişir ama  filmden önce konusu dışında fazla bir şey öğrenmek istemem o yüzden fragmanını bile bazen izlemem fazla ipucu olmasın diye ki yorumlarını da çok okumam kafama koymuşsam izleyeceğim diye :). Filmden sonra film hakkında çok okurum ama :).

Sorularımız bunlar umarım mimden ve cevaplardan keyif almışsınızdır. Bir sinema sever olarak ben cevaplarken (kendi mimim diye söylemiyorum:')) zevk aldım :). Bakalım sizler ne cevaplar vereceksiniz :).

Blogunda film yorumu yayınlayan arkadaşlarımı öncelikli olarak mimledim ama herkes bu mime davetlidir :). Siz de en az üç arkadaşınızı mimlemeyi unutmayın, sinemayla kalın :).

Yorum Atölyesi 
Entel Karınca
Okuyan Muggle
Sinemarquez
Mariposa
Umut Durakları
Blue Things/Aysel
Mavera
Dr. Coffee
Leylak Dalı
Arif Öztürk
Berke Kocademir
Maydanoz


Dipnot: Mimi yapan arkadaşların linklerine adlarına tıklayarak ulaşabilirsiniz. Aşırı eğlenceli ve okumasına doyulmayan yazılar hepsi benden söylemesi :).
Devamını Oku »

23 Ocak 2018 Salı

Loving Vincent - Dorota Kobiela, Hugh Welchman (2017)


100 ressam tarafından çizilen gözlere şenlik müzikleri kulaklarınızın pasını silecek Van Gogh'u sevmeseniz ilginiz olmasa bile filmine hayran kalıp resimlerinize başka bir gözle bakmanızı sağlayacak harika bir film, Loving Vincent.

İçe kapanık ve psikolojik sorunları olan henüz tanınmamış bir ressam, Von Gogh olmadan önceki Vincent bu filmde izlediğimiz. Ölümünün ardından ellerine geçen mektubu sahibine ulaştırmak isteyen bir postacının oğluna verdiği görev ile Vincent'ın intiharına kadar olan zamanı ve onu intihara sürükleyen sebepleri açıklamaya çalışan Armand, Vincent'ı başkalarının gözünden yeniden yazıp çizecektir.


Film boyunca Van Gogh'un eserlerine bir saygı duruşu var ve ana renk tabi ki sarı ve mavi. Gogh'un resimleri film ile yaşıyor ve siz buna karşı koyamıyorsunuz. Bir yandan hikayenin akışını merakla takip ederken bir yandan da çizimlerin güzelliğini hayranlıkla izliyorsunuz. Bir de buna harika müzikler eklenince gözlere kulaklara şenlik bir film çıkmış ortaya. Hala izlemediyseniz veya izlemeye karar veremediyseniz zaman kaybetmeden hemen izleyin Loving Vincent'ı :).
Devamını Oku »

22 Ocak 2018 Pazartesi

The City of Lost Children - Marc Caro - Jean Pierre Jeunet (1995)


Şarküteri filminin yönetmenlerinden, o filmdeki şehrin diğer tarafından başka bir hikaye hissi veren bir bilim kurgu filmi. Distopik atmosferine rağmen umudu cebinize koymayı ihmal etmeyen ve en umutsuz zamanlarda bile sevgi vardır diyen umut tazeleyen filmlerden Kayıp Çocuklar Şehri. Canım Dumby ne demiş, mutluluk en karanlık zamanlarda bile bulunabilir sadece ışıkları açmayı unutma. İşte o durumlarda bile sevgiyle açılan bu ışıkla bir kimsesiz çocuk aile bulabilir ve küçük kardeşini arayan bir dev başka bir kardeş bulabilir.

Çılgın bir canavarın rüya görmek için küçük çocukları kaçırdığı, cüce bir kraliçenin ona birbirinin kopyası 6 oğluyla yardım ettiği ve filmin önemli karakterlerinden her şeyi bilen beynin önderliğinde bu canavar çocukların rüyalarını çalmaya çalışır. Yalnız ne kadar uğraşırsa uğraşsın elde ettiği tek şey kabuslar olur.



Bu çocukların çalındığı şehirde kelimelerle arası pek iyi olmayan ama çok güçlü One'ın çocuk hırsızlarından sakladığı boğazına oldukça düşkün kardeşi çalındığında kardeşini almak için girdiği mücadeleyi ve ona hırsızlık yaparak hayatta kalmaya çalışan bir çocuğun yardımıyla kardeşini bulmaya çalışmalarını izleriz. O obur küçük kardeş filmdeki her sahnesinde gülümsemeye sebep olacak, öyle sevimli. Ara ara devreye giren kara mizah da sizi yine gülümsetecek unsurlardan.

One ile Miette'nin ilişkisinin Leon'u (1994) anımsatan bir yanı var lakin yine de en karanlık ve distopik mekanlarda bile sevgiyi gösterdiği için bu filme göz atmalı. Ve unutmayın ki en pahalı mücevherler bile sevginin yerini alamaz ve sevginin olmadığı yerde ne yaparsan yap elde edeceğin tek şey sadece kabustur. O yüzden çok sevin ve sevilin :). Mutlu günler, sevgiyle kalın  <3.

Devamını Oku »

26 Aralık 2017 Salı

Sinema Güzeldir #6 (Başka Sinema: İşe Yarar Bir Şey ve Sarı Sıcak)

Başka Sinema sen ne harika şeysin :). Sinema Güzeldir serisine Başka Sinema'yla devam ediyorum, havama, lüksüme bakın <3<3<3. Öncelikle beni çok ama çok heyecanlandıran bir haberi paylaşmak isterim. Şu yazımda şehrime gelmeyecek dedim ve şehrim beni öyle güzel öyle güzel yanılttı ki ... Geldi çünkü. Gönlümün efendisi, çok merak ettiğim, hemen koşup izlemek istediğim "Godard ve Ben" şehrime geldi <3<3<3<3. Planlar yapıldı hemen hafta sonu gidilip izlenilecek <3. Sonra da yorumu sizlerle paylaşılacak :). Bu Başka Sinema çok güzel ya, çok ama çok mutluyum. Antakyalılar siz de bir el atın şu sinemaya böyle güzel filmler geliyorken. Haftada en az bir kez gidin, çok güzel filmler geliyor. Ben de o izlediklerimden ikisini önereceğim şimdi. Hadi bakalım, bir de lütfen Konak Başka Sinema'ya devam et <3.

İşe Yarar Bir Şey - Pelin Esmer (2017)




Harika bir film. Tek kelimeyle harika. Bayıldım, her dakikasını zevkle izledim. Bir tren yolculuğu iki kadın ve bir karar. Edebiyatla iç içe, gizem, kara mizah, gerilim bu filmde. Bir de alıntılar, şiirler var ki en olmadık yerlerde gözlerinizi dolduracak cinsten. Biliyorum geç kaldım yazmak için ama olur da hala oynuyorsa sinemalarda mutlaka gidin izleyin, teşekkür edeceksiniz. Barış Bıçakçı okuma isteği uyandıracak, yazarı severler filmdeki etkisini zaten hissedecek. Teşekkürler Pelin Esmer, teşekkürler Barış Bıçakçı. Başak Köklükaya, Öykü Karayel ve Yiğit Özşener. Çok güzel film çok <3.

Sarı Sıcak - Fikret Reyhan (2017)




Giriş sahnesiyle beni bir güzel geren sonrasında da sırtımızda o sarı sıcağı hissettiren bir film. İbrahim'in hayatına odaklanıyoruz bu filmde. Hayallerini, onlara kavuşmak için uğraşını ama bu arada da güç dengelerini, ataerkil aile düzenini, değişen sistemi de İbrahim dolayısıyla görürüz. Kısa, sade bir film.

Bu iki filmi de ben beğendim ama İşe Yarar Bir Şey tekrar izleme isteği uyandırdı. Çok ama çok sevdim <3. Kitap alıntıları, şiiri, müzikleri, görüntüler, oyunculuk kısaca her şeyiyle ben çok sevdim :). Sonuç olarak ikisini de beğendim. Başka Sinema'ya sevin, sevdirin  <3.
Devamını Oku »

8 Aralık 2017 Cuma

Atıştırmalık #32 (Tür Karmaşası)

This Must Be The Place - Paolo Sorrentino (2011)



"Benim Adım Sam" filmini izlediğim günden itibaren Sean Penn'e bir sevgim var, çok iyi oyuncu. Bu role de çok yakışmış ama hikaye sanki tam bir kendini bulup toparlanamamış gibi. "Youth"'da da birçok konu hikaye iç içeydi ama o daha derli toplu çok güzel bir filmken bu filmin dağınıklığı girilen daha az detay filmi biraz aşağı çekmiş ama yine de sevdim, önerilir :).

Eski bir rock starın uzun süreli emekliliği ve can sıkıntısı onu yollara dökecektir.

Meet the Parents - Jay Roach (2000)



Televizyonda denk gelince izledim, güldüm geçti ve bitti :). Serinin devamını izler miyim, izlerim. Önerir miyim, daha iyi filmler bulabilirsiniz. Ancak televizyonda falan denk gelince izlemelik tam bir hafif atıştırmalık :).

Eski CIA ajanı baba rolündeki De Niro'yu komedi filminde izlemek güzel ama sanki arada çakmak çakmak "Taksi Şöförü" bakıyor gibi oluyor bana :). Ben Stiller kendini aileye kabul ettirmeye çalışan damat adayı rolünde. Bu iki erkeğin ortak noktası tabi ki güzel kızımız Teri Polo.

Karışık Aile - Frank Coraci (2014)



Bir diğer mesaj kaygılı Adam Sandler aile komedisi. Yine kendimi DIY işlerime vermişken karşıma çıkan ve değiştirmediğim bir film. Yine hafif atıştırmalık, konusu, komedisi her şeyi tahmin edilebilir, ortalama bir Sandler filmi. Bu adamın filmlerini de eskiden beri izler hatta bazılarını severim. Sizi şaşırtmaz, üzmez, vauv dedirtmez ama izletir, hatta çoğu zaman güldürür. Önerir miyim, önermem. Bu tarz çok film var, hangisine denk geldiğinizi aradaki farkı anlamazsınız bile o yüzden olurda denk gelirse zaten kendinizi izlemiş bulursunuz :).

Adam Sandler'ı daha önce de ekranda çift olarak gördüğümüz Drew Barrymore ile yalnız ebeveynler olarak izleriz. Çocukları için çırpınan bu anne ve babanın yolları yine onları mutlu etmek için keşisecektir.

Serpico - Sidney Lumet (1973)



Al Pacino tatlımın Frank Serpico'yu canlandırdığı biyografik bir film. Polis merkezindeki çürümeyi anlatan bu filmde Pacino'yu hippie olarak izlemek mümkün. Film genel anlamda fena değil ama stereotip suçlu profili siyahiler olup bir de kadın dediğin evi temizler mantığı beni memnun etmedi. Onun dışında bence ortalama bir film. İzlenilebilir, Pacino'yu hippie görmek için bile :).

Devamını Oku »

7 Aralık 2017 Perşembe

Sevgili Güllük #56 (5. Antakya Uluslararası Film Festivali + Başka Sinema)

Merhabalar!! Yine güzel kültür sanat haberlerimle buradayım. Hem bu haberi verdiğim hem 2017'yi böyle bir haberle bitireceğim için (yok son yazı değil, yani umuyorum :)) de çok mutluyum. Başka Sinema artık Antakya'da!!! Bununla da kalmıyor beşincisi düzenlenen bir festivalimiz varmış ki ben şahsen bu sene öğrendim, doğma büyüme buralı olduğum halde.



Yine de önemli olan sevgili Hataylılar bilin ki 7-12 Aralık'ta devam eden bir film festivali ve artık Başka Sinema gösterilen bir sinemamız var :). Festival filmleri dört lira bilginize. Yılların sineması, benim sinemada ilk filmimi izlediğim yer olan Konak Sinema'da. Bir ara kapandı açıldı derken böyle bir dönüş yapması bizi avm sinemalarına mahrum bırakmayıp alternatif filmleri yayınlamasıyla bir kez daha gönlümü kazandı, daha da değerlendi. Siz de lütfen fırsat buldukça gidin ve bu sokak arası sinemamız kapanmasın ve büyük yapımcıların sadece filmlerini oynatabildiği sinemalara mahrum kalmayalım. Zaten o filmlere illa bir yerde denk geliriz ama bu filmler çok ama çok değerli. Ülkemizde güzel filmler çok güzel filmler yapılıyor. Bu fırsat ayağımıza kadar gelmişken destek olalım ve bu sanatı daha yakından takip edelim.




Anlayacağınız ben festivallere gidemiyorum diye üzülürken festival ayağıma geldi :). Sinema artık daha güzel benim için. Her gün plan yapıp filmleri zamanında takip edebileceğim, program yapacağım. Yine yeniden. Artık daha güncel sinema yazıları da olacak ki şimdiden programlar yapıldı, ilk yazı da yolda :). Bu çevrede olan herkesin de en azından haftada bir kere ne var ne yok diye uğramasını canı gönülden isterim. Siz de ne kadar çok paylaşırsanız bu haberi sadece sözlü bile olsa eminim ki daha çok insana ulaşacaktır. Ben önünden geçmesem haberim olmazdı, tanıtımı maalesef yeterli değil ama yine de kulaktan kulağa yayılsa bile daha fazla insana ulaşabilir.

O yüzden Konak Sinema'ya, sinemamıza sahip çıkalım, hem de böyle film seçimleri yapmışken <3.



Aşağıda Instagram hesaplarını takip edebilir, güncel film ve seans bilgilerini öğrenebilirsiniz :). Sinemayla kalın :).

https://www.instagram.com/antakyakonaksinemasi/?hl=tr
Devamını Oku »

23 Kasım 2017 Perşembe

Atıştırmalık #31 (Ortaya Karışık, Dört Farklı Türde Film)

Take Care of Your Scarf, Tatiana - Aki Kaurismaki (1994)



Yine çok tatlı siyah beyaz bir Aki Kaurismaki filmi. Yönetmenin neredeyse izlemediğim filmi kalmadı o yüzden bir sevmek yazısı yolda :). Bu filmde Kaurismaki'nin filmlerinde çok kez gördüğümüz benim de çok sevdiğim oyuncular; Matti Pellonpaa ve Kati Outinen var. Onları "Cennetteki Gölgeler" filminde de beraber görmek mümkün ki bence harika bir çift uyumu var aralarında. Ayrı ayrı da ben çok beğenirim. Bu film kısaca bir yol filmi. Kahve ve içki düşkünü iki adam ile başlayan yolculuğun sonunda biri eve yalnız dönecektir.

My Best Friend's Wedding - P. J. Hogan (1997)



Bu filmi bana öneren arkadaşlar, mutlu musunuz? Çok ağladım ya, ihtiyacım vardı herhalde ama Julia Roberts'a çok üzüldüm ya. Makine daha farklı mutlu son istiyor gençler :). Komik, romantik öyle bir filmdi, hoşuma gitti :). Cameron Diaz'ı da hiç sevmem sonunu da o yüzden pek sevmedim. Yine de çerezlik dediğimiz filmlerden. Adından anlaşıldığı üzere en yakın arkadaşının düğününe gitmesi ve ona aşık olduğunu anlamasıyla gelinle savaşa giren sakar bir Roberts görüyoruz :).

Acı Aşk - A. Taner Elhan (2009)



İlk başta sinir olarak izlediğim sonra Halit Ergenç'in oynadığı Orhan karakterinin Songül Öden (Şule/Ayşe) ile bir restoran sahnesi vardı ki kahkahayı bir kopardım sonrası absürt komedi oldu :). Ergenç'i en sempatik bulduğum işi bu herhalde. Dizilerinde denk geldiğimde pek hoşlaşmadığımdan bu filmde hoşuma gitti, yine de karakter kaynaklı bolca da sinir oldum :). Onur Ünlü'nün senaryosunu yazıp ama yönetmediği bir film. Ünlü'nün işi olduğu absürt komedisinden zaten belli ki ben filmde konusundan dolayı sinir olsam da mizahından dolayı sevdim :). Televizyonda denk gelip izledim, planım yoktu baya sansürlü kesmeli biçmeli oldu tabi film ama yine de izlenilebilir güzel bir film :).

Le Mepris - Jean Luc Godard (1963)

Vayyy be, ne filmdi. İzleyeli kaç gün oldu hala ne güzel film diye düşünüyorum. Çok güzeldi, hiç anlatmak da gelmiyor içimden konusunu, çok güzel filmdi işte. İzleyin, şiddetle önerilir.
Devamını Oku »